Marx, Goethe ve küresel finans sistemi

Marx, Goethe ve küresel finans sistemi

"Önümüzde yalnızca eski yapıların kırılacağı tarihi bir çöküş evresi durmamakta, aynı zamanda daha çok insanın sistemle çatışmaya gireceği şiddetli sosyal ihtilafların yaşanacağı bir evre belirmektedir. Bu sayede ise birçok insan bizzat kendi tecrübelerine dayanarak sistemin gerçek karakterini tanıma şansına sahip olacaktır."

Makale: Ernst Wolff

Çeviri: Özer Erdin

Günümüzden 200 yıl önce Mayıs’ta doğmuş olan Karl Marx şöyle demişti: “Her bir çağın egemen düşüncüleri, egemen sınıfın düşünceleridir.” Marx’ın gözleminin doğruluğu, bizzat içinde yaşadığımız zaman zarfında daha belirgin hale gelmiştir. Bugün insanların büyük bir çoğunluğu demokratik bir düzende yaşadığına iknadır. Birçoğunun gözünde seçimler, her dört yılda bir halkın görevlendirmesiyle ülkeyi yönetecek halk temsilcilerini belirlemeye hizmet etmektedir. Ayrıca insanların büyük bir çoğunluğu batıda basın özgürlüğünün olduğunu ve yasalar önünde herkesin eşit olduğunu zannetmektedir. İnsanlar genel olarak finans sistemi ile ilgilenmeye ihtiyaç duymazlar; çünkü birçoğu finans sisteminin hayatlarını etkilemediğini düşünmektedir. Şayet sıradan yurttaşlara merkez bankalarının toplumsal hayattaki işlevleri sorulacak olursa, genelinin bu soruya vereceği yanıt; devlet kurumları olarak merkez bankalarının para yaratma görevlerinin yanında bankaları denetleyip, kontrol etmek zorunda olduklarıdır. Ne var ki bu görüşlerin hiçbiri gerçek ile uyuşmamaktadır. Gerçek bir demokrasinin içinde yaşıyor olsaydık, ülkeyi yönetenlerin aldıkları kararlar halkın taleplerini yansıtıyor olurdu. Halkın büyük bir çoğunluğu silahların ihraç edilmesini, savaş çıkarılmasını, doğanın tahrip edilmesini ve gelecek kuşakların sorumlu olmadıkları borçların yükünü üstlenmelerini elbette istemezdi. Hatta halk, ağır koşullar altında yaşam kavgası verenlerin sayısı artarken, küçük bir azınlığın fütursuzca zenginleşmesini de istemezdi. Öte yandan seçimlerin her dört yılda yapılıyor olması da gerçek bir demokrasinin göstergesi değildir. Bir taraftan seçim propagandaları çok yüksek meblağlara mal olurken, diğer taraftan bu propagandalar medya vasıtasıyla manipüle edilmektedir. Medya ise ultra zenginlerden oluşan çok küçük bir azınlığın malıdır ve halkı bilgilendirmekten ziyade kâr amacı gütmektedir.

Bunun dışında gerçekten önemli olan kararlar hemen seçimlerden sonra kapalı kapılar ardında alınmaktadır. Bu karalar elbette yine halkın istekleri ile çelişmektedir. Eğer finans elitlerinin egemenliği tehlikeye girerse, ülke parlamentolarının etkinliği kırılmaktadır. Buna örnek olarak Güney Avrupa devletlerine Avrupa Merkez Bankası, Uluslararası Para Fonu ve AB Komisyonu tarafından zorla dayatılan Troika programları gösterilebilmektedir.

Aslında halkın merkez bankalarına ilişkin olan kavrayışı çok da yanlış değildir. Tarihsel olarak ulusal para birimlerinin piyasaya sürülmeleri ile birlikte ortaya çıkmış olan merkez bankaları, klasik iş bankalarını kontrol etmemekte, aksine para yaratma yetkisine sahip olan iş bankalarını koruyarak onlara hizmet etmektedirler. Merkez bankaları ilkin yakın bir geçmişte, sonrasında ise özellikle 2007/2008 krizinden itibaren sistemin yönünü değiştirerek para yaratma sürecine artan bir suretle müdahale etmeye başladılar; ancak asla kontrol işlevini üzerlerine almayıp, bunun yerine tam karşıt bir tutum sergilediler. Böyle olunca merkez bankaları, devasa bankalara ucuz bir fiyat karşılığında trilyonlara denk gelen meblağlar ile kol kanat gerip, onların ayakta kalmalarını garantilerken, küçük bankalara, tasarruf sahiplerine ve yaşlılık tedbirleri alan emeklilere sürekli artan düşük faiz uygulamaları ile büyük zarar verdiler.

Öte yandan parlamento düzeni ve finans sistemi hakkında da halkın geniş bir kesimine sirayet etmiş olan algı yanlıştır ve aldatıcıdır. Buna rağmen günbegün sisteme ilişkin olan aldatıcı bilgiler okullarda ve üniversitelerde öğretilmekte, medya vasıtasıyla geniş kitlelere yayılmakta ve siyasetçiler tarafından sürekli tekrarlanmaktadır. Elbette, bunun bir nedeni vardır. Sisteme ilişkin alışılagelmiş kavrayış mevcut güç ilişkilerini insanlardan saklamakta ve bu sayede sistem sorgulanmamaktadır. Hal böyle olunca egemenler için büyük bir öneme haiz olan bir hedefe varılmakta; son derece adaletsiz ve sosyal olmaktan uzak olan sistem stabilize edilmekte ve bu suretle çoğunluğun hesabından geçinen küçük bir azınlığın kâr etmesi sağlanmaktadır.

Kısacası finans elitinin, okullar, medya ve siyaset vasıtasıyla sebebiyet vermekte olduğu durumu Johann Wolfgang von Goethe şöyle ifade etmişti: “Hiç kimse kendini özgür zanneden köleler kadar umutsuz değildir.” Ancak bu cesaret kırıcı söz, umut taşıyabileceğimiz bir zamanda yaşadığımız gerçeğini gizlememelidir. Sistem sadece tüm zamanların en büyük sosyal eşitsizliğini yaratmakla kalmamış, aynı zamanda para basma ve faiz indirimi ile verileri manipüle ederek büyük bankaların “too big too fail” (iflas etmesine izin verilemeyecek kadar büyük banka, şirket vb.) olarak ilan edilmeleri de beraberinde gelince çürümenin yoğunlaştığı ve sistemin kendi kendini kemirip, tahrip ettiği bir istasyona ulaşılmıştır. Başka bir deyişle artık son evreye girilmiştir.

Önümüzde yalnızca eski yapıların kırılacağı tarihi bir çöküş evresi durmamakta, aynı zamanda daha çok insanın sistemle çatışmaya gireceği şiddetli sosyal ihtilafların yaşanacağı bir evre belirmektedir. Bu sayede ise birçok insan bizzat kendi tecrübelerine dayanarak sistemin gerçek karakterini tanıma şansına sahip olacaktır. Tam da bu nedenle Karl Marx’ın vermiş olduğu bilgilerden doğru sonuçlar çıkararak hâkim olan düşünceye tek bir araçla karşı koymak suretiyle sistemi dayanağından yoksun bırakıp, onun tarihsel yönden aşılabilmesini sağlamak önemlidir. Bu araç mevcut sistemin gerçeklerinin ifşasıdır.

Orjinal makale için tıklayın