Kürt kırımı ve tarihin uslanmayan tekerrürü

Kürt kırımı ve tarihin uslanmayan tekerrürü

Kitlesel gözaltılar, AKP'ye yedeklenen 'solcu'lar ve Kemalistlerle Kürtlerin birliği mümkün mü?

Onur Emre

Bir iç ülkenin hikayesini anlatalım.

Bilinmedik bir anlatı değil şüphesiz... Öncesinde yaşanmıştı, sonrasında da tekrar etti. Parti yöneticilerine gözaltı, milletvekiline gözaltı, savaşa hayır diyenlere gözaltı, gazetecilere gözaltı, Kürtçe ıslık çalan gence gözaltı... Gözaltı ve sonra tutuklama.

Kürt siyasetçilere yönelik kitlesel gözaltı ve tutuklama operasyonlarının en büyüklerinden biri, 2011 yılında başlatılan ve 'KCK tutuklamaları' olarak adlandırılan süreçte ortaya çıkmıştı. 2011'de yapılan bu siyasi saldırı, incelikle işlenmeye çalışıldığı söylenen ancak akamete uğrayan ve ayrıntıları dikkat çekici olan bir “çözüm süreci” vesilesiyle yaşandı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Mart 2009'da “Çok iyi şeyler olacak” sözleriyle onayladığı süreç, Oslo görüşmeleriyle, Öcalan'ın katılımıyla, ilan edilen ateşkeslerle, Erdoğan-Ahmet Türk buluşmasıyla, Habur'dan Türkiye'ye giriş yapan gerillalarla, Meclis'e getirilen 'çözüm' paketiyle, AKP cenahında dillendirilen “ya çözeriz, ya çözülürüz” retoriğiyle, Kürt tarafının ancak 'boykot' diyebildiği 2010 Referandumuyla ve CHP'nin itirazlarıyla sürmüş; yer yer yaşanan çatışmalar, Oslo görüşmelerinin sızdırılması, Habur'dan geçiş yapanların tutuklanması, Roboski Katliamı gibi dalgalanmalar yaşayıp neticede kesintiye uğramıştı. Sonrasında yapılan “denemeler” de sonuç vermemiş ve bir yeni savaşın kapısı açılmıştı.

Devlet (AKP) ise, “Madem Kürtlerle birlikte istediğimizi yapamıyoruz, biz en iyi bildiğimizi yapalım" demiş ve 'zulümle uslandırma' mekanizmasını devreye sokmuştu. Binlerce insan hapishanelere konmuş, yüzlercesi ülkeden kaçmış, tutuklanmamak için eşini, evini, çocuğunu, yoldaşını bırakıp bilmediği bir ülkenin bilmediği bir kentinde sürgüne mahkum olmuştu. Dünyanın onlarca kenti göç etmek zorunda kalan Kürt yurtseverleriyle tanışmıştı.

Yeryüzündeki her kent, titizlikle düzenlenmiş bir müze gibidir. Her kent, kendisine tutkun olan gibi mahkum olan insanın da alışkanlıklarını, tarihini, cesaretini, yoksunluğunu, zayıflığını alır... O insanın sosyal-siyasal görüşüne öykünür. Şimdi gitseniz Erbil'e, Süleymaniye'ye yahut Berlin'e, orada siyasi sürgünlerin parçalanmış hayatlarını ve kendi sürgününe benzeyen kentleri görürsünüz...

Yüzlerce insanı sürgüne yollayan 2011 operasyonu için, o dönem BDP Eş Genel Başkanı ve şimdi mahpus Gültan Kışanak, “Çiller'in cebinde 100 kişilik infaz listesi vardı, Erdoğan'ın cebinde binlerce kişi var” demiş, şöyle tanımlamıştı: Siyasi soykırım operasyonu.

2011'de yaşanan elbette ilk değildi, son olmadı. 100'le başlayıp, 1000'le devam eden listeler, on binlere, yüz binlere ulaştı. Her yeni rejim gibi Saray Rejimi de kendi kuruluşunu en kabarık infaz listesinin üzerine inşa ederek güçlendirmeyi tercih etti.

KENDİNE DÜŞMAN OLAN MUHALEFET

Şimdi bir yeni siyasi kırımı yaşıyoruz...

AKP iktidarının kuruluş, serpilme ve güçlenme süreçleri, o ya da bu ölçüde, kısa ya da uzun ömürde muhalif olan tüm diğer özneler için ibret verici derslerle doludur. AKP'nin sol muhalefetinin bölünüp karşı karşıya gelmesinin tek sonucu, gericiliğin her iki kanatla yürüttüğü mücadelede de yıkıcı zafer kazanması olurdu ve nitekim öyle oldu.

AKP iktidarı, Saray Rejimi'ni inşa sürecinde önüne çıkma potansiyeli olan ana muhalefet dinamiklerini karşı karşıya getirme becerisini göstererek tekerini yürüttü. Türkiye gericiliği şimdi haz ve kibirle şunu tekrar ediyordur: Bir ülkede iktidar olmak istiyorsan önce solu parçalayacaksın...

Türkiye'de yıllar önce AKP tarafından kızıl bir bayrakmış gibi sallanan demokrasi, insan hakları, refah, kardeşlik gibi söylemler en önce solu ve solumuzun önemli bir parçası sayılan Kürt hareketini paralize etmişti.

AKP, Osmanlı'ya ve dinci gericiliğe karşı ilerlemenin, gel gör ki öte yandan komünistlere saldırganlığın ve Kürtlere inkarın ifadesi olan Birinci Cumhuriyeti çözerken ilk tarihsel zaferini kazandı. On yıllarca süren baskı ve zorbalığın biricik temsilcisi “Kemalizm”, bir gerici saldırıya, Ergenekon, Balyoz operasyonlarına uğrarken, solun komünist değil ama sadece demokrat olan kesimleri ve bir bütün olarak Türkiye'deki ilk cumhuriyet örneğinin mağduru olan Kürtler AKP'ye yedekleniyordu. Sonuç, solumuzun sadeleşmesinden daha çok küçülmesi oldu. Sonuç, Kürt hareketinin bu tabloda güçlenirken sol yanını çürütmesi oldu...

Şimdi HDP kongresinde ileri çıkarılabilecek en sol örneğin bir “yetmez ama evetçi” olması, muhalefetimizin önemli parçalarından birinde sosyalist solun zayıflamasının talihsiz sonuçlarındandır.

AKP'nin ikinci tarihsel zaferi, Kürtlere ve hatta sola karşı Kemalistleri kendine yedeklemek olmuştu ve bu yedeklenme de en az diğeri kadar tekrar etme becerisi gösterdi. Tarih, hataların bir kez daha, bir kez daha ve aynı biçimde... bir kez daha aynı aktörler tarafından tekrar edilmesinin kederini yaşıyor olmalı. Ve tarihte, aynı hatalar eğer bu kadar tekrar edebiliyorsa, sadece edebiyatçıların tarihten kukla çıkarması kolaylaşıyor, gericiliği alaşağı etmek değil...

Yıllar içinde yeniden, tüm dünyaya ve bölgemize sirayet etmiş etnik-mezhebi düşmanlıkların yaygınlığının, aydınlık ile karanlık arasında olan kavgaya rüçhan kazanmasının örneğini yaşıyoruz. Bir yeni siyasi kırımda daha tekrar eden ve denenmiş tutumlara tanık oluyoruz.

Saray gericiliği bir kez daha Kürtlere vururken, cumhuriyetçi, Kemalist, laik, gericilik karşıtı olarak anılan muhalefet kesimini kendine yedekliyor. Tarih ise, kendisini öne çıkaran yeni kuklaların sancısını çekiyor olmalı...

MUHALEFETİ DAMITMA

Bu yeni kırımın tahribatını daha büyük yaşayacağız. Rejimin üzerine basarak yükseleceği infaz listesinin en kabarık aşamasındayız. Solcular, sosyalistler, teslim olmayan Kürtler, teslim olmayan cumhuriyetçiler, modern yaşam temsilcileri, sömürüye itiraz eden işçiler, eşit olmak isteyen kadınlar, özgür olmak isteyen gençler... Bir huruç harekatıyla sindirilmeye mümkünse yok edilmeye çalışılıyor.

Saray Rejimi, bir yönetim biçimi olarak faşizmin kurumsallaşması aşamasına geçmişken, bir kez daha kendine yedekleyeceği özneleri özenle ayıklıyor ve yeni bir siyasi blokta kaynaştırmaya çalışıyor. Türkiye'de Kemalizmin sağ temsilcilerini Kürt düşmanlığı ve emperyalist hayallerin yarattığı budalalıkla... örneğin Afrin savaşının şakşakçılığıyla rejimin payandası haline getiriyor.

Geldiğimiz aşamada şu saptamayı yaparak bir görev çıkarabiliyoruz: Türkiye'de geçmiş dönem muhalefet alanının belirleyici olan özneleri, topyekûn rejim karşıtlığı söz konusu olduğunda örgütsel, politik ve ideolojik bütünlüğünü koruyabilme yeteneğini kaybetmekle karşı karşıyadır. Bu saptamayı bir adım ilerletip “kaybetmiştir” demeyi tercih edenler de şüphesiz olabilir...

En geniş tanımıyla söylersek, Cumhuriyetçi olarak anılan toplumsal-siyasal kesimin bir kısmı, AKP'nin bölgesel hegemonya arayışına ve Kürt düşmanlığına teslim olmuş ve Saray'ın mahcup olmayan üstelik şımarık destekçilerine dönüşmüştür. Bu kesimin temsil ettiği nicelikten bağımsız olarak manipüle etme yeteneği düzenin propaganda araçlarıyla desteklendiğinde, AKP karşıtı mücadele açısından bir tehlike yarattığı açıktır. Özetle, yine en geniş tanımıyla söylersek, kendisine cumhuriyetçi diyen geniş toplumsallığın dikkate değer bir parçası, sosyalist hareketimizin karşısında radikal sağ bir konumlanışa meyletmiştir.

Kürt hareketi için ise rejimin gadrine uğramak ve buna karşı tek başına direnme zorunluluğu övünülenin aksine talihsizliktir. Sosyalist yanı zayıflayan Kürt hareketi bölgesel gelişmelerin ve sivil siyaset alanından dışlanmanın da etkisiyle, Kürdistani ve Kürdi yanını daha fazla güçlendirmek, sırtını Türkiye sol muhalefetine değil de bölgenin diğer dinamiklerine yaslamak zorunda kalmaktadır.

Bu saptamanın işaret ettiği özet ise, ne yazık ki, bir iktidar perspektifi ve muhalefet yöntemi olarak Kemalistleri ve Kürtleri ya da başka bir ifadeyle CHP'yi ve HDP'yi buluşturarak yol almaya çalışmanın her zaman olduğundan daha geçersiz olmasıdır.

Dolayısıyla sosyalist hareketimizin, tüm muhalefet odaklarının sosyalist ve devrimci özünü damıtarak yol almayı hedeflemesi daha gerçekçi bir çıkış yolu sunmaktadır. Saptamadan çıkan görev, adlı adınca sosyalizmi işaret eden devrimci bir sınıf partisi ve sosyalist cephe arayışıdır...

SARAYA KARŞI HDP KONGRESİ

Bir yeni siyasi kırımı ayrımsız hep beraber yaşıyoruz.

Çember genişliyor. AKP için geri dönüşü olmayan süreçlerin ve eylemlerin sayısı her geçen gün artıyor, artmak zorunda...

Kürt tarafından yapılan değerlendirmeler, bu durumu açıklıkla tespit edebildiklerini gösteriyor. Bir yeni siyasi blok yaratmaya çalışırken Kürt düşmanlığına öncelikle başvuran Saray Rejimi'nin bu tutumunu kısa sürede değiştirmesini beklemiyor kimse. Ve sadece hareketin yöneticileri için değil, üyeleri, destekçileri için de geçerli bu farkındalık.

Yüzlerce HDP'li, HDK'lı yönetici, üye, sempatizan gözaltına alınmış, tutuklanmış durumda. Yine onlarca Kürt insanı bilmedikleri kentlerde sürgün hayatını seçiyor.

Kalkıp yeniden deneyecekler... partilerini, ilişkilerini, kurullarını yeniden kuracaklar. 11 Şubat'ta yapılan HDP kongresine en fazla katılımın, kısa süre önce yerle bir edilen Cizre'den, Şırnak'tan, Nusaybin'den olması, bölgede yaşayan herkesin “ilk yerel seçimde kayyumu sandığa gömeceğiz” şeklinde ifade ettiği kararlılık bunu gösteriyor...

Kürt hareketi stratejik yönelimleri, politik ve örgütsel konumlanışı nedeniyle her ne kadar daha az “sosyalist”, daha az “Türkiyeli” bir eksene yönelse de, AKP karşısında dik durma, direnme, kavga etme zorunluluğu onu da AKP'ye payanda olmayan cumhuriyetçiler gibi muhalefet alanının önemli bir parçası olarak tutmaya devam ediyor...

(Bu yazı Yön dergisinin 13. sayısında yayınlanmıştır)