Küçüklük ve büyüklük: Bir sınıf yanılsaması

Küçüklük ve büyüklük: Bir sınıf yanılsaması

Sorun, boyutlar olmadı hiçbir zaman. Büyük, küçük yoktu. Sömüren ve sömürülen vardı sadece...

Ekinalp Gülen

İnsanoğlu yüzyıllardır değişik şekillerde toplumlar oluşturmuş, oluşturdukları bu toplumlarda ortaya çıkan sorunları türlü türlü yöntemlerle çözmeye çalışmıştır. Politika ihtiyacının doğma sebebi de bu sorunlardır. Sorunların temellerine inen düşünürler antik çağlardan beri cevap aramış, kimi zaman bulabilmiş, kimi zaman da onların bu arayışları daha fazla sorun getirmiştir. Uzun yıllar monarşi, Tanrı, din üçgeni ile bu sorunlara cevap bulabilmişlerse de kutsallığın katı sınırlarından dolayı çağın sorunlarına ayak uyduramamış ama çok uzun süreler hayatta kalmayı da başarmışlardır.

Elbette başlayan her şey biter ya da dönüşerek başka bir şeye evrilir. Din, Tanrı ve onun tarafından seçilmiş bir yöneticiden oluşan sistemin, yaşam koşulları karşısında ne kadar kırılgan olduğunu gören halk, devrimler yapıp kendi dinlerini “hümanist ideolojilerini” yarattılar. Robert Edgarton’un adaptasyonu ve maladaptasyonu bu konuyu rahatlıkla açıklayabiliyor. Her toplumun bahsettiğimiz gibi “yöntemlere” ihtiyacı vardır. Yöntemler sonsuza kadar kalıcı olamaz. Diyalektik her zaman çalışır. “Şeyler” sabit kalamaz, her daim devinim ve değişim içerisinde olur ve olmak zorundadır. Adaptasyon tam olarak budur. Çağın getirdiği ihtiyaçlar zamanla şekil değiştirmeli, gerekirse bırakılmalıdır. Önemli olan şey toplumun gelişmesi ve ileri yol almasıdır. Koşullara adapte olabilen, onları kendi gelişimlerine göre değiştirebilen halklar bunu başarabilir. Maladaptasyon ise ihtiyaçları artık karşılamayan, gerici kavramlara körü körüne bağlı kalmaktır.

Maladaptasyonu seçen halklar veya daha doğru bir söylemle dayatılmış halklar acı çekerek yitip gitmeye mahkumdur. Tarihi inceleyecek olursak monarşi, teokrasi, aristokrasi, faşizm gibi dikta rejimleri bunlara en büyük örnekler olarak karşımıza çıkar. Peki bu yollardan geçen toplumlar nasıl olur da hatalarının farkına varmamışlardır?

İşte bu sorunun cevabını Wilhelm Reich, Dinle Küçük Adam’da  Marksizme ait olmayan yöntemler -kitabın bana göre açmazını oluşturan asıl öge- ile aramaya ve cevaplamaya çalışmıştır. Kitap, toplumu ve toplumdaki sorunları incelemekten çok, onu oluşturan sorunların kaynağı olarak gördüğü bireyi inceliyor. Daha çok sosyal psikoloji kitabı olan bu yapıt, Nazilerin, Amerikan Devrimi sonrası Amerikalıların ve çeşitli zamanlarda Sovyetler Birliği vatandaşlarının nasıl yaşananlara karşı çıkmadığını inceliyor. Reich, kendi kafasında sınıf kavramından uzak bazı “insan modelleri” yaratarak insanları üçe ayırıyor: Küçük adam, büyük adam, küçük büyük adam.

Küçük adam, basitçe bir örnekle anlatılacak olursa Nazi yönetimine “Çok yaşa” naraları atan insanlar. Bu küçük adamlar içlerinde eskiden kalma büyüklük olsa da küçük kalmış/bırakılmış, sevgi yoksunu, cinsel özgürlüğe karşı, yalnız kendi çıkarlarını düşünen korkak ve asalak karakterli insanlar. Değişimden ve gelişimden korktukları için hep sabit kalmak ve bunu sağlayacak sisteme tapan insanlar aslında.

Küçük büyük insanlar ise, küçük adamlara yön veren ve neredeyse aynı karaktere sahip olan insanlar. Onları küçük adamlardan ayıran büyüklük, küçüklüklerinin farkında olmaları ve güç bağımlılığı yüzünden küçüklüklerini bırakmayıp “küçüklerine” hakim olma isteğidir. Bunlara örnek olarak tüm diktatörler veriliyor.

Son olarak, yazarın kendini de kattığı bu “modellemede” büyük adamlar var. Bunlar “küçük” davranışlarının farkına varmış ve kendini arındırmış olanlardır. Küçük adamlar, toplumu geriye çekse de büyük olanlar, onlardan nefret etmemiş insanlardır. Onları incelemiş, hatalarını göstermeye ve onları eğitmek için topluma faydalı işler yapmış bilge insanlardır.

Yazar burada kendini de soktuğu modellemede fazla elitist bir tavır sergilemiş ve bireyci Nietzsche’nin üstün insanına yakınlık göstermiş. Yazarın bu modellemesi (sınıflama dahi olamayan kategorize etme çabası) bilimden ve gerçeklikten uzak kalmış, hayali karakterler ile toplumu açıklamaya çalışmış. Bu ifadeleri derinlemesine inceleyecek olursak olay oldukça ironik. Faşizme karşı olan bir insanın yine eşitlik dışı olan “üstün insan” kavramı ile bu olayı açıklamaya çalışması sorunu tespitinin ve çözümünün de çelişkisini gösteriyor.

Küçük adam, büyük adamla çatışır ama ortada çatışma yoktur. Büyük adam yol göstermek isterken küçük adam çoğunluk olmaktan gelen gücünü kullanarak onlara “deli” yaftası yapıştırır ya da her türlü kötülemeyi yaparak toplumdan onu koparmaya çalışır. Küçük adam her imkanını kullanarak büyük olanın yaptıkları, kendi işlerine yararlı olsa da bu işlere her zaman çomak sokma eğilimindedir. O kıskanç ve aşağılıktır. Her iyilikten korkar.  Yahudileri neden sevmediğini ve onları öldürmek istediğini bilmez veya düşünmez. Yine de “yaşasın” diyerek bağırır. Meydanlarda bağırıp destek olurken ya da insanların ölümüne göz yumarken “ulus onuru”nun arkasına saklanır.

Reich’ın bu kitabı, kendi yaşadıklarından da etkilenerek yazdığı apaçık belli oluyor. Wilhelm Reich, gerçekten zor bir hayat geçirmiş. Çocukluk ve gençliğine bakarsak tüm ailesini erken yaşta kaybetmiş, cepheye yollanmış. Profesyonel hayatında ise buluşlarından ve fikirlerinden dolayı sürgün edilmiş, oturma vizeleri iptal edilmiş, çalışmalarına saldırılar gerçekleşmiş. Buna rağmen pes etmeyip doğru bildiklerinin peşini bırakmamış ve “küçük adamlardan” nefretini esirgemiş. Freud’un asistanı ve öğrencisi olmuş başarılı bir hekim. Hocası Freud’dan aldığı öğretileri geliştirmiş ve değiştirmiş.

Kitapta sürekli sorunların bağlandığı ve kaynağı olarak gösterilen nokta aslında cinsellik. Freud’a göre nefret, öfke ve saldırganlık güdüleri ile sevgi ve cinsel istek duyumsamaları birbirine benzer. Bu karşıt güdüler ayrı iki kaynaktan çıkar.

Freud’un tersine Reich’ta somutlanmayan sevgiye duyulan öfke, nefreti doğurur. Hayvansal güdülerin (cinsel arzular gibi) engellenmemesini savunan Reich, bu güdülerin bastırılması halinde bireyde olduğu gibi toplumda da saldırganlığın artacağını savunuyor. Reich, Bronislaw Malinowsky’nin Trobriand adalarında yaptığı araştırmayı baz alan incelemesinde cinsel özgürlük ile yaşayan bu toplumda tecavüz ve hırsızlık gibi sözcüklerin dilde karşılığının olmadığını söylüyor. Ona göre “Küçük adam”ın küçük kalmasındaki temel neden aslında buradan başlıyor. Siyasi bir devrimden çok cinsel devrimin önemini vurgulamaya çalışıyor yazar. Tabii ki iki kavram arasına set çekmiyor aksine aralarında bağ kurmaya çalışıyor.

Kitap, okunması ve anlaşılması kolay bir kitap. Zaten yazar daha kitabın girişinde yazının bilimsel olmadığını, “küçüklerin” dahi anlayabileceği gibi yazdığını söylüyor. Yazar, Stalini ve Stalin Sovyetlerini çok sert bir şekilde eleştiriyor. Onu destekleyenlerin de küçük adamlar olduğunu ve onları Lenin’e ihanetle etmekle yersiz bir şekilde suçluyor. Unutmamak gerekir ki Stalin zamanı Sovyet vatandaşları, Reich’ın büyük adam olarak gördüğü Lenin’in yoldaşlarıdır.

Marksist bir bakışla yazılmadığını başında söylediğimiz Reich, işçi sınıfı kavramını zaman zaman kullansa da tarihin sınıf savaşımları tarihinden ibaret olduğuna dair şüpheleri de apaçık ortada. Her ne kadar “cinsel özgürlük” görüşü ciddiye alınır, ilerici bir görüş olsa da yazarın neredeyse tüm sorunları cinsellik üzerinden açıklaması oldukça yetersiz ve apolitik; kullandığı terimlerse fazla romantik ve bilimsellikten uzak.

Peki antikapitalist yazın içinde bir dönem çok bilinen bu yapıtı nereye koyacağız? Dinle Küçük Adam, her ne kadar tarihsel materyalizmden uzak bir kitap olsa da bazı şeylerin sorgulanması açısından kendi misyonunu üstlenmede başarılı. Eleştirel bir bakışla okunduğunda yeni şeyler düşündürecek bir niteliğe sahip diyebiliriz.

KÜNYE: Dinle Küçük Adam, Wilhelm Reich, Yüksel Pazarkaya, Cem Yaıyınevi, 2021, 128 sayfa

DAHA FAZLA