“Küçük” insanların sıradan ve değişmesi gereken öyküleri

“Küçük” insanların sıradan ve değişmesi gereken öyküleri

“Yolda” bildiğimiz yol hikayeleri değil; ancak evinden servisine, servisinden fabrikasına, servisinden indiği duraktan evine gidebilecek uzunlukta yol alabilenlerin öyküleri. Aşkları, evlilikleri, boşanmaları, çocuklarıyla ilişkileri, umutları ama daha çok umutsuzlukları, kurdukları ihtiyatlı hayalleri ve aile karmaşalarıyla emekçi insanların, zaman zaman da çocuklarının öyküleri…

Zübeyde Duran

Covid19 salgının hayatlarımızı alt üst eden başka ve çok daha önemli sonuçlarının yanında kitap dünyasında da basım tarihi ertelemeleri oldu. Yeni kitabı Neydi O Gelecek Bayramlar’ ın ardından üç ay geçmeden Zafer Köse’nin en yeni kitabı “Yolda” böylece geçtiğimiz haftalarda kitapçı raflarındaki yerini almış oldu. Bu kadar kısa aralıklarla iki kitabın peş peşe yayınlanmasının ana sebebi yaşadığımız bu saçma salgın günleri yani. Neydi O Gelecek Bayramlar’ı yine İleri Kitap sütunlarından hatırlayacaksınızdır. ( https://ilerihaber.org/ara.php?kelime=nerede+o+gelecek+bayramlar)

Gelelim Yolda’ya. Edebiyatist’ten çıkan kitap “Yıllarca”, “Çiçekli Kız” ve “Bir Kuş” adlarında üç bölümde toparlanan uzunlu, kısalı yirmi bir öyküden oluşmuş. Zafer Köse, “Bu öyküleri, genellikle günün ilk ışıklarıyla birlikte yazdım. Çalışmaya ara verip başımı çevirdiğimde, penceremin aydınlandığını gördüm” diyerek başladığı Kuş Sesleriyle’ye (Önsöz Yerine) ve öykülerdeki ayrıntılara bakılırsa insanlığın yüzde doksanının yaşam mücadelesini neredeyse 24 saat gözlemleyip sabahın ilk saatlerinde yazmış. Gününün geri kalanını yazdığı insanlar gibi çalıştığı işe vermek zorunda zaten. Çalışmak zorunda kalmanın yazmayı ne kadar zorlaştırdığından yakınan Kafka’dan bu yana değişen pek bir şey yok ne yazık ki. Bir yazarın ekmeğini yazarak kazanamamasının doğal bir sonucu olarak; ailenin, patronun dokunamadığı saatleri ancak gün başlamadan yaratması… Gerçi Zafer Köse’nin günün ilk saatlerinde yazmaktan bir şikayeti yok bilakis mutlulukla yaşamış o saatleri.

İnsanlığın yüzde doksanının öyküleri derken dünyayı sırtlarında döndüren ve küçük mutluluklara ulaşmak için bile büyük emek harcayan, sonunda ve çoğu zaman o küçük mutlulukları bile yakalayamayan emekçilerden söz ediyorum. Dolayısıyla daha ilk öykünün adından da anlaşılacağı üzere (Fabrika Yolu) “Yolda” bildiğimiz yol hikayeleri değil; ancak evinden servisine, servisinden fabrikasına, servisinden indiği duraktan evine gidebilecek uzunlukta yol alabilenlerin öyküleri. Aşkları, evlilikleri, boşanmaları, çocuklarıyla ilişkileri, tercihleri, zorunlulukları ve umutlarıyla, ama daha çok umutsuzlukları, kurdukları ihtiyatlı hayalleri ve aile karmaşalarıyla emekçi insanların, zaman zaman da çocuklarının öyküleri…

Aile demişken Zafer Köse, Neydi O Gelecek Bayramlar’da da Zeynep’in hikayesinin altında aile kavramını ele alıyordu. Algımızda hâlâ sıcak bir çağrışım yapan, bu en küçük toplumsal parçanın, olanla olduğunu zannettiğimiz arasındaki açısını sorguluyordu. Geçmiş aile yapıları için de çok şey söylenebilir evet ama bugünkü aile yapısını kapitalizmin iğdiş ettiğini, sevgi ve dayanışma duygularını neredeyse yok ederek iyice hastalandırdığını göstermeye çalışıyordu. Köse, Yolda’da da bu sorgulayışı özellikle Evin Yolu, Mahsusçuktan ve Yıllarca adlı öykülerde sürdürüyor.

İyi bir gözlemci olan ve bu gözlemlerini ustalıkla, anlattığı hikayelerine işleyen Zafer Köse romanlarında ve öykülerinde farklı anlatım teknikleri yaratmaya çalışıyor. Yolda’da da denemiş ve bence başarılı da olmuş. Olayın baştan sona öykünün karakterlerinin iç sesiyle anlatıldığı, öykü içinde öykü aktarımının kullanıldığı, anlatıcının henüz okul çağına bile gelmemiş bir çocuk olan, kahraman anlatıcılı öyküler denemiş mesela. Bu da hem anlatımda tekdüzeliği bozmuş hem de okuyucunun bir öykü kısalığında bile öykü kahramanlarıyla empati kurmasını sağlamış.

“Mahsusçuktan”, kitabın diğer öykülerine göre uzun bir öykü ve dört, beş yaşlarında bir oğlan çocuğunun gözünden yazılmış. Daha parmak kadar çocukken sevgi diye öğretilen şiddet nüvelerini de sorgulatan Köse, şiddetin hayatlarımıza daha çocuk yaşımızda nasıl “doğallıkla” girdiğini, sevildiğimiz için kızıldığımıza, hatta dövüldüğümüze nasıl ikna edildiğimizi çarpıcı bir şekilde yedirmiş öyküsüne. Aynı öyküde, yoksulluğun yarattığı şükretme mantığını da; “bir şey istememe”nin büyük bir “erdem” olduğunu neredeyse doğar doğmaz öğrenen bir emekçi çocuğunun: “Güzel güzel yürürken, karşımıza pamuk helvaları çıktı. Söylemeyecektim aslında. Pamuk helvası alır mısın, demeyecektim. Gözüm kalmış gibi bakacaktım. Başımı o tarafa çevirecektim, gözümü ayıramıyormuşum gibi. Canımın çok istediğini annem anlayacaktı. Pamuk helvası istediğimi ama ona söyleyemediğimi anlayacaktı. Hemen alacaktı bana. Ben yok istemez, almasak da olur, diyecektim. İstemiyorum ama biraz istiyorum, diyecektim.” diyen iç sesinde; anne ve babasının kavga etmelerini paraları yeterli olmadığı halde kendisinin pamuk helvası istemesine bağlayan o suçluluk duygusunda görüyoruz.

Anlatıcısının çocuk olduğu bir başka öykü de “Bizim Havuz”. Havuzlu bir sitedeki villaya, temizlikçi olarak çalışan annesiyle birlikte gitmek zorunda kalan bir çocuğu ve havuza gireceğini sandığı bir günde sevincinin nasıl kursağında kaldığını anlatmış Zafer Köse. Bu çocukların iç sesini öyle güzel ve gerçek konuşturmuş ki hakikaten her ikisinin de yanaklarını öpmek, çocuk yüreklerini şefkatinizle korumak istiyorsunuz. 

“Tanıklık” adlı öykü ise 90’larda sıkça tanık olduğumuz gözaltında kaybedilmelerle ilgili. Evinin önünden, “tanıklık” nedeniyle polislerce alınıp “124 buçuk” gündür haber alınamayan, sonunda işkencede sesini duyduğunu söyleyen arkadaşından gelen haberi müjde sayan bir baba ve annenin hissettiklerine tanıklık ediyoruz. Bir anne, babanın çocuklarının ölmeyip de işkencede olduğuna sevinmesinin dehşetli hüznünü içinizde duyuyorsunuz. 124 gündür aslında yaşanmadan sadece saat tik taklarıyla geçen daha doğrusu duran zamanın aktığı evde o gün ilk kez diyaloglar duyulmaya başlıyor:

“Mırıldanır gibi devam etti.

-          Bu nasıl şahitlikmiş böyle? Neye şahit olmuş bizim çocuk?

-          Hâlâ anlamadın mı neye tanık olduğunu? Haksızlıklara tanık oldu. Yoksulluklara, iğrençliklere, zulümlere… Tanık oldu.

-          Olmasaydı ya şahit. Görmeseydi ya…”

Kitaba adını veren, son öykü “Yolda”yı ise yazarın bir önceki kitabını okuyan okurların gözleri bir yerlerden ısıracak…

Yolda tarafını emekçilerden, özgürlükten, dayanışmadan, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana belirlemiş bir yazarın kaleminden çıkmış, okunmaya değer bir kitap olmuş. Sevgili Zafer Köse’nin kalemine sağlık.

KÜNYE: Yolda, Zafer Köse, Edebiyatist Öykü, Kasım 2020, 128 sayfa. 

 

DAHA FAZLA