Kayıp Çocuklar

Kayıp Çocuklar

"Çocuklar geçirgendir, diyor anlatıcı. Bulundukları ortamı yavaşça, sessizce değiştirir. Karmaşık iç dünyaları durmaksızın dışarı sızar, gerçek ve katı olan her şeyi kendilerinin hayaletvari versiyonlarına dönüştürürler, diyor. İki çocuğun soruları, algıları, duyduklarını bir yandan saflıkla bir yandan yeniden (ve hatta bazen tehlikeli yorumlarla) değerlendirmeleri ve kendi zihinsel envanterlerine katmaları da roman boyunca başarıyla anlatılıyor. Ne de olsa farklı modelde bir ebeveynle seyahat ediyorlar."

Özlem Akıncı

KAYIP ÇOCUKLAR ARŞİVİ

Meksika, Honduras, Salvador veya Guetamala’da yaşayan çocuklar yaşadıkları evlerini, köylerini tek başlarına terk edip Amerika sınırına doğru yola çıkıyor. Her hafta binlercesi geliyor. Bu çocukların hepsi korkunç bir istismar ve sistematik şiddet ortamından, çetelerin devlete dönüştüğü, iktidarı zapt ettiği ve hukukun üstünlüğünü zorla ele geçirdiği ülkelerden kaçıyorlar. Amerikan rüyası peşinde değiller. Kaçıyorlar ve bir çözüm arıyorlar. Önce kilometrelerce yürüyor, sonra ‘Bestia, Canavar’ denen trenlerin üstlerinde- bildiğiniz üstünde, tutunarak, sarkarak - yolculuk ediyorlar. Babaları, anneleri, valizleri, pasaportları olmadan. Maalesef yüzlercesi sınıra hiç ulaşamıyor bile ya trenden düşüyor, ya yolda kayboluyor ya da çetelerin eline düşüyor. ‘Başaran’ çocuklar ise sınırı geçer geçmez  görevlilere teslim oluyor ve bir dizi mahkeme sonucu (ki Meksika’dan geçenlerin böyle bir hakkı yok) ya Amerika’daki yakınlarına teslim ediliyorlar ya da geldikleri yerde maruz kaldıkları şiddeti kanıtlayamazlarsa sınır dışı ediliyorlar. 

Romanın anlatıcısı kaydetmesi gereken hikâyenin ne varış yerlerine ulaşan çocukların ne de göçmen mahkemelerindeki çocuklarınki olmadığını söylüyor. Medya sansasyonalizme meylederek, reytinglerini artırarak zaten yeterince yapıyor. Onun anlatmak istediği, kayıplara karışan çocukların, muhtemelen sonsuza dek yitip gittiklerinden sesleri artık duyulamaz olanların hikâyesi. Onların ne tarih kitaplarında ne mezarlarda yerleri var. Luiselli o çocukların sesini yazmak için farklı bir biçimsel yol izliyor ve onların hikâyesini bulmak ve anlatmak için başka yerde arıyor.

Anne, baba ve onların önceki ilişkilerinden olan beş yaşında bir kızla on yaşında bir erkek çocuğun New York’tan Apaçi Bölgelerine New Mexico, Arizona’ya doğru yolculuklarına bir yol hikâyesi demek yanlış olur. Çünkü kadın da, adam da seslerin peşinde.  Zaten birlikte şehrin “İşitsel Peysaj Projesini” oluştururken tanışmışlar. Yaptıkları iş sesleri toplamak, arşivlemek ve bir hikâye oluşturmak. Ama şimdi bu yolculukta yaptıkları benzer de olsa, amaçları farklı. Kadın kendisini ‘ses belgecisi”, kocasını ise ‘ses belgeselcisi’ olarak tanımlıyor. Aradaki farkı da öğreniyoruz bu arada; ‘belgeci’ daha çok ‘kimyacı’; ‘belgeselci’ de ‘kütüphaneci’. Kadın kayıp çocukların seslerini gazeteci/radyocu/belgeci olarak arşivlerken, kocası en son teslim olan Amerikan yerlilerinin seslerini yakalamanın peşinde. İzlerin bulunduğu yerde yakaladığı seslerle bir nevi yokluğu varlığa dönüştürmek istiyor. Birbirine zıt bir dinleme ve algılama biçimleri var. Her ne kadar ‘normal’ (olabildiğince sağlıklı) bir aile kurma çabası içinde olsalar da nihai hedefleri ve tutkuları farklı olan bu çiftin yolları ayrılmak üzere. Bundan sonra herkes kendi macerasına atılacak ve geldikleri yerlere dönecekler belli ki.

Çocuklar geçirgendir, diyor anlatıcı. Bulundukları ortamı yavaşça, sessizce değiştirir. Karmaşık iç dünyaları durmaksızın dışarı sızar, gerçek ve katı olan her şeyi kendilerinin hayaletvari versiyonlarına dönüştürürler, diyor. İki çocuğun soruları, algıları, duyduklarını bir yandan saflıkla bir yandan yeniden (ve hatta bazen tehlikeli yorumlarla) değerlendirmeleri ve kendi zihinsel envanterlerine katmaları da roman boyunca başarıyla anlatılıyor. Ne de olsa farklı modelde bir ebeveynle seyahat ediyorlar. 

Luiselli’nin meselesi devasa bir konu aslında, duygusal ajitasyona ya da sıradanlığa düşmeden anlatabilmek kolay değil. Ancak küçük parçalara ayırarak ve katmanlı mimari bir yapı kurarak öyle ustalıkla kurgulamış ki sonuçta hem yalın hem de destansı bir roman yazmayı başarmış. Mesela seslerin ağıtlara dönüştüğünü duyuyoruz yer yer. ‘Kayıp Çocuklar İçin Ağıtlar’ adında bir kitap var bagajda. Kadının ve oğlunun sıklıkla okuduğu. Tamamen uyduruk bu kitabın Camposanto tarafından yazılmasının 1928’den 2014’e kadar onlarca yıl sürdüğünü öğreniyoruz. Hatta bu kitap da 1212 senesinde olan, on binlerce çocuğun bir başlarına Avrupa’nın bir ucundan öbür ucuna  yol aldığı ve hiçbirinin geri dönmediği ‘Çocuk Haçlı Seferi’ni temel alıyor. Böylece tarih boyunca birbirinin üstüne devam eden ‘kayıp çocukların’ seslerini, ağıtlarını duyuyoruz. Bu arada kadının aklı bir yandan da Manuela’nın haber alınamayan iki kızında. Sınır görevlilerine teslim olduktan sonra nerede oldukları bilinmeyen iki küçük kız. Yakalarına telefon numarası dikilip tek başlarına sınır geçmiş iki küçük kız. Luiselli öyle güzel kotarmış ki biz bu sesleri duyuyoruz.    

Roman iki bölümden oluşuyor. Başlangıç noktasından yolun bir yerine kadar zaman dilimini önce kadından, sonra oğlandan dinliyoruz. Birinci bölüm kayıp çocuk hikâyelerine zihinsel bir yapı kurarken, ikinci bölüm duygusal katmanı ekliyor. Kayıp Çocuk Arşivi okunması lâzım bir arşiv-roman.

BANA SONUNU SÖYLE

Aslında Kayıp Çocuk Arşivi ile aynı konuya değiniyor burada Valeria Luiselli. Ancak ilkinde kurmacanın olanaklarıyla duygusal bir yapı kurarken, Bana Sonunu Söyle’de Amerika’ya giriş yapan çocukların gerçek öyküsünü okuyoruz. Göçmen mahkemelerinde gönüllü tercümanlık yaparken şahit olduklarını aktarıyor. Başı, sonu ya da ortası olmayan bir hikâye diye vurgulanması bu yüzden, devam ediyor çünkü. Bu kısa kitabı da neler olup bittiğini görmek için okumak gerekiyor. Zorunlu göçe maruz kalanların yaşadıklarına kulak vermeli. ‘Başarmak’ mümkün mü, yasal olarak kabul edilseler bile yaşamak zorunda kaldıkları mahallenin, gitmek zorunda kaldıkları okulunun herhangi bir Amerikan genciyle aynı olması mümkün olabilir mi. Asıl meselenin çocukları yola çıkmaya iten şiddet olduğunu, göç edenlere değil de, buna sebep olan sorunları çıkaranlara karşı öfke, tiksinti duymalıyız. Bu yüzden de hikâyeyi tekrar tekrar anlatmak gerekiyor. 

KÜNYE : 

1-Kayıp Çocuk Arşivi, Valeria Luiselli, Çev: Seda Ersavcı, Siren Yayınları, 2019, 436 Sayfa.

2-Bana Sonunu Söyle, Valeria Luiselli, Çev: Seda Ersavcı, Siren Yayınları, 2021, 104 Sayfa.
 

DAHA FAZLA