Kaya Özkaracalar yazdı: Yıldız Haritası
Kaya Özkaracalar bu hafta gösterime giren David Cronenberg’in yeni filmi Yıldız Haritası'nı değerlendirdi.
Ünlü Kanadalı yönetmen David Cronenberg’in yeni filmi Yıldız Haritası (Maps to the Stars, 2014) nihayet dün (Cuma) ülkemizde sinemalarda vizyona girdi. Çok sert bir Hollywood taşlaması olarak görülen Yıldız Haritası, Türkiye’de daha önce Adana Altın Koza Film Şenliği’nde ve Filmekimi’nde izleyici karşısına çıkmıştı. Dünya prömiyeri Cannes Film Festivali’nde yapılmış olan film, Julianne Moore’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü getirmişti.
Kariyerinin uzunca bir döneminde, yeni teknolojilerin insan bedenini, toplumsal ilişkilerini ve ‘varoluşunu’ nasıl yeniden şekillendirdiği tartışmaları etrafında dönen ve genellikle bilim-kurgu janrındaki sıradışı filmleriyle tanınan Cronenberg, son yıllarda bu temaları ve bilim-kurgu janrını geride bırakmış gibi görünüyor. Yıldız Haritası, Agatha adında genç bir kadının Hollywood’a gelerek (Julianne Moore’un canlandırdığı) Havana Segrand adlı bir kadın oyuncunun asistanı olarak işe başlamasıyla açılıyor. Havana, arzuladığı rolleri kapmakta zorlanan, orta yaşı geçmiş ve çocukluğunda annesinin tacizinden kaynaklanan psikolojik sorunları aşmak için terapi gören bir kadındır. Havana’nın terapisti ise uyuşturucu bağımlılığından yeni kurtulmuş Benjie adlı bir çocuk yıldızın babasıdır. Agatha ve Benjie’nin ortak bir geçmişleri olduğu, her ikisinin de Paul Eluard’ın ‘Özgürlük’ adlı şiirini ezbere bilmelerinden anlaşılmaktadır...
Yıldız Haritası, Hollywood’daki endüstriyel ilişkilerin bu sektörde üretilen filmleri nasıl şekillendirdiği, örneğin yaratıcılığı engellediği, kültürel üretimi tektipleştirdiği, vb temalar üzerine yoğunlaşan veya bu minvaldeki eleştirel noktalara parmak basan bir film değil. Daha ziyade, Hollywood’daki insan ilişkilerini mercek altına alan ve bu sektörün insanlarını, birbirleri arasında gerçek anlamda insani ilişkilerden yoksun, iki yüzlü, tamamen çıkarcı, bencil, ‘başarı’ odaklı, hırstan gözleri dönmüş bireyler haline gelmiş bir güruh olarak resmeden bir çalışma. Bu açıdan öykünün temel iskeleti aslında yalnızca Hollywood’da değil de kapitalist bir toplumun herhangi bir başka rantı yüksek sektörünün üst düzey çalışanları/yöneticileri arasında da geçebilecek bir yapıda. Örneğin Havana, kendinden daha genç bir oyuncuya kaptırdığı bir rol, bu oyuncunun küçük çocuğunun bir kaza sonucu ölmesi üzerine kendisine teklif edilmesinin ardından şarkı söyleyip dans ediyor, üstelik çok kısa bir süre önce sözkonusu küçük çocukla karşılaşıp ona sevgi gösterilerinde bulunmuş olmasına karşın. Hatta bu noktada Havana’nın iki yüzlü ve hesapçı kişiliğini daha da teşhir eden husus, kaza üzerine rol kendisine önerildiğinde önce istemezmiş gibi davranıp ‘rol yapması’, gerçek duygularını ise bu konuda önce bu ‘uygun’ davranışı ‘sergiledikten’ sonra ancak asistanıyla başbaşa kaldığında açığa vurması.
Yıldız Haritası’nın ayırdedici özelliği ise çirkin yüzlerini teşhir ettiği karakterleri, onları eleştirirken yine de birer başarı timsali olarak temsil ederek dolaylı yoldan ‘bu işler böyle yürüyor’ normalizasyonuna da veya yaşamlarını ‘renkli, hareketli, eğlenceli’ yaşamlar olarak temsil ederek dolaylı yoldan cazipleştirmeye de yönelmemesi. Cronenberg, hem son derece itici, hem de aslında acınacak derecede zavallılaşmış, yani hiçbir şekilde imrenilemeyecek insan portreleri çıkarıyor Hollywood dünyasından.
Öte yandan bu noktada, Cronenberg’in perdeye yansıttığı yaşamları patetik yaşamlar olarak takdiminde devreye soktuğu aile-içi taciz ve özellikle ensest gibi öğeler ise Freud’a da esin kaynağı olmuş klasik Yunan mitolojilerindeki kimi anlatılara göndermeleriyle bir ölçüde kafa karıştırıcı. Belirli travmaların kuşaktan kuşağa devrederek adeta döngüsel olarak yinelenmesi vurgusu (bu vurgu Cronenberg’in bazı eski filmlerinde de vardır) hem ‘klasik’ bir trajedi atmosferini perçinliyor, hem de geçmişin yükünün bugünü tahakküm altına alarak farklı bir geleceğe kapıyı kapaması üzerinden son derece hüzünlü ve hatta hüzünlünün ötesinde apaçık biçimde karamsar bir perspektif sunuyor. Bu karamsarlık ile özgürlüğe, aşka, insani ilişkilere dair güçlü bir özlemin ifadesi olarak filmde adeta anahtar bir motif olarak sıkça yinelenen Eluard’ın şiiri arasındaki çelişki, Cronenberg’in belki de kendi bilincinde ve benliğinde çözüme kavuşturamamış olduğu ve filmine de bu şekilde yansıttığı bir ikilem olarak hissediliyor.