Karlarla kaplı yerde su damlasından insanlara bakmak
Kişi sayısı az, konusu basit, şiirsel dili kendini bütün varlığıyla hissettiren, bayağıymış gibi duran ama Japonya’nın dış dünyasını ilmek ilmek betimleyen, iç dünyası ise insanın içini ürperten bazen de özendiren fedakâr ve duygulu sahneleriyle insanı büyüleyici bir pastoral kış resmi…
Mert Akkurt
Eser, bale eleştirmeni zengin Shimamura’nın karısını Tokyo’da bırakıp kaplıcaların bulunduğu bölgeye kısa bir tatile gitmek için bindiği bir tren yolculuğu ile başlıyor. Bir tren ve bu tren vagonunda üç kişi ile karakterleri tanımaya başlıyoruz: hasta bir adam, genç bir kadın ve Shimamura. Hasta adamın bakımını üstlenen kişinin aynı vagondaki genç kadın olduğu da direkt görülüyor. Bütün büyüleyici anlatım genç kadının tren camındaki görüntüsüne Shimamura’nın takılması ile kendini gösteriyor. Dağlarda, kaplıcalarda gezmeyi seven Shimamura ve ilginç bir geyşanın üç farklı zamanda karşılaşmalarının hikayesi bu hikaye. İlk karşılaşma geçmiş zamanda, ikinci karşılaşma şimdiki zamanda ve üçüncü karşılaşma trendeki hasta adamın ölümünden sonra gerçekleşiyor. Bu karşılaşmaların baş karakteri trendeki bakıcılığı üstlenen genç kadın gibi görünse de farklı bir geyşa olduğu karlarla kaplı film kesitleri gibi anlatılan Geyşa Komako’dur fakat Japonya’nın batısında, karlarla kaplı bir kaplıca kasabasına yolculuk eden Shimamura ve burada yaşayan masum bir geyşa olan Komako ikisi de gayet iyi bilmektedir ki bu ilişkinin buruk sonu onlar için çoktan yazılmıştır. Film kesitleri izler gibi duygular yaratan Kawabata’nın karların beyazlığını betimleyişi okuyucuyu adeta kör edebiliyor. Bu karlarla kaplı örtünün arka perdede kaldığı zamanda trendeki genç kadın olan Yoko’nun cama yansıyan görüntüsü tüm yapıt boyunca varlığını hep hissettiriyor.
Başlangıcından beri her sayfasıyla, her cümlesiyle okuru derinden etkileyen yapıt okuyucuya, dönüp tekrar okuma ihtiyacını da veriyor. Başından sonuna kadar ilmek ilmek işlenen, Japonya’ya özgü olan on yedi hecelik şiir ölçüsü “Haiku” tekniği Kawabata’yı mozaik bir tablo yaratmış gibi gösteriyor. 1935’te kaleme alınmaya başlanan 1947’de tamamlanan bu eser yoğun incelemeler yapılmış on iki senenin hakkını teslim ediyor. Bu yüzden salt aşk anlatan bir yapıt demek, yazara ve bu destansı esere haksızlık etmek olur.
Yasunari Kawabata, Japon edebiyatının tüm dünyada nam salmasına sebep olmuş. Nobel ödülünü alan ilk Japon olarak bu sebebiyete açıklık getirmiştir. Kawabata’nın kendi yaşamı da romanlarını aratmayacak trajedilerle doludur. Çok küçük yaşta ebeveynlerini kaybetmiş büyükanne ve büyükbaba tarafından büyütülmüştür. Ebeveynlerinin ölümü ile ablasını da halasının almasıyla kardeşini hayatı boyunca bir kez görebilmiştir. Sekiz yıl arayla büyükannesini ve büyükbabasını kaybetmiştir, sonrasında yaşam onun için tek başına yürünecek bir yol haline gelmiştir. 1968 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan dört yıl sonra arkasında not bırakmadığı için şaibeli bir durumda 1972 yılında gazla intihar etmiştir. Tüm eserlerinde incelikli ve sade anlatımı yakalayan yazar bu incelikli ve sade anlatımıyla hem karakterlerin tutkularındaki vahşeti hem de kendi yaşam trajedisini gözler önüne seriyor.
KÜNYE: Karlar Ülkesi, Yasunari Kawabata, Can Yayınları, 143 Sayfa.