Kapitalizmde ‘bir günlük adil çalışma için bir günlük adil ücret’ diye bir şey yoktur

Kapitalizmde ‘bir günlük adil çalışma için bir günlük adil ücret’ diye bir şey yoktur

Size bazı kötü haberlerimiz var: Patronunuz sizi kullanıyor. Bunun nasıl olduğunu Karl Marx açıklıyor.

Fotoğraf: Bolşov Tiyatrosu'nun önündeki Karl Marx anıtı, Moskova, 2019. (TxeTxu / Flickr)

Yazar: Hadas Thier

Çeviren: Kübra Aslanhan

A People’s Guide to Capitalism: An Introduction to Marxist Economics (Haymarket Books, Ağustos 2020) kitabından alıntıdır.

Modern kapitalizmin alameti farikası zenginliğin muazzam ölçüde genişlemesidir. Onun tüm geçmişinde büyüme göze çarpar. ABD ekonomisi, her şey yolunda olduğunda, yılda yaklaşık yüzde 4 büyüyor. Çin ekonomisi yakın zamana kadar yılda yüzde 10’a kadar büyüyordu. Dünya Bankası verilerine göre, bir bütün olarak dünya ekonomisi ise 1980 yılından beri, aşağı yukarı yıllık yüzde 3 oranında genişledi. Aslında herhangi bir ülkenin üretiminin büyümesi durursa, gerilemeye girilir. Dünyanın her yerindeki ekonomiler aynı anda daralırsa, bugün göstereceğim gibi, sonuç küresel bir buhran olabilir.

Kapitalistler bu büyüyen artığı nasıl üretirler? Karl Marx, yazılarını 150 yıl önce kaleme almış olmasına rağmen, eşitlikçilik kandırmacasının altındaki kapitalizmin iç hukukunu ortaya çıkarmak için çok önemli bir katkıda bulundu. Faydalı bir başlangıç noktası olarak, Marx’ın M – C – M’ şeklinde basitçe formülize ettiği, “sermayenin genel formülü” dediği şeye bakmaktır.

Tania Guerra’nın illüstrasyonu

Kapitalistlerin, emtiaların1 (C) üretimine yatırım yapmak için kullandıkları para2 (M) ile başlarlar. Sonrasında yatırdıklarından daha fazla para (M’) elde etmek için bu emtiaları piyasaya sürerler.

Kapitalizm öncesinde takaslı satışta, kabaca eşdeğerli emtialar, parayı bir aracı olarak kullanarak işlemleri kolaylaştırmak için el değiştirebilirdi. Ancak sermaye devresi parayı bir şekilde bu sürecin lokomotifine dönüştürdü.

Kapitalistler, sahip olmadıkları şeyleri elde etmek maksadıyla mallarını değiş tokuş etmezler. Bir gün Steve Jobs, mantıken ihtiyacı olandan daha fazla iPhone’a ve MacBook’a sahip olduğuna ve bu nedenle sahip olmadığı başka bir şey için bunları takas edebileceğini düşünmedi. (Steve Jobs neye sahip değildi ki?) Bir kapitalistin yatırım yapmaktaki yegane amacı daha fazla servet elde etmektir.

Benzer nitelikteki maddeleri değiş tokuş etmek ve başladıkları eşit meblağda parayla sonuçlandırmak, Marx’ın kelimeleriyle “saçma ve boştur”. Kapitalistler arasında takasın tek amacı, kapitalist kârın temelini oluşturan ekstra değer ya da artı değer birikimidir.

Marx’ın açıkladığı gibi:

Emtiaların basit dolaşımı [temel takaslı satış] –satın almak için satmak– dolaşımın dışında kalan nihai hedef, yani [kullanımdaki mallar için] kullanım değerinin benimsenmesi için sadece bir araçtır. Buna karşılık, sermaye olarak paranın dolaşımı kendi içinde bir sondur çünkü değerin kıymetini artırma, yalnızca bu sürekli yenilenen hareket içinde gerçekleşir. Sermayenin hareketi bu yüzden sınırsızdır.

Kapitalizm öncesi toplumlarda, en müsrif ihtiyaçların bile tatmin olması, sadece mal üretiminin büyümesini zorlayıcı şekilde ileri gidebilir. Ancak kapitalizmde, dolaşım sayesinde daha fazla para kazanma amacı, durmadan büyümeye neden olacak potansiyele sahip bitmek tükenmez bir çabadır.

Önceden gelen merkantilist sistemlerden farklı olarak, modern kapitalizm “ucuza al pahalıya sat” sürecine ve bunun gerektirdiği hırsızlığa bağlı değildir. Artık değer, kapitalistler bir malı gerçek değerine alıp gerçek değerine satıyorsa üretilir. Kapitalistler, tabii ki girdiler için daha az ödeyip nihai ürün için daha fazla ücret alarak diğer oyuncuların kesinlikle hakkını yiyor olabilirler. Ancak artık değer, sistem ne kadar “onurlu” ve “adil” olsa da bu iki yüzlülük meydana gelmeden üretiliyor.

Artı değerin anahtarı, piyasada kurnaz olmaktansa başlangıçtakinden daha fazla zenginlik yaratan bir üretim sürecidir. Ana akım açıklamaların aksine, kapitalizmde artık değer, hiçbir şekilde değişim alanında üretilmez. Marx’a göre, “eşiğinde ‘işle ilgisi olmayanlar, içeriye kabul edilmez,’ uyarısı asılı gizli üretim yeri” dahilinde oluşturulur. “Burada sadece sermayenin nasıl üretildiğini değil, aynı zamanda sermayenin kendisinin de nasıl üretildiğini göreceğiz. Kâr getirmenin sırrı nihayetinde açığa çıkarılmalıdır.”

Sır neyin içinde yatıyor? Sermaya devresine daha yakından bakalım. Tüccar, daha önceden üretilmiş emtiaları satın aldı, ardından onları daha yüksek bir fiyata sattı. Bununla birlikte, kapitalistler nihai ürüne yatırım yapmıyor, aksine iki farklı türde emtia satın alıyor: 1) üretim araçları3 (MP) ve 2) emek gücü4 (L). “Üretim araçları” mal yapmak için gerekli olan araçlar ve malzemelerdir (mesela fabrikalar, ofis binaları, arazi, makineler, yazılım, bilişim teknolojileri altyapısı, vb.). “Emek gücü” ise bizim iş gücü kabiliyetimiz.

Kapitalistler, asıl girdilerin bileşik değerinden daha fazla değer sağlayan yeni bir emtia seti oluşturan üretim sürecinde5 (P) her iki “girdileri” de kullanır. Böylece sermaye devresi daha hassas bir formüle genişletilebilir: M – C (MP + L) ... P ... C’ – M’.

Tania Guerra’nın illüstrasyonu

Bu üretim sürecindeki “gizli” cevher, özel bir “emek gücü” emtiası yani çalışma yeteneğidir. Çalışabilme becerisi kapitalizmde, kapitalistin ücret karşılığında satın aldığı bir emtiaya dönüşüyor. İlk bakışta apaçık ortada gibi görünüyor. Uyanıyoruz, işe gidiyoruz, eve bir maaşla (veya en azından ödeme döneminin sonunda ödenmesi vaadiyle) geliyoruz. Çalışma becerimizi, emek gücümüzü satıyoruz. Birçoğumuz için, eski Beanie Baby koleksiyonumuzu6 satmak bizi sadece bir yere kadar götüreceğinden, eğer emek gücü olarak kabul edilmeye yetecek kadar “şanslıysak” gerçekten satmamız gereken tek emtia emek gücümüzdür.

Bu emtiaları özel kılan nedir ve onları kimin için özel kılar?

Emek gücü bir maaş için kapitalistler tarafından satın alınır. Ancak maaşın değeri ve emeğin değeri, bir kez işe alındıktan sonra patronlar için ürettiklerinden çok farklı iki şeydir. İşçiye bir kere ödeme yapılacak ama daha sonra, normalde vardiyası için kendine ödenenden çok daha fazla değer yaratacak.

Patron için bu düzenin anahtarı, emeğinizi belli bir süreliğine kontrolü altına aldığı, emeğinizin meyveleri için değil zamanınız için ödeme aldığınız bir anlaşmadır. Bir fırıncının bir kere üretip sattığı ekmek gibi, çalışan da onu bir kere sattığında emek gücünü elden çıkarmış olur. İşe gidip gelen biri olduğu anda, emeğinin durumu ve emeğinin ürünleri artık kendisine değil patronuna aittir. Böylece Marx devam ediyor:

Petrolün satıldıktan sonra kullanım değeri ne kadar onu satan satıcıya aitse, emek (L) de satıcısına [çalışana] aittir. Paranın sahibi, bir günlük emek gücünün değerine ödeme yapar; bu nedenle bir gün için onu kullanır, bir günlük emek ona aittir. Bir taraftan, [bir ücretle ödenmiş] emek gücünün günlük geçimi, sadece emeğin yarım gününe mâl olurken diğer yandan aynı emek gücü, bütün bir gün boyunca verimli kalabilir, çalışabilir. Haliyle, emek gücünün bir günlük kullanımıyla yaratılan değer, bu kullanım için ödenenin iki katıdır. Bu durum alıcı için bir kısmettir ama satıcı için hiçbir şekilde adaletsizlik değildir.

Diğer bir deyişle patron, bir günlük emeğinizin meyvelerini yerken, “emek gücünün günlük geçimi” için size günün sadece yarısı (veya başka bir kısmı) için ödeme yapabilir. Üstüne üstlük bunu adil bir günlük ücret olarak görebilir.

Bu iddianın sırrı, emek gücü değerinin belirlenmesindedir.

EMEK GÜCÜ

Marx, “Emek gücünün değeri, ortalama bir çalışanın yaşamsal alışkanlıklarını karşılamak için gereken geçim araçlarının değeri tarafından belirlenir” şeklinde açıklıyor. Başka bir deyişle, emek gücünün maaş şeklindeki “değeri”; çalışanı hayatta tutması, günlük kapasitesini ve her gün işe gitmek için hazır bulunurluğunu yeniden üretmesi ve bir gün kendi yerini alacak olan çocuklarını hayatta tutması için gereken emek süresi miktarına göre belirlenir.

Gıda, kira, giyim, eğitim ve öğretimin değeri; dolayısıyla toplumun gerekli addettiği diğer ihtiyaçlarla birlikte emek gücünün değeri oluşturulur. Mesela, sosyal normlar asgari günlük ihtiyaçların maliyetine ortalama 120 dolar eklerse, bu emek gücünün değerine ya da günlük ücretine aşağı yukarı yansır.

Elbette günlük 120 dolar, bu özel emtianın temel mekanizmasının özünü çıkarmak amacıyla basitleştirilmiş ve gelişigüzel biçimde ortaya atılmış bir emek gücü maliyetidir. Gerçek hayatta, geçim maliyeti ve emek gücünün yeniden üretimi hem sosyal hem de tarihsel olarak belirlenir. Gıda üretiminin ya da beceri kazanmanın değişen maliyetini yansıtır; sınıflar arası güç dengesine dayanan, asgari geçim için toplumsal anlamda kabul edilebilir bir gereklilik olarak kabul edilen farklar gibi.

Bu nedenlerden dolayı emeğin maliyeti, apayrı verimlilik seviyeleri ve sınıf çatışması geçmişleri olan ülkeler ya da bölgeler arasında da farklılık gösterir. Bu nedenle ABD merkezli şirketler, Çin veya Meksika gibi diğer ülkelerde ya da ABD’deki “çalışma hakkı” eyaletlerinin7 daha yakın mesafesindeki yerlerde düşük ücretlendirme peşine düşüyor.

Emeğin maliyeti de baskının haksızlığını yansıtıyor. 2019 yılı itibarıyla ABD'deki kadınlar, erkeklerin aldığı bir dolara karşılık hâlâ 79 cent ödeme alıyordu (Ya da ülkedeki en ünlü ve yetenekli futbol takımı durumundaki ABD kadınlar milli futbol takımı, erkek meslektaşlarına oranla, daha fazla değer üretmelerine rağmen 38 cent kazanıyor). Siyah erkekler, beyaz meslektaşlarına göre 70 cent ödeme alırken siyah kadınlar 61 cent alıyor. Beyaz erkeklerin bir dolarına karşı Latin kadınlar 53 cent kazanıyor. Eğitim düzeyinin artması, kadınlar veya başka renkten insanlar için bu oranı çok az değiştiriyor.

Tüm eğitim seviyelerindeki siyahlar, Latinler ve kadınlar beyaz erkeklerden daha az kazanıyor. Başka renkten kadınlar, hiyerarşinin altında bulunuyor. Amerikan kapitalizmi, iş gücü düşük ücretli sektörlerde kalıcı nüfusa sahip olmak için kadınlara ve başka renkten insanlara güveniyor.

Bu ırk ve cinsiyete dayalı ücret eşitsizlikleri, “sosyal olarak belirlenmiş” olmasının sadece neyin kabul edilebilir olduğuna dair genel algılamasına bağlı değil ama aynı zamanda tarihi ve kurumların sistematik baskına dayandığı gerçeğini ortaya koyuyor. Ortalama olarak başka renkten insanlar, yararlanabilecekleri bir aile mirasından yoksun, bu nedenle üniversiteye gitmek ya da bir yüksek lisans derecesi kazanmak için hatırı sayılır miktarda borç birikmesinden orantısız şekilde mağdur oluyorlar. Ciddi şekilde eksik finanse edilmiş, kaynak sıkıntısı çeken devlet okullarıyla birleştirildiğinde, bu durum hiçbir zaman eşit şartlarda mücadele etmemelerine neden olur. Ardından daha yüksek işsizlik oranları ve daha umutsuz bir iş gücüne katkıda bulunan; eşit işi daha düşük maaşla kabul etmeye zorlanan, en son işe alınan ve ilk çıkarılan oldukları, uzun süredir bilinen ayrımcı uygulamalar geliyor.

Eşitsizlik, Amerikan iş modelinin çekirdek dokusuna uzun süredir yerleştirilmiştir. Beyaz işçilere karşı siyah işçiler, siyah işçilere karşı da göçmen işçileri kışkırtmak, özellikle denenmiş ve doğrulanmış olan, işverenlerin tüm maaşları düşürme taktikleri etkili olmuştur. Ancak burada gelişigüzel şekilde ortaya konan taslak, ABD kapitalizminin kârlılığını sürdürmesinde önemli bir rol oynayan göçmenlerin, engelli insanların, eşcinsellerin, transseksüellerin, yerlilerin, yaşlıların ve daha fazlasının çok fazla baskısını tartışmaya bile başlamıyor.

Patronların, işgücünün bir kısmının ücretlerini düşük tutabildiği herhangi bir yer yalnızca ezilen nüfus kesimi içinde ucuz bir emek havuzunun varlığını garanti altına almaz, aynı zamanda, kölelik karşıtı Frederick Douglass’ın sözleriyle, iki kesimi, her birini yönetebilmek için böler ve böylece herkesin ücreti baskılanmış olur.

Emeğin değeri, endüstriden endüstriye, beceriden beceriye değişiklik gösterir. Bunun bir nedeni, farklı işler için gereken eğitim öğretimin maliyetiyken diğer nedeni, patronların ne kadar kararlı bir iş gücü beklentisi satın almak istedikleridir. Hazır yemek çalışanları, evde bakım hizmetlileri, tarım işçileri ve diğer düşük ücretli çalışanlar sürekli yaşam maliyetlerinin (dolayısıyla emek güçlerinin gerçek değerinin) çok altında ödeme alıyorlar.

Kapitalistler aslında bu pozisyonların kolayca dolacağı yüksek ciro oranlarına ve işsizlik oranlarına bağlı olduklarından, bundan kolayca kurtulacaklarına güveniyorlar. Patronlar, düşük ücretli işçileri, diğer ucuz “girdiler” gibi kolayca satın alınıp kullandığı, hızlıca yeri doldurulabilir emtialar olarak görüyor.

Patronlar, iş gücü satın aldığında da adeta büyük bir indirimle alıyorlar. Hatırı sayılır miktarda ücretsiz çalışma, üretimine yönelik ciddi katkı sağlıyor: Çocuk doğurma, çocuk bakımı, yemek hazırlama, çamaşır yıkama ve ev temizliği sadece birkaçı.

Marksist feminist Tithi Bhattacharya bunu şöyle açıklar: “İşçi sınıfı sadece işyerinde çalışmaz. Kadın bir işçi evinde uyur, çocukları parkta oynar ve okula gider, bazen emekli annesinden yemek yapmasına yardım etmesini ister. Diğer bir deyişle, emek gücünün yeniden üretimine dair başlıca işlevleri iş yerinin dışında gerçekleşir.”

Büyük ölçüde evlerindeki kadınlar tarafından gerçekleştirilen bedava iş gücü, emek gücünün değişim değerinden sayılmaz. Sosyal üretim alanında, çalışanların yaşama ve çalışma kabiliyetleri sistemde çok az bir maliyetle yeniden üretilir ve düzeltilir.

ARTIK EMEK

Ancak eğer sadece geçiminizi sağlamak için gerekli olan ücretli emeği ele alsak bile, her şeyin eşit ve adil olduğu koşullarda patronunuza yalnızca emek gücünüzün değerini yeniden üretmek için gerekli olan zamanı verecektiniz.

Örneğin günlük ücretinizin karşılığı olan 120 dolar değerinde ürün üretmek dört saat sürdüğünü varsayarsak, dört saatten sonra eve gidebilirdiniz. Oysa patronunuz buna izin verirse girdileri ve çıktıları birbirine denk, yani sadece sadece M – C – M olurdu. Amacı ne olacaktı ki? İşe başladığı parayı koruması yeterli değil mi?

Çünkü her şey adil ve hakkaniyetli değil. Kapitalistler size ürettiğiniz malların değeri için değil, emek gücünüzün maliyeti için ödeme yapar. Böylelikle maaş çekiniz, emek gücünüzün değeri kadar. Ancak emek gücünüz daha yüksek değerde emtialar üretmek için çalışacağınız şekilde ayarlanmıştır.

Farz edelim ki Starbucks’ta çalışıyorsunuz ve size sekiz saatlik bir vardiya için 120 dolar ödüyorlar. Ancak bir saat içinde hatta yoğun bir dükkânda yarım saat içinde 120 dolar değerinde muhtemelen harika kahveler yapabiliyorsunuz.

Malzemelerin ve kullandığınız ekipmanların parasını düştüğünüzde bile, Starbucks size yarattığınız değerin (bir günde yüzlerce dolar) yaklaşığı kadar bile ödeme yapmıyor. Sizden emeğinizin gerçek meyvelerini değil emek gücünüzü satın alıyorlar. Sizse bir saat içinde bu değeri onlara geri kazandırıyorsunuz. Vardiyanızın kalanında esasen ücretsiz çalışıyorsunuz!

Bizden elde ettikleri bu fazladan çalışmaya “artık emek” denir.

Gerekli emek, emek gücü maliyetinin yeniden oluşturulması için gereken günün bir kısmıyken artık emek, kapitalistlerin çalışma gününüzün kalanından fayda sağladığı bedava iş gücüdür. Böylelikle 120 dolar değerindeki kahveleri yapmayı bitirmenizden sonra önlüğünüzü çıkarıp eve gitmek yerine, bir saati gerekmekte olan çalışmanız yedi saati ise artık emek olacak sekiz saatlik vardiyanızı bitirirsiniz! (Bu yediye bir oranı, yukarıda bahsettiğimiz makine ve ekipmanlarda henüz bir faktör olmadığından oldukça basitleştirilmiştir. Bu da kitabımın başka bir yerinde ele aldığım bir şey.)

Marx şöyle yazmıştı:

Bu üretimin meydana gelmesi için gereken emek süresine, bu süre içinde harcanan emeğin çalışan için gerekli olan bölümüne iş gününün bir kısmı diyorum. Çünkü emek belirli toplumsal formlardan bağımsız şekilde, sermaye ve kapitalist dünya için gereklidir. Çünkü çalışanın sürekli varlığı o dünyanın temelini oluşturur.

Emek sürecinin emeğin artık gerekli emek olmadığı ikinci döneminde, çalışan hala emek gücünü tüketir, çalışır ancak emeği gerçekten gereken emek olmaz ve kendisi için hiçbir değer yaratmaz. Kapitalistler için yoktan var edilmiş bir şeyin tüm büyüsüne sahip, artı değer yaratır.

Böylelikle, “yoktan var edilmiş bir şeyin büyüsü” sayesinde kapitalizm, bir sömürü sürecini, işçi sınıfından, artık emeğin üstüne yattığı süreci “bir günlük adil çalışma için bir günlük adil ücret” olarak gizliyor. Artık emeğe el koyması, önceki sınıflı toplumların gözle görülür ve bariz bir kuralıydı. Bununla birlikte kapitalist toplumları incelerken, sömürünün iç yüzünü ortaya çıkarmak için “adil çalışma gününün” görünen yüzünün altına inmemiz gerekir.

1 Commodity

2 Money

3 Means of production

4 Labor-power

5 Production process

6 Pahalı bir oyuncak koleksiyonu

7 İşe girmek için sendika üyesi olmanın şart olmadığı eyaletler.

Kaynak: https://www.jacobinmag.com/2020/09/capitalism-marxism-economics-hadas-thier-book-excerpt

DAHA FAZLA