Kadınların ezilmesinin temellerini belirleme, kurtuluş mücadelelerinin seyrini planlama

Kadınların ezilmesinin temellerini belirleme, kurtuluş mücadelelerinin seyrini planlama

Alıntılanan metin 2017’de Hindistan Komünist Partisi – Marksist Leninist resmi yayın organı Liberation’da yayınlanmıştır.

Yazar: Hindistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist) 

Çeviren: Yaren Kardelen Budun

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, yüz yıl önce fabrika işçisi binlerce kadının esarete karşı verdiği mücadelelerde doğdu. Komünistler, bu mücadelelerin anısına Dünya Kadınlar Günü’nü kutlama geleneğini başlattı.

İronik olarak; iktidar sahipleri ve her yerde gördüğümüz reklamlar Dünya Kadınlar Günü’nün gerçek mirasını gizlemeye ve farklı bir anlatı oluşturmaya çalışıyor. Bize, Dünya Kadınlar Günü’nün kocalarının eşlerine çamaşır makinesi ve mutfak aletleri satın alması, erkek arkadaşlarının çiçek alması ve hükümetlerin “kadınların güçlenmesi” için sözler vermesi gerektiği bir gün olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Bu sebeple, Dünya Kadınlar Günü’nün mücadeleci mirasını hep beraber yeniden savunmak ve elimizdeki görevlerle zorluklar için dersler çıkarmak bizim açımızdan çok önemlidir. 2017 yılının Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle, kadın hareketiyle ilgili birkaç temel meseleyi vurgulayalım.

CİNSİYET BASKISININ KÖKENLERİ

Kadınların ezilmesi “doğal” değildir, insanlığın tarihsel süreci içinde meydana gelmiştir. Marksizm, bu baskının ortaya çıktığı ve sürdürüldüğü maddi koşulları belirlememize yardımcı olur.  Çoğu ilk çağ toplumlarında, kadınlar baskı altında değillerdi ve katı bir “iş yükünde toplumsal cinsiyet ayrımı” yoktu. Yani, kadınlar tıpkı erkekler gibi avlanıp yiyecek toplayabiliyordu. Kadınlara doğum yapma kabiliyetlerinden ötürü saygı duyulur ve hamile kadınlar veya emziren anneler avlardan uzak durabilirdi, fakat cinsiyet eşitsizliği kavramı yoktu.

Engels, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı kitabında bize “aile“ ve “tek eşlilik“ gibi müesseselerin tarihi kuruluşlar olduğunu gösteriyor. Yani tarihsel süreç içinde, özel mülkiyetin ve sınıfsal çatışmanın yükselişe geçmesiyle aynı dönemde ortaya çıktılar.

Engels ilk insan toplumlarının ve günümüze ulaşabilen yerli (adivasi) toplumlarının sistematik toplumsal cinsiyet ya da sınıf ayrımları olmadığına dair tarihsel kanıtları öne sürer. Bir çocuğun babasının kim olduğu bilgisi önemli sayılmazdı. Aileler soy ağacını anneden kızına geçecek şekilde yürütürlerdi.

Hayvanların evcilleştirilmesi ve tarımla yerleşik hayata geçişle birlikte, insanlar hayatta kalmak için gereken asgari düzeyin üzerinde bir artı ürün yaratabilmeye ve saklayabilmeye başladılar. İnsanların bir kesiminin fazlalığı kontrol etmeye ve ona “özel mülkiyet” veya “özel servet” olarak muamele etmeye başlamasıyla toplumda sınıfsal bölünmeler ortaya çıktı. Sınıflı toplumun ortaya çıkışıyla beraber, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitsizliğin de ortaya çıktığını görüyoruz. 

Aile ve tek eşli evlilik, mülkün babadan oğula geçmesini sağlamaya yardımcı olan müesseselerdir; meşru bir erkek evlat olması için kadının cinselliğinin kontrol edilmesi ve tek eşliliğin sağlanması gerekir. Engels, erkekler evlilik dışında cinsel ilişkiye girme özgürlüğüne sahipken, tek eşliliğin tarih boyunca nasıl sadece kadınlara empoze edildiğini gösteriyor. Burada heteroseksüel tek eşliliğin ideolojik ayrıcalığına, bazı toplumlarda eşcinselliğin ve diğer cinsel yönelimlerin ve kimliklerin suç olarak kabul edilmesinin eşlik ettiğini ekleyebiliriz. Nasıl ki kadınların baskı altına alınmasının hiçbir “doğal” tarafı yoksa, homoseksüelliğin de “doğaya aykırı” bir yanı yoktur.

Özel mülkün ortaya çıkışıyla birlikte üretim hane dışına taşındı ve erkekler tarafından kontrol edilmeye başlandı. Bu sırada “üreme görevi”, yalnızca çocuk doğurmak değil aynı zamanda toplumu ve gelecek nesilleri “yeniden üretme” görevi; örneğin, yemek yapma, çamaşır yıkama, çocuklara bakma, yaşlılarla ilgilenme vs. gibi görevler özel alana (aileye) indirgenmiş ve kadınlara tahsis edilmişti. Emeğin toplumsal cinsiyet ayrımı ortaya çıkmıştı. Engels’in gözlemlediğine göre:

“Ataerkil aile sistemi ve dahası, tek eşli aile sistemi ile bir değişim söz konusu oldu. ‘Ev yönetimi’ kamusal karakterini kaybetti. Artık toplumu ilgilendiren bir husus değildi. Özel bir hizmete dönüştü; kadın, toplumsal üretime her türlü katkının dışında bırakılan ‘baş uşak’ haline geldi.”

Kapitalizmin altında aile müessesine ne oluyor? Kapitalizm, kadınların ve hatta çocukların ücretli işçi olarak iş gücüne girişmesine gerek duyuyor. Ancak aynı zamanda, kadınların evde ücretsiz bakım işlerinin yükünü taşımaya devam etmesi de gerekiyor. Bu problemi şimdi biraz daha iyi anlayalım.

KAPİTALİZM EV EMEĞİNE İHTİYAÇ DUYUYOR

Marx, emek gücünü artı değerin kaynağı olarak tanımlamıştır. Artı değer nedir? İşçi tarafından üretilen, işçinin yaşamını sürdürüp dinlenebilmesi ve emek gücünün tazelenmesi için gereken asgari değerin üzerine çıkan değerdir. Kapitalistler artı değeri artırmak için bu minimum değeri olabildiğince aşağı çekmeye çalışır. Yani, işçiye mümkün olduğu kadar az ödeme yapmaya çalışır. Daha iyi anlayabilmek adına şu örneği inceleyelim:

Örnek, işçilerin sabahları bir fabrika kapısına girip akşamları dışarı çıkmalarına işaret ediyor. O giriş ve çıkış sırasında neler oluyor? İş yerinden her akşam bitkin -emek gücü tükenmiş- halde çıkan işçiler, ertesi sabah emek gücünü yenileyerek yeniden nasıl çalışıyorlar? Cevap şu: İşçilerin emek güçleri; onlar için yemek pişiren, evde çeşitli türlerde konforu ve bakımı sağlayanlar tarafından yenilenir. Ve bu tür işlerin büyük bir kısmını kadınlar yapar.

Kapitalistler işçilerin ertesi gün çalışmaya hazır olabilmeleri için yemeğe, bir yuvaya, yatağa ve uykuya ihtiyaç duyduklarını bilir. Ek olarak; kapitalistlerin, geleceğin emek gücünün üretimine yani doğacak çocuklara da ihtiyacı vardır. Ve geleceğin işçilerine (işçilerin çocuklarına) bakılması da gereklidir. Aynı zamanda işsizlere –yedek işçi ordusu üyelerine– bakılması gerekiyor. Dahası; emekli olmuş, yaşlanmış ve ihtiyar insanlar gibi eski işçilerin sorunları vardır. Ancak; kapitalistler, yemek pişirmenin ve bakımın yükünü taşımak zorunda kalmak istemez, çünkü eğer bireysel kapitalist ya da devlet bu yükü üstlenirse, işçinin ürettiği artı değeri azaltır. Bu ücretsiz yemek pişirme, çamaşır yıkama, çocuklara ve yaşlılara bakma, sevgi dolu insan iletişimi ve bakımı sağlama işinin çoğu; hane halkı, aile ve topluluk içindeki insanlar tarafından yapılır ve bu işin büyük kısmı kadınlar tarafından görülür.

Şimdi de işçilerin 8 saatlik iş günü mücadelesinden bir örneğe bakalım.

Örnek, 24 saatlik günün her biri sekizer saat çalışmak, dinlenmek ve istediğimizi yapmak olarak üç bölüme ayrılması gerektiğini belirtir. Tabii ki, kapitalistler günün “çalışma” kısmını mümkün olduğunca artırmak ve günün “dinlenme ve boş vakit” kısmını olabildiğince azaltmak isterler. Bangalore Belediye şirketi için çalışan sözleşmeli sağlık çalışanları izin almıyor, tatil yapmıyor. 8 Mart’ta katıldıkları bir grev sırasında işçilerden biri olan Meena’nın genç kızı Monisha, bir gazeteciye Meena’nın her zaman Cubbon Park'ı ziyaret etmek istediğini ve sadece şirketin işçilere bir gün izin vermesi durumunda annesini oraya götürebileceğini söyledi. Bir parkı ziyaret etme, kızıyla geçirecek boş zaman elde etme, başka çok acil talepleri olan işçiler için bile hala önemlidir.

Ancak bu 24 saatlik zaman dilimini bir kadının bakış açısından düşünün. Eğer bir kadın ücretli bir işçi değilse bile, yine de aslında günde 24 saat çalışır; çünkü ev işçiliğinin sabit bir çalışma saati yoktur: Eğer bir çocuk gece ağlarsa veya kendini ıslatırsa, o zaman hemen ilgilenilmelidir. Eğer ücretli bir işçi ise, o zaman çift vardiya yapar; çünkü zor bir iş gününden sonra hala eve gelmek, yemek pişirmek ve başkalarına bakmak zorundadır. Dinlenmek ve istedikleri şeyleri yapabilmek için (boş vakit, eğlence ve sendikaların ya da kadın örgütlerinin toplantılarına katılmak gibi bir şey olabilir) sekiz saatleri dahi yoktur. Bu faaliyetler için zaman ayırmak adına erkeklerden çok daha zorlu bir mücadele verirler.

Düşünün, bu ev işçiliği sonsuzdur. Yemek pişirme sürecini kapsadığı kadar yakıt ve su tedarik etmeyi de kapsamaktadır. Yeri geldiğinde çocuklarla oynamayı, ağlayan bir çocuğun gözyaşlarını silmeyi, gecenin bir vakti hasta bir çocuk veya yetişkin için uyanmayı da kapsar.

Şimdi bazıları şöyle diyecek: “Kadınlar ne kadar da harika, bu mükemmel işi zahmetsizce yapıyorlar, çünkü bu kadınların doğasında var. Kadınlar Günü, tam da bu yüzden kadınları selamlamak, onlara saygılarımızı sunmak için bir fırsattır.” Ancak; böylesine bir “övgünün” baskıyı meşrulaştırmak ve yüceltmek adına ideolojik bir manevra olduğunu söylemeliyiz. Dünyanın dört bir yanındaki devrimci Marksistlerin yanı sıra kadın hareketi, bu ücretsiz ve tanınmamış toplumsal yeniden üretimin kadınlar için “normal” olduğunu ve “kadın işi” olduğunu iddia eden ideolojiye meydan okudu. Erkeklerin ev işçiliğini paylaşmaları gerektiğini, patron ve devletin refah önlemlerini; su, yakıt, yiyecek, kumanya halinde pişmiş yiyecekler, yaşlılar için emekli maaşları, sağlık hizmetleri, annelik yardımları, eğitim ve çocuk bakımı vb. ihtiyaçları sağlayarak sosyal üretimin daha büyük yüklerini sırtlanması gerektiğini söylediler.

SOSYAL ÜRETİMİN GÖREVLERİNİ KİM ÜSTLENİR?

Kadınlar, daha önce de belirttiğimiz gibi, “sosyal üretim” işinin bir parçası olan iç emeğin yükünün büyük kısmını üstlenirler. Kapitalizmin emeğin yeniden üretimine ihtiyacı var ve kadınlar bu yeniden üretimin yükünü taşıyor. Sosyal üretimin görevleri sadece ev içinde yapılan karşılıksız işleri değil, aynı zamanda ücretli ev işçiliği, temizlik işlerini, okullarda öğle yemeklerini pişirmeyi, bir şeyler öğretmeyi, sağlık çalışmalarını vs. içerir. Hindistan'da, bu tür işler genellikle sözleşmelidir ve son derece düşük ücretlidir. Bu düşük ücretli sosyal yeniden üretim çalışmalarının çoğunun kadınlar tarafından da yapılması tesadüf değildir. Ayrıca, Dalitler [Hindistan’da tüm kastların altında ve dışında görülen insanlar-e.n.] ve Dalit kadınları, “pis” olarak kabul edilen sosyal yeniden üretim işinin biçimlerinin eşitsiz bir payını üstlenirler. Sosyal yeniden üretim; aynı zamanda, sınıf, kast, cinsiyet ya da ırk gibi baskıcı toplumsal ilişkilerin tümünün de günden güne, nesilden nesle yeniden üretimini kapsar. Hindistan'da, kadınların üremesini ve cinselliğini kontrol etmek; sadece özel mülkiyetin ataerkil akışını sürdürmek için değil, aynı zamanda kast sisteminin devamlılığını sağlamak için de gereklidir. Kadınların ücretsiz ev emeğini mümkün kılan, büyük oranda kadının üremesini ve cinselliğini kontrol eden aile kurumudur. 

Kaynak: LINKS

DAHA FAZLA