Kadının yeri devrimdedir
Klasik bir devrimciyi elinde bir silah tutan ya da yumruğunu havaya kaldıran bir erkek olarak hayal etmek kolaydır. Ancak devrimler bazen bundan daha fazlasıdır. Bir devrimin sürekliliğini sağlamak için bir insan kitlesi ve çoğunlukla perde arkasında kalan, devrimi destekleyip bunu sürdüren bir altyapı gerekir. Popüler devrimci imajı, devrimlerin aslında gerektirdiği insan ve rol çeşitliliğini gizliyor.
22-03-2021 01:22

Yazar: Ingrid Sharp / Corinne Painter
Çeviren: Yaren Erol
Rosa Luxemburg, uluslararası sosyalist harekete yaptığı muazzam katkılarıyla tanınır. Ancak Alman Devrimi’nde yer alan diğer birçok kadının hayati rolü çoğunlukla görmezden geliniyor.
Klasik bir devrimciyi elinde bir silah tutan ya da yumruğunu havaya kaldıran bir erkek olarak hayal etmek kolaydır. Ancak devrimler bazen bundan daha fazlasıdır. Bir devrimin sürekliliğini sağlamak için bir insan kitlesi ve çoğunlukla perde arkasında kalan, devrimi destekleyip bunu sürdüren bir altyapı gerekir. Popüler devrimci imajı, devrimlerin aslında gerektirdiği insan ve rol çeşitliliğini gizliyor.
1918-19 yılları arasında yaşanan Alman Devrimi’nde de bu durum farksızdır. Sahip olduğumuz bilgilerin büyük bir kısmı çoğu erkek olan liderlere odaklanmış durumda. Rosa Luxemburg sıklıkla bir kadın devrimcinin karşı örneği olarak dâhil edilirse, kadınların oynadığı çok daha geniş rol büyük ölçüde gölgede kalır. Onların katılımını görmezden gelmek Alman demokrasisinin bir dönüm noktasına olan anlayışımızı bozar. Ancak bugün araştırmalar kadınları tekrar bu tarihin içine koymanın yollarını arıyorlar.
KATLİAMA KARŞI
1914 yılında savaş patladığında Almanya’nın dört bir yanındaki kadınlar ve erkekler nasıl tepki verecekleri konusunda sık sık anlaşmazlık yaşadılar. Ağustos 1914’te patlak veren savaşın çoğunlukla büyük bir coşkuyla karşılandığı ifade edilse de aslında popüler davranışları okumak zordur. Temmuz 1914’te savaşı desteklemek için ilan edilen vatansever mitinglerde yürüyen insanlardan daha fazlası Alman barış gösterilerinde yürüdü.
Seferberlikten önceki haftada Almanya genelindeki şehir ve kasabalarda düzenlenen otuz iki barış mitingine toplam 750 bin kişi katıldı. Bunun 100 bini ise sadece Berlin’deydi. Bunlar, Fransa’da ve daha sonrasında Londra’da, ne kadar fazla sayıda savaşan ülke vatandaşının hala mümkünken savaşı engellemenin yollarını bulmak istediklerini gösteren benzer kitlesel mitingler şeklinde yankılandı.
Resmi olarak tüm partiler birlikte çalışmayı kabul ettiği ve sansür resmi anlatıya karşı çıkmayı neredeyse imkânsız hale getirdiği için siyasi bir ateşkes vardı. Ancak geride kaldı. O zamanlar Sosyal Demokratların (SPD) parlamento üyesi olan Karl Liebknecht ve on üç arkadaşı savaş bonoları için oy kullanmakta çekimser kaldılar ve bu şekilde SPD 1917 yılında kendi içinde bölündü.
Siyasi iktidar yapıları dışında gruplar ve önde gelen kişiler savaşa karşı nasıl tepki vereceklerinden emin değillerdi. Savaş öncesi enternasyonalizm ve barışa olan bağlılıklarına rağmen liberal orta sınıf kadınların hareketi, kaynaklarını vatansever savaş çabalarını örgütlemeye adamaya fazlasıyla hazırdı. İşçi sınıfı kadınları liberal hareketin ana şemsiye örgütü olan BDF’nin (Birleşik Alman Kadınlar Birliği) kadınları tarafından yönetilen ulusal kadın hizmeti içindeki orta sınıf kadınların yanında savaşmaya gönüllü oldular. Bu kadınlar vatansever savaş işlerine katıldılar ve uluslararası bağlantıları kestiler. Fakat hem sosyalist hem de liberal hareketlerin içinde savaş karşıtı olan azınlık gruplar vardı. Dayanışma mesajları ile tarafsız ve “düşman” ülkelerdeki kız kardeşlerine ulaştılar ve 1915 Hague ve 1919 Zürih’te düzenledikleri iki toplantılarında bir tür uluslararası feminist pasifizm formüle ettiler. Feminist ve pasifist Lida Gustava Heymann (1868-1943), avukat ve pasifist Anita Augspurg (1857-1943) ve kadın hakları savunucusu Helene Stöcker (1869-1943) gibi kadınlar bu alanda dikkat çeken isimlerdir.
Gazeteci ve sosyalist Clara Zetkin (1857-1933) de savaşa karşı çıktı ve 1915’te Berlin’de Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nı düzenledi. İngiltere’den, Almanya’dan, Hollanda’dan, Fransa’dan, Rusya’dan, İtalya’dan, İsviçre’den ve Polonya’dan gelen bu kadınlar savaş sırasında ülkeler arasında seyahat ederek ve “düşman” uluslardan kadınlarla buluşarak büyük kişisel risk aldılar. Delegeler savaş nedeniyle artan yaşam maliyetlerini eleştiren önergeleri ve Rosa Luxemburg’a uygulanan zulmü kabul ettiler. Savaşa son verme ve tüm ülkelerdeki sosyalist gruplar için barış ve sosyalist bir gelecek için birlikte çalışma çağrısında bulundular. Bu konferansın bildirgesi savaşan ülkelerde geniş çapta dağıtıldı ve birçok kadın metni gizlice elden ele aktarma ve fikirlerini tartışmadaki rolleri ile politikleşti.
Savaşa karşı çıkmak tehlikeliydi, savaş karşıtı eylemlere katılan birçok kadın tutuklandı. Örneğin Rosa Luxemburg 1916’da mahkûm edildi ve Kasım 1918’e kadar hapishanede kaldı. Yazar Claire Goll (1890-1977) gibi diğer kadınlar ise sürgüne gönderildi. Bazı kadınlar, insanların çektiği acıların onları savaşa karşı çıkmaya teşvik edeceği umuduyla sosyal yardım çalışmalarına katılmayı reddettiler.
Özellikle 1914’ten önce liberal kadın hareketine dâhil olan diğer kadınlar çevrelerindeki insanlara yardım etmenin onların görevi olduğunu düşündüler ancak işçi sınıfı kadınlarını yardımlardan başka herhangi bir alanda refah çalışmalarına dâhil etmek için mücadele ettiler. Sosyalist kadınlar sosyalizmi uluslararası ölçekte kurmayı savaşı bitirmenin ve gelecek savaşları durdurmanın tek yolu olarak gördüler ancak bu konuda kadınların belirli bir rolünün olup olmadığı konusunda anlaşmazlıklar vardı. Savaşa karşı çıkan kadınlar için ortak bir yaklaşıma sahip olmak zordu.
Savaş karşıtı mesajlar dağıtmak da çok zordu. Alman sansürü, halka açık olan fikir ve bilgileri kısıtlamak için aniden Ağustos 1914’te seferber edildi. Ordu yetkilileri sansür kontrolünü ele aldılar ve tüm kamusal tartışmalar ve kültürel üretim üzerinde kapsamlı bir kontrol sağladılar. Makalelerin yayınlanmasını yasaklayabilir, uygun bulmadıkları gazeteleri kapatabilir; oyunlar, filmler ve gösteri izinlerini reddedebilir ve savaş çabalarını ya da Alman maneviyatını zedelediği görülen kişi veya grupları yargılayabilirlerdi. Mart 1916’da New Fatherland filminin yönetmeni Lili Jannasch vatana ihanet suçundan tutuklandı, on dört hafta tutuldu ve savaşın sonuna kadar herhangi bir siyasi eylemde bulunmayacağına, hükümleri kimseye ifşa etmeyeceğine söz vermesi koşuluyla yargılanmadan serbest bırakıldı. Savaş karşıtı fikirler paylaşmak ve direniş taktikleri geliştirmek zordu ve sonuçları ağırdı.
KADINLARIN SESİ
Tarihçiler için kadınların sesini bulmak oldukça zor olabilir ve Birinci Dünya Savaşı’nın sonu da farklı değil. Kadınların yazıları çoğunlukla erkeklerin, özellikle de askerlerin yazıları gibi korunup aktarılmadı. Dahası, kadınlar resmi siyasi iktidardan dışlandı. 1908’den itibaren sadece siyasi toplantılara katılmalarına resmi olarak izin verilmişti ve haklar 1918’e kadar onları da kapsayacak şekilde genişletilmedi. İş yerleri de aktivizm için resmi yapıların birçoğundan yoksundu. Kadınlar, resmi sendika temsilciliği olmayan ve işçilerin genellikle birbirinden çok izole olduğu bir sektör olan ev hizmetinde iyi temsil ediliyordu. Sonuç olarak kadın işçilerin erkekler gibi siyasi aktivizm gelenekleri ve eğitimleri yoktu. Ancak yine de kadınlar tüm bu engellere rağmen çeşitli rollerde ve her düzeyde devrime katılmanın yollarını buldular.
Başta kadınların sesini bulmak zor görünse de günümüze ulaşabilen mektuplar, röportajlar, hatıratlar ve hatta polis raporları onların deneyimleri ve eylemleri hakkında kıymetli bilgiler sağlayabilir. Birçok kadın savaşa karşı çıkmaya devam etti ve bu karşıtlık savaş yılları boyunca büyüdü.
Alman iç cephesi dört yıllık bir sefalet yaşadı. Müttefik Devletlerin uyguladığı ekonomik ambargo çok etkiliydi, Almanya hızla gıda ve ham madde kıtlığıyla karşı karşıya geldi. 1914’te hasat azdı. Almanya’nın ekonomisi, savaştan önce suni gübre üretiminde kullanılan kimyasalların ithalatına dayanıyordu ve savaş ilerledikçe gıda kıtlığı daha da kötüleşti. Hükümet bu probleme tepki vermede yavaş kaldı ve besin ile malzeme kullanımının önceliğini askeri kullanıma verdi. 1916-17 kışı en kötüsüydü ve “Açlık Kışı” olarak anılmaya başladı. Maaşlar enflasyona ayak uyduramaz hale geldi, zorlanan işçilere ek sorumluluklar yükledi. 1915’ten beri grevler, gösteriler ve isyanlar yaygındı.
Dahası Rus Devrimi, Almanya’daki sol kanattan eylemcilere ilham verdi. Rus yoksulları, Avrupa’da en çok ezilen grup olarak görülüyordu. Eğer onlar ayaklanıp çarı devirebildilerse Almanlar neden aynı şeyi yapamasın? Alman devrimi gerçekleştiğinde devrimciler işçi ve asker konseylerini Rusya’daki Sovyetlere benzer tarzda kurdular. Fikir paylaşımı ve uluslararası iş birliği birçok Alman devrimcinin devletin kurulmasına yardımcı olmak ve fikirleri tekrar Almanya’ya getirmek için Rusya’ya gittiği 1920’lere kadar devam etti. Cläre Jung (1892-1981) Moskova’da sekreter olarak çalışmaya başladı ancak kısa süre sonra Almanya’da devrim sonrası toplumda yararlı olacağını umduğu birçok yardımlaşma projesi geliştirdi. Hilde Kramer (1900-1973) çeviri, tercüme ve yazışma protokollerine yardımcı olmak için Moskova’ya gitti. Sonunda Moskova’yı tam bir hayal kırıklığı olarak buldu. Dil engelleri bir yana Rus tarım işçilerinin deneyimleri şehirli Alman komünistlerinden o kadar farklıydı ki ideolojik olarak birbirlerini anlamakta sıkıntı yaşadılar.
Kadınlar özellikle iç cephede korkunç koşullardan etkilendi. Uzakta savaşan ve ailelerine bakmanın ek yükünü taşıyan erkeklerin yerine sık sık yeni ve ek işler üstlendiler. Yaptıkları, erkeklerin yaptığı kadar değer görmedi ve kadın işçiler çoğunlukla erkek meslektaşlarından daha az maaş aldı. Savaş zamanı yoksunluklar daha da kötüleştikçe kadınlar örgütlenmeye başladı. Büyük şehirlerdeki polis raporları, yetkililerin çok sayıda kadının bir araya gelmesi ve yiyecek kuyruklarını planlama fırsatı olarak kullanmaları hakkındaki endişelerini gösteriyor.
Münih’te polis, kadınlar tarafından yaşadıkları korkunç koşulları protesto etmek için düzenlenen günlük yürüyüşleri bildirdi. Yürüyüşlerin, gösterilerin sayıları ve sıklıkları arttı fakat etkili bir şekilde organize etmek hala zordu. Berlinli yazar ve savaş karşıtı eylemci Lola Landau (1892-1990) hatıratında yardıma muhtaç insanları sıcak tutacak giysiler üretmek için nasıl sözde bir örgü grubuna katıldığını, bu esnada kadınların savaş karşıtı broşürler hazırladığını ve mesajlarını nasıl paylaşacağını planladığını anlatıyordu. Landau, broşürleri dağıtmaya çalışırken yaşadığı bir dehşeti anlatıyor, diğerleri bu faaliyet nedeniyle tutuklanmıştı.
İSYAN
Tüm bu acı ve eylem dolu yıllar Almanya’nın devrim için verimli bir zemin olduğunu gösterdi, sadece bir kıvılcıma ihtiyaç vardı. Bu kıvılcım ise 30 Ekim 1918’de Wilhelmshaven’da kendilerini müttefik filosuna intihar görevine gönderen emri yerine getirmeyi reddeden bazı denizcilerin isyanıydı. Kıvılcım, denizciler tutuklandığında Kiel’e sıçradı, binlerce insan sokaklara döküldü, mahkûmların serbest bırakılması ve savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulundu.
5 Kasım’a kadar Kiel, devrimcilerin elindeydi ve iki gün içinde devrim Münih’e ulaştı. Yetkililer devrimi bastırmaya çalıştı ancak birçok asker isyanı bastırmaya çalışmak yerine isyancılara katıldı. Eğer sadece denizcilerin olayına odaklanırsak devrim erkekler tarafından teşvik edilmiş ve organize edilmiş olarak görünür. Fakat isyanın bu kadar hızlı yayılması için nüfusun hazırlanmış olması ve temellerinin atılmış olması gerekiyordu. Devrimi denizcilerin isyanı başlatmış olabilir ancak kadınlar tarafından yayıldı ve gerçekleştirildi.
Kiel gibi bir denizci kasabasında bile kadınların oynadıkları önemli rolü görüyoruz. Gertrud Völcker (1896-1979) şehir merkezinde sendika bürosunda çalıştı. Kendisi sosyalist gençlik grubunda aktif bir üyeydi ve devrimi detaylarıyla anlattı. O ve arkadaşları, sosyalist işçiler gençlik grubunda yürüyüşler yapmışlar, savaş marşları söylemişler ve bayraklar taşımışlar. Eşitlik mücadelesini benimsediğini “Özgürlük, demokrasi, insan onuru, sosyal eşitlik ve dayanışma mücadelesi benim kendi mücadelem oldu” sözleriyle ifade ediyor. Martha Riedll (1903-1992) da Kiel’de devrime katılan bir diğer genç kadındı. Devrimciler için görevler yürüttü ve mesajlar taşıdı, hayati bir iletişim hattı sağladı ve hükümet güçleri kontrolü tekrar ele geçirmeye çalışırken hayatını tehlikeli sokaklarda riske attı.
Her iki kadın da askerleri devrimi daha da yaymaya hazırlanmaktansa eve gitmek istedikleri şeklinde anlattı. Völcker “İşçiler askerlerden daha yıkıcı ve canlıydılar” diye yazarken Riedl “Askerler eve gitmek için trenlere binmeye çalıştı” dedi. Küçücük bir ödül için çok çalışmaya ve ciddi kişisel riske girmeye hazır olan Völcker ve Riedl gibi kadınlar olmasaydı devrim büyük olasılıkla hızla bastırılırdı. Völcker ve Riedl’ın görüşleri Frankfurt’ta kilit rol oynayan sendikacı aktivist Toni Sender tarafından doğrulandı. “Devrimin ilk saatlerinde en büyük dezavantajı olduğu ortaya çıkacak olan faktörle karşı karşıya kaldık: Asker konseyleri” şeklinde yazdı ve devam etti: “İşçilerinkinin aksine askerlerin programı devrimci değildi. Askerler genel olarak tamamen eğitimsizdi. Talepleri savaşı mümkün olduğunca sıkıntısız bir şekilde bitirmekti. Eve dönmek ve çalışmaya devam etmek istiyorlardı.”
Kadınlar da devrimde liderlik rolünde bulundular. Rosa Luxemburg belki de kadın devrimcilerin en bilinenidir ancak asla tek değildi. Kendi araştırmamız devrimde tanınmış rollere sahip 256 kadın buldu ve bunlardan bazıları deneyimlerini anlattı. İş yeri konseylerinin kadın üyeleri, tüm temsilcilerin yüzde 5'i olarak tahmin ediliyor ve daha yüksek kademelerde bu oran daha da düşük rakamlara iniyor. Aralık 1918’de düzenlenen Konsey Konferansı’nda (Rätekonferenz) 489 delege arasında yalnızca iki kadın vardı ve bu kadınlardan biri olan Kaethe Leu konuşmasına diğer kadın delege olan Klara Noack’a gönderme yaparak “Bayan ve baylar…” sözüyle başladı. Bu düşük rakamlar kadınların tanınmış devrimci forumlara girmelerinin önündeki engeller göz önüne alındığında pek de şaşırtıcı değil ancak bunlar bizi kadınların daha geniş devrimci katılımlarına karşı kör etmemelidir. Kadınların devrimdeki rolleri ve cinsiyet eşitliği için ayrı taleplere ihtiyaç olup olmadığı hakkında sorular gündeme geldi. Devrim 1890’lardan beri kadın hareketlerini savunanların resmi olarak savaştığı bir şey olan genel oy hakkı getirdi.
Augspurg ve Heymann devrimdeki konumlarını açık bir şekilde görüyorlar: “Kadınların siyasetin ve toplumun tüm alanlarına katılımı isteniyordu. Alman kadınlarının yeni kurulan cumhuriyete katkı yapmayı öğrenebilmeleri için politik bilinç ve güvenlerini artırmanın her zaman en iyi yollarından biri olarak gördüğümüz kadın konseyinin kurulması çağrısında bulunduk.”
Ancak eşit katılım taleplerine rağmen kadınları iş piyasasından savaştan dönen erkekler lehine dışlayan eşitsiz işten çıkarma uygulamalarını önleyemediler. Hatıratına şöyle yazdılar: “Askerlerin işsizliği kabul edeceklerinin beklenmediği aşikârdı ancak savaş yılları boyunca ekonomiyi ve beraberinde maalesef silah ve mühimmat tedarikini elinde tutan kadınlar için bu sorun değildi. Kimse onlar için bir sorumluluk hissetmedi. Daha önce hiç bu kadar saçma bir adaletsizlik oldu mu?”
Hilde Kramer devrim zamanında sadece on sekiz yaşındaydı ancak şehir komutanlığının sekreteri olduğu Nisan 1919’da kısa sürede Bavyera Sovyeti’nde kilit rol oynamaya başladı. Daha sonra tutuklandı ve devrimci eylemleri sebebiyle bir süre hapishanede kaldı. Önemli bir pozisyonda bulunması ve birçok erkek liderle kişisel olarak tanışıyor olmasına rağmen Kramer erkekler tarafından yazılan hiçbir hatıratta yer almaz. Sanki onu göremiyorlardı.
GELECEĞİN DENEYİMİ
Tüm bu kadınlar için devrim, savaş öncesinde ve sırasındaki eylemlilikleri ve daha sonraki politik kariyerleri arasında bir köprüydü. Kramer Berlin’e gitti, Almanya ve Moskova’daki çeşitli komünist gruplar için çalıştı. 1937’de Birleşik Krallık’a göç ettiğinde orada İşçi Partisi için çalıştı ve 1946’da Ulusal Sağlık Hizmeti Yasası (NHS) için belgeler düzenledi. Asker kaçaklarını Alman ordusundan saklayan ve Berlin’deki devrime silah tedarik eden Cläre Jung devrim boyunca geliştirdiği yeteneklerini Nazilere direnmek için kullandı. Heymann ve Augspurg kadınları siyasi hakları ve görevleri konusunda eğitmeyi amaçladıkları siyasi dergileri “Frau im Staat”ta yazmaya ve düzenlemeye devam ettiler. 1923’te Hitler aleyhine konuştular ve Almanya’dan sınır dışı edilmesi çağrısında bulundular. 1933’te Ulusal Sosyalistler yönetime geldiğinde Heymann ve Augspurg hızla tutuklanacak siyasi düşmanlar listesindeydi. Neyse ki o sırada İsviçre’de tatildelerdi ve akıllıca davranıp 1943’teki ölümlerine kadar sürgünde kalmaya karar verdiler. Savaşa karşı ahlaki duruşları birdenbire ortaya çıkmadı. 19. yüzyılın sonlarından beri eşitlik konularında ve 1904’ten beri de oylama konularında mücadele yürütüyorlardı.
Savaş deneyimi ve savaş sonrası ortamın istikrarsızlığı aslında kadın hareketleri içindeki enternasyonalizm kültürlerine bağlılığı güçlendirip netleştirirken ulusal ve uluslararası siyasette git gide artan siyasi etkileri kırılgan barışı korumaya yönelik ahlaki sorumluluk hislerini artırdı. Yeni dehşet verici silahların üretilmesi ve sivil halkı hedef alan savaş stratejileri erkekleri kadınlardan, savaşçıları savaşçı olmayanlardan ayıran cinsiyet ayrımına meydan okudu. Savaş ve barış sorunları artık kadınların endişelerinden ayrı konular olarak düşünülemez. Düşmanca ve tehditlerle dolu bir dünyada uluslararasında uyumlu ilişkiler için bir model ve sürdürülebilir bir barış inşa etmek için bir platform olarak uluslararası fikirleri olan kadınların hayal edilen topluluğuna acilen ihtiyaç vardı.
Devrim, sıradan insanların sokaklara dökülmesi ve çok sayıda protesto gerçekleştirmesiyle yapıldı. Rejim birçok savaş karşıtı konuşmacıyı baskıladı ve hapse attı ancak insanlar yine de birlikte çalışmanın ve bilgi paylaşmanın bir yolunu buldular. Savaşı durdurmak için hayatlarını tehlikeye atmakta gönüllüydüler. Birçoğuna göre bu muhaliflik yeni değildi, savaştan önce ve hatta iletişimin zor olduğu savaş döneminde bile uluslararası bağlantılarda aktiflerdi. Çok ciddi zorluklarla karşılaştılar ve büyük riskler aldılar. Kadınların savaş karşıtı ve devrimci eylemlerini hatırlamak, kadınlara radikal tarihlerini geri kazandırdığı için ve bize siyasi kazanımların hiçbir zaman ses çıkarmadan, örgütlü bir baskı ve toplu bir hareket olmadan güçlü ve öncelikli olandan alınamayacağını, çoğunlukla uzun yıllar boyu sürecek bir ısrar olmadan hiçbir şeyin kazanılamayacağını hatırlattığı için oldukça önemli. Kendi ulusal bağlamımızda kendini kuşatılmış hissedenlere kadın aktivizminin küresel bir boyutu olduğunu hatırlatıyor.
Kaynak: Jacobin
İLGİLİ HABERLER
Mücadeleci bir düşünür: Lenin
22-04-2021 08:42

Yazar: Vince Copeland
Çeviren: Ceren Berk
George Plekhanov “Tarihte Bireyin Rolü Üzerine” adlı olağanüstü makalesini yazdığında aklında Lenin yoktu. Ancak aşağıdaki paragraflar Lenin'i düşünebileceğiniz herkesten daha fazla anlatıyor.
“Büyük bir adam, kişisel özellikleri büyük tarihsel olaylara tikel görünümler kazandırdığı için değil, fakat genel ve özel koşulların sonucu ortaya çıkan zamanın toplumsal gereksinimlerini en iyi karşılayacak niteliklere sahip olduğu için büyüktür.
Kahramanlar ve kahramanlıklar üzerine ünlü kitabında Carlyle, büyük adamlara öncüler adını verir. Çok yerinde bir betimlemedir bu. Büyük bir adam, bir öncüdür. Çünkü herkesten daha çok ilerisini görür ve istediklerini herkesten daha güçlü ister.
O, toplumun düşünsel gelişiminin önceki evresinin getirdiği bilimsel sorunları çözer; toplumsal ilişkilerin önceki gelişiminin yarattığı yeni toplumsal gereksinimleri gösterir; bu gereksinimleri karşılamak üzere inisiyatifi ele alır.
Bir kahramandır o. Ama eşyanın doğal akışım durdurabildiği ya da değiştirebildiği anlamında değil, eylemlerinin bu kaçınılmaz ve irade dışı akışın bilinçli ve özgür ifadeleri olması anlamında bir kahramandır. Onun tüm önemi burada yatar; tüm gücü burada yatar. Ama bu önem, dev bir önemdir ve gücü korkunçtur.”
‘İLKLER’
Erkek cinsiyetine özel vurgunun yanı sıra ve “korkunç” kelimesinin hayli edebi kullanımı bir yana bu, bireyin tarihsel süreçle ilişkisinin neredeyse kusursuz bir açıklamasıdır; sadece “büyük“ bireyin de değil.
Ancak büyük insanların "öncüler" olduğunu söylemek biraz eksik olabilir çünkü temsil ettikleri tarihsel güçler, onlardan önceki liderler ve düşünürler de bu insanları üretirler. Bu anlamda, onlar "devam ettiricilerdir”.
Lenin, kendisinin de, özellikle Karl Marx ve hatta daha erken dönemindeki Plehanov'un bir devamcısı olduğunu kabul edecek, hatta ilan edecek ilk kişi olurdu.
Bununla birlikte, Lenin'de, aynı zamanda bir “devamcı” olmasına rağmen, aslında insanlığın kaçınılmaz sosyalist geleceği için mücadelenin bir değil, birden çok önemli yönünü açıkça başlatan bir kişi örneğine tanık oluyoruz.
Şahsen sorumlu olduğu temel “ilkleri” gözden geçirelim.
Ama öncelikle, yazdıklarından ve hatta bazı biyografik tanımlamalarından her zaman net olarak göremediğimiz karakteri ve kişiliği hakkında birkaç söz edelim.
SEVGİ VE MÜCADELE
Lenin'in gözünde canlandırdığı ve uğruna savaştığı tüm dünyada sosyalizm çağı, dünyadaki herkes için açlığın, yiyeceğe açlık kadar maddi mal açlığının da sonunu getirecek. Bu, kuşkusuz, günümüz çağında zaten kendini gösteren, sürekli gelişen makineler ve teknoloji ile başarılabilir. Bu teknolojinin yalnızca ömrü bitmiş, kâr açlığı çeken, savaş delisi bir sosyal sistemin ölümcül pençesinden sıyrılması gerekiyor.
Yeni bir ekonomi ve yeni bir sistemle sosyalist çağ, sonunda evrensel iş birliği ruhunu ve pratiğini, kişinin komşusu için sevgiyi ve anlayışı getirecek, başka herhangi bir bireyin ayaklar altına alınmasına gerek kalmadan her bir bireyin tam olarak gelişmesini sağlayacaktır.
Ancak bu çağı oluşturmak, sosyalist çağın varoluşuna tüm gücüyle direnen egemen sınıf düşmanına karşı amansız bir mücadeleyi gerektirdiği için, günümüzdeki insanları komşularını sevmeye ikna edecek veya benzeri bir program gerektirmez (böyle bir program ya oldukça ütopik ya da doğrudan yanlış ve iki yüzlü olurdu).
Bu mücadele, buna karşılık, farklı türde bir insanın buna katılmasını gerektirir. Aynı zamanda bir plan, strateji, teori ve liderlik ister.
Lenin tüm bunları sağladı ama bunu etkili bir şekilde yapabilmek için kendini yönetmesi ve hatta kendisini belirli bir şekilde şekillendirmesi gerekiyordu.
GEREKLİ PATLAMALAR
Sosyalist çağın habercisi olan devrimi gerçekleştirme iradesi konusunda tutkuluydu ama göreve kesinlikle o kadar bağlıydı ki düşmanlarına karşı acımasızdı ve gerektiğinde arkadaşlarına karşı eleştireldi. Sadece bu bile belirli bir sertliği ve zaman zaman mesafe koyabilmeyi gerektiriyordu.
Hedefine olan bağlılığı ve kendini savaşa hazırlamak için sürekli ve derin çalışmaları, her zaman diğer insanların Lenin’in büyük siyasi mühimmat deposundan gelen patlamalara hazır olmalarını sağlamazdı. Platformda karşı konulmazdı, ancak bu sözde “karizmadan” ziyade argümanının mantığı ve siyasi gücünden kaynaklıydı.
Elbette bu, onun açısından "korkunç" bir yoğunluk gerektiriyordu.
Elbette mizah, kişisel sevgi, eğlence ve benzeri insani nitelikleri vardı. Ancak bunlar genellikle, çağdaşlarının tanıdığı ve son derece politik kişiliğin bir parçası değildi.
F.I. Dan adında tanınmış bir Menşevik onun hakkında, muhtemelen Lenin ona hak edilmiş bir siyasi darbe vurduktan sonra, "Günün 24 saati nefes almaksızın devrimden başka bir şey konuşmayan, yazmayan, düşünmeyen bir adamla ne yapacaksın?" demişti.
Muhtemelen bu tam olarak iltifat amaçlı değildi.
Ama bize, Dan'in neden devrimin önde gelen muhaliflerinden biri olmayışı ve Lenin'in neden devrimin lideri olduğuna dair bir ipucu veriyor.
1895: RUSYA'DAKİ İLK MARKSİST İŞÇİ ÖRGÜTÜ
25 yaşında Lenin, Rusya'daki ilk Marksist işçi örgütü olan İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği’ni kurdu.
(Bundan bir süre önce Plehanov Emeğin Kurtuluşu Grubu'nu kurmuştu ancak bu profesyonellerden ve sürgünlerden oluşuyordu.)
Sonuç olarak Lenin, 8 Aralık 1895'te tutuklandı ve önce 14 ay hapse, ardından üç yıl Sibirya'ya gönderildi. Her iki yerde de devrimci yoldaşlarıyla sürekli iletişim halinde kaldı ve ayrıca Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi adlı güçlü bir kitap yazdı.
1900: KIVILCIM YANIYOR
1900'de Lenin, ulusal olarak dağıtılan ilk yasa dışı Rus Marksist gazetesini kurdu. Iskra (Kıvılcım) olarak adlandırıldı ve yurt dışında düzenlenerek basıldı.
Yayın kurulunda Plehanov ile Vera Zasulich ve diğer önde gelen Marksistler yer alıyordu.
Rusya'da binlerce işçiye ulaştı, o binlerce işçi de binlerce kişiye yüksek sesle okudu.
1903: YENİ TÜRDE BİR PARTİ
Lenin, Bolşevik Parti’yi kurdu. Bunu sadece bir pankart dikerek, birkaç güzel slogan atarak ve insanları etrafta toplanmaya çağırarak yapmadı. Bunu, 1890'larda eski anarşist-popülist unsurlara ve sonrasında Marksistler arasında "ekonomizm" denen yeni bir oportünist eğilime karşı uzun mücadelelerden sonra gerçekleştirdi.
Harekette hâlihazırda büyük bir prestije sahip olsa da, o sırada diğer tüm önde gelen Marksistlerin güvenine tam olarak sahip değildi; kendisi de hepsine güvenmiyordu. Bazılarının parti üyeliği ve sorumluluklarla ilgili bazı tutumlarından memnun değildi.
Bu nedenle, sürgünde tutulan yaklaşık 60 liderin katıldığı bir kongrede, her parti üyesinin fiilen profesyonel bir devrimci olmasını önerdi. Yani parti, yaşamdaki asıl ilgi alanı sosyalist devrim olan ve diğer faaliyetlerini partinin ihtiyaçlarına tabi kılacak bir kadrolar partisi olmalıydı.
SİYASİ BİR KURŞUN
Bu teklifi yaptığında, tabiri caizse ilk kurşunu sıkmış oldu. Uzlaşmaz bir bölünmeye yol açtı. Menşevikler (azınlık anlamına gelir) çıkıp gittiler. Daha sonra, bir parti üyesinin ne olması gerektiğini açıklayan basit kelimelerin altında sosyalist devrimi yapma kararlılığının olduğu ortaya çıktı. Ve bu sözlere muhalefetin altında sadece genel olarak bir yumuşaklık değil, aynı zamanda yaklaşan devrime karşı farklı bir bakış açısı vardı.
Parti günümüzde genel olarak bilinen (ancak genel olarak uygulanmayan) bir kavramdır, ancak partiyi kurmanın ve onu Çarlık yönetimi altında bir arada tutmanın zorlukları biraz daha az biliniyor ve hatta daha az anlaşılıyor.
En başından beri zorlu bir yoldu.
Ama Lenin haklı olduğunu biliyordu ve düşündüğünden daha da haklıydı. Lenin bile daha 1903’te 1917 olaylarının silsilesini öngöremezdi ve Menşeviklerin aslında var gücüyle Ekim Devrimi'ne karşı çıkacaklarını bilemezdi.
Nitekim Menşeviklerin kendileri bile 1903'te, 1917'de kendi liderleri ve Sovyetlerin başkanı (Bolşeviklerin Sovyet seçimlerini kazandığı eylül ayına kadar) I.G. Tsereteli’nin devrimden kısa bir süre sonra Gürcistan'a ineceğini ve aslında yeni Sovyet devletine karşı silahlı bir karşı devrim örgütleyeceğini hayal edemezlerdi.
1905: DEVRİM VE AYAKLANMA
Yeni partinin önünde, krizle boğuşan Çarlık rejimi ve işçilerin ona karşı mücadelesinin yansıması ve karşılığı olan pek çok sınav ve kriz vardı.
Örneğin Petersburg Sovyeti üyelerinin hepsinin tutuklandığı 1905 devriminde, Moskova isyanını gizlice sürgünden dönen Lenin önderliğinde Bolşevikler yönetiyordu.
Ayaklanma birkaç gün dayandıktan sonra bastırılmıştı. Bu, Bolşevikler ile “silahlanmamalıydılar” diyen Menşevikler arasındaki uçurumu daha da derinleştirdi.
1907: GERİCİLİK VE BURJUVA PARLAMENTOSU
1905 olayları sırasında, Çar, Duma adında bir temsili parlamento "vermek" zorunda kalmıştı. Çoğunlukla Bolşevikler olmak üzere tüm gerçek devrimciler, devrimi iknayla bastırma girişimi olarak gördükleri bu Duma'yı boykot ettiler.
Ancak devrimden sonraki gericilik dönemi bittikten sonra Lenin, devrimciler arasında dönemin değiştiğini fark eden ilk kişi oldu. Ayaklanmayı ilk savunan kişi olmasına rağmen, şimdi neredeyse düzmece Duma'ya katılmayı önerdi. İlk başta kendi merkez komitesinin çoğunluğu muhalefet etti, ancak daha sonra onları buna ikna etti.
(Lenin, düşmanları tarafından katı ve sert olarak adlandırılıyordu, ancak o gerçekten de parlamenter de dâhil olmak üzere her olası mücadele yönteminden yararlanmaya çalışan mükemmel bir taktikçiydi.)
1908: SOSYALİST CENNET YERYÜZÜNDE KALMALI
Gericilik döneminde, parti içinde kök salmaya ve yeni bir “din” oluşturmaya çalışan bir tür mistisizmin destekçilerinin başını çektiği, Marksist felsefe üzerine bir mücadele vardı.
Lenin bu mücadelede önderlik etti ve felsefi revizyonistlere "Materyalizm ve Ampiryokritisizm" adında güçlü ve eksiksiz bir çürütme yazısı yazdı.
Bu da kolay olmadı. Gerekli olan muazzam teorik çalışmanın yanı sıra, partiye parasal ve başka şekillerde yardım eden kişisel arkadaşı büyük romancı Maxim Gorki'yi azarlamak zorunda kaldı. Ve şimdi bir Menşevik olan, ancak yine de materyalist tarih görüşü için savaşan George Plekhanov ile geçici bir blok halinde önde gelen yoldaşlara saldırmak zorunda kaldı.
Lenin, Marksist teori konusunu ve materyalist yöntemi böyle görüyordu.
Birkaç liderin mistik karalamalarını geçiştirmek ve onlar hakkında birkaç yorum yapmak ne kadar kolay olurdu! Ama bu Lenin olmazdı, bir devrim yapmak için gerekli olan doktrin ve yöntemde partinin keskinliğini koruyamazdı.
1913: KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI
Diğer yandan gerçek devrimci bir yoldaş olan Rosa Luxemburg ile önemli ve daha sonraki olayların ışığında kendi kaderini tayin hakkı meselesi üzerine tarihi bir anlaşmazlık vardı.
Luxemburg, sosyalist devrimin ulusal baskıyı çözeceğini düşünüyordu ve her halükarda, bu ezilen ulusların bazılarının liderleri de zalimdi, öyleyse bir işçi partisi onları nasıl destekleyebilirdi?
Lenin sadece bu görüşe karşı bir tartışmaya öncülük etmekle kalmadı, aynı zamanda sömürgelerin ve bugün neo-koloniler olarak adlandırılan yarı-sömürgelerin emperyalist zalimlerden ayrılma haklarının savunulması sorununu teorik biçimde ilk ortaya koyan oydu.
Daha sonra, Birinci Dünya Savaşı sırasında, emperyalist ülkelere destek vermeyi reddederken, kendi kurtuluşları için savaşan küçük ülkeleri istisna etmeye dikkat etti.
O dönemde bunu yapmak oldukça zordu çünkü Birinci Dünya Savaşı'nda savaşan küçük ülkeler (örn. Balkanlardakiler) kendilerini tümüyle büyük emperyalist ülkelere satmışlardı ve Rosa Luxemburg gibi devrimciler küçük ülkelerin asla ilerici bir savaş veremeyeceklerini düşünüyordu.
1914: 'EMPERYALİST SAVAŞI İÇ SAVAŞA ÇEVİRİN'
Lenin’in en büyük, 1917 devrimi kadar büyük olan diğer şahsi sınavı, Birinci Dünya Savaşı'ndaki benzersiz devrimci konumunu almaktı.
Başta, Avrupa sosyalist partilerinin tümü, yaklaşan savaşa karşı çıkma sözü vermişlerdi. Ancak savaş gerçekten geldiğinde, bazı ufak gruplar hariç hepsi kendi ülkesinin emperyalist hükümetine boyun eğip desteklerini sundu.
Örneğin Almanya'da ulusal kongrenin 110 sosyalist üyesi savaş lehine oy verdi. Yalnızca biri, Karl Liebknecht, aleyhte oy kullandı. (Rosa Luxemburg gibi Liebknecht ile hemfikir olan başka büyük Alman liderler de vardı.)
Küçük sosyalist partilerde de durum hemen hemen aynıydı.
Ancak Rusya'da Duma'daki beş Bolşevik temsilcinin tümü, bazı "enternasyonalist" Menşeviklerle birlikte savaşa karşı oy kullandı ve hepsi Sibirya'da ağır işlere gönderildi. (Meclis dokunulmazlığı da buraya kadarmış!)
Ancak Lenin sadece savaşa karşı çıkmakla kalmadı, daha da ileri gitti ve sosyalistlerin savaş durumunu kendi hükümetlerini devirmek için kullanmalarını önerdi.
"Emperyalist savaşı iç savaşa çevirin" dedi.
Ve "devrimci yenilgicilik" doktrinini geliştirdi, yani kendi emperyalist ülkenizin, kendi yönetici sınıfınızın yenilgisinin şovenist zaferine yeğ olduğu önermesi; özellikle de yenilgi, halkın hakları, ilericilik ve sosyalizm mücadelesi tarafından getirilirse.
Doğal olarak tüm ülkelerin emperyalist yöneticileri, savaş muhaliflerine zulmetti. Grevci ve adalet savaşçılarını düşman ajanı olmakla suçladılar. Savaşa karşı edebi bir muhalefet bile ihanetle eşdeğerdi.
'İKİNCİ ENTERNASYONAL ÖLDÜ: YAŞASIN ÜÇÜNCÜ!'
Ayrıca Lenin, savaşı doğrudan ya da dolaylı olarak destekleyen tüm sosyalistleri kınadı. Tüm İkinci Enternasyonal'i kınadı ve Üçüncü (Komünist) Enternasyonal'in kurulması çağrısında bulundu.
Bunu yapan ilk kişi oydu ve bir süredir, tüm ülkelerdeki en kararlı savaş karşıtı savaşçılar arasında bile, yanıt verecek bir yankı bulamadı.
Bütün bunlar savaşın ilk birkaç ayında gerçekleşti. Ve unutulmamalıdır ki, her iki taraftaki şovenizm ve histeri daha önce modern dünyada, hele ki böylesine dünya çapında, hiç görülmemiş düzeylere ulaşmıştı.
Uyum sağlama baskısı çok yoğundu. Sosyal Demokrat partilerin savaş karşıtı kesiminde bile, İkinci Enternasyonal'in orta yolcu lideri Karl Kautsky’yi izleme eğilimi güçlüydü. Ancak Lenin bu gruplaşmayı ve özellikle Kautsky’yi kendi yönetici sınıflarına savaş açmadıkları için şiddetle kınadı.
Elbette kendi ülkesinde de aynı derecede sert bir tavır aldı. "Rus Marksizminin Babası" Plehanov savaşı destekleyerek, yaşamının büyük bir bölümünde savaştığı Çarın ta kendisini de objektif olarak desteklemiş oldu.
Marksist felsefe üzerine Plehanov'la yan yana gelen Lenin, bu kez onu korkunç teslimiyetinden dolayı acımasızca kınadı.
Ancak Lenin’in sert çizgisi Bolşevik Parti’yi daha da sertleştirmeye ve onu 1917’de gelen devrime hazırlamaya yardımcı oldu.
1917: KADINLAR GÜNÜ'NDE BAŞLADI
Devrim, 8 Mart 1917 Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde kadın tekstil işçilerinin gösterisiyle başladı. Savaşın ortasında Çarlık sarayının burnunun dibinde bir patlama gibi geldi.
Beş gün boyunca sürekli artan grevler ve önce silahsız ve sonunda silahlı olarak devam eden sokak gösterilerinin ardından, Çar tahttan çekildi ve kapitalist demokratlar sözde "geçici hükümeti" devraldı.
Başlangıçtan itibaren, işçiler ve çoğu üniformalı köylülerden oluşan askerler, geçici hükümete gerçekten rakip olan, ancak yalnızca yardımcılar gibi görünen devasa konseyler (“sovyetler”) kurdular.
'BÜTÜN İKTİDAR SOVYETLERE!'
Bahar devriminden sonraki bir ay içinde, Lenin sürgünden döndü ve hemen "Bütün iktidar sovyetlere" sloganını yükseltti.
Bu slogan, ona tarihin bakış açısından bakan devrimciler için yeterince basit ve açık görünebilir.
Ancak fikri ortaya attığında, hareketin tamamında büyük bir heyecan yarattı.
Aslında bu, Lenin'in şimdiye kadar üstlendiği tüm zor, yaratıcı devrimci pozisyonlar arasında en gözü pek, en cesur, en kahramanca olanıydı diyebiliriz. Tüm partisini, birlikte çalıştığı ve inşa etmek için yıllarını feda ettiği partinin tamamını, birçok bilge kişiye intihar gibi görünen bir şeye seferber etti.
Ne? İlkinden sadece haftalar veya aylar sonra başka bir devrim mi yapacaksınız? O kadar da değil; tüm gelişmiş ülkelerde gelişen türden, (feodalizmin düşüşünden sonra) bir kapitalist yönetim dönemi olmasına izin vermeden sosyalist bir devrim, bir proletarya devrimi mi yapacaksınız?
Elbette, iktidarı ele geçirme girişimi başarısız olursa Bolşevik Parti'yi tamamen yok edecek, yeni demokratik kapitalist rejimde muhalefet partisi olma şansını tamamen kaybetmeye yol açacaktı.
Öte yandan bugün size Marx’ın devrimin önce Batı Avrupa’dan geleceği konusunda nasıl yanıldığını; az gelişmiş Doğu’daki başarıların Marx’ın tezini tamamen çürüttüğünü söyleyen “bilgeleri” düşünün.
1917 Rusya'sında, hangi hizipten olursa olsun her sosyalist, bugünün en zeki laklakçılarından daha keskin bir şekilde Marx'ın bu önermesinin farkındaydı ve hareketi felç eden (katıksız endişe ve korkuya ek olarak) tam da bu düşünceydi. Lenin'in üstesinden gelmek zorunda kaldığı ve Bolşeviklerin pratiğin içinde tedavi etmesi gereken şey bu zihinsel felçti.
Ayrıca, Lenin, Bolşeviklerin sovyetlerde küçük bir azınlıkta olduğu bir dönemde sovyetlerin iktidarı ele geçirmesi çağrısında bulundu. Bu tek başına derin bir tarihsel anlayış ve net bir tarihsel perspektif gerektiriyordu.
Eğer Lenin ve Bolşevikler, Rusya'daki özel durumu hem teorik hem de pratik olarak göremeseydi, Marksist pratiği ellerindeki tarihsel Rusya koşullarına uygulamada başarısız olsalardı, Rusya'da başarılı bir sosyalist devrim olmayabilirdi. Ve eğer öyle olsaydı, Doğu Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sonunda, Çin’de büyük ihtimalle savaştan bu kadar kısa bir süre sonra; Güneydoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika'da ise hiç olmayacaktı.
Tarihin kaçınılmaz ve bilinçsiz gücünün bir parçası olan "öncü", ilk olarak Karl Marx tarafından tasarlanan dünya sosyalist devriminde bütün bir devrimler zinciri ve yeni bir aşama başlatmıştı.
*İlk olarak 1989'da, Lenin’in ölümünün 65. yıl dönümünde yayınlanmıştır.
Kaynak: Struggle La Lucha
Lenin, işçileri mücadelede birleştirmeyi amaçladı
Yönetimdekiler, Rus devrimlerine öncülük eden Bolşevikleri karalıyorlar çünkü tarihin tekerrür etmesinden korkuyorlar.
22-04-2021 07:34

Çeviren: Elif Orak
Lenin, ne tür bir devrimci partinin gerekli olduğundan emindi.
Rus devrimci Vladimir Lenin'in son 25 yıl içerisindeki ilk kapsamlı biyografisinde Victor Sebestyen, "Herkes onun yarattığı tahribatı biliyor" şeklinde yazıyor.
Diktatör Lenin (Lenin the Dictator) adlı kitabı da bilindik resmî söylentiyi yineliyor. Lenin'i, “darbe ile iktidarı ele geçiren bir diktatör”, “fırsatçılığı” kendine kılavuz edinmiş “katı bir ideolog” olarak yansıtıyor.
Gerçek ise bu tablodan çok farklı.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar, Lenin'in Bolşevik Partisi, Avrupa'nın diğer sosyalist partileriyle birlikte İkinci Enternasyonal'in bir parçasıydı. Ancak bu partiler arasında başarılı bir işçi devrimini gerçekleştiren tek parti oldular.
Bunun sebebi Lenin'in; işçi sınıfının yönetici sınıftan iktidarı alabilmesi için ne tür bir devrimci partiye ihtiyaç duyulduğunu anlamasıydı.
Karşıtlar, 1902 Ne Yapmalı? kitapçığının, Lenin'in diktatörlük emellerini gösterdiğini iddia ediyor.
1902 yılında Rusya'daki sosyalistler, Çarlık gizli polisi tarafından bir bir dağıtılan düzensiz çalışma çemberlerinde örgütlenmişti. Lenin'e göre ülke çapında örgütlü bir parti kurmak, işçi sınıfı mücadelesini ileri taşımak için hayatî bir adımdı.
Bununla birlikte Lenin, partinin nasıl örgütlenmesi gerektiği konusunda esnekti.
İŞÇİ SINIFI
Lenin ayrıca parti ile işçi sınıfı arasındaki ilişkiyi de inceledi ve "politik sınıf bilincinin, işçilere ancak dışarıdan taşınabileceğini” savundu.
Bu durum partinin, fikirlerini işçi sınıfına dayattığı anlamına gelmiyordu. Lenin, "işçi sınıfını, kendisinin yalnızca sektörel çıkarlarını savunmaya hapseden ekonomizme” karşı bir duruş sergiliyordu.
İşçilerin "ekonomik" mücadelelerinin onları yavaş yavaş sosyalizm kavgasına yönlendirdiğini savunanlara karşı Lenin, bunun tam tersini iddia ediyordu.
"Ekonomistler bir uçtalardı" dedi. "İşleri düzeltmek için başka birinin de öbür uçtan çekmesi gerekiyordu ve ben de bunu yaptım."
Lenin'e göre devrimciler sadece ekonomik değil, politik kavgalar da vermeli ve ezilenlerin sesi olmalıydılar.
Lenin'in yazdığı her şey, hareketin ileri taşınmasına katkıda bulunmak için tasarlanmıştı. Siyasî durum değiştiğinde, Lenin'in partinin nasıl örgütlenmesi gerektiği hakkındaki görüşü de pekâlâ değişebilirdi.
1905 devriminden sonra durum değişti ve Lenin, “işçi sınıfının içgüdüsel olarak ve kendiliğinden Sosyal Demokrat” olduğunu savundu.
İllegalite koşullarında kurulmuş bu sıkı örgütün, yeni şartlara uygun olmadığı düşünüldü ve böylece parti, solculaşan işçilere de kapılarını açtı.
8 Mart 1917 (bugünün takvimiyle 21 Mart)
- İletişim Komisyonu, Petrograd Sovyeti tarafından Geçici Hükümet ile iletişim organı olarak kuruldu.
- Dört gün sonra bu sovyet, savaşı bitirme arzusunu açıklayarak “tüm dünya halklarına” seslendi.
ÖRGÜT
Örgütün aldığı şekil ne olursa olsun, Lenin, böyle bir partiye ihtiyaç olduğunu savundu çünkü işçilerin görüşleri düzensizdi. Bazıları kapitalizmi parçalamak istiyor, diğerleri bu düzenin içinde yer almaya çalışıyordu ancak çoğu hem ilerici hem de gerici fikirlere sahipti.
Lenin'in görüşü işçi sınıfında devrimci siyaseti yayabilecek, militan mücadelecilerin partisinden yanaydı.
Parti, işçi sınıfına önderlik ederken bir yandan da ondan öğreniyordu.
1905 ve 1917 devrimleri sırasında yeni bir işçi devletinin temeli olacak işçi konseyleri (Sovyetler) kuruldu.
Lenin sovyetlerin önemini, 1915’te onları "devrimci yönetim organları" şeklinde nitelendirerek tanıdı fakat başlarda onları merkezi olarak görmedi. Ekim 1917'ye gelindiğinde ise Lenin ve Bolşevikler, “Tüm iktidar Sovyetler'e!” diyordu.
Bolşevik örgüt, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinde büyük rol oynadı. "Lenin şu an değerli" diye yazıyor Sebestyen, "çünkü bugün benzer sorunlarla ilgili sorduğumuz soruların aynılarını, o zamanlar o da soruyordu."
Çürümüş toplumumuzdan kurtulmak istiyorsak Lenin'in de verdiği cevaplardan ders almalıyız.
Kaynak: Socialist Worker
Eski Mısır papirüs mumyalarının yüzlerinin yeni ayrıntıları
"Mısırlı bilim insanları, bu sanatın sırlarının çoğunun sözlü olarak mumyalanmış birinden diğerine aktarıldığına inanırlar, bu nedenle yazılı kanıtlar nadirdir. Yakın zamana kadar mumyalama ile ilgili sadece iki metin tespit edildi..."
19-04-2021 01:59

Çeviren: Hager M. Salah
Daha önce bilinmeyen bir işlem Eski Mısır papirüs mumyalarının yüzlerinin yeni ayrıntılarını ortaya koyuyor.
Yakın zamanda 3.500 yıllık bir tıbbi papirüste keşfedilen kanıtlara dayanarak, Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi’nden Mısırlı bir bilim insanı, eski Mısırlıları öteki dünyaya hazırlamak için kullanılan mumyalama işlemini yeniden inşa edebildi.
Eski Mısır’da mumyalama kutsal bir sanat olarak görülüyordu ve Kopenhag Üniversitesi’nin resmi web sitesine göre bu süreçle ilgili bilgiler çok az sayıda kişiyle sınırlıydı.
Mısırlı bilim insanları, bu sanatın sırlarının çoğunun sözlü olarak mumyalanmış birinden diğerine aktarıldığına inanırlar, bu nedenle yazılı kanıtlar nadirdir. Yakın zamana kadar mumyalama ile ilgili sadece iki metin tespit edildi.
DETAYLI AÇIKLAMA
Louvre-Carlsberg Papirüsü / Papirüs Carlsberg Koleksiyonu, Kopenhag Üniversitesi
Bu nedenle Mısırbilimciler, şu ana kadar keşfedilen en eski mumyalama kanıtı olarak kabul edilen, esas olarak bitkisel ilaçlar ve cildin şişmesi üzerine odaklanan tıbbi bir metinde mumyalama konusunda kısa bir kanıt bulduklarında şaşırdılar.
Kopenhag Üniversitesi Mısırbilimcisi Sophie Chiodt kısa süre önce kılavuzu düzenledi ve “Bu papirüste bulduğumuz mumyalama tekniklerinin ayrıntılarının çoğu aşağıdaki kanıtların dışında tutuldu ve içindeki açıklamalar çok ayrıntılıdır.” dedi. Metin, bir kişinin hafızasını desteklemeyi amaçlayan bir araç olarak yazıldı, bu nedenle Sophie Chiodt hedef okuyucuların özel olduğuna ve bandaj kullanımını içeren bu ayrıntıları hatırlaması gerektiğine inanıyordu.
MUMYALANMIŞ ÖLÜ YÜZLE İLGİLİ YENİ DETAYLAR
Mumyalama süreci kısmının bir örneği
Metinde ortaya çıkan heyecan verici yeni bir bilgi, merhumun yüzünü mumyalama prosedürleri etrafında dönüyor.
Papirüs, büyük ölçüde bitki aromatik malzemelerini içeren bileşenlerin bir listesini ve daha sonra mumyalanmış kırmızı bir keten parçasının yasında mumyalanmış bir sıvıya dönüştürülmek üzere pişirilen yapıştırma malzemelerini içerir.
Kırmızı keten, antibakteriyel iken aromatik bir maddeden oluşan koruyucu bir kozada paketlenmesi için merhumun yüzüne yerleştirilir.
Bu işlem dört günde bir tekrarlandı. Chiodt’e göre, bu tamamen el yazmasında açıklanan kırmızı ketenle ilgili prosedüre uygun.
Kaynak: https://arabic.cnn.com/travel/article/2021/04/07/ancient-egyptian-manual-new-mummification-details
Dostoyevski, St.Petersburg edebiyatına damga vurduğunda
Önemli Rus yazarın şöhret ve güvensizlik duygusuyla mücadelesi üzerine...
19-04-2021 01:36

Yazar: Alex Christofi
Çeviren: Beyza Sezenlik
Şanımın daha da büyük olacağını sanmıyorum. Her yerde bana yoğun bir ilgi var. Herkes bir deha olduğumu düşünüyor. Belinsky beni bundan daha fazla sevemezdi. Geçen gün, şair Ivan Turgenev Paris’den döndü ve Belinsky’nin bana âşık olduğunu zannettiğinden hemen öyle bir bağlılıkla bağlandı. Ben de ona neredeyse âşık oldum. Bir şair, yetenekli, asil, yakışıklı, zengin, zeki, eğitimli ve 25 yaşında biri.
Gök mavisi gözleriyle Fyodor Dostoyevski’den daha uzun, akıcı Almanca ve Fransızcasıyla, Turgenev zaten dünyanın adamı edasına sahipti. Vaktini yurtdışında, Karl Marx ile aynı dönemde Berlin Üniversitesi’nde okuyarak ve sansür ağından kaçan kıtadaki tek radikal ses olup Rus Edebiyatı’nda adı kötüye çıkan George Sand ile tanışarak geçirmiştir. Turgenev yazarlıktan çok fazla bir kazanç sağlayamıyordu, ama annesinin 5 bin köleden oluşan bir mülkü vardı, dolayısıyla zamanını harcayabiliyordu. Kısacası, Fyodor’un olmak istediği her şeydi. (Ya da Fyodor öyle düşünmüştü. Aslında, Turgenev’in annesi cimriydi ve ona harçlık vermeyi reddetmişti, bu nedenle terzisi için borç para aldı ve her zaman hesap gelmeden önce yemekten ayrılmak için bir yolunu bulurdu.)
Akşam, Turgenev eserimi tüm çevremize, yani en az 20 kişiye okudu ve sansasyona neden oldu. Belinsky, çok yönlü biri olduğum için bana inancının tam olduğunu söyledi. Çok derin fikirlerim var ama yarın Petersburg’un tümünün bundan haberdar olacağından korktuğum için bunların hiçbirinden Turgenev’e bahsedemem. Bütün başarılarımı size anlatmaya başlasaydım, kağıdım kalmazdı.
Fyodor kısa bir süre sonra, St. Petersburg’a yön verenlerden Ivan Panaev’in ortamına davet edildi. Nekrasov ve Grigorovich ile gittiği ilk gece, yüzünde sosyal endişeden kaynaklı anlamsız bir sırıtış olsa da diğerlerinin cesaretlendirmesiyle açılmaya başladı. Panaev aşırı eğlenceli ve çocuksuydu. Sanırım onun karısına âşık oldum. O sadece zeki ve güzel değil aynı zamanda çok hoş ve dürüsttü. Avdotya, Fyodor ile yaklaşık aynı yaştaydı ve usulca kendi kısa hikayeleri üzerine çalışmaktaydı. Ondan çok çabuk hoşlanmaya başladı. Aydatyo, Fyodor’un çok gergin olduğunu görünce ona karşı kibar ve samimi davranmak için çok çabaladı. Onun salonda bir dansçı gibi hareket etmesini izledi, her bir hareketi sessiz bir müzikle zamanı tutuyor gibiydi. O ipeksi siyah saçları, kusursuz düz hatlı burnu ve yanık teniyle çok güzeldi. Ancak insanların sizi sevmesi yeterli değildir, insanları kendinizi sevdirme sanatına sahip olmanız gerekir. Fyodor daha sonra Madame Panaeva’nın Nekrasov ile üçlü bir ilişki içerisinde olduğunu öğrendi.
Kendine olan güveni arttıkça, Fyodor onların ortamlarındaki toplantılarda daha özgür ve yüksek sesle konuşmaya başladı. Hristiyanlığa karşı saygısız tavrı ile Fyodor’u derinden yaralayan Belinsky ile bile kendisini hem edebi hem de siyasi meseleler hakkında tartışırken bulması çok uzun sürmedi. Aynı zamanda Fyodor, tıpkı onun gibi, ama her nasılsa anlaşılmaz bir şekilde kendisi olma konusunda daha iyi, hoş, çekici bir adam olan bir Doppelgänger tarafından sık sık ziyaret edilen Golyadkin adında düşük rütbeli bir devlet memurunun hikâyesi olan Öteki’yi bitirmek için çok çalışıyordu.
İkiziyle tanışmadan önceki önemli sahnede, Golyadkin, odanın köşesine inzivaya çekilmeden ve patronun kızını düşen bir avizeden kurtarmayı düşlemeden hemen önce kendini güzel Klara’nın önünde garipçe durduğu, kekeleyip, bocalayıp, utandığı bir partinin içinde bulur. Golyadkin, Klara’yı dansa kaldırmak için ileriye doğru sendeler; Golyadkin diğer konuklar tarafından Klara’dan koparılır ve sertçe girişteki merdivene doğru yönlendirilir ve burada tökezler ve merdivenlerden avluya düşer. Bundan kısa bir süre sonra, ikinci kişiliğiyle yüzleşir ve sahtekâr, parça parça canını almaya başlar. Mümkün olan tek yolla biter: akıl hastanesine götürülür.
Öteki, İnsancıklar’ın Nekrasov’un Petersburg derlemesinde yayımlandıktan sadece 3 hafta sonra Notes of the Fatherland tarafından yayımlandı. Belinsky, Dostoyevski’nin yeteneğini ve genel kavramlardaki düşüncelerin derinliğini övdü ama aynı zamanda da aşağıladı: “Yazarın henüz ölçü ve uyumun dokunuşunu yakalayamadığı açıktır ve sonuç olarak, birçoğu İnsancıklar’ı bile laf kalabalığından dolayı nedensizce eleştiriyor, fakat bu eleştiri Öteki eserine göre oraya daha az uygundur.’’ Fyodor, onun ününün sonbaharda zirveye ulaştığı konusunda haklıydı ama onu bu kadar çabuk terk ettiğini tahmin edemezdi. Bu yeni oluşum, paranoyanın tam ortasındaki korkunç çelişkiyi açığa çıkardı: evet belki insanların arkanızdan sizi aşağılamasına inanmak mantıksız gelebilir, ama bu yapmadıkları anlamına gelmez. Grigorovich, nedendir bilinmez, Fyodor’un adına başkalarının çok eğlendiklerini ona bildirmeye başladı. Turgenev ve Nekrasov, Fyodor’a hitap eden Belinsky gibi davranarak, ‘The Knight of the Doleful Countenance’ parçasında fakir bir şövalye hakkında, başı ve sonu olmayan garip bir şiiri elden ele dolaştırıyorlardı.
Hatalarımın her birini fark etmekten kasıtlı bir şekilde haz alıyorlar. Hatta yerel bir Kont olan Mikhail Yurevich Vielgorsky’nin partisinde yakalandığı ani bir hastalık için Fyodor ile alay ettiler. Oradayken, onunla tanışmak için can atan Senyavina adında çekici sarışın bir gençle tanıştırıldı ancak Fyodor bilincini kaybedip yere düşerek bu flört fırsatından ne yazık ki yararlanamadı.
Çok geçmeden Belinsky, Nekrasov ve Panaev rakip dergi The Contemporary için Notes of Fatherland’i bıraktılar. Açıkça Fyodor’un yazdıklarına yönelik düşmanca tavır aldığı için, Belinsky, Fyodor’un yeni hikâyesi Bay Proharçin’in ‘uydurma, maniéré ve anlaşılmaz’ olduğunu yazdı. Fyodor’un tek savunucusu, Dostoyevski ile kıyaslandığında bile bir edebiyat dehası olan Notes of the Fatherland’in yeni baş eleştirmeni Valerian Maikov’du. Fyodor’dan iki yaş küçük, zorlu bir eleştirmen olarak çoktan adından söz ettirmişti ve Gogol toplumsal bir şair iken Dostoyevski’nin yeteneğinin de psikoloji üzerine olduğunu görmüştü. Öteki hakkında şöyle yazdı; “O insan ruhuna derinden nüfuz ediyor, insanın duygu, düşünce ve davranışlarının gizli entrikalarına o kadar korkusuzca ve tutkuyla bakıyor ki Öteki tarafından yaratılan etki yalnızca maddenin kimyasal bileşimine nüfuz eden meraklı bir kişinin izlenimiyle karşılaştırılabilir.”
İki genç adam çok çabuk yakın arkadaş oldular, duygudaşlıkları kendiliğinden uyum sağladı. Maikov, Dostoyevski’nin etkileyici çıkımı İnsancıklar, Öteki, Dokuz Mektupluk Roman, Bay Proharçin ve Ev Sahibesi hakkında uzun bir makale hazırlamaya başladı. Maikov bitirir bitirmez makale, Dostoyevski’yi neslinin en önemli yazarlardan biri olarak yeniden saygınlığına kavuşturacaktı. Maikov, hala makale üzerine çalıştığı bir yaz günü St. Petersburg yakınlardaki bir köye uzun bir yürüyüş yapmak ve yüzmek için gittiğinde güneş çarpması sonucu vefat etti.
Bu durum Fyodor’un hipokondrisine yaramadı. Şimdi de hastalıklı bir şekilde tıp ders kitaplarını özellikle frenoloji, ruhsal bozukluk ve sinir sistemi hakkında okuyarak, kendisi olmanın nasıl bir his olduğunu adlandırma umuduyla semptom listelerini okumaya kendini kaptırmıştı. Bazı geceler uyuyamıyordu. Güç algılanan halüsinasyonlardan mustaripti; tutkulu bir biçimde neredeyse delice yazdı. Hislerinden şüphelenmeye başladı ve bir gece öleceğine kendini ikna etti.
Odam karanlıklaştıkça sanki duvarlar geri çekiliyormuşçasına gittikçe büyüyordu ve akşam üstü yavaş yavaş bir tür gizemli dehşete kapılmaya başlamıştım. Nasıl tanımlayacağımı bilemediğim, aşırı kasvetli ve kahredici hatta şekil alan, çirkin ve yadsınamaz bir gerçek olarak önümde duran, tüm anlayışları aşan, doğal olmayan bir durum. Bu durum bana ölüden korkan insanların ıstırabı gibi bir şey geliyor.
Fyodor’un doktoru Yanovsky’nin bir asker tarafından düşmemesi için desteklendiğinde yakası açıldığı sırada Fyodor’a rastladı. Çılgına dönmüş gibiydi, Yanovsky onu eve götürürken tek söylediği şey ‘Kurtuldum’ idi. Doktor biraz kanını akıttı ve endişe veren bir işaret olarak siyah akmıştı. Hasta sakinleşse bile, endişeli ve mutsuz olduğu belliydi. Bir tür sinir krizi geçiriyor gibi görünüyordu. Bir adam memnuniyetsiz olduğunda, içindeki iyi olanı gösterme, kendini tam olarak ifade etme imkânı bulamadığında (kibirden değil, kendini idrak etmenin acil gerekliliği nedeniyle) birdenbire oldukça inanılmaz bir duruma karışır ya ayyaş olur ya öfkeli bir düellocu ya da kumarbaz biri olur. Ya da belki bir devrimci.
Kaynak: lithub.com
Bernhard Kellermann, Tünel (1915)
"Filmin amacı zaten Marga madenlerinin en güzel köşelerini yakalamak değildi, Kellermann’ın eserini yeterince iyi sahneye almaktı. Bu amaçla, o sırada mevcut olan kullanılmış ve izleyicinin mekânsal bir sınıflandırma yapmasını zorlaştıran açılar seçilmiştir. Senftenberger Gazetesi’nin tavsiyesine uymasaydım belki de bu “gizem” asla açığa çıkmayacaktı."
19-04-2021 01:07

Çeviren: Yaren Erol
“Tünel”, yazar Bernhard Kellermann’ın (1879-1951) en önemli eseridir. Nisan 1913’te S. Fischer Yayınevi tarafından Berlin’de yayımlandı. Yalnızca 6 ay içinde 100 binden fazla satıldı. Ulusal başarı hızla uluslararası başarıya dönüştü, kitap hızla 24 dile çevrildi ve dünyayı fethetti.
Eser, 20. yüzyılın ilk yarısının en başarılı kitaplarından biri oldu. 1939’a kadar toplam satış rakamları milyonlara ulaştı.
HİKÂYE
Basit bir madenci çocuğundan tanınmış bir mucit olma yolunda ilerleyen mühendis MacAllan, delme işleminin geleneksel çelikten çok daha başarılı bir şekilde gerçekleştirilebileceği Allanit malzemesini geliştirir. Amerikan endüstri kodamanı C.H. Lloyd ve Atlantik Tüneli Sendikası emrinde Amerika’dan Avrupa’ya gidecek hızlı tren için kıtaları birbirine bağlayan bir denizaltı tüneli inşa etmektedir. MacAllan, bu devasa teknik hizmetin 15 yıl içinde tamamlanmasından sorumludur. İşçi kitleleri beş farklı noktadan tünelin yapımına başlar. Ta ki inşaatın yedinci yılında Amerikan tarafında meydana gelen çok güçlü bir patlama tüm tesisi feci bir şekilde durdurana kadar. İşçilerin öfkeden gözü döner ve Allan’ın karısını ve kızını öldürürler. Panik, diğer inşaat alanlarına da sıçrar, şirket tamamen batmış gibi görünmektedir. Uzun bir içe kapanmanın ardından Allan Lloyd’un sermayesi ve ikinci karısı olan Lloyd’un kızının da servetiyle yeniden ayağa kalkar. Tünel toplamda 26 yıl sonra da olsa tamamlanacaktır. Lloyd ve Allan ilk yolcular olur. Kitap “12 dakikalık bir gecikmeyle Avrupa’ya varırlar.” cümlesiyle bitiyor. Kellermann coşkulu röportaj benzeri açıklamasında sadece teknik tarafa odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda aktörlerin karakterlerini birkaç çarpıcı cümle ile nasıl hassas bir şekilde özetleyeceğini de biliyor; dünyayı müzikle yaşanabilir kılan ve hikâyenin kahramanına ilginç bir kontrpuan oluşturan Allan'ın ilk eşi Maud'un karakteri gibi.
Wilhelm Droste – “Bernhard Kellermann und sein Tunnel in die Zukunft. Die Welt im Netz der Vernetzung“ adlı makalesinden
1914 yılında Alman İmparatorluğu’nun o güne kadarki en pahalı ve masraflı film projesinin hazırlık çalışmaları yapıldı. Bernhard Kellermann’ın Tünel romanının filme çekilmesi planlandı. Yapımcı Vitascope filmi yönetmesi için Rudolf Meinert’i görevlendirdi. Kendisi aynı zamanda başrolü de oynadı. Birinci Dünya Savaşı patlak verip film mali nedenlerle durdurulduğunda Berlin Weißensee’de film çekimlerinin ortasına gelinmişti bile. 1915’te Pagu dizginleri ele alıp filmi baştan çekmeye başlayana kadar “Tünel” altı aydan fazla bir süre yarım bir halde kaldı. Bu sefer filmi William Wauer (1866-1962) yönetti ve başrolü de Friedrich Kayßler oynadı. Berlin-Tempelhof'taki Union stüdyosunda tamamlanan bu versiyon, kapsam ve uygulama bakımından Meinert'in projesinden çok daha mütevazıydı.
Altı perdeden oluşan “Tünel” 17 Ağustos 1915’te sansürlendi ve sonraki ay galası yapıldı. Bir gençlik yasağı çıkarıldı. Hermann Warm, kapsamlı film yapılarını (her türden makine) tasarladı. Heinz Karl Heiland yönetmen Wauer’ı asiste etti. Ünlü opera sanatçısı Fritzi Massary için “Tünel” film oyunculuğuna yaptığı nadir gezilerden biriydi.
Açılış sekansı, Bernhard Kellermann
Orijinal film afişi
Açılış sekansı, William Wauer
Peki, “Tünel” in Senftenberg'le, burada Bernhard Kellermann'ın adını taşıyan bir cadde ve okul olması dışında ne ilgisi var? Bu haklı sorunun cevabı Senftenberer Anzeiger gazetesinin 1915 tarihli küçük bir makalesinde verilmiştir.
10 Eylül, Senftenberg. Kısa bir süre önce Kellermann’nın aynı içerikteki romanından uyarlanan “Tünel” filmi ilk kez Berlin Kurfürstendamm caddesindeki U.T. – Lichtspiele sinemasında davetli seyirciler önünde oynandı. Amerika ve Avrupa arasında muazzam büyüklükte bir tünel inşa etme fikrini konu alan 6 perdelik bu dram filmi harika teknoloji dünyasından bazı mükemmel kayıtlar sundu. Şu an için yalnızca bir fikir olarak düşünülebilecek, yeryüzünün iki kıtayı birleştirecek biçimde delinmesi, içinde yaşadığımız gerçeklikte ustaca yaratılmalıydı. Ilse Şirketi’ndeki (Marga madeninde) bir maden ocağında ve modern bir metro güzergahında çekilmiş olan bu resim bölümü, çoğunlukla çok başarılı. Oyunculuk yapan insanların kaderindeki psikolojik nitelikteki incelikler ve bağlantılar, elbette, kabalaştırılmadan, açığa çıkan tuval üzerinde yeniden üretilemez. Bu filmin yapımı sırasında Marga madeninde birkaç gün kalan ve özel trenle gelen 1000'den fazla figüran çalıştı.
1915'in sonunda, film Senftenberg ve çevresindeki sinemalarda da gösterildi, ilgili reklamlar doğal olarak yerel çekim alanları ve oyuncular, yani figüranlar arasındaki bağlantıya dikkat çekti.
Senftenberger Anzeiger (1915)
En sonunda bu durum bende filmin bir kopyasına sahip olmam konusunda büyük bir ilgi uyandırdı. Bulduğum kopya maalesef eksik olduğu için yüzde yüz başarılı olmasa da sonuç olarak bu süreç çok da zor değildi. En azından ilk iki sahne eksik ve sonda film erken kesiliyor gibi görünüyor. Ayrıca tüm altyazılar eksik ya da hâlihazırda filmin içinde olanlar da tersine çevrilmiş ve çok kısa sürelere yerleştirilmiş. Bu sebeple yazıları okuyup anlayabilmek için yavaş çekimde izlemek gerekiyor. Altyazılar mı? Evet, sessiz bir filmden bahsediyoruz. Altyazılar sessiz film boyunca süren ya da filmi yorumlayan kırmızı şerit benzeri metin kutucuklarıdır. Çoğunlukla yönetmenin ya da senaristin görsel dile aktarmayı tercih etmediği ya da bunu başaramadığı durumları açıklar. Birçok altyazı yalnızca diyalogları veya bir sahnenin açıklamasını izleyiciye görünür kılmak için kullanıldı. Bu, özellikle izleyicinin altta yatan edebi kaynağı bilmemesi durumunda yararlıdır, diğer bir deyişle vazgeçilmezdir, çünkü "film müziği hakkında" bilgiye erişilemez.
Asıl konumuza geri dönelim. Bildiğim kadarıyla, Tünel 2010 yılında tamamen restore edildi ve ardından sessiz film severler için bazı sanat evi sinemalarında yayınlandı. Yani er ya da geç filmin tam bir kopyasına erişme şansım o kadar da kötü değil. O zamana kadar, aşağıdaki ifadeler geçici niteliktedir.
Yerel bağlantıların olduğu sahneler için elimdeki film materyalini tekrar inceledim. Kesinlikle Marga madeninde çekilmiş bazı kayıtları tespit etmek mümkündü. Bir bölümünün ihtimali yüksekken materyalin büyük bir bölümü kesinlikle bizim tarafımızdan çekilmemiş. Kesinlikle ya da muhtemelen Marga madeninde çekilmiş olan sahneleri seçtim ve bunları birkaç yorumla ele aldım.
Tünel – 1. Sahne ve Tünel – 2. Sahne materyalleri mevcut değildir.
Tünel – 3. Sahne
Açılış sekansı: Elektrik santralinin ve Marga Briket Fabrikası’nın bölümlerinin görünmesi
Marga kolonisindeki kalabalık sahne (Ringstraße)
Bir fabrika alanındaki kalabalık sahne (muhtemelen Marga Briket Fabrikası)
Allan’ın karısı ve kızı imparatorluk topraklarından ayrılır.
Elektrik santralinin girişindeki kalabalık sahne
Marga kolonisindeki kalabalık sahne (Ringstraße)
Allan’ın karısı ve kızı kalabalık tarafından öldürülür. (muhtemelen Marga Briket Fabrikası)
Elektrik santralinin girişindeki kalabalık sahne
Allan ölmüş aile üyelerini bulur. (muhtemelen Marga Briket Fabrikası)
Elektrik santralinin ve Marga Briket Fabrikası’nın bölümlerinin görünmesi
Tünel – 4. Sahne
Elektrik santralinin girişinden sahneler
Tünel – 5. Sahne
Açılış sekansı: Açık maden ocağı çevresinden görüntüler
Açık maden ocağı çevresinde uzun sahneler (uzaktaki bir briket fabrikasındaki drenaj boruları, Almanya / Hörlitz?)
Elektrik santralinin girişinden bir sahne
Muhtemelen elektrik santralinin içerisinden bir sahne (makine odası)
Tünel – 6. Sahne
Elektrik santralinin girişinden bir sahne
Marga Briket Fabrikası Yönetimi’nin ana giriş kapsının önündeki kalabalık sahne
Muhtemelen Marga Briket Fabrikası tesisi (konveyör, elektrikli lokomotif, buharlı lokomotif)
Açık maden ocağı (kovalı zincirli ekskavatör, drenaj boruları)
Konveyör
Açık maden ocağı (molozların dökülmesi)
SONUÇ
Bölgemizde çekilen nispeten bol film malzemesi olsa da gerçekten ilginç malzemelerin veriminin oldukça düşük olduğunu kabul etmek gerek. Hala “kayıp olan” iki sahnenin yerel bağlantıların olduğu başka çekimler içerdiğini ve ara sıra şüpheli sahnelerin Marga madeninde çekildiğini (birçok kez bölgemize has elektrikli lokomotif görüntülere geliyor) keşfetsem de bu durum pek bir şey değiştirmiyor. Ancak filmin amacı zaten Marga madenlerinin en güzel köşelerini yakalamak değildi, Kellermann’ın eserini yeterince iyi sahneye almaktı. Bu amaçla, o sırada mevcut olan kullanılmış ve izleyicinin mekânsal bir sınıflandırma yapmasını zorlaştıran açılar seçilmiştir. Senftenberger Gazetesi’nin tavsiyesine uymasaydım belki de bu “gizem” asla açığa çıkmayacaktı.
Yine de şunu belirtmek isterim ki en azından Ringstraße'deki iki sahnede, şu ana kadar ülkemizin ilk hareketli görüntüleriyle uğraşıyoruz. Sonuçta, bu da bir şey!
Yazıda belirtilen 3, 4, 5 ve 6. sahnelerin görüntülerine buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: https://www.gruss-aus-senftenberg.de/jump2.php?t=ht_resources/middle_film_05.htm
2001: Bir Uzay Destanı filminde Yıldız Geçidi’ni nasıl çektiler?
"Bu sanat eserini arkadan aydınlatmalı bir yarığın arkasına taşıyarak, ışığı etkili bir şekilde açıp kapatabildik. Bunu yaparken, kamerayı her pozlama için tam on dört fit boyunca yarığa doğru hareket ettirdik. Pozlama başına yaklaşık kırk beş saniye ila bir dakika sürdü ve her kare iki pozlamadan oluşuyordu.”
19-04-2021 00:41

Yazar: Meg Shiels
Çeviren: Azize Kızılaslan
Tanrım, film yıldızlarla ve yenilikçi yarık tarama fotoğrafçılığı ile dolu!
Sinema büyüsünün cevherlerini açığa çıkaran ve onların üstesinden gelen teknik sihirbazları tanıtan aylık bir köşe yazısı olan Nasıl Yaptılar?'a hoş geldiniz. Bu giriş, '2001: Bir Uzay Destanı'nın sonunda tuhaf “yıldız geçidini” nasıl çektiklerini açıklıyor:
2001: Bir Uzay Destanı hakkında abartıya kaçmadan konuşmak zor. Stanley Kubrick'in bu başyapıtı, bilim kurgu film yapımının en önemli parçalarından biridir. Etki, itibar, kült ve teknik başarılar simsiyah monolit gibi tarzının üzerinde yükselir.
Filmde, insanlık Ay'a gömülü gizemli bir nesneyi keşfeder. Nesne Jüpiter'e sinyal göndermektedir. Bu sebeple yetkililer, araştırmak için talihsiz bir göreve bir bilim adamı ekibi gönderir.
1968'de yayınlandığında, bir bilim kurgu filminin neye benzemesi gerektiği ve neye benzeyebileceği hakkındaki tüm çıkarımları yerle bir etmiştir. Gerçekten de, 2001'deki özel efektler, o zamanlar olduğu gibi bugün de şaşırtıcı. Bırakın CGI'ı (bilgisayar üretimli imgeleme), sofistike astrofotografiden önce elde edilen Kubrick’in kozmos vizyonu rahatsız edici bir şekilde ikna edicidir. Yine de, tüm anımsatıcı varsayımlarına rağmen, filmdeki en unutulmaz sanatsal yapılarından biri yüz kızartıcı bir şekilde soyuttur.
Filmin son perdesinde sadece Dr. David Bowman (Keir Dullea) hayatta kalır. Geminin tehlikeli yapay zekâsı mürettebatını öldürmüştür. Ve şimdi, HAL 9000 (2001: Bir Uzay Destanı filmindeki bir süper bilgisayar) yok edildiğinde, Bowman gerçekten yalnız kalmıştır. Açık bir gerekçesi olmadan, gemisini terk eder. Belki de Jüpiter'in etrafında dönen devasa yüzen monoliti fark etmişti ve onu almak için dışarı çıkmıştı. Ya da belki de, son bir hiddetle, geminin yapay zekâsını sabote etmişti ve onu misafirperver hale getirmişti. Sebepleri ne olursa olsun, Bowman bilinmeyene girerken, gezegenler tam anlamıyla hizalanmaktadır. Şaşkın doktor bir renk kaleydoskopuna dönüşmeden önce yıldızlarla dolu bir boşluğa uzanmıştır. Işıklı tünelden ve zaman ve uzayın içinden geçmektedir. Işıklar hızlandıkça, Bowman’ın hayrete düşmüş bir halde, düpedüz bir terör yolculuğuna çıkar.
Başka bir boyuta geçiş için gerçek dünya emsali yoktur. Bulanık uydu görüntüleri yok, astronotlardan gelen birinci ağızdan haberler yok. Bu nedenle, 2001'deki yıldız geçidi bölümü, oradaki en şok edici, şaşırtıcı ve yaratıcı efektlerden biridir. Peki, bunu nasıl yaptılar?
BUNU NASIL YAPIYORLAR?
Uzun lafın kısası:
Yıldız geçidi bölümü, mekanik bir teçhizatın arkasına renkli asetatlar monte edilerek gerçekleştirildi. Bu ışıklı desenler, karşı taraftaki dar bir yarıktan görülebiliyordu. Kamera yarığa doğru hareket ederken, asetatlar ışığın önüne geçirildi. Her bir kamera aracı, tek bir çerçevenin yarısını açığa çıkardı. Geçit bölümünü tamamlamak için teknisyenler işlemi sürekli tekrarlamak zorunda kaldılar.
Uzun hikâyesi:
Michael Benson’ın Uzay Destanı: Stanley Kubrick, Arthur C. Clarke ve the Making of a Masterpiece’de anlatıldığı gibi, yıldız geçidi bölümüne yol açan ilk yaratıcı süreç, Christine Kubrick'in sözleriyle, "kesinlikle iğrençti." Bu mantıklı, çünkü küflü kimyasallarla dolu terk edilmiş bir sütyen fabrikasını başka nasıl tarif edersiniz?
2001'in prodüksiyonuna başlaması gereken finansal gerçekle boğuşan Stanley Kubrick, bir avuç ön test çekimini tamamlamak için yola çıktı. Effects-U-All adlı küçük bir VFX teçhizatı kiralayarak, terk edilmiş bir sütyen fabrikası tuttu ve bir kimyasal laboratuvara dönüştürdü. Ekip, muz gibi kokmasıyla ünlü, 2. Dünya Savaşı döneminden kalma zehirli bir boya inceltici olan siyah mürekkep ve izoamil asetat tankları kurdu.
Efekt ekibi, tankları yüksek yoğunluklu film ışıklarıyla çevreledi, ters çekim yaptı ve kamerayı çok fazla çalıştırdı. Teknisyenler kürdan ile fıçılara beyaz boya ve cila damlattı. Tinerle reaksiyona giren damlalar, devasa kozmik olayları taklit eden galaktik dallar, ölen yıldızlar ve patlayıcı bulutsular gibi şekiller üretti. Ne yazık ki, sıcak ışıklar da bakteri üremesine neden olan hoş olmayan bir yan etkiye sahipti. Kubrick, bu ”damla" efektlerinden bazılarını New York'ta küçük karanlık bir odada çekti. Ve bu görüntülerden bazıları onu son yıldız geçidi bölümüne dönüştürdü.
O zamanlar sadece yirmi üç yaşında olan Douglas Trumbull, filmin yapım öncesi araştırması için sözleşmeli olarak çalışıyordu. Proje İngiltere'ye taşındığında, Trumbull çat kapı Kubrick'i aradı ve proje üzerinde çalışmaya devam edip edemeyeceğini sordu. Kubrick, sonraki iki buçuk yılını filmin dört görsel efekt süpervizöründen biri olarak geçiren Trumbull'u işe aldı.
Kubrick'in yıldız geçidi bölümü için görüşü belli belirsiz bir şekilde “kameranın bir şeyden geçmesini" istemekti. Trumbull'un ne yapmayı planladığına dair denemelerini gördükten sonra (ki bu fragmanda – belki – bir an için görülebilir), Kubrick Trumbull'a ilerlemesi için yetki verdi.
Yıldız geçidi bölümü, stop-motion animasyonu, "yarık tarama" ve çizgi fotoğrafçılığının temel ilkelerini birleştiren bir teçhizat kullanılarak gerçekleştirildi.
Geceleri hareketli bir arabanın uzun metrajlı fotoğrafını çektiğinizi hayal edin. Ortaya çıkan görüntüde, farlar uzun, aydınlatılmış bir çubuk olarak görünecektir. Bir araba yerine, dikey bir floresan tüpe uzun süre maruz kaldıysanız, parlak bir çizgi yerine sağlam bir ışık düzlemine sahip olursunuz. Ayrıca, bu tüpü ayarlayıp açıp kapatabilseydiniz, desenli bir ışık düzleminin fotoğrafını çekebilirdiniz. Bu, yıldız geçidi etkisinin arkasındaki temel fikirdir.
Trumbull'un kendi açıklamasında belirtildiği gibi, uzun pozlama kamerası, ince bir yarık hariç, doğrudan siyah maskeli bir tabakaya doğru yönlendirilmiş bir parçaya monte edildi. Cinefex Dergisi #85'e göre, son yapı, içine dar bir açıklık kesilmiş altı metrelik dönebilen sac bir dikdörtgenden oluşuyordu. Bu tabaka mekanize halde olan on iki ayak uzunluğunda bir cam panelin önünde durdu. Bu panel arkadan aydınlatılmış ve saydamlar, selüloit jeller gibi çeşitli ışık ileten malzemelerle yapıştırılmıştır. Jerome Agel’in 1970 tarihli önemli yazısı The Making of Kubrick’s 2001’de belirtildiği gibi yıldız geçidi çalışması, optik sanat resimlerinden mimari çizimlere, elektrik devrelerinin baskılarına kadar her şeyin yüksek kontrastlı negatiflerini içeriyordu.
Trumbull, Cinefex'e konuşurken “Oda tamamen siyah boyanmıştı" diye hatırlıyor. “Yarığımızı arkasında doğrudan bir ışık kaynağı ile diktik. Daha sonra yarığa giden bir parça inşa ettik ve üzerine bir film karesinde açık kalabilen bir deklanşör ile 65 mm'lik bir kamera monte ettik. Yarıktan gelen aydınlatmayı modüle etmek için, kamera ona doğru hareket ederken yarığın arkasına kayacak yüksek kontrastlı negatif asetatlar kullandık.”
Trumbull şöyle devam ediyor: "Bu sanat eserini arkadan aydınlatmalı bir yarığın arkasına taşıyarak, ışığı etkili bir şekilde açıp kapatabildik. Bunu yaparken, kamerayı her pozlama için tam on dört fit boyunca yarığa doğru hareket ettirdik. Pozlama başına yaklaşık kırk beş saniye ila bir dakika sürdü ve her kare iki pozlamadan oluşuyordu.”
Trumbull'un altını çizdiği gibi, kamera temelde otomatikti. Bu, kameranın cam düzlemde zorluk çıkarmasını engelleyen bir fren sistemi içeriyordu. Küçük bir hızlandırıcı motor, bölüm boyunca yıldız geçidinin hızını kademeli olarak arttırdı. Trumbull, “Çoğu zaman bu kamera bir çekim yapmak için sürekli olarak otuz altı saat çalışacaktı” diye ifade ediyor. “Hep birlikte, yarık tarama görüntüleri üzerinde çalışmak için en az altı ay harcadık.”
Başka bir deyişle, Trumbull'un teçhizatı bir kamerayı içten dışa çeviriyordu; deklanşörü gerçek dünyada fiziksel bir yarık olarak dışsallaştırmak. Bunun etkisi, Trumbull'un bizzat TIFF Bell Lightbox'taki bir konferansta belirttiği gibi, "Bir kameranın ne yapması gerektiği kavramını tamamen yerle bir etti."
Kamerayı uzun pozlama ile ışık kaynağına doğru takip ederek, ortaya çıkan ışık çizgileri tek bir noktadan kameraya doğru hareket ediyor gibi görünüyor. Kısacası, bu, özel fotoğraf efektleri süpervizörü Con Pederson tarafından Kubrick'e 1965 tarihli bir mektupta açıklandığı gibi, yarık taramanın nihai nimetidir: “Tek bir başlangıç elemanından, iki veya üç boyutlu konfigürasyonlarda pürüzsüz, sürekli hareket varyasyonlarını simüle edebilir.”
Aynı mektupta Pederson, tekniğin filmin sonunu çözümleme konusunda yardımcı olabileceğini varsayar. Gerçekten de, yıldız geçidi bölümünün nasıl tanıtılacağı konusu asla net değildi. Örneğin, bir senaryoda, Dave'in mekiği monolitin kendisinden geçecekti. Sonunda, bir yıldız manzarasıyla birlikte tamamen siyahlığa bürünmeye başlayan yarık tarama görüntülerinin projeksiyonları bir çözüm sağladı. Geçiş ”harika görünüyordu" diye hatırlıyor Trumbull.
Filmmaker IQ'daki iyi insanların belirttiği gibi, yarık taramalı fotoğrafçılığın zaman ve mekânı büken yönleri, Dr. Bowman'ın yıldız kapısından hızla geçerken ekrandaki deneyimini şiirsel bir şekilde yansıtıyor. Ve Bowman'dan bahsetmişken, hayatta kalan astronotun ara-çekim fotoğraflarının aslında resmi bir amaca hizmet ettiğini belirtmek gerekir. Şöyle ki: yarık tarama görüntülerini dikey bir eksenden yatay bir eksene çevirmek için.
İskoçya ve Monument Valley'in ayarlanmış alan görüntüleri, bölümü tamamlayan garip renkli manzaraları oluşturuyor. Efekt teknisyenleri, üç şeritli teknik renkli işlemi optik bir yazıcıda rastgele karıştırarak, çağrıştıran renk kombinasyonları üretebildiler.
ÖRNEĞİ NEDİR?
Yarık tarama fotoğrafçılığı 1800'lerin ortalarından beri bazı varyasyonlarda olmuştur. Teknik, nesne ile fotoğraf düzlemi arasında kayan bir yarık yerleştirmeyi içerir. Bu, yarığın çerçevenin bir tarafından diğerine geçerkenki fotoğraf ortamını yavaş yavaş ortaya çıkarır. Trumbull'ın, 2001'de yıldız geçidi bölümünde yarığı kameranın dışına yerleştirmesi bir yenilikti. Aslında, 2009 yılında, Kamera Operatörleri Derneği, Trumbull'u özellikle yarık-taramalı film fotoğrafçılığı üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı teknik bir başarı ile ödüllendirdi.
Yarık tarama tekniğinin ilk kullanımlarından biri panoramik fotoğrafçılıktı. 19. yüzyılın ortalarında, görüntüleri yavaş yavaş sert cam plakalara maruz bırakacak olan “salıncak lensleri” içeren birden fazla kamera görüldü. Bununla birlikte, daha esnek film stoğu erişilebilir hale geldikçe, yarık taramanın popülaritesi arttı. Bu da, film alt bölümden geçerken yarığın sabit kaldığı bir süreç olan şerit fotoğrafçılığına dönüştü. Bu, özellikle yarış pistlerinde kazananları belirlemede faydalıydı; mekânsal ilişkilerden ziyade geçici ilişkiler kaydı, panorama'nın piç çocuğu ve zaman aşımı gibi.
Yarık tarama fotoğrafçılığı, 1964 New York Dünya Fuarı'nda sinema filminde kendine yer buldu. To The Moon and Beyond; eski Disney animatörü Lester Novros tarafından işletilen ve NASA'ya teknik film çeken Graphics Films tarafından yaratıldı. Özel efekt ekibinin ikna edici görselleri, 2001 için ön konseptler üzerinde çalışmak üzere Graphic Films ekibiyle (Trumbull dahil) anlaşan Kubrick'i etkiledi.
Trumbull, 2001 yıldız geçidi bölümünün doğrudan ilham kaynağı olarak avangart animatör John Whitney'i gösteriyor. Okuyucular, Whitney'in Alfred Hitchock'un Vertigosu çalışmasının açılış bölümünü biliyor olabilir. Bu, bir filmdeki bilgisayar animasyonunun ilk örneklerinden biridir (söz konusu bilgisayar 2. Dünya Savaşı'nda uçaksavar hedefleme sistemiydi).
1960'larda Whitney, mekanize cihazlar tarafından harekete geçirilen sanat eserlerinin uzun pozlamalarını denedi (1961’in Kataloğunda anımsatıcı olarak uygulandı). Whitney'nin uzun süre mekanize olan maruziyetle ilgili deneyleri, dilim taramayla birleştiğinde, Trumbull'un 2001'deki yıldız geçidi etkisi yaklaşımının temelini oluşturur.
Kaynak: https://filmschoolrejects.com/2001-a-space-odyssey-stargate