İslamo faşizm
Dincilik ile aşırı milliyetçilik ve şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşist hareket kutsallığa dayalı bir siyaset kültürüne dayanır. Böylece halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı kutsal değerlerin istismarı üzerinden her türden siyasal itirazı bastırır. Merdan Yanardağ yaptığı saptamadaki mağdur öznelerden biri olarak haksız biçimde cezaevinde tutuluyor. Elbet bitecek bu zulüm. Bitireceğiz.
Ufuk Akkuş
Eskinin artık hükmünü yitirdiği, üzerimize bir kabus gibi çöktüğü, ancak yeninin bir türlü doğamadığı günlerden geçiyoruz. Kapitalist sistemin sonucu olan yıkımların giderek büyümesi ve sistemin insanlığa artık vaat edecek bir argümanın kalmadığı günümüzde yukarıdaki saptama bütün dünya için geçerlidir diyebiliriz. Sistem varlığını ancak ya hegemonik tarzda, yani rıza üreterek ya da zor ve baskıyla sürdürebilir. Sermaye egemenliğinin sürmesi için ülkeyi yönetenler gereklilik ölçüsünde zaman zaman değişik dozlarda bu yönetim tarzlarından birini ya da diğerini ya da ikisini aynı anda kullana gelmiştir. Dünya genelinden farklı olarak ülkemizde hegemonik yönetim anlayışı içinde dini değerlerin siyasi iktidar tarafından kullanılmasının, eskinin sürdürülmesinde çok önemli bir işleve sahip olduğunu söyleyebilirim.
Merdan Yanardağ, “İslamo-Faşizm” kitabında bir yönetim aracı olarak İslamo-faşizm diye nitelediği düzeneğin AKP iktidarı tarafından sistemin devamında ve karşı devrimin yerleşmesinde nasıl etkili bir silah olarak kullanıldığını ortaya koyuyor. İslamo-faşizmin tarihsel, siyasal, ideolojik, kültürel ve ekonomik kaynaklarını gözden geçiriyor ve karşı devrimi yenilgiye uğratmanın ancak onun doğru bir analiz ve tanımının yapılmasına bağlı olduğunu dile getiriyor.
Yanardağ’a göre, faşizmin son tahlilde “tekelci sermayenin gerici ve aşırı milliyetçi kesimlerinin “terörist diktatörlüğü” şeklindeki yaygın tanımı eksiktir. Çünkü bu tanım faşizmin sınıfsal özüne ve nihai hedefine vurgu yapmış, fakat faşizmi geliştiren dinamiklerin kitle temelinin özelliklerine, bu hareketin sosyolojik nedenlerine, kültürel ve tarihsel derinliklerine ilgisiz kalmıştır. Bu yüzden siyasal islamcılığın kolaylıkla faşist ideolojinin girdisine dönüşebileceği, dahası dinciliğin giderek kapsayıcı ve kitleleri sürükleyici bir rol oynayabileceği görüşü gözden uzak kalabilmiştir. III. Enternasyonel tarafından 1935 yılında yapılan faşizm tanımı Georgi Dimitrov tarafından şöyle formüle edilmişti. “Faşizm; finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık zorba (terörist) diktatörlüğüdür. Yanardağ, bu tanımın ekonomist ve aşırı genelleyici olduğunu vurguluyor ve tanımın sadece teorik ve akademik tartışma alanında kalmadığını, dünyada ve Türkiye’de sosyalist hareketlerin ittifaklar politikasından mücadele taktiklerine kadar somut politik pratikleri belirlediğini belirtiyor.
1940’lı yıllarda soğuk savaş döneminde gelişen faşizm antikomünizmi asıl mücadele alanı olarak belirledi. NATO’nun kendisi ve NATO’ya bağlı kontrgerilla gibi örgütler aracılığı ile sosyalizmin yayılmasını engellemek için pek çok ülkede operasyonlar düzenlendi, askeri darbeleri desteklendi. Yanardağ, Alman Nazizm’inden etkilenen Türk milliyetçiliğinin de söz konusu faşist çizgiyi sürdürdüğünü, kentli, aydınlanmacı, kültürel ulus tanımının aksine taşra milliyetçiliği üzerinden yürütülen tutucu ve ırkçı bir yapıya sahip olduğunu iddia ediyor. Bu zemin de ülkücü hareketi İslamcılığa taşımıştır. Türkçülükten İslamcılığa doğru yaşanan bu serüven 12 Eylül darbecilerinin ideolojisi olarak “Türk-İslam Sentezi” denilen çizgiyi oluşturdu. Sonrasında da AKP iktidarıyla birlikte İslamo-faşist anlayışa evrildi. İslamo-faşist milliyetçilik siyasi dinci hareket ile Atlantik imalatı ülkücü milliyetçiliğin sentezidir. Halkın kutsal inançlarını totaliter ve faşist bir rejim kurmak için istismar eden İslamo-faşizm taşra sermayesinin de içinde yer aldığı yeni yükselen saldırgan ve yağmacı burjuvazinin gerici ve despotik rejimidir.
Milliyetçi ya da İslamcı bütün faşist hareketler, dışlayıcı, yabancılaştırıcı, düşmanlaştırıcı ve saldırgandır. İtalya’da milliyetçilik kutsal devlete, Nazi Almanya’sında üstün ırk anlayışına dayandırılmıştı. Ülkücü milliyetçilik ise Türk tarihinden beslenen cihan hakimiyeti mitosuna, Tanrı tarafından görevlendirilmiş ırk anlayışına, kutsal devlet şartlanmasına dayanır. Yanardağ’ın islamcı faşizmin en önemli ideologu olarak nitelediği Necip Fazıl Kısakürek’in “Başyüce” dediği Tanrı tarafından seçilmiş ve bu anlamda kutsallık atfedilen lidere/şefe dayanır. Şefe kayıtsız şartsız bağlılık üzerine inşa edilen milliyetçi ve dinci ahlak, demokrasiyi değil totalitarizmi kutsar.
Yanardağ, İslamo-faşizmin ideolojik kaynakları içine Kısakürek’e ilave olarak Seyid Ahmet Arvasi ve Erol Güngör’ü de katar ve Atatürk’ün karşısına yeni kurucu ata olarak konulmaya çalışılan Abdülhamitçiliğin yanı sıra Müslüman Kardeşler ile AKP arasındaki ilişkiler dikkate alınmadan yapılacak analizin eksik kalacağını öne sürer.
Gericilik ile hesaplaşmasını tamamlayamayan ve devrimini yarım bırakan toplumların karşılaştığı sorunlarla mücadele ettiğimizi söyleyen Yanardağ’a göre anayasanın, yasanın, hukukun ve kuralların dikkate alınmadığı bir dönemden geçiyoruz. Diğer bir deyimle ülke İslamcı-faşizan bir rejimin inşa sürecini yaşamaktadır. Yanardağ’ın önerdiği çözüm; kötülüğü örgütleyip toplumsallaştırarak iktidara taşıyanlara karşı gerektiğinde kavgayı göze almak ve İslamo-faşizmi sokakta da durdurma cesaretine, siyasi kararlılığa sahip olmaktır.
Yanardağ’ın, 1908-1930’lar arası gelişen burjuva devriminin henüz tamamlanmadığı konusundaki düşüncesi İslamo-faşizan düşünceye karşı mücadelenin de demokrasiyi hedef alan bir hat izlemesi ve yarım kalan burjuva devriminin tamamlanmasını sağlayacak biçimde olması gerektiğini öne sürüyor. Bunun için de Cumhuriyet burjuvazisinin önemli bir bölümü ile emekçilerin, seküler milliyetçilerin, merkez sağ, merkez sol ve sosyalistlerin çıkarlarının ve taleplerinin örtüştüğü ilginç bir tarihsel dönemeçten geçtiğimizi iddia ediyor. Uzun ve açıklayıcı açıklamalar gerektiren bu düşünceye katılmadığımı belirterek geçeyim. Kültürel öğeleri öne çıkaran bu anlayışın işçi sınıfının çıkarları ve sınıf mücadelesinin çok dışında bir görüş olduğunu belirtmekle yetineyim şimdilik. Yanardağ’ın kitabında katılmadığım bir diğer görüş ise dini vesayete bakışı konusundaki düşünceleridir. Yanardağ’ın dini vesayete karşı mücadeleyi öne çıkarırken İslamofobi çağrışımına mahal vermeyecek bir çerçeveyi yeterince çizmediği kanısındayım. Dini kullanarak iktidarı ele geçirme ve sürdürmenin yanı sıra dini değerlerin tevekkül ve rıza üreten yapısı, sınıf mücadelesini engelleyici bir araç olarak kullanılması gibi unsurlar deşifre edilerek bu anlayışla mücadele edilmelidir elbette, ancak var olan kirli düzenin yıkılıp eşit ve özgür insanların dünyasını kurmadan dini vesayetin tamamen ortadan kalkması mümkün değildir.
Merdan Yanardağ’ın İslamo-Faşizm” kitabı kendi deyimiyle akademik bir egzersiz olmayıp sürece siyasal ve entelektüel bir müdahaledir. İçinden geçtiğimiz bunalım çağından çıkış için doğru saptamalar ve de geliştirilen teorik çerçeveye özgü mücadele yolları bulmak zorundayız. Ama öncelikle her konunun özgürce tartışılması, siyasi iktidara karşı her eleştirinin cezai yaptırımla sonuçlanmasını engelleyecek politik ve kitlesel bir hattı oluşturmak için kafa yormamız gerekmektedir diye düşünüyorum.
KÜNYE: Merdan Yanardağ, İslamo-Faşizm, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2023, 181 sayfa