İslamcı hareketin İsrail ikiyüzlülüğü: 5 maddede Mavi Marmara olayı

İslamcı hareketin İsrail ikiyüzlülüğü: 5 maddede Mavi Marmara olayı

Mavi Marmara krizinin ardından “normalleşme” sürecine giren AKP ile İsrail ilişkileri, ABD’nin Kudüs kararıyla birlikte bir kez daha gerildi. Peki Mavi Marmara krizinde neler yaşanmıştı? İşte tüm boyutlarıyla Mavi Marmara olayı…

İleri Haber

ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma ve ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı, İsrail-Filistin sorununu bir kez daha dünyanın gündemine taşıdı. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesi karara tepki gösterirken, Arap ülkeleri ve Türkiye’den de karara yönelik tepkiler gecikmedi. 

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da tartışmaya ilişkin açıklamasında, ABD’nin kararını tanımadıklarını belirtirken, “İsrail bir işgal devletidir. İsrail bir terör devletidir” ifadelerini kullandı. Erdoğan’ın bu çıkışı, Mavi Marmara krizinin ardından “normalleşme” sürecine giren İsrail ile ilişkilerin bir kez daha gerilmesine neden oldu. 

1990’larda artan ve 2000’lerde AKP iktidarıyla birlikte yükselişe geçen Türkiye-İsrail ilişkileri, 2010’da İsrail’in Gazze’ye yardım götüren filoya yönelik saldırısıyla birlikte kesintiye uğramıştı. İsrail ile yaşanan kriz, 2016 yılında imzalanan anlaşmayla birlikte sona ermişti.  

İSRAİL’İN MAVİ MARMARA SALDIRISI

Mavi Marmara krizinin başlangıcı, İsrail’in 2006 yılından Gazze’ye uyguladığı ablukaya kadar gidiyor. Abluka, kısa adıyla Hamas olarak bilinen silahlı İslami Direniş Hareketi’nin Gazze’de 2006’da düzenlenen seçimle birlikte yönetimi ele geçirmesiyle başladı. Hamas’ın silahlı saldırılarını bahane eden İsrail, seçimlerin ardından Gazze’ye yönelik insan ve mal akışını büyük ölçüde kısıtladı. Abluka sürecinde İsrail, Hamas’ın 3 İsrail vatandaşını öldürmesini bahane ederek “Dökme Kurşun Operasyonu” adını verdikleri saldırıyla 22 gün boyunca Gazze’yi işgal etti. İsrail’in saldırılarında 1133 Filistinli hayatını kaybetti, 4 binden fazla Filistinli yaralandı. 

İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukası devam ederken, abluka altındaki Gazze’nin durumuna dikkat çekmek amacıyla aralarında Avrupalı parlamenterin de bulunduğu insan hakları savunucuları tarafından Özgür Gazze Hareketi (Free Gaza Movement) kuruldu. Hareket, 2008 yılından 2010’a kadar 4 defa Gazze’ye yönelik ablukayı denizden delmeye çalıştı. Gazze’ye gönderilen gemilerin 2’si hedefe ulaşırken, son iki gemi İsrail tarafından engellendi. 

2010 yılının mayıs ayında ise Türkiye’den İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı ile başka ülkelerden farklı grupların da katılımıyla Özgür Gazze Hareketi öncülüğünde bir filo hazırlandı. Küçük yolcu gemilerinden oluşan filoya, İHH tarafından İstanbul Deniz Otobüsleri AŞ’den 800 bin dolara satın alınan Afrika ülkesi Komorlar bandıralı büyük bir yolcu gemisi olarak Mavi Marmara da dahil edildi. Altı gemiden oluşan filo, 30 Mayıs 2010 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti açıklarından Gazze’ye doğru yola çıktı. 750 kişilik yolcu ekibinin büyük bir kısmı Mavi Marmara ile seyahat ediyordu. 

Henüz filo uluslararası sulardayken gece saatlerinden itibaren İsrail Deniz Kuvvetleri’ne bağlı birliklerin tacizleri başladı. İsrail askerleri, uyarılarına rağmen yola devam eden gemiye sabaha karşı saat 04.30 sıralarında gemiye çıkarak ateş açmaya başladı. İsrail askerlerinin saldırısında hepsi Türk vatandaşı olan 10 kişi hayatını kaybetti, 56 kişi yaralandı. 

İsrail askerleri saldırının ardından filodaki gemileri Aşdod’daki limana çekti. Gemilerdeki yolcular burada İsrail askerleri tarafından gözaltına alınarak hapishaneye götürüldü. İzleyen günlerde yapılan sorgulamaların ardından yolcular sınırdışı edildi. 7 Ağustos 2010 tarihinde de İsrail’in serbest bıraktığı gemiler İskenderun Limanı’na demirledi. Mavi Marmara gemisinde, bazıları İsrailli yetkililerden tarafından kapatılmaya çalışılmış 250 mermi deliği tespit edildi. 

TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNDE KESİNTİ

İsrail askerlerinin filoya saldırısının ardından, Türkiye-İsrail ile ilişkileri tarihin en düşük seviyesine çekildi. Dönemin başbakanı Erdoğan saldırıya ilişkin yaptığı ilk açıklamada şu ifadeleri kullandı:

İsrail tarafından yapılan bu saldırı, gerekçesi ne olursa olsun uluslararası hukuka tamamen aykırı bir devlet terörüdür, mevcut İsrail hükümetinin bölgede barış istemediğini açık ve net olarak ortaya koymuştur. Bu, bölge barışını tehdit ettiği kadar, kendi halkına da huzur getirmeyecek bir davranıştır. Bu insanlık dışı saldırıya sessiz ve tepkisiz kalmayacağımızın bilinmesi gerekir.

Türkiye’nin saldırının ardından ilk adım ise diplomatik temsilcilikte seviyenin düşürülmesi oldu. İsrail Büyükelçiliği Türkiye’ye çağrılırken, diplomatik ilişkiler ikinci katip düzeyine indirildi. Bu adımı ise özellikle 1990’larda artırılan İsrail ile askeri anlaşmaların tümünün askıyı alınması izledi. Türkiye son olarak ise 2011 yılında İsrail Büyükelçisini ülkesine gönderdi. 

AKP hükümeti, saldırının ardından İsrail’e üç talep iletti. İlk olarak Mavi Marmara saldırısına ilişkin olarak İsrail’den özür ve saldırıda öldürülenler için tazminat talep edildi. İsrail hükümeti ilk etapta bu taleplere ret cevabı verirken, Türkiye ayrıca Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılmasını istedi.

İSRAİL’E MAVİ MARMARA DAVASI

İsrail’in Mavi Marmara saldırısının ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yapılan başvurular çerçevesinde olayla ilgili soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında hazırlanan iddianame 29 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İddianamede, “saldırı emrini vererek suça azmettirdikleri” gerekçesiyle “kasten öldürme, öldürmeye teşebbüs, nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” gibi suçlamalarla İsrail Genelkurmay Dönem Başkanı Korgeneral Gavriel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Eliezer Marom, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Tuğgeneral Avishai Levi, İsrail İstihbarat Başkanı Tümgeneral Amos Yadlin hakkında binlerce yıla varan hapis cezaları talep edildi. 

İlk duruşması 6,7 ve 9 Kasım 2012 tarihlerinde görülen dava kapsamında sanık konumundaki İsrailli komutanlara Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla iddianame tebliğ edilse de İsrail hükümeti tarafından dava formalite olarak görüldü. Davanın 26 Mayıs 2014 tarihli duruşmasında ise mahkeme heyeti, İsrail komutanlar hakkında tutuklama kararı ve bu karara istinaden yakalama kararı çıkardı. Ancak bu karar Adalet Bakanlığı tarafından Interpol’e iletilmedi.

Dava süreci devam ederken AKP hükümeti ile İsrail arasında 2013 yılından bu yana sürdürülen “normalleşme süreci” kapsamında 28 Haziran 2016 tarihinde bir anlaşma imzalandı. Anlaşma kapsamında Türkiye’nin davayı düşürmesi karşılığında İsrail’in saldırıda ölen ve yaralananlar için 20 milyon dolar tazminat ödemesi kararlaştırıldı. Bu kararın ardından İsrail tarafından Ankara’da oluşturulan bir fona 20 milyon dolar aktarıldı ve bu fon üzerinden ailelere paylaştırıldı. 

Davanın 2 Aralık 2016 tarihli duruşmasında  ise savcılık, anlaşma nedeniyle davanın düşürülmesini talep etti. Davanın 9 Aralık 2016 tarihindeki duruşmasında da mahkeme heyeti savcılığın talebini değerlendirerek davayı düşürdü. Davada mağdur sıfatıyla yer alan kişiler ise karara itiraz ederek süreci istinaf mahkemesine taşıdılar. 

ERDOĞAN’DAN ÇARK: GİDERKEN BANA MI SORDUNUZ?

İsrail ile imzalanan tazminat anlaşması ve bu anlaşma kapsamında davanın düşürülmesi ise İHH ile AKP hükümeti arasında kriz çıkardı. Bugüne kadar AKP’nin başta Suriye’deki cihatçı gruplara destek vermek ve eğitimi dinselleştirmek için birlikte çalıştığı İHH ile arası açıldı. 

İHH’dan davanın düşürülmesine ilişkin yapılan açıklamada, “Umarız ki TBMM İsrailli katilleri affetmez. Mavi Marmara İslam dünyasında ve ezilen tüm halklara umut olmuştur. İnsanlığın ortak vicdanı haline gelmiş olan bu umudu canlı tutmak mesuliyetimizdir. Sözümüzü bir Filistin deyişiyle bitiriyoruz; ‘İsrail’le örtünen çıplak kalır.” ifadeleri kullanıldı. 

İHH’nın açıklaması AKP cephesinde soğuk duş etkisi yaratırken Erdoğan’dan cevap gecikmedi. Erdoğan 29 Haziran 2016 tarihinde sarayda düzenlediği iftar etkinliğinde yaptığı konuşmada, isim vermeden İHH’yı eleştirerek şunları söyledi:

Değerli kardeşlerim, Türkiye olarak biz hangi adımı atıyorsak atalım bu adım bilinmelidir ki her zaman karşılıklı milletlerin kazanımına dayalı bir adımdır. Hiçbir zaman hiçbir adımı tek taraflı düşünmedik. Kazan kazan esasına dayalı olarak bu adımları atmışızdır. Türkiye de kazanmalı Rusya da kazanmalı, İsrail de kazanmalı. Hassasiyetimiz olduğu gibi bundan sonra da devam edecektir. Fakat İsrail ile ilgili olayları bazıları farklı şekilde kaşıyorlar. Biz ilişkilerimizi niye kesmiştik. Peki, duruşumuzda o günden bu güne herhangi bir değişiklik oldu mu olmadı. Şimdi Obama’nın araya girmesiyle başlayan yeni süreç 3 başlık talebimiz vardı, özürdü bir tanesi, özür olayını bizzat Obama’nın yanında İsrail Başbakanı ifade ettiler. O günden bugüne üç yıl içerisinde İsrail tarafıyla görüşmeler oldu.

Niye anlatıyorum bunları? Hedef saptıranlar var. Duymayıp uyduranlar var. Vatandaşlarımız bunları bilsin istiyorum, olayı yaşayan benim. Sen neyi duydun, neyi gördün, neyi bildin? Söylemediğim şeyleri söylemiş gibi gösterenler var, akşam başka sabah başka konuşur çünkü bunlar. İkinci madde neydi? Dedik ki tazminat.

Görüşmeler yapıldı, 20 milyon dolar 10 şehidimiz için tazminat belirlendi. Siz daha fazlasına layıksınız diyorlar, kanın rakamı olur mu? Böyle bir tazminata karar verilmiş, alır veya almaz biz burada uluslarası bazda bir adım atıyoruz. Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için dönemin başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz? Edebi adabı içinde yaptık yapıyoruz.

Erdoğan’ın bu konuşmasının ardından da bu defa çark sırası İHH’ya geldi. İHH’dan konuya ilişkin yapılan “özür açıklamasında”, ilk açıklamanın çarpıtıldığı savunularak şunlar söylendi:

İsrail’le anlaşma konusunda vakfımızın çekincelerini ifade etmiştik. Özeti ‘İsrail’e güvenilmeyeceği’ olan açıklama bazı çevreler tarafından kasten yanlış taraflara çekilmiştir. Çekincelerimizi korumakla birlikte kamuoyunda yanlış anlaşılmalar oluştuğunu gözlemlemekteyiz. Açıklamanın sonunda ‘İsrail’le örtünen çıplak kalır’ atasözünün yanlış taraflara çekilerek kullanıldığını gördük. Bu söz asla sayın Cumhurbaşkanımız kastedilerek söylenmemiştir. Bunu kasten öyle imiş gibi göstermek kötü niyet izharıdır, bundan beriyiz. Bu sözden dolayı oluşan algı ve yanlış anlaşılmadan dolayı kamuoyundan özür diliyoruz.

İSRAİL İLE ‘NORMALLEŞME’ SÜRECİ

İsrail ile Mavi Marmara olayının ardından yaşanan kriz ise 2012 yılı itibariyle yerini “normalleşme” çalışmalarına bıraktı. Süreci başlatan ilk adım ise İsrail’in  14 Kasım 2012’de Gazze’ye yönelik başlattığı ve “Bulut Sütunu Operasyonu” adı verilen saldırının ardından atıldı. İsrail’in saldırıları 8 gün boyunca sürmüş ve 21 Kasım itibariyle sona eren saldırılardan geriye 190 ölü, 1500 yaralı kalmıştı. İsrail’in saldırısının sona ermesinden sadece 3 gün sonra 24 Kasım 2012’de İsviçre’de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun özel temsilcisi Joseph Ciechanover arasında gerçekleştirilen görüşme karşılık ilk adımdı. 

Bu görüşmenin ardından 22 Mart 2013 tarihinde ABD Başkanı Barack Obama’nın İsrail’i ziyareti sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Erdoğan arasında kritik bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi. Bu telefon görüşmesinde İsrail’in Türkiye’nin daha önce bildirdiği 3 talebinin kabul edildiği belirtildi. Dışişleri Bakanlığı tarafından telefon görüşmesine ilişkin şu bilgilerin yer aldığı detaylar paylaşıldı

İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD Başkanı Obama’nın İsrail’e gerçekleştirdiği ziyaret sırasında 22 Mart 2013 tarihinde, Başbakan olduğu dönemlerde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak; İsrail tarafından Mavi Marmara saldırısıyla ilgili olarak yürütülen ve bir dizi operasyonel hatanın yapıldığına işaret eden soruşturma ışığında, can kaybına veya yaralanmaya yol açan her türlü hatadan dolayı İsrail adına Türk halkından özür dilemiştir. Sayın Erdoğan bu özrü Türk halkı adına kabul etmiştir. İsrail, hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerine tazminat ödemeyi de kabul etmiştir. Ayrıca, sivil halkın kullanacağı malların Gazze dahil Filistin topraklarına girişine ilişkin kısıtlamaları esas itibariyle kaldırdığı ve sükunet devam ettiği müddetçe bu durumun da devam edeceğine ilişkin taahhütte bulunmuştur. Bu çerçevede, Filistin topraklarındaki insani durumun iyileştirilmesi için birlikte çalışmaya devam etme konusunda mutabık kalınmıştır. 

Erdoğan ile Netanyahu arasındaki telefon görüşmesinin ardından başlatılan birebir görüşme süreci 24 Haziran 2015’te Roma’da Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sinirlioğlu ile İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold arasında gerçekleştirilen görüşmeyle devam etti. Bu görüşmeden 1 yıl sonra 26 Haziran 2016 tarihinde ise İsrail ile mutabakata varıldığı duyuruldu. Mutabakat çerçevesinde 28 Haziran 2016’da İsrail’in Mavi Marmara saldırısında hayatını kaybedenlerin yakınlarına ödeyeceği tazminat kapsamında “Tazminata İlişkin Usul Anlaşması” imzalandı. Bu anlaşmanın ardından da Türkiye’de görülen dava düşürüldü. 

Anlaşmanın ilk etkisi tazminatın ödenmesi olurken, bunu büyükelçilerin karşılıklı atanması izledi. Anlaşma kapsamında ayrıca Türkiye’nin Gazze’ye gönderdiği insani yardımlar Aşdod limanı üzerinden ulaştırılmaya başlandı. 

Anlaşmada yer almasa “normalleşme süreci” en önemli etkisini iki ülke arasındaki ticarette gösterdi. İsrail ile kriz döneminde bile iki ülke arasındaki ticaret artarken, İsrail’in Doğu Akdeniz’deki Leviathan yataklarından çıkardığı gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması amacıyla bir boru hattı konusunda mutabakata varıldı. Buna göre, yaklaşık 3 milyar dolarlık maliyetle inşa edilecek hattan yılda 10-20 milyar metreküp gazın taşınması hedefleniyor.