İnsan hakları ihlalleri: Yargı reformu çözüm mü? İşte AKP iktidarının hak ihlali bilançosu!

İnsan hakları ihlalleri: Yargı reformu çözüm mü? İşte AKP iktidarının hak ihlali bilançosu!

AKP, uzun süredir tartışmaları süren yargı reformuyla insan hakları ihlallerinin önüne geçilebileceğini iddia ettiği 'yeni bir insan hakları eylem planı' çalışmalarının sinyalini verirken; AKP iktidarındaki insan hakları ihlallerini ve yargı reformunun gerçekten çözüm olup olamayacağını İHD İstanbul Şubesi Başkanı Av. Gülseren Yoleri'yle konuştuk.

İzel Sezer - @izelsezer

Bir süredir yargı reformu tartışmaları sürerken, geçtiğimiz günlerde AKP Sözcüsü Ömer Çelik, AKP’nin bireysel hak ve özgürlüklerin artırılmasıyla ilgili çalışma yapacaklarını iddia ederek "Yeni bir insan hakları eylem planı hazırlanacak. İktidarlarımız dönemine damgasını vuracak işlerden bir tanesi olacak" demişti. 

Peki iktidarda olduğu günden bu yana yaklaşık 50 bin kişinin yaşam hakkının ihlal edildiği AKP, insan haklarına ilişkin çalışma yapma konusunda samimi mi? Yargı reformu gerçekten çözüm mü? İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Avukat Gülseren Yoleri’ye sorduk…

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, geçtiğimiz günlerde "Yeni bir insan hakları eylem planı hazırlanacak. İktidarlarımız dönemine damgasını vuracak işlerden bir tanesi olacak" dedi. Sizce AKP'nin yargı reformu çözüm mü?

Her şeyden önce bir çözüm olmadığını söylemek istiyorum tabii ki. Bir çözüm değil çünkü, her şeyden önce kapsayıcı bir reform paketi değil ve çok can yakıcı pek çok sorunu göz ardı eden bir reform çalışmasından söz ediyoruz. Çok temel noktaları gözden kaçıran ya da görmek istemeyen bir yerden tartışmalar sürdürülüyor. Bugün on binlerce kişinin Türkiye'de af beklentisi var. Hapishanelerde, Adalet Bakanlığı tarafından son rakamlar açıklanmadı ama 285 bin ile 300 bin civarında mahpusun olduğu ifade ediliyor. Bu sayının en az 80 bininin arttırılmış kapasitenin de üzerinde bir sayıyı oluşturduğunu biliyoruz. 

Gerek hasta mahpuslar açısından, gerek uzun süredir tartışılan yargılamanın yenilenmesi talepleri açısından -ki oldukça önemli bir talep- geçmiş dönemde devlet güvenlik mahkemeleri tarafından ve özel yetkili mahkemeler tarafından soruşturulmuş, yargılanmış, hakkında ceza verilmiş kişilerin dosyalarını yeniden ele alınması talebini içeren bir talep bu yeniden yargılama meselesi ve bu noktada AİHM'nin, özellikle Özel Yetkili Mahkemeler ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde askeri hakim meselesini de katarak adil yargılama hakkının bu mahkemelerde ihlal edildiğine dair kararlarının olmasına rağmen maalesef bugün yeniden yargılanma hakkı, bu kişilerden pek azına uygulanıyor. Burada da ayrımcı bazı uygulamalar kamuoyuna yansıdı.

‘ADLİ VE SİYASİ MAHPUSLARA FARKLI İNFAZ UYGULAMASI VAR’

‘Bu hak, Hizbullah'tan ceza almış kişilerin davalarında uygulanırken diğer muhalif kesime uygulanmadı’ yönünde eleştiriler de var bugün kamuoyuna yansıyan. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarıyla ilgili ciddi eleştiriler var. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan adli mahpuslar ve siyasi mahpuslara farklı infaz uygulaması var. Bugün halihazırda siz terörle ilişkilendiren bir suçtan dolayı bu cezayı almışsanız ömrünüzü hapishanede geçirmek zorundasınız. AİHM, bu tür konularda yapılan başvurularda hapishaneden çıkma ihtimali barındırmadığı için bu cezanın, yani umut hakkını ihlal ettiğini dolayısıyla da mutlaka Türkiye'nin bu konuda bir düzenleme yapması gerektiğini ifade eden kararları da mevcut. Ama buna rağmen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının bu ayrımcı uygulamasının ortadan kaldırılması için bir düzenleme öngörülmüyor.

‘TEMYİZ BAŞVURUSU YAPILABİLİR HALE GETİRİLMESİ İMKAN GİBİ SUNULUYOR’

Düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlal edilmesine yönelik bir düzenleme öngörülmüyor ama mesela bu davaların temyiz başvurusu yapılabilir hale getirilmesi de bugün bir imkan gibi sunuluyor. O yüzden burada asıl sorunu çözmezseniz, bu, arkadan yine aynı sorunu yaşayan binlerce insanın geleceği anlamına gelir. Dolayısıyla sorunu çözmeyi değil, bugün bu sorunu yaşayanların -örneğin bu sebeple tutuklu olanların- yargılanmalarıyla ya da tutuksuzluklarıyla ilgili bir imkan olarak ortaya böyle bir önerme getirilmiş oluyor.

‘TÜRKİYE’DE YAŞAYAN HERKES YARGININ KARARINI SİYASETİN ETKİLEDİĞİNİ BİLİYOR’

Türkiye'de bugün çok önemli sorunlardan bir tanesi yargı bağımsızlığı. Bu konuda AİHM'in verdiği bazı kararlar olduğunu söyledik, özellikle devlet yetkili mahkemeleri ve özel mahkemelerle ilgili ama Türkiye'de sadece bu mahkemelerle ilgili bir yargı bağımsızlığı tartışması yürümüyor. Şu anda yargının her mekanizmasında bir yargı bağımsızlığı sorunu olduğunu biliyoruz. Bu, artık herkesin malumu olan bir şey. Siyasi iktidarın açık yönlendirmesinin artık hiç kimse tarafından reddedilemediği bir süreçteyiz. Türkiye'de yaşayan herkes biliyor ki yargı bir karar verirken siyaset bunu etkileyebiliyor ve bunu açıktan yapabiliyor. Yargı bağımsızlığı meselesinin çözülmemesi, bir takım kurullar var yargı bağımsızlığını etkileyen mesela HSK gibi bu kurumların yapılarının tamamen siyasete bağımlı hale getirilmiş olması dolayısıyla yapısal değişikliklerin yapılması gerektiği gibi, insan  hakları sorunları için en temel sorun ifade özgürlüğü engellerine ilişkin, örgütlenme özgürlüğü, artık kullanılamayan toplanma ve gösteri hakkı var... Bütün bunlar ciddi anlamda ihlal edilirken şimdi bir yargı reformu yazacaksınız, bunları görmezden geleceksiniz. Gerçek sorunu çözme noktasında da görmezden geleceksiniz. Bütün bu konuştuğumuz meseleler insan hakları ihlallerinin temelini oluşturuyor. Bunlara çözüm üretmeden insan haklarını iyileştirmek, insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak gibi bir iddianın bir anlamı olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu aşamada İHD merkezi düzeyde bu konuda bir çalışma yaptı hem eylem planına ilişkin hem de yargı reformuna ilişkin. Tüm bunlarda temel bazı değişikliklerin ihtiyaç olduğunun altını çizdik. 

‘7. MADDE REVİZE EDİLMEMELİ, TAMAMEN ORTADAN KALDIRILMALI’

Mesela düşünce ve ifade özgürlüğü ile ilgili Türkiye'de anayasa da dahil 17 ayrı yasada kısıtlayıcı hükümler var. Bunların tamamen özgürlükler lehine değiştirmesi ya da kaldırılması gerekiyor. Örneğin terörle mücadele yasası özellikle 7. madde çok tartışılıyor -örgüt propagandası- mesela bu madde revize edilmeye çalışılıyor ama revize ederek bu sorun ortadan kaldırılamayacağını biliyoruz çünkü daha önce de denenen bir yöntemdi. Aslında bakarsanız terörle mücadele kanunun ortadan kaldırılması gerekir. Eğer 7. maddeyi tartışıyorsak, hükümetin bu sorunun çözümü noktasında 7. maddenin revize edilmesinden değil tamamen ortadan kaldırılmasından söz edilmesi gerekiyor.

‘BİR CENAZEYE ÖLEN KİŞİNİN AİLESİNİN KATILMASI BİLE TERÖR PROPAGANDASI SAYILIYOR’

Mesela terör tanımı sadece ifade özgürlüğü alanını sınırlamıyor. Toplumun tüm kesimlerini töhmet altında bırakan, suçlu hale getiren bir düzenleme çünkü herhangi bir konuda düşüncesini açıklayan, herhangi bir konuda afiş veya görsel taşıyan, harekette bulunan herkesi terörle ilişkisi olmadığı halde terörle ilişkilendiren ve cezalandıran bir düzenlemeden bahsediyoruz. Türkiye'de insan hakları mücadelesi veriyoruz, burada yaptığımız bir hareket veya bir cenazeye katılma bile -hatta ailesinin evladı için cenazede bulunması, fotoğrafının taşınması bile- terör propagandası sayılıyor ve insanlar ceza alıyor. Bunun basit bir mesele gibi algılanması da yanlış, soyutlanarak tartışılması da yanlış. Bu meselenin ciddiye alınıp çözülmesi şart.

‘YENİ ANAYASANIN HAZIRLANMASI VE CUMHURBAŞKANININ YETKİLERİNİN KISITLANMASI GEREKİYOR’

Esas olarak ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve özellikle infaz uygulamalarındaki eşitsizliklerin giderilmesi, adil yargılamanın sağlanması oldukça önemli. Bu noktada gerçekten ‘sorunu çözecek’ denilebilecek bir önerme ile karşılaşmıyoruz. Ama şunu dersek eğer ‘Tüm bunları değiştirdi bu sorun çözülür mü?’, yine çözülmez. En temelde önermemiz şu: Tabii ki reformların yapılması, iyileşmelerin olması iyidir; hükümetin bu noktada sorun olduğunu tespit etmesi önemli ama asıl sorun, artık Türkiye'yi tarif ederken hukuk devleti değil gibi genel tanımlardan çıktık. Artık şunu söylüyoruz, hatta sadece biz değil tüm kesimlerin dile getirdiği üzere; Türkiye'de bir anayasasızlık durumu var, Türkiye'de bir hukuk dışılık durumu var. İktidarı tanımlarken kullanılan şeyler bunlar. Dolayısıyla siz hukukun olmadığı anayasanın olmadığı yani bir anayasasızlık halinde bazı yasa maddelerini değiştirerek yol alamaz, gerçek sorunu çözemezsiniz. Yine dönemsel, geçici birtakım şeyler yapılmış olur ama etkisi 3 gün sürer. 3. gün sonunda yine binlerce insan cumhurbaşkanına hakaretten, terör propagandasından tutuklanır. Bir yandan bu tür çalışmalar önemli ama asıl önemli olan demokratik insan haklarını esas alan yeni anayasanın hızla hazırlanması ve anayasa çalışmaları sırasında da mutlaka cumhurbaşkanın yetkilerinin kısıtlanması gerekir.

‘BİNLERCE MADDEDE İNSAN HAKLARINI KISITLAYAN DÜZENLEMELER VAR’

Cumhurbaşkanın yetkilerinin bu derece genişletilmiş olması yargı bağımsızlığını nasıl etkiliyorsa yasamanın çalışmasını da çok yakından etkiliyor. Bu sebeple bu düzenlemeler arasında cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlanmasının da  dahil edilmesi gerekir. Çünkü bu noktada sakıncalarını tüm toplum olarak gördük. Bu geniş yetkilerin neye hizmet ettiğini gördük dolayısıyla buna bir çözüm üretme noktasında hükümetin de bir önerme geliştirmesi lazım. Biz önerimizi sunuyoruz: yetkileri sınırlandırın, yargı bağımsızlığını gerçekleştirin; bunun için gerekiyorsa yapısal değişiklikleri, mevzuat değişikliklerini yapın ve tüm bunları yapabilmek için bir yol temizliği yapın. Binlerce maddede insan haklarını kısıtlayan düzenlemeler var. Biz 17 yasa maddesine düşünce özgürlüğü ile ilgili dedik ama binlerce yasa maddesinde de farklı özgürlük alanlarına ilişkin kısıtlayıcı düzenlemeler söz konusu. Tüm bunların ayıklanması gerekiyor.

Hazırlanan raporlara göre AKP'nin iktidarda olduğu dönemde yaklaşık 50 bin kişinin yaşam hakkının ihlal edildiğini görüyoruz. Sizce insan hakları ihlallerinde AKP'nin rolü ne?

‘HÜKÜMETLER DEĞİŞSE DE TÜRKİYE’DE İŞKENCE PROBLEMİ ÇÖZÜLMEDİ’

Meseleyi tartışırken iki açıdan bakmayı faydalı görüyoruz. Bunlardan bir tanesi, özellikle sistematik olarak ihlal edilen alanlar. Mesela işkence konusu, işkence sistematiktir diyoruz çünkü devletin örgütlenişinin de fırsat yarattığını söylüyoruz. Yani hükümetler değişse de Türkiye'de işkence problemi çözülmedi. Bu tam olarak bizim savunduğumuz durum. Bunun değişmesi için devletin zihniyetinde de köklü değişiklere ihtiyaç var. Bunun gibi sistematik olarak ihlal edilen haklar ve özgürlükler bakımından tamamen meselenin devletle ilişkili olduğunu, dolayısıyla devletin buradaki hakim yönetme anlayışının, iktidar anlayışının yani devletin örgütlenişindeki sorunların çözümüne yönelmekle yol almak gerekir.

‘ENGİN ÇEBER TÜM HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN ‘İŞKENCEYE SIFIR TOLERANS’I DİLE GETİRDİĞİ DÖNEMDE OLDU’

Tüm hak ihlalleri açısından da tabii iktidarların önemli rolleri var. Bir meselenin çok ağır ya da nispeten hafif ele alınmasında iktidar politikalarının önemli olduğunu da biliyoruz. Devlet aklına rağmen iktidarlar daha özgürlükçü ya da daha yasakçı tutum alabilirler. Bu noktada AKP'nin özellikle AB müzakereleri sürecinde daha  insan haklarından yana gözükme eğiliminde olduğunu gördük ama bu dönemde de gerçekten bunu istediği ve içselleştirerek tasarruflarda bulunduğunu tespit edemedik. Hatta bunu istemeden yaptığını da tespit ettik. Burada en dikkat çekici, ayrıcı örneklerden biri Engin Çeber olayıdır. İşkenceye sıfır tolerans olayının tüm hükümet yetkilileri tarafından dile getirildiği bir dönemde olmuştu. 15 gün boyunca işkence edilerek insanların gözü önünde biri öldürülmüştü. Sonra da yargılama sonrasında faillerden bir kısmına ceza verildi ama esas olarak bu uygulama son bulmadı. Burada da iktidarın işkenceyi tamamen sonlandırmak gibi bir eğilimi yoktu.

‘DEVLET SURUÇ VE ANKARA KATLİAMI’NI ENGELLEYEBİLİRDİ’

Tabii müzakerelerin ve çözüm sürecinin son bulması ile beraber çok daha geri bir noktaya, çok daha ağır hak ihlali yapan hatta açıktan yapan bir noktaya gelindiğini gördük. Özellikle katliamlara fırsat veren yaklaşımlar var. Suruç Katliamı'nda, Ankara Katliamı'nda biz bunları gördük... Bu davayı takip eden herkes biliyor ki bu katliamın yaşanması göz göre göre oldu ve  devlet bunu engelleyebilirdi. Bütün katliamlarda bir hazırlık süreci var. Yargılama süreçlerinde, bu hazırlık süreçlerinden öyle ya da böyle devletin bir şekilde haberinin olduğunu fakat buna 'en hafif söylemle' engel olmadıklarını görüyorsunuz. Dolayısıyla insanların topyekun katledilmesine fırsat yaratan, izin veren bir zihniyetin ortaya çıkmasından söz ediyoruz. Oldukça ağır bir tablo gerçekten… Bunu ne için yaptılar? Belki iktidarlarını korumak için, belki toplumdaki bazı itirazları baskılayabilmek için. Nihayetinde yaşam hakkı başta olmak üzere her çeşit hakkı ortadan kaldıran bir yaklaşım içinde oldular. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra çıkarılan 7145 sayılı yasa ve öncesindeki OHAL uygulamaları, bu yasayla OHAL'in süreklileştirilmesi de oldukça önemli. Eğer insan hakları konusunda gerçekten bir şey yapacaksa, bugün AKP iktidarının bu yasayı olduğu gibi ortadan kaldırması lazım. Hemen!

‘AKP, GEÇMİŞ HÜKÜMETLERİ ARATMAYACAK KADAR FAŞİZAN YÖNTEMLERE MEYLEDEN PRATİK SERGİLİYOR’

Mesela OHAL döneminde çıkarılan KHK'leri yasalaştırdılar. Hemen hepsinin ve çıkarılan yasaların hepsiyle yapılan değişikliklerin kaldırılması lazım. Gerçekten adım atılmak isteniyorsa önce kendi yaptıkları, insan haklarını ve özgürlüklerini tamamen ortadan kaldıran tasarruflardan vazgeçmeleri lazım. Bu KHK'ler ve son dönemde çıkarılan yasaların ortadan kaldırılması gerekir. Bugün AKP, geçmiş hükümetleri aratmayacak kadar faşizan yöntemlere meyleden, demokrasiyi tamamen ortadan kaldıran bir pratik sergiliyor. 

İŞTE AKP DÖNEMİNDE İNSAN HAKLARI İHLALİNİN BİLANÇOSU…

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun İnsan Hakları Haftasıyla ilgili 2018’in sonunda yayınladığı rapora göre, AKP’nin iktidarda olduğu 16 yıllık süreçte 47 bin 910 kişinin yaşam hakkı ihlal edildi.

 “AKP İktidarının Hak İhlalleri Karnesi" isimli rapor, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve hak temelli çeşitli örgütlerin verileri esas alınarak hazırlandı. Net bir veri olmadığı için Gezi eylemleri ve sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan hak ihlallerinin dahil edilmediği rapora göre, 2002- 2018 yılları arasında 47 bin 910 kişinin yaşam hakkı ihlal edildi. Yaşam hakkı ihlallerinin 22 bin 224’ünü iş cinayetleri, 14 bin 960’ını kadın cinayetleri, 4 bin 3’ünü ise çocuğun yaşam hakkı ihlalleri oluşturdu. 

İŞ CİNAYETLERİ 13 KATTAN FAZLA ARTTI

Rapora göre, iş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin sayısı 2002’den 2017’ye kadar 13 kattan fazla arttı. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 146 iş cinayeti yaşanırken bu sayı 2003’te 811, 2007’de bin 44, 2010’da bin 454, 2017’de ise 2 bin 6 oldu. 2018’in şimdiye kadarki döneminde ise en az bin 797 kişi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

4 BİN ÇOCUĞUN YAŞAM HAKKI İHLAL EDİLDİ

2011- 2018 yılları arasında da 4 bin 3 çocuğun yaşam hakkı ihlal edildi. 2011 yılında 815, 2012 yılında 606, 2013 yılında 633, 2014 yılında 627, 2015 yılında 875, 2016 yılında 242, 2017 yılında 138 ve 2018 yılının başından şimdiye kadar 67 çocuğun yaşam hakkı ihlal edildi. Çocukların yaşam hakkı ihlallerinde en büyük neden ihmaller oldu. 435 çocuk iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirirken 2011-2018 yılları arasında 2 bin 311 çocuk ihmaller sonucu hayata gözlerini yumdu.

21 BİN 325 KİŞİYE İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE

Tanrıkulu'nun raporunda, işkence ve kötü muameleye ilişkin veriler de paylaşıldı. Rapora göre, 2002- 2018 yılları arasında 21 bin 325 kişiye işkence ve kötü muamelede bulunuldu. AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında 988 olan işkence ve kötü muamele sayısı bu yıldan itibaren düşüş gösterse de 2014 yılı ile birlikte yeniden büyük oranda artış yaşandı. Raporda, 2014 yılında bin 39, 2015 yılında 5 bin 671, 2016 yılında 5 bin 606, 2017 yılında 2 bin 278 kişinin işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı ifade edildi. Rapora göre, 2018 yılının şimdiye kadarki döneminde ise 2 bin 214 kişi işkence ve kötü muamele gördü.

HAFTADA 230 BİN 483 KİŞİ ŞÜPHELİ OLDU!

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi de 2018’in sonundaki İnsan Hakları Haftası ile ilgili bir açıklama yapmıştı. İlgezdi’nin açıklamalarına göre, Türkiye’de, 2017 yıl sonu verilerine göre Cumhuriyet Başsavcılıklarında soruşturma evresinde şüpheli olarak hakkında işlem yapılan kişi sayısı 11 milyon 985 bin 118’e ulaştı.
Bu rakam 2006 yılında 2 milyon 943 bin 33’tü. 2006-2017 yılları arasında Cumhuriyet Başsavcılıklarınca haklarında soruşturma dosyası açılan yurttaşların sayısı yüzde 307 oranında artarken, geçtiğimiz yıl Türkiye’de haftada 230 bin 483, dakikada 23 kişi hakkında şüpheli sıfatıyla işlem yapıldığı ortaya çıktı. İfade özgürlüğünün genişletilmesi amacıyla TCK 301’de değişiklik yapılmasına rağmen, sanık olan kişi sayısında yüzde 43 artış yaşandı. Özellikle muhalif düşünceyi bastırmak için her fırsatta devreye sokulan 301’nci madde gereğince sanık olanların sayısı 2006’da 526 iken, 2017’de 754’e ulaştı. 2006-2017 yılları arasında 301 nedeniyle sanık olan toplam kişi sayısı ise 4 bin 21 olarak kayıtlara geçti.

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇUNDA PATLAMA

2003 yılında toplam 4 olan sanık sayısı 2017 yılı sonunda 6 bin 33’e ulaştı. Sanık sayısındaki yüzde 201 binlik artış, Cumhuriyet tarihinde kırılması güç bir rekorun da habercisi. 2003 -2006 yılları arasında Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle sanık olan kişi sayısı 109 iken, bu rakamın 2007-2014 yılları arasında önce 895’e, 2015-2017 yılları arasında ise 12 bin 168’e yükseldiği görülüyor. 2003-2006 yılları arasında Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle sanık sandalyesine oturan 15 yaşından küçük sadece 1 çocuk bulunurken bu rakam 2007-2014 yılları arasında önce 8’e, 2015-2017 yılları arasında ise 113’e yükseliyor. 2003-2006 yılları arasında hakaret gerekçesiyle hakkında mahkumiyet kararı verilen kişi sayısı 31 iken, bu sayı 2007-2014 yılları arasında 243’e, 2015-2017 yılları arasında ise 3 bin 221’e yükseliyor.