İletişim uzmanı Gülçin Demir ile göçü konuştuk: 'Madem Türkiye o kadar harika sen niye memleketine dönmüyorsun?'

İletişim uzmanı Gülçin Demir ile göçü konuştuk: 'Madem Türkiye o kadar harika sen niye memleketine dönmüyorsun?'

Bu söyleşi dizisini hazırlayan gazeteci de dahil söyleşilere konuk olan tüm kişiler Türkiye dışında yaşayan ve Türkiyeli olan kimselerdir. Söyleşiler, Türkiye dışında yaşamaya dair fikir ve bilgi vermek, konukların yeni yaşamlarından hikayelere tanıklık etmek amaçlıdır.

Hilal Seven – Londra

Başka Yerde Hayat söyleşilerinin bu haftaki konuğu kurumsal iletişim uzmanı Gülçin Demir. Gülçin Demir Türkiye’de uzun yıllar Koç Grubu, Ciner Medya Grubu gibi firmalarda Kurumsal İletişim Müdürü olarak çalıştıktan sonra, kendi tabiriyle iyi iş koşullarını ardında bırakarak Londra’ya yeniden bir hayat kurmaya gelen, enerjisi yüksek bir kadın. Gülçin’in adını ilk kez muhasebe işlerimi yapan arkadaşım Sibel Alp’ten duydum, sonra Gülçin ile telefonda konuştuk ve kısa zaman içerisinde yine sıcak olmasını hayal ettiğim bir Londra gününde Turnham Green’de buluştuk. O anda fotoğrafımızı çekecek üçüncü bir kişi olmadığından yanımızda oturan lise öğrencisi Ella’nın gözünden fotoğraflandık.

Zor anımızda bize kapılarını açan Chris Church papazı Richard’a ve sevgili genç arkadaşımız Ella’ya teşekkürü borç bilirim…

Biraz kendinden bahseder misin?

41 yaşındayım. Londra’ya 2017’de İstanbul’dan geldim. Ankara anlaşmalıyım. Başka bir ülkede yaşamak benim her zaman hayalimdi çünkü ben on üç yaşındayken teyzem Fransa’ya eğitime gitti ve orada uzun yıllar kaldı. Ben de teyzem gibi olacağım, yurt dışında yaşayacağım derken hep paramı bunun için biriktirdim. İngiltere’ye gelmemin sebebi ise hem bir yanıyla aile bağlarım hem de Amerika gibi uzak bir yerde yaşamak istemiyor olmamdı. Tabi bir de Royal Family (Kraliyet Ailesi) reklamları da açıkçası beni etkilemedi değil. (Gülüyor) Aslında ben iletişimci olarak kariyerime Koç Holding’de başladım ve sonrasında hep medyada çalıştım. Bir dönem de Sabah, ATV’de çalıştım ve sonrasında ara verdim. Daha sonra 2014 yılında ilk kez buraya yüksek lisans için geldim. Sonrasında Türkiye’ye döndüm ve bir buçuk sene kadar çalıştıktan sonra buraya geri geldim. Kısaca benim hikayem bu.

Anladığım kadarıyla Türkiye’de iyi bir iş hayatın vardı ve yaşam standartların da iyiydi, peki yine de seni buraya dört sene önce yaşamaya getiren ne oldu?

Sanırım kariyerle ilgili olmak istediğim yerlere gelmiştim. Evet, iyi paralar kazandım ama sanırım yüksek lisans benim kırılma noktamdı. Buraya gelip iyi kötü insanların yaşamlarını, çalışma şekillerini görünce etkilendim ve dedim ki acaba buradaki şirketler beni işe alır mı, ben de bir dünya vatandaşı olabilir miyim? Benim sınırım nedir gibi sorular beni buralara getirdi. Yoksa tabii ki kalabilirdim Türkiye’de. Elbette bir kadın olarak, ülkenin geldiği da beni düşündürmedi değil. Sürekli kadına şiddet haberleri git gide artıyordu. Şöyle örnekleyeyim, 2000’li yılların başında ben üniversiteye giderken, Taksim’de arkadaşlarımla sabahlara kadar oturup, eğlenip korkusuzca evime dönebiliyorken şimdi durum tamamen değişti. Artık aynı yerlere gidince arkadaşlarıma saat on olmadan eve dönelim diyorum. Bir de o dönem her yerde patlamalar oluyordu. Benim ülkem nereye gidiyor diye düşündüm. İyice güvenliğimden endişe etmeye başlamıştım. Tabii bu da beni tetikledi. Çünkü kendimi güvende hissetmek benim için çok önemli. Dolayısıyla kazandığım parayı da harcayamıyordum çünkü dışarı çıkmaya korkuyordum ya bir yerde bir şey patlarsa diye. Bu da ülkeden ayrılmam için artı bir nedendi.

'PANDEMİYE KADAR GAYET İYİ ÇALIŞIYORDUM'

Buraya geldikten sonra neler yaptın?

Yüksek lisans için buraya geldiğimde, dil okullarıyla çalışmıştım. Onların Türkiye’deki web sitelerine blog yazıları yazmak, çeşitli materyallerini Türkçe’ ye çevirmek gibi işler yapmıştım. Eğitim sektöründe çalışmayı da sevdim. Hangi dil okulları iyi ve uygun diye çok araştırdım. İnsanlar da bana nereye gidelim, nerede okuyalım diye soruyorlardı. Sonra burada eğitim sektöründe çalışma fırsatı doğunca, Ankara Anlaşmalı olarak bir eğitim firmasıyla çalışmaya başladım. Pandemiye kadar da gayet iyi çalışıyordum ama sonra iş durdu.

Pandemi başlayınca ne oldu peki?

Pandemiden dolayı sınırlar kapandı ve uluslararası öğrenciler buraya gelemez oldu. Zaten ister istemez bazı finansal sıkıntılar yaşanınca çalıştığım okul ne yazık ki iflas etti.

Bir anda işini kaybettiğini söyledin, peki sonrasında geçimini nasıl sağladın?

Biraz birikimim vardı, biraz da sağ olsun İngiliz Hükumeti ufak tefek de olsa yardım edince en azından kiramı ödeyebildim çok şükür. Açıkçası ben o dönemde Türkiye’ye de dönebilirdim ama dönmedim. Bir işe başlayınca onu bitirmek isteyen biriyimdir. Buraya kadar gelip emek vermişken bırakıp gitmedim, kaldı ki bir de seviyorum burada yaşamayı. Türkiye’ye gitmek benim için sadece ailemi ve arkadaşlarımı görmek demek. Yani Türkiye defteri benim için kapandı.

Pandemi döneminde neler yaptın, işsizlikle nasıl baş ettin?

Çok zordu. Yani ben de dahil herkes için zordu. İş aramaya devam ettim tabii ki ama başvurduğum işlere hep ‘o pozisyon dondu’ yanıtı geliyordu. Bunlar tabii hep hayal kırıklığıydı. İster istemez de özel bir vizeye bağlıyız ve o vizenin birtakım şartları var, sonuçta onları yerine getirmek zorundayız. Yani çalışmak zorundayız. Home Office’e demişsin ki ben işimi yapacağım ve kendimi geliştireceğim. Oturum izninin devamı için bunları sağlamak zorundasın.

'İLK SENE HAYATI GÖZLEMLİYOR GİBİYDİM'

Yaklaşık 4 yıldır Londra’da yaşadığını söyledin, genel olarak bu zaman dilimi senin için nasıl geçti?

Açıkçası, ilk sene biraz hayatı gözlemliyor gibiydim. Arkadaşlarıma da hep söylüyorum, buraya gelin harika bir yer ama yaşamanın çok zor olduğunu da bilin. Zorluğu da ne, eğer başka bir ülkede yaşamaya gidiyorsanız şunu biliyor olmanız lazım, geldiğiniz ülkede sahip olduğunuz konfora burada sahip değilsiniz. Mesela benim Türkiye’de sahip olduğum kariyer ya da kazanç buradakiyle aynı değil. Bunun da iki nedeni var, birincisi ilk etapta bu ülkeye, buradaki insanlara yabancısın, ikincisi ise buradaki çalışma şekillerine hâkim değilsin. Ben geldiğimde İngilizce biliyordum ve o konuda çok sıkıntı yaşamadım ama yine de işin terminolojisini bilmiyorsun diyelim, bu da çalışmanın önünde bir sorun olabiliyor. Doğal olarak ilk sene hazır bir para gerekiyor.

Sence ilk sene geçimini finanse edecek hazır bir paranın olması rahat yaşamanı da sağlamaya yeter mi?

Aslında dediğim gibi şöyle bir durum var, ne olursa olsun buraya gelirken Türkiye’deki konforlarınızdan vazgeçiyorsunuz. Mesela daha küçük bir evde yaşıyorsunuz ya da Türkiye’de pek yaygın olmasa da burada insanlar evlerinin odalarını kiraya veriyorlar ve siz de daha az kira ödeyeyim diyerek odalarda kalıyorsunuz. Ki bence biz Türkiye’de epey konforlu yaşıyoruz. Yani şundan bahsediyorum, Türkiye’de aşağı yukarı herkesin evinde bulaşık makinesi vardır ama burada yok. Bir bankada hesap açmak istiyorsunuz diyelim, Türkiye’de bu işlemin süresi beş dakikadır burada ise birkaç ay sürer. Türkiye’de biz işlerimizi çok hızlı hallederiz, tez canlıyızdır buradaysa kimse kendini bir iş olsun diye incitmez. Burada akşam beş olunca mesai biter ve ‘hadi yarın görüşürüz’ der işten çıkarsınız. Mesela bizde bu tarz şeyler yoktur. Bunlara da zamanla alışıyorsun. İlk geldiğimde hatırlıyorum her yere koştururdum. Sonra baktım ki böyle bir şeye hiç gerek yokmuş. Yani biraz daha rahat olabilirim. Bana bu ülkenin kattığı en önemli şey nedir diye sorarsan, ben ki tez canlı biriyimdir, burası beni yavaşlattı derim hem de pozitif anlamda. Yani bu kadar panik olmak zorunda değilim. Dedim sakin ol Gülçin, bir problem yok, her şey eninde sonunda halloluyor. Çünkü ben bu sebeple ilk senemde sağlığıma çok zarar verdim. Müthiş paniktim. İşim olacak mı olmayacak mı, burada kalabilecek miyim, vizem yenilenecek mi, para kazanabilecek miyim diye sürekli düşünüyor ve panik yapıyordum.

Sibel (Alp) bana ilk kez senden bahsettiğinde Ankara Anlaşması vize başvurusu ve sonucu bekleme süreçlerinde stresten kaynaklı sağlık problemleri yaşadığını söylemişti, neler yaşadın biraz bahseder misin?

Çok kaygılıydım. Bir süre ciddi anksiyete problemleri yaşadım. Mesela gece uyuyordum sonra birden uyanıp deliler gibi ağlıyordum. Birkaç kez hastaneye kaldırıldım. Bir süre boyunca gerçekten sağlığım hiç iyi değildi. Acaba çalışma vizemi uzatacaklar mı diye çok kaygılanıyordum. Çünkü bu kadar emek verdim, bir şeylerden vazgeçtim ve buraya geldim, bu yüzden emeğimin karşılığını almalıyım diye düşünürüm. Bir de ben bu ülkedeki yaşamı çok sevdim, Türkiye’ye geri dönmek istemem.

'BURADA KÜLTÜR SAYGI ÜZERİNE KURULMUŞ'

Burada yaşamayı çok sevmeni sağlayan ne oldu?

Burada çok sevdiğim bir şey var, saygı. Kültür saygı üzerine kurulmuş, herkesin herkese saygısı var. Yani bugün şurada çöpü toplayan adama da restorandaki garsona da saygı duyuluyor. Burada insanların sana saygı duyması için bir statünün ya da koltuğunun olmasına gerek yok. Mesela çalıştığım yerlerde genel müdürler bana su getirmekten gocunmuyor. Ya da sen çok basit bir iş yaptığında bunu değerli buluyor ve seni motive ediyor, çok teşekkür ediyor. İlk defa burada çalışmaya başladığımda çok şaşırmıştım. Yaptığım çok basit işlerde bile bana, ‘’Harika, çok güzel olmuş” diye teşekkür etmeleri çok garibime gidiyordu. Ya da bazen hafta sonu ekstra işler olunca ben hemen gelirim çalışırım, benim için sorun değil derdim. O zaman da yine bana ‘’Hafta sonunu bizim için feda ettin’’ derlerdi. Sonra düşününce tabi, ben Türkiye’de cumartesi işe gitsem beni pazar da çağırırlar diyorsun. (Gülüyoruz). Şimdi eğri oturup doğru konuşmak lazım.

Londra’da yaşamak sende ne gibi değişiklikler yarattı?

Artık daha az paniğim ve geleceğe daha fazla güveniyorum. Çünkü benim burada dört senelik yolculuğumda gördüğüm hep şu oldu: çok ümitsizliğe düştüğüm, yok olmayacak galiba ne yapsam Türkiye’ye mi dönsem dediğim zamanlarda bile her zaman her şey yoluna girdi. Yani burada kendimi güvende hissediyorum ve bu çok önemli. Daha sağlıklı yaşıyorum, daha az et yiyorum. Hayatım boyunca hiç spor yapan bir insan olmamıştım ama şimdi burada spor yapıyorum. Yogaya başladım. Bunlar benim için Türkiye’de yoktu. Enteresan bir şekilde Türkiye’de muhtemelen arkadaşlarım daha fazla olduğu için dışarı çıkıyordum ve daha fazla alkol kullanıyordum, burada ise daha az tüketiyorum. İnsanlara davranış anlamında çok bir değişikliğim olmadı. Ben o anlamda Türkiye’de çok sorun yaşıyordum zaten. Benim insanlara gösterdiğim inceliği insanların bana göstermeyişinden dolayı çok sıkıntı çekiyordum. Burada da diyorum ki ne güzel aslında bende bir acayiplik yokmuş, olması gereken benim yaptığımmış.

'20'Lİ YAŞLARIMDA GELSEM DAHA HAREKETLİ OLURDUM'

Sıradan bir gününü nasıl geçiriyorsun?

Sabah 6.30’da uyanıyorum, çıkıp sporumu yapıyorum. Ya yürüyüşe çıkıyorum ya da hava kötüyse evde yoga yapıyorum. Sonra kahvaltımı yapıyorum ki o alışkanlığımda değişti artık her gün Türk kahvaltısı yok, porridge yiyorum. Aslında pandemiden önceye dönecek olursak; sabahları işe gidiyordum, akşama kadar çalışıyordum. Genelde Perşembe ve cuma akşamları burada insanlar dışarı çıkıyor hafta sonuna yakın olduğu için, ben de arkadaşlarımla çıkar sosyalleşirdim. Onun dışında evime gelir yemeğimi yaparım. Biliyorsun ki burada çok ciddi anlamda bir tiyatro ve müzikal kültürü var ve tabi ondan müthiş keyif alıyorum. Onun dışında değişik bir hayatım yok. Tabii bunun yaşımla da alakalı olduğunu düşünüyorum. Ben buraya 20'li yaşlarımda gelseydim daha hareketli olurdum. Güvende hissetmek, huzur duymak şimdi bunları aradığım için bana bu hayat çok iyi geliyor. Hafta sonları Londra’ya yakın yerlere trenle seyahat ediyordum; Cambridge, Oxford, Hastings gibi. Birkaç tane Ankara Anlaşmalı arkadaşım var bazen onlarla da görüşüyorum.

Genel olarak nasıl bir sosyal çevren var?

Dil okulunda iki buçuk sene çalıştığım için İngiliz arkadaşım daha çok benim. Çünkü okulda İngilizce öğretmenleri, yine onların aileleri, arkadaşları hep iletişim kurduğum kişiler oldu. Benim çevrem biraz yabancı oldu diyebilirim.

İngiliz kültürünü ve toplumunu nasıl değerlendiriyorsun?

Yani her toplum gibi artıları da var eksileri de. (Gülüyor). Benim için en zorlandığım özellikleri çok yavaş olmaları. Aslında bu yavaşlık onlar için kendilerini yormamak, kendilerinin kıymetini bilmek, iş ve özel hayatlarında denge sağlamak demek. Ben ilk geldiğim zaman işimde çok zorlandım çünkü benim için bir iş varsa yapılır ve bitirilir, önce iş denir ve hemen halledilir. Ben şunu biliyorum mesela, 1,50 boyunda bir insanım, Türkiye’deyken çalıştığım etkinliklerde boyum kadar koli taşırdım. Şimdi düşünüyorum da neden yapıyordum ki, aslında benim işim değildi. Bununla birlikte İngilizlerin bizim kültürümüze göre çok yakın ilişkiler kurmadıklarını söyleyebilirim. Çok yakın ilişkilerinde bile bir mesafeleri var. Buraya yeni gelenler bu durumu ilk başta garip bulabilirler. Şöyle bir örnek vereyim benim erkek arkadaşım İngiliz, ben ona haber vermeden bir kere bile sürpriz yaparak evine gitmedim. Çünkü biliyorum ki kendi alanına değer verdiği için bunu yaparsam bu yaptığımdan hoşlanmayacak. Çünkü o bir kere bile benim evime haber vermeden gelmedi. Bunun da yine saygıdan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu bizim kültürden farklı olarak kimse burada çocuğuna müdahale etmez. Bizde ise anneler ya da babalar sürekli çocuklarına karışırlar.

'BURADA ÇOCUKLAR DAHA ÖZGÜR YETİŞTİRİLİYOR'

Burada çocukların daha özgür yetiştirildiklerini düşünüyor musun?

Elbette daha özgür yetiştiriyorlar ama bazılarında bu özgürlük gözlemlediğim kadarıyla sevgisizlik noktasında da zuhur edebiliyor. Biz çocukları çok severiz, onlara sarılırız ve onları öperiz. Burada öyle şeyler yok, çocuk ağlasa da üzülse de bir kural varsa ona uyması bekleniyor. Yani ben bir yerde bunun bir sorun olarak yetişkinlik dönemlerinde ortaya çıktığını düşünüyorum. Yeterince sevilmeden yetiştirildikleri için yetişkinliklerinde kendilerine daha az güven duyan bireyler olabiliyorlar. Birkaç arkadaşımda böyle gözlemledim.

Yine senin buradaki yaşamına dönecek olursak, Ankara Anlaşması ile burada bulunmanın çok kolay olmadığına işaret ettin, konuya vakıf olmayan okuyucularımız için Ankara Anlaşmalı bir birey olarak burada çalışma deneyimini biraz tarif eder misin?

Sürekli iş yapmak ve fatura kesmek zorundasın. Hesaplarını tutacak bir muhasebecin olmak zorunda. Şirketini geliştirmek ve yatırım yapmak da ayrı bir zorunluluk. Yine bu durumda birtakım masrafların oluyor. Şirketini tanıtmak ve daha fazla kişiye ulaşmak için reklamını yapmak zorunda kalıyorsun. Bu bir gazete ilanı olabilir ya da internet ilanı. Doğrusu hiç kolay bir iş değil. Hep tetikte olmak zorundasın. Normalde diyelim ki Türkiye’de bir şirketin finansçısı var, reklamcısı var, ajansı var ama burada bunların hepsi sensin. Ve bu da hiç durmadan çalışmak demek. Öyle sabah dokuz akşam beş çalıştım işim bitti eve gidiyorum diyemiyorsun.

'HER ŞEY SİSTEMLİ VE KURALLI'

Genel olarak burada çalışma hayatının kolaylıkları ya da zorlukları senin için neler oldu? Örneğin işe giderken toplu taşıma kullanman gerekiyor mu? Örnekse benim gözlemlediğim kadarıyla Türkiye’deki çalışma hayatının aksine burada iş yerlerinde yemek ya da yol ücretleri için ayrı bir ödeme yapılmıyor, bununla birlikte neredeyse herkes öğlen yemeğini de evden getiriyor.

Ben buradaki yaşamı İstanbul’dakinden her anlamda daha kolay buluyorum. Burada her şey daha sistemli ve kurallı. Şöyle bir örnek vereyim, günün en yoğun saatinde işe gideceksiniz diyelim ve bu bir kere başıma da geldi. İnanılmaz bir kalabalık var ve sizin o kalabalıkta o trene binmeniz mümkün değil. Ama burada insanlar sisteme öyle alışmışlar ki, tren gelince bir anda herkes sıraya giriyor ve öylece trenine biniyor. Tren doldu mesela kimse kimseyi itmiyor. Kimse size ‘haydi arkadaş, orada bir milimlik yer var, oraya sığalım’ demiyor. Herkes sakince bekliyor. Bunlar gündelik hayatta insanın yaşarken anlamadığı ama burada yaşayınca fark ettiği detaylar. İstanbul’da bir metrobüste olmayı düşüneyim mesela ne derim kendime; ayağım yere basacak mı, birisi beni itecek mi, o esnada ya çantamdan biri bir şey çalarsa, ya birisi beni ellerse bunlar hep günlük rutin kaygılar. Ve o kaygılar burada yok. Burada hayat kolay ve paniğe gerek yok. Sen bir birey olarak yaşamanın bir yolunu kendin bulmak zorunda değilsin, sistem sana onu veriyor. İşte benim yaşadığım o vize kaygısı da bu yüzden hep, ya Türkiye’nin o kaosuna geri dönersem?

Her vize başvurunda aynı kaygıyı yaşıyor musun?

İlk seneki gibi değil, çünkü artık sistemi de biliyorum. İlk geldiğinde sistemi, işleyişi bilmiyorsun o yüzden dediğim gibi ilk sene en zoru. Çünkü hem yeni bir dile adapte olmaya çalışıyorsun hem yeni bir hayatı yaşamaya. İlk sene tam bir bombardıman.

Sohbetimizin başında pandemi sürecinde birikimini harcamak durumunda kaldığını söyledin ve bir de devletin korona virüs nedeniyle serbest çalışanlara verdiği destekten faydalandığını da ekledin. Bu yardım miktarları geçinmek için yeterli miydi sence?

Ben sana söyleyeyim ne aldığımı, aylık 480 pound. Yani ortalama bir odanın kirasından bile daha az. Çok minimum yaşadım ben. Kiramı, faturalarımı ve market masraflarımı öyle ödeyebildim. Çalıştığın zaman tabi dışarıya da gidiyorsun, arkadaşlarınla görüşüyorsun, bir şeyler yiyorsun derken masrafın oluyor. Ama şimdi ancak elzem ihtiyaçların var, o da yeme içme. Mesela bir tencere yemeği yapıyorsun onu üç gün yiyebiliyorsun.

Türkiye’de olsaydın ve pandemi döneminde devlet aynı miktarda lira değerinde para yardımında bulunsaydı nasıl geçinirdin?

Ben Türkiye’de olsaydım ve devlet bana ayda 500 TL verseydi, ben o parayı alır annemle babamın evine giderdim. Derdim ki arkadaşlar durumum bu, işler düzelene kadar sizinle kalayım. Gidip ailemin üzerine yığılırdım. Ne yapacağım, yani mümkün mü o kadarcık parayla geçinebilmek?

'SON DÖNEMDE GÖÇENLERİN ÇOĞU BEYAZ YAKALI'

Britanya’ya son yıllarda göç eden Türkiyeli popülasyonunu nasıl gözlemliyorsun?

Aslında çok iyi bilmiyorum ama son dönemde gelenlerde gördüğüm kadarıyla eğitim seviyesi daha yüksek. Ankara Anlaşmalı gelenlerin birçoğu İngilizce biliyor hatta bazıları başka yabancı dilleri de konuşabiliyor. Bunlar daha çok Türkiye’de iyi bir kariyeri ardında bırakıp gelen insanlar. Birazda bu dönemde gelenler beyin göçü yapanlar olarak tanımlanabilirler. Yine son dönemlerde gelenlerin pek çoğu beyaz yakalı. Çoğu üniversite mezunu ve yüksek lisanslı kişiler. Bazıları da Türkiye’de çalıştıkları şirketlerin vasıtasıyla geliyorlar.

Bir iletişimci olarak burada iletişimi nasıl buluyorsun?

Burada dediğim gibi çok kurulu ve işleyen bir sistem var. Her şeyin kuralına uymak zorundasın. Ancak sistemin kurallarına uyarsan var olabilirsin. Türkiye’de genelde işler ahbap çavuş ilişkisiyle ilerler ya, ben burada İngilizlerin iş yapısının içinde böyle bir şeye hiç rastlamadım. Diyelim ki bir işe başvuruyorsun o işe başvuran herkesle eşit seviyedesin. Ben bu anlamda sistemin işleyişini olumlu buluyorum. Sadece insan olarak bile burada bir değerin var. Servetinden, statünden bağımsız.

Türkiye’yi hiç özlediğin zamanlar oluyor mu?

Evet tabi oluyor. Bu pandemi döneminde işsiz kalınca, keşke benim de annem babam burada olsaydı dedim. Benimle birlikte işsiz kalan diğer İngiliz arkadaşlarımın Londra dışında aileleri var ve onlar neden burada kalıp kira ödeyeyim, yabancılarla birlikte oda paylaşayım diyerek gidip ailelerinin evinde kaldılar. Ben de o zaman dedim keşke de benim de öyle bir imkânım olsaydı. Enteresan bir yalnızlık hissettim o dönem. Düşün ki ben işsiz kaldım ve paraya ihtiyacım da oldu, burada bana kim yardım edebilirdi, kim bana evini açabilirdi? Elbette yardım isteyebileceğim birkaç arkadaşım var ama onların da kendi ihtiyaçları var, onlar da buraya yeni bir hayat kurmaya geldiler. Yine düşünüyorum da Türkiye’de hastalandığım zaman bana bakmaya herkes gelebilir; annem, babam, teyzem, halam, yakın arkadaşlarım yani gelecek insan çok. Burada Türkiye’deki kadar insan bolluğu yok. Velev ki insan var ama imkân yok.

'MADEM TÜRKİYE HARİKA NEDEN DÖNMÜYORSUN?'

Bugüne kadar İngiltere’de yaşayan Türkiyeli göçmenlerin genel olarak dayanışmacı olmadıklarını düşünen epey insanla tanıştım. Sen buradaki Türkiyelilerin yardımsever olduklarını düşünüyor musun?

Hayır, değiller. Ben buraya gelmeden önce bile kimseden cesaretlendirici bir tane söz duymamıştım, bu da çok enteresandı. Bana hep buraya gelme, burada hayat çok zor diyorlardı ve ben de o zaman şunu diyordum öyleyse siz niye geri dönmüyorsunuz, madem Türkiye o kadar harika sen niye memleketine dönmüyorsun?

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Gelmek isteyen herkes bence buraya gelsin. Tabi zor yanları da var ama Türkiye’de hepimizin hayatı çok mu kolay? Dil çok önemli bir kere. Dil biliyorsanız bir adım öndesiniz. Benim için buradaki hayatımı zorlaştıran bir vize kaygım ve de uymam gereken şartlar var. Belki de bundan bir buçuk sene sonra süresiz oturma hakkını edindiğimde bu zorunluluklarım ortadan kalkacak ve daha kolay bir hayatım olacak. Ama şu şartlarda Türkiye’de olduğumu düşünüyorum, dört sene önce buraya gelmeseydim ve orada kalsaydım şu kaygıyı yaşayacaktım; ekonomi çok kötüye gidiyor acaba işimi kaybedecek miyim kaybedersem yeni bir iş bulabilecek miyim? Sanırım burada geleceğe daha umutla bakabiliyorum, daha stabil bir hayatım var.

Söyleşi dizisinin bir sonraki konuğu, senarist Sıla Çetindağ.

Haftaya Cuma (16 Nisan) İleri Haber'de...