İleri Kitap'tan TÜYAP röportajları

İleri Kitap'tan TÜYAP röportajları

36. TÜYAP kitap fuarını geride bıraktık. İleri Kitap olarak bu vesileyle TÜYAP katılımcısı olan yayınevleriyle hem TÜYAP’ı hem de genel olarak okurları ve yayıncıları konuştuk. Sorularımızı yanıtlayan Notabene Yayınları, Ayrıntı Yayınları ve Kor Kitap TÜYAP değerlendirmesinin ötesinde birçok konuya değindiler. İyi okumalar!

Fuarın son günlerindeyiz. Önceki yıllarla kıyaslayarak ve genel itibariyle bakmak gerekirse bu yılki fuarı nasıl değerlendirirsiniz?

Yalçın Bürkev (Notabene): Biz kendi okur potansiyelimizle kıyaslayarak baktığımızda giderek düşen bir TÜYAP görünüyor. O nedenle birçok yayınevinin cirolarını okur ilgisine baktığımızda herkes açısından görece düşüş yaşanıyor. Bu duruma yol açan bir dizi faktör sayılabilir. İlk olarak insanların ekonomik durumu giderek kötüleşiyor denebilir. İki fuarlar artık TÜYAP da dahil tek adres olmaktan çıkıyor. Örneğin Haydarpaşa kitap fuarı çok canlı geçti. Katılım çok iyiydi. Ayrıca internetten kitap satış oranları gittikçe artıyor. TÜYAP’ın yeri İstanbul trafiğinin geldiği hal itibariyle iyice kâbus gibi oldu. Dolayısıyla TÜYAP çoğunlukla İstanbul’un bu yakasındakilerin gelip gittiği bir fuara dönüşüyor. Biraz sosyal bir buluşma ortamı gibi özellikleri var. Sonuç olarak aslında hem yayımcılık hem de kitap fuarcılığı başka bir dönüşüme doğru gidiyor. Bu dönüşümün içindeyiz. Birçok faktörün iç içe geçtiği bir dönemeçteyiz. Bu şekilde devam etmesi her iki taraf (yayıncılar ve okurlar) için de pek kolay olmayacak gibi.

İlbay Kahraman (Ayrıntı): TÜYAP’ta değişen bir şey yok, önceki yıllarda da panayırdı, şimdi de panayır. İnsanları buraya yığıyorlar, onlara hizmet var mı, yok. İnsanlar fuara giriyorlar kiminin ellerinde liste var, ona göre alışveriş yapıyorlar, onlara sözüm yok. Kitap fuarının böyle olmaması gerekir. Bir başka yandan da benim hep şikâyet ettiğim bir şey; çocukları buraya getiriyorlar, ben bunu 5-6 yıldır TÜYAP idarisiyle ciddi bir şekilde tartıştım, fark etmişsinizdir ön tarafta çocuklar yerlerde sürünüyorlar. Dinlenecek bir yer yapmıyorlar. Sorarsanız TÜYAP buraya iki yüz bin çocuk getirdi, bu marifet değil, marifet iki yüz bin çocuğu burada ağırlamak, sadece kitap sevgisini değil onlara insan olduğunu hatırlatarak kitap sevgisini aşılamaktır. Bizde bu yok. Burada gördüğünüz gibi çocukların tuvaleti yok, yetişkinlerin tuvaletinde hijyenik olmayan koşullarda işlerini gideriyorlar. Çocukların sağlıklı ve hijyenik beslenebilecekleri bir yer yok, abur cubur tüketiyorlar ve en kötüsü çocukların cebinde parası yok. Bir kısmının elinde para var ve onlar kitap alabiliyorlar. Yoksul çocukları da emekli çocukları da uzaktan sadece seyrediyorlar. Sorarsanız kitabı sevecek.

TÜYAP’ın çocukları kitap okumaya teşvik edici bir çalışması yok denilebilir mi?

Sorarsanız var. Çünkü çocukları buraya getirerek kitabı sevdirdiklerini zannediyorlar ama bu anlattığım manzara içerisinde siz çocuk olsanız kitabı sever misiniz? Başka bir şey ise güvenlik. Burada fuarın ilk günü Kırmızı Kedi yayınevinin masasında Sabahattin Önkibar’ı dövdüler. Gelen bir dizi soytarı yazarın görüşlerini beğenmemiş, adamı dövmeye kalkmışlar. Bir tek güvenlikçi yok. Koskaca bir alanı denetliyorsunuz, ciddi de paralar alıyorsunuz ama güvenlik kocaman bir sıfır. TÜYAP’ta değişen bir şey yok.

Onur Öztürk (Kor Kitap): İstanbul TÜYAP, Türkiye’nin en büyük kitap fuarı olması nedeniyle tüm yayınevleri için olduğu gibi bizim için de önemli. Bu sene ekstra şöyle bir önemi var, ilk kez okurlarımızla bir araya geliyoruz. Bizim yayıncılar bakımından okurla yüz yüze gelebileceğimiz yegâne deneyim fuarlar, onun için çok önemsiyoruz. Okurlardan bastığımız kitaplara dair geribildirimler almak, anlatmak, paylaşmak, arka planını, mutfağını anlatmak bize keyif veriyor. İstanbul Kitap Fuarı da bunun için en büyük şölen aslında. Geçmiş yıllarla karşılaştığımızda bu yıl biraz daha sönük olduğunu söyleyebilirim. Yarım milyonu aşkın kitlesel katılımlar olurdu, bu sene rakamlar ne olacak bilemiyorum ama kişisel gözlemim daha sönük olduğu yönünde.

Peki genel tabloya baktığımız zaman son yıllarda başta edebiyat olmak üzere kitap dünyası hareketlendi. Çok fazla sayı ve çeşitte kitap, dergi basıldı, popüler hale geldi. Bu popülerleşme kitaba, yayına ulaşmayı kolaylaştırdı fakat alanın var olma biçimini, anlamını da değiştirdi. Siz bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Bürkev (Notabene): Ciddi anlamda büyük belirsizliklerin olduğu uzun bir geçiş döneminin içindeyiz. Böyle olduğu için ana ilişkin ya da yakın geleceğe ilişkin ne kuram ne politik açılım ne buna benzer hiçbir şeyin kıymet-i harbiyesi yok görünüyor. Dikkat ederseniz bu iddiayı taşıyan kitaplar da neredeyse matbaadan çıkmadan eskiyorlar ya da çok kısa bir süre içerisinde güncelliğini yitiriyorlar. Bu nedenle insanlar genellikle politik kitaplardan politik olaylar arka arkaya yaşandığı için imtina ediyorlar. Bunda görünür bir alternatifin olmaması, onun tezlerinin, düşüncelerinin olmamasının çok ciddi bir etkisi var. Bunun yarattığı boşluk az önce senin söylediğin kültürel alandaki yansımalardır. Dolayısıyla şöyle bir tablo çıkıyor; muazzam bir saçılma var ortada ama bu saçılma dikkat edin politik olmayan şeylere doğru gidiyor ve insanlar aslında büyük ölçüde kendi kabuklarına çekiliyorlar. Kendi içlerinde bir tür kapalı kutular içerisinde hayatlarını sürdürme refleksleri gösteriyorlar. Bu tür refleksler işte Almanya’da Hitler dönemi ya da benzeri gibi faşizmin hâkim olmaya başladığı dönemlerde bir kısım korunma refleksiyle insanların, toplumların buna benzer tepkiler gösterdiğini biliyoruz. Türkiye’dekinin de bir boyutu da bu. Bunun yayıncılığa yansıması da doğal olarak daha çok dergi daha çok kitap olmuştur. Bunların büyük ölçüde ekonomik rasyonalitesi yok. Zaten çıkan dergiler ya da benzerleri çok uzun ömürlü olmuyor. Bu durum bahsettiğim geçiş dönemlerinin tipik özelliklerdendir. Bu iyi mi kötü mü ayrı bir tartışma. Çok boyutlu nesnel bir durum. Bunu bilmemiz gerekir. Yayıncılığın gündemi yalnızca bundan ibaret değil. Yayımcılık bir taraftan dijital yayıncılık basıncı altındadır. Oraya doğru doğal olarak evrilmek gerekiyor fakat Türkiye yayıncılığı biraz arkadan hazırlıksız geliyor.

İlbay Kahraman (Ayrıntı): Bir söz vardır: ‘’Şans ancak hazırlıklı beyinlere yardım eder.’’ Hazırlıklıysanız bunu kullanırsınız. Ama değilseniz sizin aleyhinize de işleyebilir. Şimdi Gezi direnişi Türkiye’de bir dizi olayın önünü açtı. Bir umuttu. Bu umudu eğer pozitif bir enerjiye çevirecek hazırlığınız varsa bu sizin lehinize işler yoksa önce yerinizde sayarsınız sonra da karşınızda olur.

Sabahattin Ali önümüzdeki yıl bol bir şekilde bütün yayınevleri tarafından yayımlanacak. Çünkü Sabahattin Ali teliften düşüyor. Siz o zaman gümbürtüyü görün. Bu Sabahattin Ali çok sevildiği için değil, Sabahattin Ali iyi, kaliteli ve beleş olduğu için böyle yapılacak. Bunu bütün yayıncılar yapacak muhtemelen biz de yapacağız. Bu da Türkiye’nin garabeti, ölümünün üzerinden yetmiş yıl geçince teliften düşüyor.

Bu iş piyasaya dönüştü. Piyasa değeri yoksa dünyanın en iyi yazarı da olsa basmazlar.

Onur Öztürk (Kor Kitap): Sadece rakamlar üzerinden konuşursak olumlu bir tablodan söz edebiliriz ama sadece rakamlar tek başına bir şey söylemiyor. Genel olarak daha fazla başlık üretiliyor, daha fazla sayıda kitap basılıyor ve daha yaygın okunduğunu söyleyebiliriz ama nitelik olarak aynı sıçramayı yaşadığımızı düşünmüyorum. Buna dair birçok sebep sayılabilir. Özellikle yayıncının içerik olarak kıymetli bulduğunu basamaması, başka saiklerle birlikte düşünmek zorunda kalması buna itiyor. Piyasa ilişkileri hâkim hale geliyor. Ama genel olarak insanların daha çok okuma çabasına yönelmesinin ülkenin içinde bulunduğu toplumsal koşullarla alakalı olduğunu düşünüyorum. Buna bir tepki olarak halkımızın daha fazla kitap okumaya yöneldiğini söyleyebilirim. Belki pasif bir direniş biçimi olduğu söylenebilir ama olumludur. Faşizm ve baskının arttığı dönemlerde hep böyle olmuştur. Edebiyat insanlar için bir motivasyon kaynağı olmuştur. Sağaltır gerçekten acıları da.

Bunlarla ilişkili bir soru daha soracağım. Geçmişe baktığımız zaman yayınevlerinin okurlarını belirleme-etkileme gücü daha yüksek görünüyordu. Yani yayınevlerinin yayın politikaları, bastıkları kitaplar tartışma konularını belirleyen kitaplardı. Edebiyatta da yayınevleri bir kitap gibi insanların zihninde yer ediniyordu. Sizce bugün durum nasıl? Yayınevlerinin bu etki gücü ne durumdadır?

Yalçın Bürkev (Notabene): İçinden geçtiğimiz teknolojik değişim düzlemi bu bahsettiğiniz etkiyi, gücü sarsıcı bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Dijitalleşmenin giderek her alanı kaplaması yayıncılığın geleceğini de belirsizleştiriyor. Bu süreç çok hızlı ilerliyor. İkincisi bir kısım yayın türleri ortadan kalktı. Örneğin deneme yazılıyor ama basılmıyor artık çünkü deneme denen tür çok meşhur biri değilseniz internette buna benzer o kadar içerik var ki. İnternet, yayıncılığın bir bölümünü yutmuş durumda. Bu problem mizah için özellikle de yazılı mizah için de geçerli. Üretilen espri daha basılmadan esprinin bağlamı çok hızlı bir şekilde eskiyor. Bu değişimlerden ötürü yayıncılık edebiyata, çocuk serilerine, klasiklere tutunmaya çalışıyor. Hep şöyledir; bu tür krizler tüm sektörleri sarar ve bunun içinden birileri bir cinlik yapıp zamana uygun yaratıcılıklar sergiler. Bir şeyler yıkılırken o yaratan alır götürür ama gözüken bu süreç uzun sürecek.

İlbay Kahraman (Ayrıntı): Bence doğru olanı şu, 1968 hareketine bakarsanız o dönemde çok okuyan ama dil bilmeyen bir kitle vardı. Dolayısıyla yayınevlerinin yazdığı Türkçe yayınlar inanılmaz kabul görüyordu. Birçok sosyalist literatürde yer alacak kitap da Türkçeye yeni yeni kazandırılmıştı. Bu rüzgâr estiriliyordu. Yıllar sonra baktık ki doğru çevrilmemiş. O zamanlar bir açlık vardı. Şimdi öyle değil. Şimdi doğru çevrilmiş mi diye bakıyorlar. Çünkü dil bilen bir sürü insan var. O zamanlarla bu zamanlar arası böyle bir ayrım vardı. İkincisi, o dönemde toplasanız yirmi otuz tane yayınevi vardı. Şimdi aktif bin yedi yüz yayınevi var. Her ay binin üzerinde kitap piyasaya çıkıyor. Şimdi bin kitap arasından seçeceksiniz. Biz hangi kitabın çıkacağını bilirdik, neredeyse kapısında yatardık, o kitap çıksın diye. Şimdi arz inanılmaz derecede, talep onun gerisinde.

Onur Öztürk (Kor Kitap): Etkisinin geçmişteki kadar güçlü olmadığını söyleyebiliriz ama hala belirleyici bir etkisi var. Entelektüel yaşamda özellikle. Hem süreli yayıncılığın hem de kitapların belirleyici olduğunu düşünüyorum ben. Özellikle fuarlardaki tartışmalar memleket gündeminde de yarılmaya, kamplaşmaya, kutuplaşmaya yol açabiliyor. Çünkü fuarlar bütün bir entelektüel yaşamın en görünür olduğu alanlar oluyor. Etkinlikleriyle de böyle buraya gelen yazar ve çizerlerle de. Ama burada genel bir demokrasi belirlemek lazım; cinsiyet suçlarını, faşizm suçlarını, ırkçılığı içermeyen tüm fikirlerin basılabilir, çoğaltılabilir, ifade edilebilir olduğunu söylemeliyiz. Yoksa karşı durduğumuz çok fazla fikirler burada yayınlanıyor. Bir yayıncının itiraz etme biçimi başka bir içerik üreterek olmalı. Fiziksel bir şey olmamalı. Şimdi fuarlar bunun da gündeme geldiği yerler olmaya başladı. İlk gün Kırmızı Kedi standına saldırıldı. Onaylamıyor olabilirsiniz ama tartışma şekliniz bu olmamalı.

Notabene Yayınlarına gelmek istiyorum. Notabene gibi yayınevleri ‘piyasa değeri’ çok yüksek olmayan kitaplar yayımlıyor. Bu kitapların içeriğine baktığımız zaman sınıf, kadın, çevre, üniversite ve bilim gibi konulara yoğunlaşan ve akademik bir yön de barındıran çalışmalara rastlıyoruz. Notabene güncel araştırmaların yayımlanması konusunda oldukça istikrarlı bir duruş sergiliyor. Bir taraftan piyasanın dayattığı zorunluluklar var bir taraftan da yayın ilkeleriniz, tercihleriniz var. Yayınevi olarak nasıl bir motivasyonla bu ikilemin üzerine gidiyorsunuz?

Yalçın Bürkev (Notabene): Bizim varoluş sebebimiz zaten bu ilkeler. Biz bir ticari yayıncılık filan yapmıyoruz eğer iş o noktaya gelirse kapatır gideriz. Neden uğraşalım ki? Buradaki insanlar yetenekli, hayatta bir şekilde tutunurlar. Notabene bir iddiayla kendini var etti. Fena da gitmiyor. 7. yılımıza giriyoruz ve tüm bu zor koşullara rağmen yükseliş eğrisindeyiz. Yayımladığımız çalışmaları aslında dar tutmuyoruz. Mesela sınıf çalışmalarını dar anlamıyla almıyoruz. Biyopolitika sınıfla bağlantılı, kültürel bir dizi çalışma da bununla ilgili. Dijital emek de doğrudan bununla ilgili. Sosyal medyanın geleceği yine bununla ilgili. Zaten bizim 7-8 yıl önce düşündüğümüz yayıncılık buydu. Solda bir fikri sıkıntı, sorunlu bir durum var ve bunun aşılması sadece dergi makalesiyle sınırlı bir ufukla mümkün değil. Piyasa basıncı bu tür yayınevlerini sıkıntıya sokuyor. Sonuçta ortaya ya çok ortodoks, güncel sorunlarla ilgili yayın yapmayan ve klasiklerle yetinen bir hattan devam ediliyor ya da tamamen sınıf dışı bir yere kayılıyor. Oysa bu pencereden yola çıkarak birçok alanda açılım yapılabilir. Bizim de bu tartışmada tuzumuz olsun istedik. Notabene bunu kışkırtsın düşüncesiyle yola çıktık. Notabene Gezi Direnişi döneminde yaptığı tartışmalarda bence en dişe dokunur ve ufuk açan bir yayıncılık ortaya çıkardı. Piyasanın baskısı bizi de zaman zaman zorladı. Abonelik sistemiyle bunu aşarak bugünlere gelmeye çalıştık ancak abonelerimiz de aynı zorluklarla boğuşuyor. Üniversitelerdeki akademisyen kıyımı da bizim gibi yayınevlerini olumsuz etkiledi. Piyasadan devam edenler çeşitli kaçış yollarıyla kendilerini sürdürdüler. Biz bu yayın politikasında bu ilkelerde ısrarcı olacağız. Bir de şunu belirtmek gerekiyor. Koşullar ne kadar baskıcı olursa olsun belirli bir tutkulu, sahip çıkan, her şeye rağmen fikirlerini geliştirmeye çalışan bir okur tipi var. Notabene onlar nezdinde bir yer edindi. Türkiye’nin gidişatının da bu şekilde düz bir çizgide devam edeceğini düşünmüyoruz ve pozitif yaklaşıyoruz.

Türkiye’de araştırma-inceleme çalışmalarının yayıncılığı edebiyat yayıncılığına göre daha az alıcısı olan bir alan. Oldukça önemli olan bu alanda Ayrıntı ısrarlı bir tavır sergileyerek ciddi katkılar sağladı. Piyasa baskısına rağmen ilkeli yayıncılıkta ısrarınız hakkında ne söylemek istersiniz?

İlbay Kahraman (Ayrıntı): Bizim birtakım yayıncılık ilkelerimiz var. Sadece para kazanmak için kitap basmıyoruz. Araştırma- inceleme konusunda da öyle. Biz yayınevi yöneticileri olarak sosyalist insanlarız. Dolayısıyla bizim yayınlarımızda sosyalist eserlere öncelik tanınır. Biz, piyasa değeri olsa bile bizim ilkelerimize uymayan, sosyalist düşünceye karşı kitapları yayınlamayız. Mesela size şöyle diyeyim, ben Homo Sapiens kitabını herkesten önce keşfetmiştim. Ama bize uymaz diyerek reddettim. Kitabı sonra başka yayınevi aldı, milyonlar sattı. Ayrıntı yayınevi eşittir sosyalist yayıncılık gibi bir ilkemiz var, bunu popüler yayıncılık adına deyim yerindeyse kirletmeyiz.

Türkiye’de bilim kitaplarının basımı çok eskiye gitmiyordu ve TÜBİTAK’ın kamucu-eğitsel bir perspektifle bastıkları önemli bir yer tutuyordu. Kitaplar oldukça ucuz fiyatlarla okura ulaşıyordu. Şimdi TÜBİTAK yok ve yerine basan yayınevleri var fakat okura yansıyan ücretler yüksek. Kor Kitap’ın yayıncılık geleneğinde bunun tersi bir durum var. Türkiye’de bilim yayıncılığı konusunda ısrar etme motivasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz?

Onur Öztürk (Kor Kitap): İkincisinden başlayayım. Onun yanıtının daha kolay olacağını düşünüyorum. Popüler bilim kitaplarının ciddi anlamda son yıllarda artarak devam eden bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Hem bizim yayımladıklarımızda hem de başka yayınevlerinin. Bilim kitabına okurun ilgisinin olmaması gibi bir durum söz konusu değil. Memleketin kurgu dışında en çok satan kitapları hep bilim kitaplarıdır. Bu yüzden yayıncıların bilim kitaplarından kaçma sebebi bence politik. Evrim kitabını basıyor olmak artık yayıncılık için bir risk. Hedef olma ihtimaliniz yüksek oluyor. Bizim evrimle ilgi çalışmaları yayımlamayı her zaman önemsedik. Son dönemlerde ise Evrim Ağacı grubuyla ortak çalışmalarımız oldu. Onların ürünleri de geniş bir kesimle buluşuyor ve bunu çok önemsiyoruz. Genel olarak bütün yayıncılığımızda bunu kurguladığımız için de fiyatlarda geri çekme yapıyoruz. Evrim kitaplarında özel bir gayretimiz var. Darwin’in kitaplarını yeniden yayımlayacağız. Türlerin Kökeni ile de başlamış olduk. Zaten Evrim Kuramı ve Mekanizmaları ve Evrim Işığı kitaplarına fuar boyunca %50 indirim yaptık. Ayrıca ülke genelinde fikir ve özgürlüğün bu kadar kısıtlandığı koşullarda bununla çok ilişki olan bir sektör olarak yayıncılık tabiki de zorlanıyor. İki şey var aslında. Birisi somut bir baskıyla basınçla yüz yüze gelmesi. Bir diğeri bundan daha kötü olan oto sansür. En vahimi bu aslında. İlkiyle mücadele etmek daha kolay. Bunu değiştirmek de daha kolay. İkincisini Türkiye gibi bir ülkede hiç yapmamak gerekiyor. Aslında yayımlama özgürlüğünün alınması mesleğinin yapılamaması anlamına geliyor. Böyle düşünürse tüm yayıncılar ne kadar güçlü olduklarını görebilirler. Çok güçlü araçlara sahibiz, sinmememiz gerektiğine inanıyorum.

Bazı yayınevleri yayımladığı birkaç kitap sayesinde kuşakların zihninde bir kitap gibi yer alabilmektedir. Bundan hareketle sizin yıllar içinde okur geribildirimleriyle böyle kitaplarınız oldu mu?

İlbay Kahraman (Ayrıntı): Bizim kuşaklarımız şöyleydi: Marksist yayınları alacaksanız ya Sol Yayınları’ndan ya da Bilim ve Sosyalizm Yayınları’ndan okumanız gerekiyordu; edebiyat yayınları alacaksanız da Cem ya da May. Yayınevi, sizin düşünceniz ve yayım bütünleşik vaziyetteydi. Şimdi öyle değil, alternatif çok. Ama mesela Chuck Pallaniuk bizle özdeşleşmiş durumda. Çoğunlukla sosyalist yayınları bizde arıyor insanlar. Tabi yalnız değiliz bu konuda.

Onur Öztürk (Kor Kitap): Bizle özdeşleşmesini isteyeceğimiz çok fazla kitap var aslında. Henüz özdeşleştiğini düşünmüyoruz. Henüz çok yeni çünkü. Ama Ekim Devrimi’nin 100. yılı da olması dolayısıyla ciddi bir hazırlık yaptık. Henüz az sayıda kitabımız var ama sayabileceklerim arasında olan SBKP Tarihi’nin tıpkı basımını yaptık. Bunu çok kıymetli buluyoruz. Durgun Akardı Don kitabı hep bizim yayıncılık geleneğimizle anılmıştır. Şimdi yeniden basıyoruz. Yine Ateşi Çalmak serisi gibi, Dipten Gelen Dalga, Fırtına ve Paris Düşerken bastığımız kitaplar arasında önemli bir yer tutmaktadır. Zamanla bizimle anılmasını isteriz tabi. Birkaç eksiğimiz var hala. Mesela çocuk yayıncılığı konusunda henüz adım atamadık. Şiir ve öykü yayıncılığında çok adım atamadık.

İnternet gazeteciliği, sosyal medya basılı yayını olumsuz etkilemişti. Birçok yabancı gazete internet ortamına geçti ya da planlarını yapmakta. Türkiye'de dijital kitaplar henüz çok yaygın ve görünür olmasa da gelecekte kuşkusuz yer alacak. Siz yayıncılığın bu değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalçın Bürkev (Notabene): Biz ve birçok yayınevi buna yönelik hazırlıklarını önemli ölçüde tamamlamış durumda ancak okurun şu anda bu konuda ciddi bir talebi yok. Elektronik ortamda uzun bir metni okumak kitaptaki kadar rahat olmuyor. Bunun sadece yaşla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Ben çoğunlukla işim gereği pdf okuyorum. İnsanın kendini zorlaması ve eğitmesi gerekiyor. Elektronik ortamdaki okumada basılı kitapta olduğu gibi satır satır okumanın çok yaygın olmadığını düşünüyorum. Yakın gelecekte dijital kitaplar mutlaka olacak mı bilmiyorum ama çevre ve maddi maliyeti nedeniyle şu anki vaziyetin bir değişime uğrayacağı dönem de yaklaşıyor tabi. Okurların bir bölümü de geleneklerinde çok ısrarcı ve mükemmeliyetçi tavır sergiliyor.

İlbay Kahraman (Ayrıntı): Yani ister istemez siz de teknolojiye bir şekilde ayak uyduracaksınız. E-kitap dediğimiz, isteyelim istemeyelim bizi zorlayan bir şey. Ama bizim daha çok zorlanabilmemiz için okuyucundan talep gelmeli. Biz tabiki belli sayıda e-kitap yayınlıyoruz. Ama bunu gördüğü talep normal basılı yayına göre %1-2 arasında, sadece bizde değil genelde. Şimdi bu ilgi herkesi bu yönde ilerletebilecek bir ilgi değil. Ama talep %20’nin üstüne çıktığı zaman herkes bu işe dört elle sarılacaktır. İkinci bir şey, geçmişten farklı olarak dijital yayıncılık artmaya başladı. Eskiden bir matbaada iki binden az kitap bastıramazdınız. Şimdi isterseniz bir tek kitabı dijital olarak basar, talep olarak verirsiniz. Bence elektronik kitaptan daha önce dijital yayıncılık biraz daha gelişecek Türkiye’de. Yayınevleri buna hazırlıklı olmalı. Ben kendi adıma bizim bütün kitaplarımızı ipadime yüklüyorum. Bol miktarda kitap taşımaktan kurtuluyorum, daha rahat okuyorum. Üstelik kâğıt gibi doğayı yok edecek bir gereçten kurtulmuş oluyoruz. İlk çok tepkiliydim, kitap kokusu yok diye. Şimdi karşı değilim. Ama bu kolaylığa yönelecek bir kitle ne yazık ki yok.

Yayın alemini besleyen diğer alanlara bakarsanız bu konuda geçmişteki gibi kült olmuş yayıncılık yok. Geçmişte Yansıma gibi Yön gibi Varlık gibi edebiyat dergileri vardı. Siyasi dergilerinde edebiyat sayfaları vardı. Şimdi çok fazla sayıda edebiyatçı, şair kitlesi var. Şiir okuyan kitle değil bunlar, yazan kitle. Söylemek istemiyorum ama öyle, dünyadan bir haber, şiir dünyasından bir haber. Biz çok şair milletiz, ama şiir okuyan millet değiliz.

Onur Öztürk (Kor Kitap): Elektronik kitap ilk ortaya çıktığı andan beri bence keyifli bir tartışmaya yol açtı. Biz de yayıncılık geleneği olarak eski bir gelenekten geliyoruz. Geçmişte de tüm kataloğumuzu dijital platforma aktarmak için çaba sarf etmiştik ve becermiştik. Önemsiyoruz aslında. Doğrudan basılı yayıncılığı baltaladığını ben düşünmüyorum. Elektronik kitap sayısının artması, arttığı oranda basılı yayıncılık azalmıyor. Şu ayrı bir tartışma tabi, gazetelerde yol açtığı, anlık olarak habere ulaşma pratiği buna yol açabiliyor. Gazeteler artık eski haberi vermiş oluyor. Ama basılı kitap için aynı şeyi söyleyemem. Sayısını hiçbir zaman azaltmadı. Binlerce kitabı yanınızda taşıyacağınız bir elektronik okuyucuyla dolaşıyorsunuz aslında, büyük bir kolaylık. Buna direnmenin bence anlamı yok.

Son olarak İleri okurlarına vereceğiniz müjdeler var mıdır?

İlbay Kahraman (Ayrıntı): Biz döneme ilişkin şunları yapıyoruz. Bu yıl biliyorsunuz Ekim Devrimi’nin 100. yılı. güzel kitaplar hazırladık. Üç tane Lenin kitabı, bir tane Sovyet Devrimi kitabı, bir tane Volin’in devrimi anlatan romanını hazırladık. Önümüzdeki yıl Marx’ın 200. doğum yıldönümü. Onunla ilgili hazırlıklarımız var. Yine önümüzdeki yıl 1968 öğrenci hareketlerinin 50. Yılı. Onunla da alakalı hazırlıklar içindeyiz. Biz kitap hazırlarken bahane arıyoruz ve bahaneler elimizde. Güzel şeyler yapacağız diye düşünüyorum.

Onur Öztürk (Kor Kitap): Evet var, bir süredir baskısı olmayan kıymetli kimi evrim kitaplarını basacağız. Neredeyse Bir Balina’yı yayınlayacağız. 21. yüzyılda Beyin’i yayınlayacağız. Yine telif hakkını almaya çalıştığımız alırsak çevirisine başlayacağımız kitaplar var. Bilim kitaplığı hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz bir şey olacak yayınevi olarak.

DAHA FAZLA