İdeolojik etiğin eleştirisi

İdeolojik etiğin eleştirisi

Alain Badiou "Etik" adlı kitabında "ideolojik etlk" diye adlandırdığı günümüzün hakim etik anlayışını değişik açılardan eleştirerek yerine önerdiği hakikatler etiğini bilim, sanat, siyaset ve aşk kavramları ışığında özgün ve derin bir analizini yapıyor.

Ufuk Akkuş

Özellikle 1990’larda pek çok alanda egemen paradigma haline gelen post modern dönemin etkileri son yıllarda etkinliğini yitirmektedir. Badiou, Etik adlı kitabında etiğin de post modern kültür ortamın içinde iyice öne çıktığına dikkat çekip egemen post modern etik anlayışının ötekine/farklılığa saygı retoriği ile hakiki bir etiğin gelişmesini nasıl engellediğini, neoliberal iktidar yapılarıyla nasıl bir suç ortaklığına girdiğini gözler önüne seriyor.  

Genelde etik diye bir şeyin olamayacağını, sadece tekil hakikatlerin etiği, dolayısıyla tikel bir duruma özgü bir etiğin olabileceğini savunan Badiou’ye göre; bugün “demokratik” totaliterizm daha da sağlam biçimde yerleşiklik kazanmış durumda, bu kölece düşünme tarzına karşı, uğruna dünyanın egemen halini ve mutlak adaletsizliğini kabul etmeye mecbur edildiğimiz bu sefil ahlakçılığımıza karşı özgür düşünebilen herkesin ayaklanması bugün her zamankinden daha çok gereklidir. Badiou’nun savı; özgürleştirici siyasi düşünce için yeniden oluşum dönemine girildiği ve bunun için iki buyruğun ilan edilmesi gerekliliğidir: NATO’nun dağıtılması ve Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesinin lağvedilmesi.

Etik, Yunancada, iyi bir varoluş tarzı, bilgece bir eylem yolu arayışı anlamına gelir. Bundan dolayı etik, felsefenin bir parçası, pratik varoluşu iyi tasarımı etrafında düzenleyen bir parçasıdır. Badiou, kitabında; resmi kurumlar olduğu kadar kamuoyu nezdinde de günümüzün en önemli eğilimi olan bu olgunun tam mahiyetini incelemeyi ve bu haliyle etiğin aslında saf bir nihilizmle, düşüncenin kendisini inkar etme tehdidiyle aynı kapıya çıktığını göstermeye çalışacağını ve sonra etik teriminin bu anlamına karşı çıkıp çok farklı bir kavram önereceğini söyler. Ona göre; kelimeyi soyut kategorilere (Hak, Hukuk, Öteki vb) bağlamak yerine, tikel durumlara göndermek gereklidir. Onu kurbanlara duyulan merhametin bir veçhesine indirgemek yerine, tekil süreçlerin kalıcı düsturu haline getirmek gereklidir. Onu vicdan sahibi bir muhafazakarlığın sahası haline getirmek yerine, çoğul hakikatlerin kaderi haline getirmek gereklidir. Bu bağlamda hakikatin üretildiği yerleri; bilim, sanat, siyaset ve aşk olarak belirler.

Bugün kullanıldığı şekliyle etik teriminin her şeyden önce insan haklarıyla ya da onun türevi olarak canlı varlıkların haklarıyla ilgili olduğuna vurgu yapan Badiou, bu tarz etik savunucularının; evrensel olarak tanınabilir insan öznesinin var olduğu ve bu öznenin bir anlamda doğasından kaynaklanan haklara sahip olduğu varsayımında bulunduğunu ve bunun sebebini de devrimci Marksizmin ve esin verdiği bütün ilerici mücadelelerin çöküşüne bağlıyor: “Tarihin anlamı fikrine sahip olmayan ve artık bir toplumsal devrim ummaktan aciz bir çok entelektüel ve kamuoyunun önemli bir kesimi kapitalist ekonomi ve parlamenter demokrasi mantığını kabullenmiş durumdadır.”

Badiou’ya göre; ideolojik etik olumsuz kurban insan tanımına dayanır ama bu çerçeve insanı, basit, ölümlü bir hayvanla eşitler. Bu, rahatsız edici bir muhafazakarlığın semptomudur ve soyut istatistiksel genelliği yüzünden durumların tekilliğini düşünmemizi önler. Oysa insan ölümsüzlüğe ulaşmaya muktedirdir ve bu insanı insan yapar.

Badiounun kurgusunda genel olarak etik diye bir şey yoktur. Bir durumun imkanlarını sorguladığımız süreçlerin etiği vardır. Sadece bir şeyin etiği (siyaset, aşk, bilim, sanat) vardır.  Tek sahici etik, hakikatlerin etiğidir. Daha doğrusu tek etik, hakikat süreçlerinin dünyaya bazı hakikatler getiren emeğin etiğidir. Aslında tek bir özne yoktur, ne kadar hakikat varsa o kadar özne, ne kadar hakikat usulü varsa o kadar öznellik tipi vardır.  Badiou, Althusser’in yapısalcılığını akla getiren biçimde bir özne tanımı yapar. Ona göre özne, bir sadakatin taşıyıcısı, yani bir hakikat sürecini taşıyan kişidir. O halde özne, süreçten önce var olmaz. Olaydan önce durum içinde kesinlikle yoktur. Yani hakikat süreci bir özneye sahip olur.

Etik ideolojisinin köklerinin dayandığı kötülük kavramını da iyiden kalkarak tanımlama gerektiğini öne süren Badiou, iyi ve dolayısıyla hakikatler hesaba katılmadığında, geriye sadece hayatın acımasız masumiyeti, hem iyinin hem de kötünün aşağısında olan masumiyetin kaldığını belirtir. Ancak hakikatler var olduğu için ve bu hakikatlerin özneleri olduğu ölçüde kötü vardır, ya da eğer kötü varsa hakikatin gücünün zapt edilmeyen bir sonucudur. Kötü ancak iyiyle yaşana bir karşılaşma sayesinde mümkündür. Hakikatler etiği bir hakikat sürecine fiilen ve inatçı biçimde dahil olma yoluyla aynı zamanda kötüyü savuşturmaya çalışan etiktir.

Badiou, etiğin ötekiyle ilgilenmesi gerektiği şeklindeki neredeyse evrensel kabul gören savı reddeder. Ona göre; ötekini tanımaya dayalı her türlü etik hüküm kesinlikle terk edilmelidir. Çünkü gerçek pratik ve felsefi sorun, Aynının statüsüyle ilgilidir. Farklar zaten ortada olan şeyler olduğu için olması gerekenin ne olduğu sorusu, sadece herkes için geçerli olan şeylerle ilgilenmeli ve bunu farklara kayıtsız kalan bir meşruiyet düzeyinde yapmalıdır. Farklar vardır, Aynı ise evrensel bir hakikate disiplinli bir biçimde bağlı kalarak var olabilecek olandır.

Badiou’nun savunduğu hakikatler etiği, farklılığa ve marjinalliğe yüklenen değerlerle biçimlenmiş egemen konumdaki ahlakçı kültürel çalışmalar ortodoksisine yönelik en tahrik edici çağdaş meydan okumadır. 

Badiou,  mevcut etik anlayışını, günümü dünyasının bir iyiyi adlandırma ve bu iyiye ulaşmaya çalışma konusundaki tipik yeteneksizliğin adı olarak niteler. Mevcut ideolojik etiği; kanaatler, nihilizm, iletişim, kurban olarak insan tasavvuru, biyo-etik, ötenazi, insan hakları etiği, kültürel farklılıklar ve kötünün olumsuz ve önsel olarak tanınması argümanlarını tek tek eleştirerek onun yerine hakikatler etiğini koyar. İdeolojik etik çerçevesi insanı basit ölümlü bir hayvanla eşitler. Bu, rahatsız edici bir muhafazakarlığın semptomudur ve durumların tekilliğini düşünmemizi önler. Buna karşı Badiou üç karşı tez sunar: 1) İnsan olumlayıcı düşüncesiyle, ulaşmaya muktedir olduğu tekil hakikatlerle onu hayvanların en dirençlisi ve paradoksalı kılan Ölümsüzle tarif edilmelidir. 2) Kötüyü tanımlarken iyiye ulaşma yönündeki pozitif tanıma yeteneğimizden ve dolayısıyla imkanlar karşısında sınır tanımayan tavrımızdan, varlığın muhafazası da dahil olmak üzere muhafazakarlığı reddedişimizden yola çıkmalıyız. 3) Bütün insanlığın kökü, tekil durumların düşünce içinde saptanmasına dayanır. Genel olarak etik diye bir şey yoktur. Sadece bir durumun imkanlarını sorguladığımız süreçlerin etiği vardır.

 Bu kısa ama yoğun ve kışkırtıcı kitabın Ekler bölümünde Badiou’nun düşünce dünyasını tanımak için bir hayli açıklayıcı olan siyaset ve felsefe üzerine Peter Hallward ile yapılan söyleşi yer almaktadır. Söyleşi aynı zamanda “Etik” kitabının daha iyi anlaşılması için de gerekli ipuçları sunmaktadır.

Mevcut ideolojik etiği eleştirerek yerine önerdiği “Hakikatler Etiğini”; bilim, sanat, siyaset ve aşk kavramları çerçevesinde çözümleyen Badiou, etik kavramına radikal ve yenilikçi bir açılım getirerek bu konudaki tartışmalar için heyecan verici ve kışkırtıcı bir soluk sunuyor.

KÜNYE: Etik, Alain Badio, Metis Yayıncılık,2016, 184 Sayfa.

DAHA FAZLA