Her avcı özür dilesin avından

Her avcı özür dilesin avından

YerKuşAğı, kimsenin isminin ve yüzünün hatırlanmadığı, harflerin, dillerin ve hafızanın yittiği bir yokyer’de geçiyor. Moy, adını duyunca bilen, yıllardır Moy’luğundan habersiz bir kız çocuğu. Babası Asil Derbentçi bir avcı ve her avcı gibi bir gurme. Hagrin, toynaklı bir sarmaşık, tüm seslerin yankısı, yürüdüğü yere tohumlar saçan, her şeyden bir şey. Şuri, kanadını ağızdan güç bela kurtaran bir karabatak. Sırtına yük olduğumuz hayvanın, yabanıl sesiyle söz bulmuş hikâyesi YerKuşAğı.

“İçeride de olabilirdim dışarıda da  ama hep arada. Ne sürülere karışabilirdim ne sofradakilere. Ellerimi bıraktım ve uykuda nasıl düşülürse öyle düştüm, çarpmadım, çakılmadım. Karnımdan çok şeyler çekilerek, ayaklarım yerden kesilmişken, ölülerini götürenlerin peşinden gittim. Sana bir türlü seslenemeyişim bundan. Sen içimde bulduğum cansın Şuri, ölüm müsün, dirim misin ne belli.

Söylesene, dünyadan çıkıp hayatta kalmanın bir yolu var mı?

Can almadan yer bulmanın?”  (s.32)

2007 yılında Bitki Mitosları, 2009 yılında Hayvan Mitosları ve Su Mitosları kitaplarıyla tanıdığımız Deniz Gezgin, ilk romanı Ahraz’ı 2012 yılında kaleme almıştı. Beş yıllık bir aranın ardından nihayet YerKuşAğı adını taşıyan yeni romanı Sel Yayınları tarafından yayımlandı.

Tıpkı Ahraz gibi YerKuşAğı da tarih öncesinde tadılmış bir acı yemiş gibi. Dertli, sesli ve tadı damakta kalan, unutulmayan, en olmadık an hatırlanan, hatırlandıkça içe batan, gözü yakan bir metin. Tıpkı romanın kahramanları Ha ve Rin, Cice ve Şuri ve yaratılışı sırtlanan dişbudak ağacından düşen Moy gibi.

Roman kahramanlarımızın isimleri ilginç, hikâyeleri ve hissettirdikleri de öyle. YerKuşAğı, kimsenin isminin ve yüzünün hatırlanmadığı, harflerin, dillerin ve hafızanın yittiği bir yokyer’de geçiyor. Moy, adını duyunca bilen, yıllardır Moy’luğundan habersiz bir kız çocuğu. Babası Asil Derbentçi bir avcı ve her avcı gibi bir gurme. Hagrin, toynaklı bir sarmaşık, tüm seslerin yankısı, yürüdüğü yere tohumlar saçan, her şeyden bir şey. Şuri, kanadını ağızdan güç bela kurtaran bir karabatak. Sırtına yük olduğumuz hayvanın, yabanıl sesiyle söz bulmuş hikâyesi YerKuşAğı.

Sesi okudukça yükselen bu metin, size bir cenaze törenine katılmışsınız gibi hissettirebilir. En şık kıyafetleriniz ve en nazik hallerinizle yapılan bu ölü gömme törenine katılan herkes suça ortak fakat kimse cinayetin sahiplenicisi değil. Çünkü bu çağ, tuza varamadığımız,  içimizdeki beşeri söküp atamadığımız çağ. Karınları yedikleri çöpten tıka basa doluyken ölen boz renkli kuşların, yaşam alanları işgal edilen milyonlarca hayvanın, kafası taşla ezilerek öldürülen kaplumbağaların, talan edilen zeytin ağaçlarının, insana kurban edilen toprağın çağı. Biliyoruz, görüyoruz, suça ortağız.

Sayfalarında ölü ağaçların yaşam veren gövdesi, yarasına kabuk arayan kuşlar, rüyaya dalar gibi gerçeğe uyananlar, karanlığın çilesi, tuzun içimize işleyen nefesi var. Çünkü YerKuşAğı’nın kahramanları tuzu aradıkça ve sen okuyucu bu tuza varışın öyküsünü okudukça içine sinen beşer sökülecek. İşte o zaman anlayacaksın doğayla beraber yitip gidenin senden, içinden olduğunu.

Çiçeklerle bile kendi dilinde konuşan bir tür, dikene ayrığa yüz verir mi?   diye soruyor Deniz Gezgin romanında. İnsan türünün doğayla giriştiği bu savaşta, insan kibri ve aldırmazlığı savaşın haklı galibinin doğa olacağının işareti. Her gün bir parçasını katlettiğimiz, canından can koparıp tabağımızda yediğimiz doğa, dilsiz ağızları ve görmeyen gözleriyle şık salonların duvarlarını süsleyen padalyaların ahı bizi bulacak ve Hagrin’in anısı elbet gerçek olacak.

“O ağacı ilk duyduğumda vakit kaybetmeden peşine düştüm, çok geçmeden de onu sığ bir su birikintisinin ortasında buldum. O zaman gövdesi daha ince, dalları seyrekti, şimdiki kadar meyvesi de yoktu. Sulara girip yanına gittim, hatta gövdesine yaklaşıp ona dokundum, sonra bir merakla, biraz da şüpheyle üç beş meyvesinden birini tutup kopardım, koparmamla ağaç birdenbire sustu. Onu korkutmuştum. Aklıma gelen başıma gelmişti. Nasıl bir utanç duyduğumu anlatamam, kendimi bir avcı kadar zalim hissettim.”

Kopardıklarımızdan duyduğumuz utanç doğayı sağ, bizi insan kılacak olandır. O zamana dek, her avcı özür dilesin avından!


KÜNYE: YerKuşAğı, Deniz Gezgin, Sel Yayınları, 2017, 89 sayfa.

DAHA FAZLA