Ankara'da 7 kurumdan Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma Konferası

Ankara'da 7 kurumdan Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma Konferası

Mücadele ortağı 7 kurumun öncülüğünde "Geleceğin Türkiye’si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma Konferansı" düzenlendi.

İleri Haber

Türkiye İşçi Partisi (TİP), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Emek Partisi (EMEP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) tarafından "Geleceğin Türkiye’si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma Konferansı" düzenlendi. 

Sabah saat 10.30'da Ankara’daki İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Kongre Kültür Merkezi’nde başlayan konferansta, hak ve adalet mücadelesi hafızasını AKP’nin yarattığı hakikat ile birleştirerek, hesaplaşmanın Türkiye’nin geleceği için belirleyici rolüne vurgu yapıldı. 

'İNKAR YERİNE HAKİKATİ KOYAMADIĞIMIZ SÜRECE TOPLUMSAL BARIŞI SAĞLAYAMAYIZ'

Üç oturumdan oluşacak konferansın açılış konuşmasını hukukçu, diplomat ve eski milletvekili Rıza Türmen yaptı. 

"Geçmişimiz bugündür. Geçmişi geleceğe bağlayan köprü sorumluluk köprüsüdür. Bu köprü kurulmazsa çocuklarımıza vereceğimiz gelecek de doğru bir gelecek olmayacak" diyen Türmen, "Türkiye'de ki sorunumuz, geçmişimizle barışamadığımız için bugünümüzle de barışamıyoruz. Bundan sonra da pekala geçmişimizi inkar ederek yaşayabiliriz. Ama bu geçmişimize inkardır. İnkar yerine hakikati koyamadığımız, cezasızlık yerine adaleti koymadığımız sürece toplumsal barışı sağlayamayız. Hakikat, Türkiye'de çok büyük bir meseledir. Bugünkü iktidarın masallarıyla halk aldatılmaktadır. İktidarın anlayışı iktidar halkın ne kadar bilmesini istiyorsa halk o kadar bilmelidir. Bu Türkiyedeki hakikatin ortaya çıkardığı bir gerçektir. 'Berkin Elvan, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz’ı öldüren polislere ne oldu?' diye sorulduğunda türkiye’deki cezasızlığın boyutu görülmektedir. Bu cezasızlık Türkiye’deki adaleti içten kemirmektedir. Cezasızlıkla mücadele adaletin gelişi için mücadeledir" ifadelerini kullandı.

Konferansta söz alan isimler ve açıklamarı şöyle:

Gezi'de yitirdiklerimiz için Emel Korkmaz

"Bu ülkedeki acılar saymakla bitmiyor, katlanarak çoğalıyor. Bu ülkede anneler ağlatılıyor, adalet istiyoruz. Biliyorsunuz Ali İsmail'i 9 yıl önce kaybettik. 9 yıldır adalet arıyoruz, adaletin geleceği günü sabırsızlıkla bekliyorum. Bu salondakiler iyi ki varsınız."

Gezi'de yitirdiklerimiz  Gürkan Korkmaz

"Gezi’de kaybettiklerimiz adına buradayım. Gezi halktı. Ali İsmail’in sürecini hepiniz biliyorsunuz. Ali İsmail, 38 gün boyunca komada kaldı ancak savcı 38 gün boyunca aktif bir savunma yürütmedi. Ali İsmail vefat ettikten sonra oluşan kamuoyu ile birlikte soruşturma başlatıldı. Kamera kayıtları silinmiş, bilirkişi üstüne 2 kere format atmış. Raporlar, dosyadaki bütün deliller 'kasten adam öldürme'yi göstermesine rağmen 'kasten yaralamanın ölümle sonuçlanması'ndan yargılandılar. En ağır cezayı alan polis 10 yıl 8 ay ceza aldı. 3 yıl bile yatmadan şu anda aramızda. Türkiye adaleti hukuk sistemine bu leke ile kazınacak. hesaplaşmadan, adalet gelmeyecek.  Mahkeme salonunda annem çocuğunu öldürenlerin gözüne bakıyordu, 'Hakim bey şu jandarmaları kaldırın, ben bu ellerimle Ali ismail’i büyüttüm. Onlara dokunmam' dedi. allah bu acıyı düşmanımıza bile yaşatmasın isteriz ama hesaplaşmak ayrı bir şey. Mücadelemiz gezi’de yitirdiklerimiz ve diğerleri adına. İyi ki yanımzıdasınız, iyi ki varsınız."

10 Ekim aileleri için Elif Özdemir

"10 Ekim Türkiye’nin en kara tarihlerinden biridir. Biz Suruç'ta yapılan katliama karşı, sokakta öldürülen gençlere karşı barış mitinginde bir arada, bir soluk olmak için oradaydık. Birçok arkaşımızı maalesef kaybettik. Alana girerken hiç polis yoktu. Benim dikkatimi bu çekmişti. Bunun normal olmadığını düşündüm. Kortejler esnasında iki bomba patladı. Biz bedenlerimizin yarasıyla uğraşırken, polisler gaz bombası attılar, havaya ateş ettiler. Sağlıkçılar yanımızdan uzaklaştırılmaya çalışıldı. Ambulansların gelmesi engellendi. Bu planlanmış bir eylemdi. Maalesef çok canımız yandı. Bir anne demişti ki 'Ben öleyim de çocuklara bir şey olmasaydı, onlar misafirdi' demişti. Acıların tarifi yoktur, ateş düştüğü yeri yakar. Biz birbirimizin yüzüne bakarak acılarını hisseden insanlarız. Mahkeme salonlarında birçok belge ve bilgi gösteriyor ki bu eylemin olacağı istihbarat tarafından biliniyormuş Bile isteye 103 canımızı katlettiler. Adalet, bu zihniyetle gelmeyecek, bu adalet bizim mücadelemizle, direncimizle, bir arada oluşumuzla gelecek. Göstermelik mahkemelerle, talimatlı hakimlerle savcılarla bu adalet gelmeyecek. İyi ki bir aradayız."

Barış Akademisyenleri için Işıl Ünal

"Bilim insanı olmak, sınırlamalara, iktidara, baskılara rağmen mücadele etmektir. Biz üstümüze düşeni yaptık. Sonunda ağır bedeller ödedik. Yani devlet bizi görevimizi yaptığımız için cezalandırdı. Barış bildirisini imzaladığımız için hiçbir zaman pişman olmadık. Şu anda 6’lı masada oturan Davutoğlu bunun fikir özgürlüğü kapsamında düşünülemeyeceğini söylemişti. Şu anda nasıl düşünüyor bilmiyorum. 70 gözaltı, 6 tutuklama gerçekleşti. Bize yapılan tehditlerin arkasından bildiriye imza atanların sayısı arttı. Akademideki bu destek çok önemliydi.  OHAL ile 130 bini aşkın kamu görevlisi KHK ile görevinden uzaklaştırıldı. Bu insanların yurttaşlık haklarını kullanması engellendi. Bu bizim için de geçerliydi. Ardından OHAL İnceleme Komisyonları kuruldu. 28 Ekim 2021’den itibaren yani 4 yıl sonra sonuçlar geldi. 4 yıl boyunca hukuktan, yargı yolundan yararlanmaları engellendi. Ardından Barış Akademisyenleri için red kararları gelmeye başladı. Hukuksuzca verilen kararlardı. 473’ü devlet 76’sı vakıf üniversitesinden akademisyenler ihraç edildi. Bu kararları verenler aynı zamanda üniversite yönetimleridir. Dolayısıyla burada kendi akademisyenlerinin akademik özgürlüklerini kullanması nedeniye akademisyenlerini işinden eden rektörlere dikkat çekmek istiyorum. Verilen cezalar ve beraat kararları mahkemelerle ilgiliydi, kişiye göre değildi.  Üniversiteler olarak durumun vahim olduğunu belirtmek istiyorum, teşekkürler."

Cumartesi Anneleri için Ayşe Tepe

"Ben Ferhat Tepe’nin kız kardeşiyim. 28 Temmuz’da kaçırdılar. Bizim yaşadığımız olaylar Kürdistan’da 90’lı yıllardan bugüne kadar kesintisiz, Roboski, Sur Katliamı'nda da gördüğümüz gibi kesintisiz yaşadık. Çok uzun mücadeleler verdik. Abimin davası zaman aşımına uğradı. Annem 95’ten beri Galatasaray Meydanı'nda mücadele veriyor. 30 yıldan beri hak hukuk adalet arayışımızı sürdürüyoruz. Cezasızlığın kalkmasını istiyoruz. Biz insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı kabul etmiyoruz. Biz faillerin yargılanmasını isterken yargılanan konumuna getirildik. Bu konuda herkesin bize destek olmasını talep ediyoruz. Türkiye’de veya Kürdistan’da adalet arıyorsanız, faşizm her zaman ensenizdedir. Geldiğiniz için çok teşekkür ederim."

Çorlu Tren Katliamı için Mısra Öz

"Burada olmak çok zor. Bana sıra gelene kadar gelenleri dinlemek, aynı şeylerle karşı karşıya kaldığımızı bilmek, umutlu ama köşeye sıkıştığımızı bilmek çok zor. Ben 8 Temmuz’da  Oğuz Ardamı, tek oğlumu ihmal cinayetine kurban verdim. Oğlumu en son trenin içinde gördüm. Koskoca bir adaletsizliğin içinde geçiyoruz. Biz olay yerine giderken şununla karşılaştık; trenin altında cenazelerimiz varken taraflı bilirkişiler rapor hazırlamaya çalışıyorlar. Bizi alandan uzaklaştırmaya çalıştılar. Sonrasında tren kaldırılmamışken yolu döşemeye başladılar. Çünkü o yoldan para kazanıyorlarmış. Ulaşımın durmaması gerekiyormuş. Aysun Köse’ye 'Daha gençsiniz, tekrar çocuk yaparsınız' denildi. Bu sese ses olmasaydınız, Çorlu Tren katliamı toplumsal bir davaya dönüşmeyecekti, 4 sanık aklanacaktı. Hafızama kaydolmuş tek bir görüntü var; oğlumun fotoğrafı. O fotoğraftaki gözler 'Anne hesap soracaksın, benim yaşam hakkımı elimden alanlardan hesap soracaksın' diyor. Benim o gözlere sözüm var. Ben gencecik anne oldum ve evlatsız kaldım. Aklımda bir söz var, 
yıllardır adalet mücadelesi veriyoruz, hala bir iddianamamiz yok. En son duruşmaya gittiğimizde tren kazası esnasında 5 yaşında olan Kemal vardı. Kemal annesini ve kardeşini kaybetti. Kemal’in teyzesi, 'Geçen gün Kemal bana şunu söyledi annemi unutmaya başlıyorum, unutmam değil mi teyze?' dedi. Biz Kemal’e annesini unutturmayacağız. İyi ki varsınız, sesimize ses olduğunuz için çok teşekkür ederim."

Farplas Direnişi için Nejla Dolaşık

"Kapitalist sistem faturaları emekçilere, ve biz kadınlara çıkarılıyor. insanlar örgütleniyor. Biz örgütlenerek üstümüze düşeni yapıyoruz. Nazım ustanın da dediği gibi, 'Büyük insanlığın toprağında gölge yok, sokağında fener, penceresinde cam 
ama umudu var büyük insanlığın' umutsuz yaşanmıyor."

Kötü mualeme ve hasta tutsaklar için Avukat Alişan Şahin

"Bu ülkede zulme uğrayan halkların hafızasını silmek için çok uğraştılar ama başarılı olamadılar. Hakikati de silemediler ama hiç kimse de hesap vermedi. Bu ülkede Kürtseniz, solcuysanız, sosyalistseniz devletin kapısına adım atmakla ötekileşme başlıyor. Hasta tutsaklar bu ülkenin kanayan yarası. Sokaklarda ifade etmediğimiz sürece gelecekte bunu nasıl kurarız bilmiyorum.  İnfaz yasası değişikliği faşizmin belgesidir. Dediler ki bu yasadan Kürtler, sosyalistler, solcular yararlanamaz. İleride hesap soracaksak bu belge aklımızın bir yerinde dursun. Aysel Tuğluk hakkında da bir şey söylemek istiyorum. Aysel Tuğluk’a önce 'cezaevinde kalamaz' raporu verildi ancak Adli Tıp Kurumu yeterli incelemeyi yapmadan 'yaşamını tek başına idame ettirir' şeklinde rapor verdi. Adli Tıp Kurumu'nda bir nörolog olmadan böyle bir karar verilmesi hukuksuzluğu ortaya koyuyor. İtirazlarımız üzerine göstermelik bir nörolog getirdiler, yine aynı raporu verdiler. Kötü muamele gözaltında başlıyor, Yargıtay’a kadar sürüyor. Bu ülkedeki hukuksuzluklara direnen avukatlar olarak bu hukuksuzlukların peşini bırakmayacağız, takipçisi olacağız. Mücadelemize devam edeceğiz."

Roboski aileleri için Ferhat Encü

"Coğrafyası 4 parçaya bölünmüş, bu coğrafyada hayat mücadelesi, dil, kültür, özgürlük mücadelesi verirken sistematik şiddete maruz kalan halkı Roboski şahsında dile getirmeye çalışacağım. İnsanların çocukların üzerine bombalar yağdırırken, orada yaşanan acıya müdahale etmeyen bir durum da söz konusuydu. O gündür bu gündür bu hakikat mücadelesini vermeye çalışıyoruz. Sorumluların cezalandırılmasını talep ediyoruz. Bu sistemin varlığı dönüştürülmeği sürece bu hiçlik devam edecektir. Katliamdan bir hafta sonra ailelerin şikayeti üzerine aileler sorguya alındı, dosyaya gizlilik kararı getirildi. 1,5 yıl hiçbir şey yapılmadı. 1,5 yıl sonra askeri mahkeme takipsizlik kararı verdi. Sanki ortada yaşamını yitiren 34 insan olmamış gibi… Anayasa Mahkemesi'ne başvurduk. O da eksiklikler gerekçesiyle dosyayı geri gönderdi.  Roboski Anneleri bu toplumun ötekileştirilmek istenen gerçeklerini ortaya çıkarmak için büyük bir mücadele verdi. Bu mücadele sonunda aileler hakkında soruşturmalar, yargılamalar geldi. Çalmadığımız kapı, görüşmediğimiz kimse kalmadı. Böyle bir hakikatle karşı karşıyayız. Sistematik bir yok etme politikası ile karşı karşıyayız. Bu cezasızlık politikası ülkede bir yönetim biçimi haline getirilmek isteniyor. Elbette adalet sağlanana kadar peşini bırakmayacağız, hesap soracağız. Bu kadar faşizmin kendini kurumsallaştığı bir durumla karşı karşıya olsak da buna göz yummayacağız."

Soma için Kamil Kartal

"Tam 8 yıl 22 gün önce Türkiye bin ve dünyanın sayılı büyük katliamı Soma’da gerçekleşti. Bir maden kenti olan Soma sahiplenildi, 301 madencinin ailesi 6 ay boyunca çok büyük baskılara maruz bırakıldı.  Kesintisiz bir mücadele gerçekleştirildi. Bu süreç içerisinde Türkiye’de ilk defa işçileri katledenler 18-26 yıl arası ceza aldı. Soma kendisini bir biçimde kendisine verilen destekle ifade edebildi. Davayı, başta Selçuk Kozağaçlı, Can Atalay’ın da olduğu birçok avukat sahiplendi. Soma’ya benzer çok katliamlar yaşandı fakat Soma’daki toplumsal güçlerin davayı sahiplenmesiyle farklı bir yere oturdu."

Suruç Aileleri için Metin Kılıç

Suruç’ta 33 insanımızı yitirdik. Suruç’a doğru yola çıktık fakat cenazeleri Antep’te aldık.  Daha yoldayken Bursa İlçe Emniyet Müdürü baskı uygulayarak cenazeleri nasıl defnedeceğimizi sordu. Konuşmak o kadar zor ki… Bizi hiçbir devlet yetkilisi aramadı. Bizi savcılıkta ifade için, terörle mücadele için aradılar. Hiçbiri taziye için aramadı. Mahkeme sürecinde de aynı durumlar gerçekleşti. Her mahkemeye gidişimizde sanki bir işgal ordusu gibi yoğum bir güvenlik önlemi ile salona alınıyoruz. Bizim mücadelemiz devam edecek."

Şenyaşar ailesi için Ferit Şenyaşar

"Annemin selamını iletiyorum. Biz bu olayda kurban seçildik. Siyası talimatlarla suçlu biz gösterildik. 4 yıldır hastane davasında gizlilik kararı var. Bu katliam, kolluk kuvvetlerinin önünde meydana geldi. Bütün devlet kurum kapıları bize kapatılınca biz de adliye üzerinde nöbete başladık. Bir yılı aşkındır nöbetimiz sürüyor. Bir sürü insan bizim nöbetimize sahip çıktı. Avukatlar davamızda yanımızdadır. Bütün bu kamuoyu baskısıyla 4 kişi tutuklandı. Katliamı yapanlar milletvekillerinin akrabalarıdır. Dava üzerinde bizim açımızdan gizlilik kararı devam ediyor. Edindiğimiz bilgilere göre milletvekili talimat vererek 'Hastaneden kimse canlı çıkmayacak' demiş ancak biz mücadelemizi sürdürüyoruz. Biz göstermelik bir adalet istemiyoruz, gerçek anlamda bir adalet sağlanana kadar mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz."

TİP Genel Başkanı Erkan Baş:

Biz halkın özne olacağı bir süreci örgütlemenin yol ve yöntemlerini, halkın merkezinde durduğu bir hesaplaşmanın nasıl gerçekleşeceğini hep birlikte bulmaya çalışıyoruz.

Tayyip Erdoğan bizi son günlerde anmaya başladı. Silecekmiş süpürecekmiş, falan filan… Söylenebilecek tek şey şu arkadaşlar: Hatırlayın, bunun danışmanı bunu Amerikalılar'a pazarlarken, 'bunu deliğe süpürmeyin, kullanırsınız' demişti. Onun zihninde siyaset denilince birileri tarafından silinmek, süpürülmek ya da parlatılmak var. Bizim siyaset anlayışımız bu değil. Bu ülke de bu Meclis’te sizin babanızın çiftliği değil. Bu ülke halkları bugün burada küçük bir örneğini gördüğümüz biçimde hiçbir şekilde işlediğiniz suçları unutmuyor. Hepsini halkın derin hafızasında önemli bir yerde tutuyoruz ve mutlaka tüm yaptıklarınızın hesabını soracağımız günler geliyor.

Dr. Mühdan Sağlam:

"Türkiye'nin 2002 yılında yaşadığı iktidar değişiminin Türkiye dış politikasına yansımasına baktığımızda batı kampı ile uyumlu, Avrupa Birliği adaylığı sürdürmesi üzerine örgütlenmiştir. Ancak 2003 yılında ilk fire, 11 Eylül ile birlikte Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesiyle verildi. 'Barış' adı altında neler yapıldığını geçtiğimiz yılın ağustos ayında insanların Taliban zulmünden kaçmak için uçaklara tutunarak, çocuklarını ABD’li askerlere verdiğinde gördük. 2003’e dönersek Türkiye, bunu kolaylaştırmak için en istekli ülkelerden biriydi. Türkiye’nin gerektirdiği barışın sınırı budur. Kendinden olmayana imkanı ve ölçüsü budur. O dönem Irak işgali örneğine baktığımızda Türkiye, toplumsal muhalefetin güçlü baskısıyla teskereye hayır demişti ve asker çıkarılmamıştı.

Gelinen aşamada dış politika, gelecek kuşaklara yükler ve sorumluluklar getiriyor. Var olan hakikat esnetildi, yeni hakikat inşasına geçildi. Bölgenin ve ülkenin küresel dinamikleri yanlış okundu. Yayılma politikasına girildiği, değerli yalnızlıklardan oluşan bir yeni hakikat ile karşı karşıyayız. Dış politika yavaş ilerler, yaptığınız üzerinize yapışır, bizi bir enkaz bekliyor.”

CHP Milletvekili İlhan Cihaner:

"İktidarın baskı politikasını üstlenmiş bir yargı ile baş başayız. Türkiye’de yargı ele geçirilmiştir, 2005 yılında yasal temelleri oluşturulmuştur. AKP geldiğinde 12 bin olan hakim, savcı sayısı şimdi 22 bin civarında. Türkiye’de yargı hiçbir zaman olmadığı kadar sınıfsal tercih yaparak sermayeyi korumuştur. Yargı, iktidarın bürokratik bir uzantısı olmuştur. Her şeyden önce mülksüzleştirme ve siyasetsizleştirme pratiği ortaya çıkıyor. HDP'ye dönük hamleler bunun en büyük örneğidir.

Yargının halktan kopmasını ise şimdi 'AVM adliyeleri' diyebileceğimiz mekansal dizaynla sağladılar. İnsandan tamamen koparılan adliyeler yaratıldı. Yargı, yanlış bir terör kavramı çerçevesinde terörle mücadele eden bir aparata dönüştürüldü. Yargıda, savunma mesleği ilga edilmiş durumda. Avukatların tezleri 'anlat anlat heyecanlı oluyor' formalitesine indiriliyor. Karar çok önceden veriliyor. Türkiye’deki benzer sorunları yaşayan ülkeler önce hukuklarını oluşturdular.”

TİP Milletvekili Ahmet Şık:

"Cezaevinde bulunan siyasetçilere, hukukçulara, bilim insanlarına selamlar. Devletin hakikati dediğimizde gözümüze ve hafızamıza bir dolu fotoğraf geliyor. Suçluların suçunu örtmeye çalışan bir yargı mekanizması üreten, bunun rızasını medya ile oluşturan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Hrant Dink, Tahir Elçi, Şenyaşar ailesi bize bu ülkenin hakikatini aktarıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz yıllık geçmişimizle hesaplaşması bize hakikati çıkaracak. Önceliğimiz hatırlamak ve hakikati aktarmaktan geçiyor. Yurttaşlar hafızayı diri tutarak hakikat ile hesaplaşacak.”

Gezi Davasında tutuklanan Yüksek Mimar Mücella Yapıcı, konferansa mektup göndererek ekolojinin ve kentin hakikatine ilişkin şu ifadeleri kullandı:

"Hafızanın silinmeye çalışıldığı, hakikatin yalanlar, hakaretler, delilsiz cezalalandırmalarla unutturulmaya çalışıldığı bir karanlıktayız. Hesaplaşmadan bahsedemiyoruz bile. Ancak dokuz yıl önce yaşadıklarımızı hatırlamakta fayda var. Kent mücadelesi bizim senelerdir meslek örgütleriyle, davalarla, hukuksuz kararlardan, mega projelerden, rant için yerinden edilen kentlilerle sürdürdüğümüz bir mücadele idi. Ancak dokuz yıl önce bir şey oldu, neydi o direniş, neydi Gezi? Dokuz yıl önce, kent halkı ilk defa bütün sıkışmışlıkları da düşünerek herkesin ama hiç kimsenin olmayan bir park alanını savundu ve onu diğer hak talepleriyle birleştirebildi. O parktaki olağanüstü beraberlik, demokratik bir hak savunması ve polis şiddetine, haksızlıklara karşı itiraz eylemi, gelecek için bir umut olmuş ve insanlar kendi beyinlerinin gönüllü gardiyanı olmaktan kurtularak ülkeye çöken korku ve umutsuzluk perdesini aralamıştır.Korkulan da bu ışıklı aralıktır. Bu iklimi yaratmak ve Gezi'nin toplumsal hafızada yer alan o umutlu, renkli ve yaratıcı tarihini kriminalize ederek, Gezi’de itirazını, umudunu, direnişini yanına alıp gelenlere hakaret üzerine hakaret ederek, toplumsal hafızaya yeni bir tarih aplike etmeye çalışmaktadırlar. Ancak bunca yıl ve bunca yalan dolan ve baskıdan sonra gösterilen destek ve dayanışma, bu çabaların nafile çabalar olduğunu somut bir göstergesi olmuştur. Birlikte konuşmayı, birbirine bakmayı, aynı görüşte olmama koşuluyla ama aynı hedefe yani demokrasiye, barışa, daha insanca bir yaşama doğru birlikte hareket etmeyi bir kere denemiş bir toplum, yıllar da geçse o deneyimi unutamaz. Gezi, herkesin kendini ifade ve temsil ettiği barışçı, yaratıcı, eşitlikçi ve insancıl tarihine daha nice yıllar sahip çıkacaktır. Esasen tarihi iktidarlar değil halklar yazar.”

Gazeteci Bahadır Özgür:

“Kitlesel yoksullaşma ile ekonominin hakikatini anlatabiliriz. Ekonominin hakikatini tek adamın hakikatinden ayrı düşünemeyiz. Ancak böyle bir rejimi inşa etmek için ototer bir rejimle karşı karşıyayız. Cumhuriyet dönemi boyunca ancak iç savaş koşullarında dönüşebilecek bir değişimle, bölüşüm şokuyla karşı karşıyayız. Servet transferi, bölüşüm şoku ve yoksullaşma ile yolsuzluk dönemi kurumsallaşmıştır.

Kamu kurumlarının satışıyla başlayan özelleştirme bugün toprak hırsızlığına ulaşmıştır. Bu durum İngiltere de 17. yy'da yaşanmış. Servet transferi ile kamu ihaleleri gündemimize girdi. Gelecek kuşakları da yoksullaştıran bu durum kamu özel işbirliği projeleri devleti, devlet A.Ş'ye dönüştürdü. Finansallaşma ile dünyada ilk defa yoksullar kredi almaya başladı ve borçlandırıldı. Eğitim aldıkça yoksullaşan bir ülke yarattılar ve suç ekonomisi ile legal ekonomi arasındaki ayrımı yok ettiler” 

Makine Mühendisi Mert Büyükkarabacak:

"Ülkedeki emekçi halkların sömürgeleştirilmesi ile karşıya karşıyayız. Türkiye, dünyada işçiler için cehennem sayılabilecek 10 ülke arasında. Hem daha fazla çalışıyor hem daha fazla yoksullaşıyoruz. Türkiye pandemi sürecinde bile büyürken işçilerin yükseltilen ücretleri hızla yükseltilen enflasyonla geri düşürüldü. Büyümeye rağmen işsizlik azalmadığı gibi güvenceli sayılan iş olanağı da çok az. Güvencesizlik ve geleceksizlik işçi intiharlarına yol açıyor. Emeğin talepleri net. Asgari ücretin 3 ayda bir güncellenmesi, güvenli çalışma koşulları sağlanmalı, enerji şirketlerinin kamulaştırılması, KHK'lerin iptal edilmesi, sosyal konutların inşa edilmesi gerekiyor. 100 yıllık cumhuriyet tarihi bize ekonomik alt yapının sermaye tarafından sağlanamadığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Birleşe birleşe kazanacağız."

İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdogan:

"Bir ülkenin rejimi neyse hukuk düzeni odur. Savunmayı geliştiyoruz, argümanlar geliştiriyoruz ama  Milli Güvenlik Kurulunun oluşturmuş oldugu özel yargılama sistemi karşımıza çıkıyor ve bir yerde tıkanıyoruz. Milli Güvenlik Kurulu'nu ilk elden ortadan kaldirmak gerekiyor, RTÜK, YÖK gibi. Türkiye'de sürekli olarak askeri sivil bürokrasi belge hazırlayarak, dikte edilerek belgeye uygun olarak yargılama sistemi oluşturuyor. Bir anda kendimizi aslında savunacak hale düşüyoruz. Bunu kırmanın yolu meselenin kaynağına inmek, mücadele etmektir. Uluslararası hukuka bağlıysak Demirtaş, Kavala kararlarına uyulması gerekiyor. Çok belge geliştirdik ve karar aldırdık ama siyasi iradeye ihtiyacımız var. Demokrasi, hukukun üstünlüğü bir arada alınırsa o zaman gerçekten onumuz açık olacaktır."

HDP Milletvekili Fatma Kurtulan:

"Aslında yaşadığımız şey bedelini ağır ödediğimiz hakikattir. Kürtler vardır, kolektif hakları vardır ve mücadelesini vermeye çalışıyorlar. Yıllardır OHAL uygulamalarıyla mücadele ediyoruz. Kürtler, 12 Eylül’den sonra mutlaka bir gazaba uğruyor. Ülkenin üçte birinin aslında seçme seçilme hakkı gasbediliyor. Eşit yurttaşlık temelli bir anayasa istiyoruz. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesini istiyoruz. Bunlar için muhatapları doğru belirlemek lazım." 

İHD Ankara Kadın Komisyonu Üyesi Sevinç Koçak:

"Çocuklar yaşamın özneleriyken karar alma mekanizmalarının hiçbirinde yer almıyor. Türkiye’de 25 milyonu bulan çocuklar içinde görünen 720 bin çocuk işçi var. Çocuklar tarlada, iş yerinde, cezaevinde ve biz bu sayılara tam olarak ulaşamıyoruz, kapılar hep kapatılıyor. Berkin Elvan 14 yaşında vuruldu, 16 kilo ile hayatını kaybetti. Yetişkinlerin bile demokratik katılımının sorgulandığı bir ortamda çocukların yaşama katılım hakkını sorgulamak gerekiyor"

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim:

"Şüpheli kadın ölümleri katlanarak artıyor yani kadın cinayetlerini daha fazla karartmaya çalışıyorlar. Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçilirken bugün kadınları öldüren katiller türlü ayrımcı indirimler alıyor. Kadınlar ise meşru müdafaa ettiklerinde kendilerini bu indirimlerden yararlanamıyor. Bu ülkenin cumhurbaşkanı kadınlara 'sürtük' dedi. Sanatımıza, hayatımıza, yaşam tarzımız, örgütlerimize büyük saldırılarla karşı karşıyayız. Sürekli ahlaka aykırı davrandığımız iddia ediliyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile de mücadele eden kadınlar demokrasi mücadelesi ile devam edecek."

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol:

“Pandemi bizim önümüze çıkan semptom, bitmemesi ise seçtiğimizin ne kadar hastalıklı olduğu gösteren bir hakikat. Hakikati bulmazsak eğer iyileşmemiz mümkün değil. Yoksulluk sadece yoksulluk değil, aynı zamanda sosyal dışlanmadır. Türkiye'de 2017’de yapılan bir araştırmaya göre nüfusun yüzde 45’i yoksul ve sosyal dışlanmaya uğramaktadır. Yoksuldurlar ve sağlığa erişemezler. Pandemi sınıfsal bir sorun. Sağlıkta emek en büyük güçtür. Sağlıkta teknolojiler ne kadar gelişkin olursa olsun bir hekim günlük 500 kişiye bakıyor. Hekim arkadaşlarımız, sağlık emekçisi arkadaşlar bir çıkış göremiyorlar. Sağlık kan kaybediyor. Pandemi başka felaketlere sürüklüyor. Çok kırılganlaştık, hekim kaybediyoruz. Direnç sorunumuz var ve antibiyotik dahi getiremiyoruz ama şunu söylemek gerekiyor: Eşit bir sağlık sistemi için mutlaka bir devrimle düzeltilmesi lazım."

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar:

“Türkiye, tarihine baktığımızda travmatik deneyimler yığını ile karşı karşıya olan bir ülkedir. Büyük acılar yaşandı ama gerçekliğin hikayesinin anlatılmasına izin verilmedi. Mağdurların sesini kısmak ve kendi dar dünyalarında kaderlerine razı olmaya mecbur etmek asıl hedeflenendir. Bütün bu acıları yaşamak zorunda kalan toplum kesimleriyle hakikati buluşturmak zorundayız. Asıl hedefimizin ne olduğunu burada çok daha iyi görebiliriz. Eğer bunu başarabilirsek inanın bu söylediğim, sistem dönüşümünü de düzen değişikliğini de sağlar. Adaleti her alanda aramaktan vazgeçmemeliyiz. Bütün bu adaletsizliklerin temelinde bir sistemin, bir düzenin yattığını da görmeliyiz. Hepsini  bu acıların kendi döneminde yaşatmış, eskileri de gayet memnuniyetle kabullenmiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu iktidara karşı mücadele, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir. Hakikat acıdır ama susmak öldürür. Susmamalıyız. Hakikatlerin mutlaka dile getirmeliyiz. Hakikati tek başımıza kalsak da dile getirmeliyiz. Şimdi biz bütün bu gücü, bütün bu acıları, hepsini birleştirme, siyasi bir projeye, siyasi bir birlikteliğe ortak mücadele konusuna evirme göreviyle karşı karşıyayız. Bu görev hepimiz için tarihi bir sorumluluktur geçmişe karşı, bugüne ve geleceğe karşı. Geleceğin Türkiye'si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma diyoruz.”

Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan:

“Kendi seçeneğimizi ortaya çıkarmak zorundayız. Güvenceli geleceği, demokrasiyi güvence altına alan bir siyasi rejim istiyoruz. Konuştuğumuz, tartıştığımız tek adamların rejimi değil halkın iradesi, kayyum değil halkın inisiyatifi, baskı ve yasaklar değil, demokrasi ve özgürlük, sömürü değil emeğin hakkını, ekonomik yağma değil, halk için ekonomiyi esas alan bir siyasal rejim. Egemen olanın seçeneklerine mecbur kalmadan kendi seçeneğimizi yaratacak bir güce ihtiyacımız var. Bu yıkıcı düzene son vermeye ve halkın iktidar olduğu bir düzene ihtiyacımız var. Emek hareketinin, işçilerin mücadelesi yeniyi kuracaktır."

Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk:

“Bir tarafta sömürü düzenini ortaya çıkarmaya çalışanlar ve buna boyun eğmeyen bizler. Tam da bu yüzden kuşatmayı kırmak için yüzleşmemiz lazım. Bu hafızayı tazelerken politik kavgayı yürütüyoruz. Hesaplaşma gelecekle ortak değer kurmaktır, bugünü kurtarmak değil yarını yeniden kurmaktır.”

EHP Sözcüsü Özge Akman:

“Bizler hesaplaşmanın nasil olacağını konuşmaya ihtiyacı olanlarız.Ben hesaplaşmanın aslında tüm eşitsizliği önümüze hedef koymak olacağını düşünüyorum. Önümüzdeki görev mücadelede birlikte yürüyeceğimiz yolu var etmektir.”

TÖP Sözcüsü Perihan Koca:

“Geldiğimiz aşamada memleket bir yol ayrımında. Son derece karmaşık bir dönemdeyiz. Tarihsel dönemeç, içerisinde müthiş olanakları barındırıyor. Bu gidişata hayır demenin eşiğindeyiz. Üçüncü bir seçenek ancak etrafında ortak bir siyasal programıyla mümkün olacaktır. Yegane güç buradadır ve hesap soracağız.”

SONUÇ BİLDİRGESİ

Konuşmaların ardından 7 siyasi parti ve kurumun ortak bildirgesi okundu. Bildirgede şu ifadeler yer aldı:

“Hatırlıyoruz. 301’i Soma’dan, 100’ü Ankara’dan, 34’ü Roboski’den, 33’ü Van’dan, Sivas’tan.

 Hatırlıyoruz.

Haziran’ı Berkin’den, Temmuz’u Oğuz Arda’dan, Eylül’ü Ceylan’dan, Ekim’i Veysel’den, Kasım’ı Uğur’dan, Cumartesileri Dilek’ten, Davut’tan, İlyas’tan ve gözaltında kaybedilen daha nice çocuktan.

Hafızamızda, unutmuyoruz. Gözlerimizi kapatmıyor, kulaklarımızı tıkamıyor, yüzümüzü çevirmiyoruz. İçinde yaşadığımız düzenin hakikati tüm çıplaklığıyla karşımızda.

Bu, emekçiyi sömürüp sırtına basarak zenginleşen sermayenin hakikati. Kadınları sömüren, ezen, taciz eden, katleden ataerkinin hakikati. Kürdü ikinci sınıf sayıp hakkını gasbeden ırkçılığın hakikati. Aleviyi, inançsızı, kendinden olmayanı eşit saymayan mezhepçiliğin hakikati. Özel harbiyle, kontrgerillasıyla, mafya ve çeteleriyle devletin hakikati. Katili, hırsızı koruyup mağduru, mazlumu gadre uğratan adaletsizliğin…Başka halkların topraklarına göz koyan yayılmacılığın ve savaşın… Kentlerimizi ve doğayı tüm canlılar için yaşanmaz kılan yağmacılığın… Toplumu eğitim, sağlık, barınma, ulaşım ve çalışma haklarından mahrum bırakan piyasacılığın hakikati.

Davet ediyoruz. Geçmişi hatırlayıp, geleceği değiştirmeye… Hakikati bilip yenisini kurmaya…Yüzleşmeye, sorumlulardan hesap sormaya ve kol kola girmeye davet ediyoruz. Biz yapacağız, siz izleyin demiyoruz.

Hafızamızı ortaklaştırırsak, hakikati dile getirirsek, hesabını birlikte sorarsak, mücadele edersek değiştirebiliriz, düzeltebiliriz.

Emek için, adalet için, eşitlik için, özgürlük için, barış için, demokrasi için bir oluyoruz, birlik oluyoruz.

Geleceğin Türkiye’sini birlikte kuruyoruz.”

Konuşmaların ardından 7 siyasi parti ve kurumun ortak bildirgesi okundu. Bildirgede şu ifadeler yer aldı:

“Hatırlıyoruz. 301’i Soma’dan, 100’ü Ankara’dan, 34’ü Roboski’den, 33’ü Van’dan, Sivas’tan.

 Hatırlıyoruz.

Haziran’ı Berkin’den, Temmuz’u Oğuz Arda’dan, Eylül’ü Ceylan’dan, Ekim’i Veysel’den, Kasım’ı Uğur’dan, Cumartesileri Dilek’ten, Davut’tan, İlyas’tan ve gözaltında kaybedilen daha nice çocuktan.

Hafızamızda, unutmuyoruz. Gözlerimizi kapatmıyor, kulaklarımızı tıkamıyor, yüzümüzü çevirmiyoruz. İçinde yaşadığımız düzenin hakikati tüm çıplaklığıyla karşımızda.

Bu, emekçiyi sömürüp sırtına basarak zenginleşen sermayenin hakikati. Kadınları sömüren, ezen, taciz eden, katleden ataerkinin hakikati. Kürdü ikinci sınıf sayıp hakkını gasbeden ırkçılığın hakikati. Aleviyi, inançsızı, kendinden olmayanı eşit saymayan mezhepçiliğin hakikati. Özel harbiyle, kontrgerillasıyla, mafya ve çeteleriyle devletin hakikati. Katili, hırsızı koruyup mağduru, mazlumu gadre uğratan adaletsizliğin…Başka halkların topraklarına göz koyan yayılmacılığın ve savaşın… Kentlerimizi ve doğayı tüm canlılar için yaşanmaz kılan yağmacılığın… Toplumu eğitim, sağlık, barınma, ulaşım ve çalışma haklarından mahrum bırakan piyasacılığın hakikati.

Davet ediyoruz. Geçmişi hatırlayıp, geleceği değiştirmeye… Hakikati bilip yenisini kurmaya…Yüzleşmeye, sorumlulardan hesap sormaya ve kol kola girmeye davet ediyoruz. Biz yapacağız, siz izleyin demiyoruz.

Hafızamızı ortaklaştırırsak, hakikati dile getirirsek, hesabını birlikte sorarsak, mücadele edersek değiştirebiliriz, düzeltebiliriz.

Emek için, adalet için, eşitlik için, özgürlük için, barış için, demokrasi için bir oluyoruz, birlik oluyoruz.

Geleceğin Türkiye’sini birlikte kuruyoruz.”