Grev stratejisi
"İşçiler grevlerde özellikle militan ve asi bir ruh hali içerisindedir. Grev dönemlerinde devrimci fikirlere oldukça açıklardır. Her şeyden önce mücadelelerinin tam anlamını öğrenebilecekleri ve öğrenmeleri gereken zaman budur. İşçilerin sınıf bilincini uyandırmak, sınıf mücadelesini ve işçi sınıfının tarihsel misyonunu anlayacak şekilde eğitmek, grev stratejisinde her zaman öncelikli olan meseledir."
01-03-2021 00:51

Yazar: William Z. Foster
Çeviren: Ceren Berk
Grevler, küçük ve zayıf olduklarında dahi, işçilerin kapitalizmden kopmasını sağlar. Eski muhafazakâr sendikacıların “sermaye ve emeğin çıkarları birdir” sloganının kanlı canlı birer reddidirler. İşçiler ve patronlar arasında işçilerin ürününün paylaşımına dair uzlaşmaz çekişmenin ifadeleridir. Bunlar, kapitalizmi ortadan kaldıracak nihai mücadelenin habercisi olan büyük sınıf savaşındaki çatışmalardır.
İşçiler grevlerde özellikle militan ve asi bir ruh hali içerisindedir. Grev dönemlerinde devrimci fikirlere oldukça açıklardır. Her şeyden önce mücadelelerinin tam anlamını öğrenebilecekleri ve öğrenmeleri gereken zaman budur. İşçilerin sınıf bilincini uyandırmak, sınıf mücadelesini ve işçi sınıfının tarihsel misyonunu anlayacak şekilde eğitmek, grev stratejisinde her zaman öncelikli olan meseledir.
Grevler pek çok türde ve niteliktedir. Losovsky 13 türü kendiliğinden, örgütlü, saldırgan, savunmacı, dayanışma, aralıklı, yerel, bölgesel, endüstriyel, genel, uluslararası, ekonomik, politik olarak sıralar. Diğerlerinden de bahsedilebilir. Belirli bir ülke veya dönemdeki grevlerin niteliği, kapitalist sistemin durumu tarafından belirlenir.
Kapitalist bir sistemin gelişme sürecinde üç geniş grev türüne dikkat çekilmelidir. İlki, İngiltere'deki Çartist hareket, erken Fransız grevleri, modern sömürge ülkelerindeki grevler ve benzeri gibi kapitalizmin büyümeye yeni başladığı ülkelere özgü, karışık hedeflerle harekete geçen umutsuz ayaklanmalar dizisidir.
İkinci tip, tipik olarak güçlü kapitalist büyüme ve gelişme döneminde (savaş öncesi Avrupa ve bugünkü ABD), işçilerin kapitalist sistem çerçevesindeki koşullarını kalıcı olarak iyileştirme umuduyla mütevazı talepler için grev yaptığı örgütlü zanaat veya endüstriyel grevdir.
Üçüncü tip ise Almanya'daki savaş sonrası grevler ve İngiliz genel grevi gibi işçilerin, aşağı yukarı açıkça, kapitalist sistemi yıkmaya ve proleter bir toplum düzeni kurmak için yaptıkları ve gerileyen bir kapitalist sistemin tipik özelliği olan devrimci kitle grevidir.
1 - EKONOMİK VE POLİTİK GREVLER
Marx’ın deyişiyle "Her ekonomik mücadele siyasal bir mücadeledir”. Bu son derece doğrudur, çünkü en küçük grevlerin bile siyasi nedenleri ve sonuçları vardır. Ancak grevlerin siyasi niteliğinin derecesi değişiklik gösterir. Kapp Darbesi sırasında Alman genel grevi gibi kapitalizmin gerilediği dönemlerde grevler oldukça politik iken, günümüz [1920’ler -e.n.] ABD’dekiler, hızla siyasi bir görünüm kazanmalarına rağmen yine de ağırlıklı olarak ekonomiktir.
Patronlar, özellikle kilit sektörlerde olan ve kriz dönemlerinde devlet gücünün tamamını işçilere karşı kullananlar, grevlere giderek daha fazla siyasi bir karakter veriyor. Bu nedenle, grev stratejimizin zorunlu bir aşaması mücadele eden işçiler arasında siyasi bir bilinç ve faaliyet geliştirmek olmalıdır.
Birincil hedefimiz işçilerin mevcut dağınık, kör grevlerinin amaçlarını açıklığa kavuşturmak, onları salt ekonomik amaçların üzerine çıkarmak ve hepsini bütün kapitalist sisteme karşı geniş bir siyasi saldırı altında birleştirmektir. Bu nedenle, eski kapitalist partilerden kopuş için savaşmalı ve her grevi, işçilerin kitlesel siyasi partisi olan işçi partisini yaratacak hareketi ilerletmek için kullanmalıyız.
Bu yol bizi grevlerin artan siyasi karakterini tanımayı ve işçileri mücadele için gerekli bilinç ve siyasi örgütlerle donatmayı reddeden muhafazakâr sendika bürokrasisiyle şiddetli bir çatışmaya götürüyor. Sağcı sendika liderlerinin grevlerimizi tamamen ekonomik bir temelde tutma politikası işçileri silahsızlandırır ve mücadelede başarı için ölümcüldür.
Liderlerin, kapitalistler tüm hükümet gücünü işçilere karşı kullanırken bile, inatla grevin siyasi karakterini tanımayı reddettiği İngiliz genel grevindeki deneyim, bu tehlikeyi ve işçileri bilinçli siyasi eylem ile örgütlenmeye teşvik etme gerekliliğini yeterince göstermektedir.
2 - GENEL GREV
İngiliz işçilerinin yakın zamandaki genel grevlerinde [1926 -e.n.] yaşadıkları acı deneyimler, işçi sınıfı grev stratejisinde genel grevin oynayacağı rol sorusunu keskin bir şekilde yeniden gündeme getiriyor. İngiliz grevine alenen ihanet eden gericiler, genel grevin yararsız olduğunu, kapitalizme karşı mücadelede etkin bir şekilde kullanılamayacağını var güçleriyle haykırıyorlar.
Ancak böyle bir mantık yanıltıcıdır. Kapitalizme doğrudan saldırmaya ilke olarak karşı çıkan bu reformistler, her zaman genel grev gibi sert bir silahı reddettiler ve onu gözden düşürmek için en ufak bir bahaneyi ele geçirmeye çok hevesliler. Gerçekte, genel grev, işçilerin en güçlü silahlarından biridir. Ancak akıllıca ve cesurca kullanılmalıdır.
Doğru kullanmak için gereken ilk şey, devrimci anlamının tamamen anlaşılmasıdır. Belirli bir ülkenin işçileri, Büyük Britanya'da olduğu gibi derin bir kriz içinde tüm kritik ve temel sektörlerde genel grev ilan ettiğinde, egemen sınıfa ve onun devletine doğrudan bir meydan okumuş olurlar. Devlet kaçınılmaz olarak ordu, polis, faşist örgütler ve benzeri tüm silahlı kuvvetlerini onlara karşı kullanacaktır.
Genel grevin başındakiler, kapitalistlerin grevi kırmak için bu şiddetli yöntemleri kullanacaklarını önceden anlamalı ve mücadele için işçilerin tüm siyasi gücünü seferber ederek bu tür yöntemlere karşı koymaya hazır olmalıdır. Özellikle orduyu kendi saflarına çekmeye veya etkisiz hale getirmeye çalışmalılar.
GENEL GREV TEHLİKELERİ
Genel grev, grevin siyasi karakterini tanımayı reddeden reformist liderler ya da sadece grevcilerin kollarını kavuşturmasıyla kazanılabileceğine inanan sendikalist vizyonerler tarafından yönetiliyorsa vay haline. Her iki durumda da kapitalistler grevi parçalara ayıracak ve işçilere ezici bir yenilgi vereceklerdir. Genel grev oyuncak değildir. En önemli devrimci silahlardan biridir.
En cesurları dâhil olmak üzere, işçi sınıfı stratejistleri, genel grevi akıllıca kullanmayı öğrenmelidir. Muhafazakârların bir genel grev hareketine yönelmelerinin tehlikesi, önce gelişimini yavaşlatacakları ve onlara rağmen gerçekleştiğinde ona ihanet edecek olmalarıdır. Solcu liderlerin genel grev silahını kullanmasındaki bir tehlike ise, kapitalizmle savaşma hevesi içinde işçileri henüz anlamadıkları ya da hazırlıklı olmadıkları meseleler için sonuna kadar savaşmaya çağıracak olmalarıdır.
İkinci eğilim için birçok örnek verilebilir. Örneğin Fransa'da, Fransız sendikalizminin altın çağında (1910-14), münferit sendikaların ticari taleplerini desteklemek için birkaç genel grev çağrısı yapıldı. İlk başta, işçiler her şeyden çok disiplin meselesi olarak oldukça iyi iş çıkardılar ancak bu tür birkaç deneyimden sonra "grevden yoruldular" ve periyodik genel grev çağrılarına yanıt vermeyi reddettiler, bu da sendikalar için feci sonuçlar doğurdu. I.W.W de [Dünya Sanayi İşçileri Sendikası -e.n.], bu ülkede işçileri anlamadıkları ya da özel olarak ilgi duymadıkları talepleri desteğe çağırarak benzer hatalar yaptı.
Solun bir diğer hatası da, süresi belirli grevlerin daha uygun bir politika olduğu dönemlerde, süresiz genel grev çağrısı yapmaktır. Bu hatanın tipik örnekleri Seattle genel grevi ve Tom Mooney'i kurtarmak için yapılan ulusal grevdi. Her iki durumda da, belli bir süre için oldukça başarılı protesto veya gösteri genel grevleri gerçekleştirilebilirdi. Süresiz genel grev çağırısı bir hata oldu, çünkü işçilerin bu tür uzun soluklu mücadelelere yeterince ilgi göstermemesi grevlerin çökmesine yol açtı.
3 - ZANAATKÂR VE ENDÜSTRİYEL GREVLER
Grev stratejisinin önemli değerlendirmelerinden biri, grevlerin ve sendikaların geleneksel zanaat temelinden sanayiye doğru genişlemesidir. İşçilerin ideolojik kavrayışlarının salt ekonomik ve çıkarcı yaklaşımlardan politik ve devrimci olana doğru yükseltilmesi gerektiği gibi, örgütleri ve mücadeleleri de genişletilmelidir.
Zanaat sendikacılığı ve zanaat grevleri artık Amerikan kapitalizmiyle baş edemiyor. İşçilerin savaş cephesi, bir endüstriyi veya tüm endüstri grubunu kapsayacak şekilde genişletilmelidir. 1922'deki demiryolu atölyesi tamircileri grevinde, on altı demiryolu zanaat sendikasından dokuzunun işte kalıp yedi sendikanın grevini kırmaya yardımcı oldurması gibi durumlar, işçi sınıfına karşı işlenen bir suçtur.
Sanayinin rekabetçi durumunda işçiler, en azından vasıflı zanaatkârlar söz konusu olduğunda zanaat grevini etkili bir şekilde kullanabilirler ve kullanırlar. Ancak sermayenin tekelleşmesi, sanayinin merkezileşmesi ve becerinin ortadan kaldırılmasıyla, vasıflı işçilerin çıkarlarını korumak için bile olsa zanaat grevleri geçersiz hale gelir. Vasıfsız örgütsüzlerin işçi sendikalarına olan talebinin artmasıyla vurgulanan sektöre göre örgütlenme sorunu, vasıfsızlar kadar vasıflılar için de yakıcı bir gereklilik haline gelir. Amerikan endüstrisinde zanaat grevi neredeyse modası geçmiş durumda. Amerikan emperyalizminin gelişmesiyle patronların muazzam zenginleşmesi ve güçlenmesiyle güncelliğini iki kat yitirmiştir.
Hala rekabetçi olan tekstil sektöründe ve inşaat ve baskı gibi yerel zanaatlarda, işin tamamının veya çoğunun yerinde yapılması gereğinin sendikalara özel bir avantaj sağladığı durumlarda, zanaat grevi hala devam ediyor ve bazı etkileri var. Ancak bu endüstrilerde bile hızla işe yaramaz hale geliyor. Büyük, oldukça organize endüstrilerde ise bu neredeyse geçmişte kaldı.
Modern ve etkili grev türü, ulusal endüstriyel grevdir. Muhafazakâr sendika liderleri bile bunu en azından kısmen kabul etmek zorunda kalıyorlar ve çeşitli federasyon türlerini yamalayarak bir tür endüstriyel örgütsel cephe benimsiyorlar.
Ulusal endüstriyel grevlerin en yakın örnekleri, 1919'da çelik işçileri, 1920 ve 1922'de kömür madencileri ve 1921'de konserve fabrikası işçilerininkilerdir. Demiryolu grevlerinin ve ücret hareketlerinin çoğu aynı eğilimi gösterir.
Böylesine geniş mücadeleler, daha önce bu endüstrilerde kullanılan dar, yerelleşmiş grevlerin yerini alıyor. Eğilim, çok çeşitli iş kollarından daha fazla sayıda işçiyi dâhil ederek ve patronlara karşı tek eylem çağrısında bulunarak tüm endüstrilerde patronların artan gücüne karşı koymaktır.
T.U.E.L.'nin [Sendika Eğitim Birliği -e.n.] içinde ve çevresinde örgütlenen solcular, şimdilerde sınıflar arası iş birliği ve patronlara karşı mücadele etmeme programlarıyla gerici sendika liderleri tarafından kontrol edilen bu genişleme eğilimini yoğunlaştırmalı. Grev stratejimizin önemli bir noktası, zanaat grevinin ortadan kaldırılması ve ulusal sanayi grevinin geliştirilmesi olmalıdır.
Bu, işçi sendikalarının bir zanaattan endüstriyel temele doğru genişlemesini ve örgütsüz milyonların sendikalara seferber edilmesini gerektirir. Solun “Birleş” ve “Örgütsüzü örgütle” sloganlarının gerçekleşmesi, ABD’de günümüz koşullarında başarılı bir grev stratejisi için hayati bir önkoşuldur.
*Trade Union Educational League tarafından yayınlandı. (1926)
Kaynak: Marxist.org
İLGİLİ HABERLER
Shakespeare’in dilbilime mirası
20.yüzyılın ortalarında, o zamanlar Shakespeare’in kelime haznesi hususunda yetkili olan Alfred Hart, Shakespeare’i “Oxford İngilizce Sözlüğü derleyicileri tarafından yaklaşık 3,200 kelimenin ilk kullanıcısı” olarak kabul edildiğini yazmıştır.
23-04-2021 00:39

Yazar: Edwin Battistella
Çeviren: Gülşah Kartalkaya
William Shakespeare’in aramızdan ayrılışının dört yüzüncü yılında semt kütüphanemizde bir yıldönümü kutlaması yapılıyor. Bu şekilde ifade edilince elbette kulağa ürkütücü geliyor bu nedenle fatura Shakespeare’in dilbilime bıraktığı mirası kutlamak olarak kesiliyor. Bu kutlamaya dâhil olma fırsatını öğrencilerimle Shakespeare’in dilbilimine olan mirasını konuşmak için yakaladım. Mirasının çoğu zaman kelime dağarcığının genişliği ve İngilizceye kattığı sözcüklerin sayısı açısından ifade edildiğini duyarız.
20.yüzyılın ortalarında, o zamanlar Shakespeare’in kelime haznesi hususunda yetkili olan Alfred Hart, Shakespeare’i “Oxford İngilizce Sözlüğü derleyicileri tarafından yaklaşık 3,200 kelimenin ilk kullanıcısı” olarak kabul edildiğini yazmıştır.
Zaman zaman insanlar bunu Shakespeare’in aslında 3,200 kelime oluşturduğu anlamına çekmiştir. Belki de “Shakespeare binlerce yeni kelime uydurmuştur” demek “Oxford İngilizce Sözlüğü derleyicileri tarafından yaklaşık 3,200 kelimenin ilk kullanıcısı olarak belirtilmiştir” demekten daha kolay olduğu içindir. Ama sınıftan bir öğrencimin de sorduğu gibi “Eğer Shakespeare bu kadar yeni kelime kullanmışsa bunca okur onu nasıl anlayabilmiştir?”
Aynen öyle.
Alfred Hart’ın öne sürdüğü 3,200 sayısının biraz yüksek olduğu ortaya çıktı. Shakespeare’in kanonu öyle tanınmış ve erişilebilir bir hale geldi ki onunkiler uzunca bir süre kolayca bulunabilen ilk alıntı oldu. Bilgisayarlar tarafından daha fazla metin ulaşılabilir ve aranabilir hale gelip, bir yandan da Oxford İngilizce Sözlük yazarları sözcük geçmişlerini yeniden ziyaret ettikçe ilk alıntıların sayısı yaklaşık 1,600’e düştü. Bu, TV dizisi Buffy the Vampire Slayer’da oluşturulanlarla hemen hemen aynı miktardaydı.
Çevrimiçi Oxford Sözlüğündeki Gelişmiş Arama özelliğini kullanarak kendi Shakespeare araştırmanızı yapabilirsiniz. Eğer arama kutucuğuna “Shakespeare” yazar sonrasında eşlik eden menüden “İlk Alıntı”yı seçerseniz Shakespeare’in en eski alıntı yaptığı girişlere erişim sağlarsınız. (Benim araştırmamda 1,614 alıntı bulundu) Eğer ciddi anlamda belirli bir araştırma yapmak istiyorsanız oyunlar arasında tek tek arama da yapabilirsiniz.
Ortaya çıkan bir diğer şey ise Shakespeare’in kelime türetme pratiğinde yalnız olmayışıdır; bu nedenle okurlar bir miktar sözlü yenilik ve esnekliğe alışmış olabilirler. Neoloji, Rönesans’ın son dönemlerinde oldukça modaydı. Bilim adamları Shakespeare’in yazdığı, kabaca 1588-1612 yılları arasında, dilde 8,000 yeni kelimenin ortaya çıktığını tahmin ediyor. (Vivian Salman ve Edwina Burness Kronolojik İngilizce Sözlükten yola çıkarak 7,968 rakamını veriyorlar.)
Shakespeare eserlerinden ilk alıntıların çoğu eğitimsiz ve kasıntı bir dille yazılmış -un veya -er gibi mevcut ön ek ile son eklerin roman hallerinin yeni kullanımlarıydı. Bunların anlamlarını anlayabilmenin kolaylığı göreceli olurdu, bazıları hiç zor değil de diyebilirdi.
İsimleri fiile çevirerek yeni kelimeler oluşturmak, Shakespeare’in bir diğer yöntemiydi. Kısasa Kısas (3.Perde, 2.Sahne)’da Lucio’nun Düke (kılık değiştirip rahip olan) onun yokluğunda Lord Angelo’nun kanunları yürüttüğünü söylediği yerde olduğu gibi. Lucio “Lord Angelo’nun, onun yokluğunda kanunlara savaş açtığını” belirtmektedir. Bu satırı fiil haline getirilmiş isim olmadan tekrar açıklamayı deneyin.
Shakespeare aynı zamanda sıcakkanlı (hot-blooded), soğukkanlı (cold-blooded), kıskanç (green-eyed), yüzsüz (bare-faced), hayvan terli (dog-weary), haram (ill-got), feri kaçmış (lackluster) ve kulağı kesik (crop-ear) gibi bağlamda şeffaf olabilecek birçok sıfat tamlaması kullanmıştır. İnsanlar böylece Shakespeare’i anlayabildi çünkü onun bu tuhaf kelimeleri dilbilgisi açısından ve kültürel açıdan şeffaftı; ayrıca çoğu daha ortaya çıkmamış kelimelerdi. Eğer ortalama bir oyun 3,000 dizeden oluşuyorsa, o zaman Shakespeare’in dizelerinden yalnızca %1,5’ten azında ilk-alıntı kelime vardı.
Belki de daha mühim soru, mirasına dört yüz yıl kala Shakespeare’in sözlerini bugün hala anlayıp anlayamayacağımız sorusudur. Bugün onun o yeni sözlerinin hemen hemen büyük bir kısmı şeffaf değiller. Şimdilerde “başıboş ve kalbi boş (footloose and fancy-free)” ifadesinden bildiğimiz; sorumsuz anlamına gelen “fancy-free” bileşimini düşünün. Shakespeare kelimeyi oldukça farklı bir şekilde kullanmıştı.
Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda (2.Sahne, Perde 1) perilerin kralı Oberon, Cupid’in okunun genç bir bakireyi (daha sonra aşk iksiri yapmak için kullanılabilecek beyaz bir çiçeği vurarak) nasıl ıskaladığını anlatır:
“Sen görmemiş olabilirsin, ama o sırada
Tepeden tırnağa silahlanmış Cupid’i gördüm,
Uçup duruyordu soğuk ay ile dünya arasında.
Birden günbatımındaki tahtında oturan
Güzel bir bakireye nişan aldı,
Aşk okunu ustaca hedefine sapladı;
Öyle bir altın ok ki,
Yüz bin yüreği delip geçerdi sanki.
Ama bir de baktım, Cupid’in ateşten oku,
Sularla oynayan ayın bakir ışıklarında sönüverdi
Ve o, tanrıçaya yakışan bir tavırla kalktı tahtından
Yürüdü gitti, düşünceler içindeydi,
Aşkın prangası ona ulaşamazdı.
Oysa ben gördüm okun nereye saplandığını.”
Coriolanus trajedisinden Romalı General Caius Marcius ile ilgili bir başka örnek; 5.Kısım, Sahne 3’te ana karakter evlilik tanrıçası Junoya yemin ederek karısı Virgilia’ya olan sevgisini doğrular:
“Roma benim için sürgündeki günlerim kadar uzun, intikamım kadar tatlı bir öpücük! Senden alıp getirdiğim öpücüğe sadık kalan dudaklarım daima bakirelik etti. Gün bugündür! Ey Tanrılar!”
Shakespeare burada “bakire”den bir fiil çıkarır, bu da Coriolanus’un karısından aldığı öpücüğü çok seveceği ve ona çok değer vereceği anlamını taşır.
“Kalbi boş” ve “bakirelik etmek” gibi kullanımları bizi zorlar ve bazen kafamızı karıştırır. Bizleri sözlüğe ve oyunların içeriğine yönlendirir; tekrar tekrar, yavaş yavaş okumaya ve dinlemeye, dil üzerine kafa yormaya zorlar. Bu kısım Shakespeare’in dilbilime bıraktığı mirası kutlamaktan oldukça zevk aldığım bir parçası oluyor. Sözleri beni düşündürüyor, hatta bana “bakirelik ettiriyor”. Harika!
Kaynak: blog.oup
Mücadeleci bir düşünür: Lenin
22-04-2021 08:42

Yazar: Vince Copeland
Çeviren: Ceren Berk
George Plekhanov “Tarihte Bireyin Rolü Üzerine” adlı olağanüstü makalesini yazdığında aklında Lenin yoktu. Ancak aşağıdaki paragraflar Lenin'i düşünebileceğiniz herkesten daha fazla anlatıyor.
“Büyük bir adam, kişisel özellikleri büyük tarihsel olaylara tikel görünümler kazandırdığı için değil, fakat genel ve özel koşulların sonucu ortaya çıkan zamanın toplumsal gereksinimlerini en iyi karşılayacak niteliklere sahip olduğu için büyüktür.
Kahramanlar ve kahramanlıklar üzerine ünlü kitabında Carlyle, büyük adamlara öncüler adını verir. Çok yerinde bir betimlemedir bu. Büyük bir adam, bir öncüdür. Çünkü herkesten daha çok ilerisini görür ve istediklerini herkesten daha güçlü ister.
O, toplumun düşünsel gelişiminin önceki evresinin getirdiği bilimsel sorunları çözer; toplumsal ilişkilerin önceki gelişiminin yarattığı yeni toplumsal gereksinimleri gösterir; bu gereksinimleri karşılamak üzere inisiyatifi ele alır.
Bir kahramandır o. Ama eşyanın doğal akışım durdurabildiği ya da değiştirebildiği anlamında değil, eylemlerinin bu kaçınılmaz ve irade dışı akışın bilinçli ve özgür ifadeleri olması anlamında bir kahramandır. Onun tüm önemi burada yatar; tüm gücü burada yatar. Ama bu önem, dev bir önemdir ve gücü korkunçtur.”
‘İLKLER’
Erkek cinsiyetine özel vurgunun yanı sıra ve “korkunç” kelimesinin hayli edebi kullanımı bir yana bu, bireyin tarihsel süreçle ilişkisinin neredeyse kusursuz bir açıklamasıdır; sadece “büyük“ bireyin de değil.
Ancak büyük insanların "öncüler" olduğunu söylemek biraz eksik olabilir çünkü temsil ettikleri tarihsel güçler, onlardan önceki liderler ve düşünürler de bu insanları üretirler. Bu anlamda, onlar "devam ettiricilerdir”.
Lenin, kendisinin de, özellikle Karl Marx ve hatta daha erken dönemindeki Plehanov'un bir devamcısı olduğunu kabul edecek, hatta ilan edecek ilk kişi olurdu.
Bununla birlikte, Lenin'de, aynı zamanda bir “devamcı” olmasına rağmen, aslında insanlığın kaçınılmaz sosyalist geleceği için mücadelenin bir değil, birden çok önemli yönünü açıkça başlatan bir kişi örneğine tanık oluyoruz.
Şahsen sorumlu olduğu temel “ilkleri” gözden geçirelim.
Ama öncelikle, yazdıklarından ve hatta bazı biyografik tanımlamalarından her zaman net olarak göremediğimiz karakteri ve kişiliği hakkında birkaç söz edelim.
SEVGİ VE MÜCADELE
Lenin'in gözünde canlandırdığı ve uğruna savaştığı tüm dünyada sosyalizm çağı, dünyadaki herkes için açlığın, yiyeceğe açlık kadar maddi mal açlığının da sonunu getirecek. Bu, kuşkusuz, günümüz çağında zaten kendini gösteren, sürekli gelişen makineler ve teknoloji ile başarılabilir. Bu teknolojinin yalnızca ömrü bitmiş, kâr açlığı çeken, savaş delisi bir sosyal sistemin ölümcül pençesinden sıyrılması gerekiyor.
Yeni bir ekonomi ve yeni bir sistemle sosyalist çağ, sonunda evrensel iş birliği ruhunu ve pratiğini, kişinin komşusu için sevgiyi ve anlayışı getirecek, başka herhangi bir bireyin ayaklar altına alınmasına gerek kalmadan her bir bireyin tam olarak gelişmesini sağlayacaktır.
Ancak bu çağı oluşturmak, sosyalist çağın varoluşuna tüm gücüyle direnen egemen sınıf düşmanına karşı amansız bir mücadeleyi gerektirdiği için, günümüzdeki insanları komşularını sevmeye ikna edecek veya benzeri bir program gerektirmez (böyle bir program ya oldukça ütopik ya da doğrudan yanlış ve iki yüzlü olurdu).
Bu mücadele, buna karşılık, farklı türde bir insanın buna katılmasını gerektirir. Aynı zamanda bir plan, strateji, teori ve liderlik ister.
Lenin tüm bunları sağladı ama bunu etkili bir şekilde yapabilmek için kendini yönetmesi ve hatta kendisini belirli bir şekilde şekillendirmesi gerekiyordu.
GEREKLİ PATLAMALAR
Sosyalist çağın habercisi olan devrimi gerçekleştirme iradesi konusunda tutkuluydu ama göreve kesinlikle o kadar bağlıydı ki düşmanlarına karşı acımasızdı ve gerektiğinde arkadaşlarına karşı eleştireldi. Sadece bu bile belirli bir sertliği ve zaman zaman mesafe koyabilmeyi gerektiriyordu.
Hedefine olan bağlılığı ve kendini savaşa hazırlamak için sürekli ve derin çalışmaları, her zaman diğer insanların Lenin’in büyük siyasi mühimmat deposundan gelen patlamalara hazır olmalarını sağlamazdı. Platformda karşı konulmazdı, ancak bu sözde “karizmadan” ziyade argümanının mantığı ve siyasi gücünden kaynaklıydı.
Elbette bu, onun açısından "korkunç" bir yoğunluk gerektiriyordu.
Elbette mizah, kişisel sevgi, eğlence ve benzeri insani nitelikleri vardı. Ancak bunlar genellikle, çağdaşlarının tanıdığı ve son derece politik kişiliğin bir parçası değildi.
F.I. Dan adında tanınmış bir Menşevik onun hakkında, muhtemelen Lenin ona hak edilmiş bir siyasi darbe vurduktan sonra, "Günün 24 saati nefes almaksızın devrimden başka bir şey konuşmayan, yazmayan, düşünmeyen bir adamla ne yapacaksın?" demişti.
Muhtemelen bu tam olarak iltifat amaçlı değildi.
Ama bize, Dan'in neden devrimin önde gelen muhaliflerinden biri olmayışı ve Lenin'in neden devrimin lideri olduğuna dair bir ipucu veriyor.
1895: RUSYA'DAKİ İLK MARKSİST İŞÇİ ÖRGÜTÜ
25 yaşında Lenin, Rusya'daki ilk Marksist işçi örgütü olan İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği’ni kurdu.
(Bundan bir süre önce Plehanov Emeğin Kurtuluşu Grubu'nu kurmuştu ancak bu profesyonellerden ve sürgünlerden oluşuyordu.)
Sonuç olarak Lenin, 8 Aralık 1895'te tutuklandı ve önce 14 ay hapse, ardından üç yıl Sibirya'ya gönderildi. Her iki yerde de devrimci yoldaşlarıyla sürekli iletişim halinde kaldı ve ayrıca Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi adlı güçlü bir kitap yazdı.
1900: KIVILCIM YANIYOR
1900'de Lenin, ulusal olarak dağıtılan ilk yasa dışı Rus Marksist gazetesini kurdu. Iskra (Kıvılcım) olarak adlandırıldı ve yurt dışında düzenlenerek basıldı.
Yayın kurulunda Plehanov ile Vera Zasulich ve diğer önde gelen Marksistler yer alıyordu.
Rusya'da binlerce işçiye ulaştı, o binlerce işçi de binlerce kişiye yüksek sesle okudu.
1903: YENİ TÜRDE BİR PARTİ
Lenin, Bolşevik Parti’yi kurdu. Bunu sadece bir pankart dikerek, birkaç güzel slogan atarak ve insanları etrafta toplanmaya çağırarak yapmadı. Bunu, 1890'larda eski anarşist-popülist unsurlara ve sonrasında Marksistler arasında "ekonomizm" denen yeni bir oportünist eğilime karşı uzun mücadelelerden sonra gerçekleştirdi.
Harekette hâlihazırda büyük bir prestije sahip olsa da, o sırada diğer tüm önde gelen Marksistlerin güvenine tam olarak sahip değildi; kendisi de hepsine güvenmiyordu. Bazılarının parti üyeliği ve sorumluluklarla ilgili bazı tutumlarından memnun değildi.
Bu nedenle, sürgünde tutulan yaklaşık 60 liderin katıldığı bir kongrede, her parti üyesinin fiilen profesyonel bir devrimci olmasını önerdi. Yani parti, yaşamdaki asıl ilgi alanı sosyalist devrim olan ve diğer faaliyetlerini partinin ihtiyaçlarına tabi kılacak bir kadrolar partisi olmalıydı.
SİYASİ BİR KURŞUN
Bu teklifi yaptığında, tabiri caizse ilk kurşunu sıkmış oldu. Uzlaşmaz bir bölünmeye yol açtı. Menşevikler (azınlık anlamına gelir) çıkıp gittiler. Daha sonra, bir parti üyesinin ne olması gerektiğini açıklayan basit kelimelerin altında sosyalist devrimi yapma kararlılığının olduğu ortaya çıktı. Ve bu sözlere muhalefetin altında sadece genel olarak bir yumuşaklık değil, aynı zamanda yaklaşan devrime karşı farklı bir bakış açısı vardı.
Parti günümüzde genel olarak bilinen (ancak genel olarak uygulanmayan) bir kavramdır, ancak partiyi kurmanın ve onu Çarlık yönetimi altında bir arada tutmanın zorlukları biraz daha az biliniyor ve hatta daha az anlaşılıyor.
En başından beri zorlu bir yoldu.
Ama Lenin haklı olduğunu biliyordu ve düşündüğünden daha da haklıydı. Lenin bile daha 1903’te 1917 olaylarının silsilesini öngöremezdi ve Menşeviklerin aslında var gücüyle Ekim Devrimi'ne karşı çıkacaklarını bilemezdi.
Nitekim Menşeviklerin kendileri bile 1903'te, 1917'de kendi liderleri ve Sovyetlerin başkanı (Bolşeviklerin Sovyet seçimlerini kazandığı eylül ayına kadar) I.G. Tsereteli’nin devrimden kısa bir süre sonra Gürcistan'a ineceğini ve aslında yeni Sovyet devletine karşı silahlı bir karşı devrim örgütleyeceğini hayal edemezlerdi.
1905: DEVRİM VE AYAKLANMA
Yeni partinin önünde, krizle boğuşan Çarlık rejimi ve işçilerin ona karşı mücadelesinin yansıması ve karşılığı olan pek çok sınav ve kriz vardı.
Örneğin Petersburg Sovyeti üyelerinin hepsinin tutuklandığı 1905 devriminde, Moskova isyanını gizlice sürgünden dönen Lenin önderliğinde Bolşevikler yönetiyordu.
Ayaklanma birkaç gün dayandıktan sonra bastırılmıştı. Bu, Bolşevikler ile “silahlanmamalıydılar” diyen Menşevikler arasındaki uçurumu daha da derinleştirdi.
1907: GERİCİLİK VE BURJUVA PARLAMENTOSU
1905 olayları sırasında, Çar, Duma adında bir temsili parlamento "vermek" zorunda kalmıştı. Çoğunlukla Bolşevikler olmak üzere tüm gerçek devrimciler, devrimi iknayla bastırma girişimi olarak gördükleri bu Duma'yı boykot ettiler.
Ancak devrimden sonraki gericilik dönemi bittikten sonra Lenin, devrimciler arasında dönemin değiştiğini fark eden ilk kişi oldu. Ayaklanmayı ilk savunan kişi olmasına rağmen, şimdi neredeyse düzmece Duma'ya katılmayı önerdi. İlk başta kendi merkez komitesinin çoğunluğu muhalefet etti, ancak daha sonra onları buna ikna etti.
(Lenin, düşmanları tarafından katı ve sert olarak adlandırılıyordu, ancak o gerçekten de parlamenter de dâhil olmak üzere her olası mücadele yönteminden yararlanmaya çalışan mükemmel bir taktikçiydi.)
1908: SOSYALİST CENNET YERYÜZÜNDE KALMALI
Gericilik döneminde, parti içinde kök salmaya ve yeni bir “din” oluşturmaya çalışan bir tür mistisizmin destekçilerinin başını çektiği, Marksist felsefe üzerine bir mücadele vardı.
Lenin bu mücadelede önderlik etti ve felsefi revizyonistlere "Materyalizm ve Ampiryokritisizm" adında güçlü ve eksiksiz bir çürütme yazısı yazdı.
Bu da kolay olmadı. Gerekli olan muazzam teorik çalışmanın yanı sıra, partiye parasal ve başka şekillerde yardım eden kişisel arkadaşı büyük romancı Maxim Gorki'yi azarlamak zorunda kaldı. Ve şimdi bir Menşevik olan, ancak yine de materyalist tarih görüşü için savaşan George Plekhanov ile geçici bir blok halinde önde gelen yoldaşlara saldırmak zorunda kaldı.
Lenin, Marksist teori konusunu ve materyalist yöntemi böyle görüyordu.
Birkaç liderin mistik karalamalarını geçiştirmek ve onlar hakkında birkaç yorum yapmak ne kadar kolay olurdu! Ama bu Lenin olmazdı, bir devrim yapmak için gerekli olan doktrin ve yöntemde partinin keskinliğini koruyamazdı.
1913: KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI
Diğer yandan gerçek devrimci bir yoldaş olan Rosa Luxemburg ile önemli ve daha sonraki olayların ışığında kendi kaderini tayin hakkı meselesi üzerine tarihi bir anlaşmazlık vardı.
Luxemburg, sosyalist devrimin ulusal baskıyı çözeceğini düşünüyordu ve her halükarda, bu ezilen ulusların bazılarının liderleri de zalimdi, öyleyse bir işçi partisi onları nasıl destekleyebilirdi?
Lenin sadece bu görüşe karşı bir tartışmaya öncülük etmekle kalmadı, aynı zamanda sömürgelerin ve bugün neo-koloniler olarak adlandırılan yarı-sömürgelerin emperyalist zalimlerden ayrılma haklarının savunulması sorununu teorik biçimde ilk ortaya koyan oydu.
Daha sonra, Birinci Dünya Savaşı sırasında, emperyalist ülkelere destek vermeyi reddederken, kendi kurtuluşları için savaşan küçük ülkeleri istisna etmeye dikkat etti.
O dönemde bunu yapmak oldukça zordu çünkü Birinci Dünya Savaşı'nda savaşan küçük ülkeler (örn. Balkanlardakiler) kendilerini tümüyle büyük emperyalist ülkelere satmışlardı ve Rosa Luxemburg gibi devrimciler küçük ülkelerin asla ilerici bir savaş veremeyeceklerini düşünüyordu.
1914: 'EMPERYALİST SAVAŞI İÇ SAVAŞA ÇEVİRİN'
Lenin’in en büyük, 1917 devrimi kadar büyük olan diğer şahsi sınavı, Birinci Dünya Savaşı'ndaki benzersiz devrimci konumunu almaktı.
Başta, Avrupa sosyalist partilerinin tümü, yaklaşan savaşa karşı çıkma sözü vermişlerdi. Ancak savaş gerçekten geldiğinde, bazı ufak gruplar hariç hepsi kendi ülkesinin emperyalist hükümetine boyun eğip desteklerini sundu.
Örneğin Almanya'da ulusal kongrenin 110 sosyalist üyesi savaş lehine oy verdi. Yalnızca biri, Karl Liebknecht, aleyhte oy kullandı. (Rosa Luxemburg gibi Liebknecht ile hemfikir olan başka büyük Alman liderler de vardı.)
Küçük sosyalist partilerde de durum hemen hemen aynıydı.
Ancak Rusya'da Duma'daki beş Bolşevik temsilcinin tümü, bazı "enternasyonalist" Menşeviklerle birlikte savaşa karşı oy kullandı ve hepsi Sibirya'da ağır işlere gönderildi. (Meclis dokunulmazlığı da buraya kadarmış!)
Ancak Lenin sadece savaşa karşı çıkmakla kalmadı, daha da ileri gitti ve sosyalistlerin savaş durumunu kendi hükümetlerini devirmek için kullanmalarını önerdi.
"Emperyalist savaşı iç savaşa çevirin" dedi.
Ve "devrimci yenilgicilik" doktrinini geliştirdi, yani kendi emperyalist ülkenizin, kendi yönetici sınıfınızın yenilgisinin şovenist zaferine yeğ olduğu önermesi; özellikle de yenilgi, halkın hakları, ilericilik ve sosyalizm mücadelesi tarafından getirilirse.
Doğal olarak tüm ülkelerin emperyalist yöneticileri, savaş muhaliflerine zulmetti. Grevci ve adalet savaşçılarını düşman ajanı olmakla suçladılar. Savaşa karşı edebi bir muhalefet bile ihanetle eşdeğerdi.
'İKİNCİ ENTERNASYONAL ÖLDÜ: YAŞASIN ÜÇÜNCÜ!'
Ayrıca Lenin, savaşı doğrudan ya da dolaylı olarak destekleyen tüm sosyalistleri kınadı. Tüm İkinci Enternasyonal'i kınadı ve Üçüncü (Komünist) Enternasyonal'in kurulması çağrısında bulundu.
Bunu yapan ilk kişi oydu ve bir süredir, tüm ülkelerdeki en kararlı savaş karşıtı savaşçılar arasında bile, yanıt verecek bir yankı bulamadı.
Bütün bunlar savaşın ilk birkaç ayında gerçekleşti. Ve unutulmamalıdır ki, her iki taraftaki şovenizm ve histeri daha önce modern dünyada, hele ki böylesine dünya çapında, hiç görülmemiş düzeylere ulaşmıştı.
Uyum sağlama baskısı çok yoğundu. Sosyal Demokrat partilerin savaş karşıtı kesiminde bile, İkinci Enternasyonal'in orta yolcu lideri Karl Kautsky’yi izleme eğilimi güçlüydü. Ancak Lenin bu gruplaşmayı ve özellikle Kautsky’yi kendi yönetici sınıflarına savaş açmadıkları için şiddetle kınadı.
Elbette kendi ülkesinde de aynı derecede sert bir tavır aldı. "Rus Marksizminin Babası" Plehanov savaşı destekleyerek, yaşamının büyük bir bölümünde savaştığı Çarın ta kendisini de objektif olarak desteklemiş oldu.
Marksist felsefe üzerine Plehanov'la yan yana gelen Lenin, bu kez onu korkunç teslimiyetinden dolayı acımasızca kınadı.
Ancak Lenin’in sert çizgisi Bolşevik Parti’yi daha da sertleştirmeye ve onu 1917’de gelen devrime hazırlamaya yardımcı oldu.
1917: KADINLAR GÜNÜ'NDE BAŞLADI
Devrim, 8 Mart 1917 Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde kadın tekstil işçilerinin gösterisiyle başladı. Savaşın ortasında Çarlık sarayının burnunun dibinde bir patlama gibi geldi.
Beş gün boyunca sürekli artan grevler ve önce silahsız ve sonunda silahlı olarak devam eden sokak gösterilerinin ardından, Çar tahttan çekildi ve kapitalist demokratlar sözde "geçici hükümeti" devraldı.
Başlangıçtan itibaren, işçiler ve çoğu üniformalı köylülerden oluşan askerler, geçici hükümete gerçekten rakip olan, ancak yalnızca yardımcılar gibi görünen devasa konseyler (“sovyetler”) kurdular.
'BÜTÜN İKTİDAR SOVYETLERE!'
Bahar devriminden sonraki bir ay içinde, Lenin sürgünden döndü ve hemen "Bütün iktidar sovyetlere" sloganını yükseltti.
Bu slogan, ona tarihin bakış açısından bakan devrimciler için yeterince basit ve açık görünebilir.
Ancak fikri ortaya attığında, hareketin tamamında büyük bir heyecan yarattı.
Aslında bu, Lenin'in şimdiye kadar üstlendiği tüm zor, yaratıcı devrimci pozisyonlar arasında en gözü pek, en cesur, en kahramanca olanıydı diyebiliriz. Tüm partisini, birlikte çalıştığı ve inşa etmek için yıllarını feda ettiği partinin tamamını, birçok bilge kişiye intihar gibi görünen bir şeye seferber etti.
Ne? İlkinden sadece haftalar veya aylar sonra başka bir devrim mi yapacaksınız? O kadar da değil; tüm gelişmiş ülkelerde gelişen türden, (feodalizmin düşüşünden sonra) bir kapitalist yönetim dönemi olmasına izin vermeden sosyalist bir devrim, bir proletarya devrimi mi yapacaksınız?
Elbette, iktidarı ele geçirme girişimi başarısız olursa Bolşevik Parti'yi tamamen yok edecek, yeni demokratik kapitalist rejimde muhalefet partisi olma şansını tamamen kaybetmeye yol açacaktı.
Öte yandan bugün size Marx’ın devrimin önce Batı Avrupa’dan geleceği konusunda nasıl yanıldığını; az gelişmiş Doğu’daki başarıların Marx’ın tezini tamamen çürüttüğünü söyleyen “bilgeleri” düşünün.
1917 Rusya'sında, hangi hizipten olursa olsun her sosyalist, bugünün en zeki laklakçılarından daha keskin bir şekilde Marx'ın bu önermesinin farkındaydı ve hareketi felç eden (katıksız endişe ve korkuya ek olarak) tam da bu düşünceydi. Lenin'in üstesinden gelmek zorunda kaldığı ve Bolşeviklerin pratiğin içinde tedavi etmesi gereken şey bu zihinsel felçti.
Ayrıca, Lenin, Bolşeviklerin sovyetlerde küçük bir azınlıkta olduğu bir dönemde sovyetlerin iktidarı ele geçirmesi çağrısında bulundu. Bu tek başına derin bir tarihsel anlayış ve net bir tarihsel perspektif gerektiriyordu.
Eğer Lenin ve Bolşevikler, Rusya'daki özel durumu hem teorik hem de pratik olarak göremeseydi, Marksist pratiği ellerindeki tarihsel Rusya koşullarına uygulamada başarısız olsalardı, Rusya'da başarılı bir sosyalist devrim olmayabilirdi. Ve eğer öyle olsaydı, Doğu Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sonunda, Çin’de büyük ihtimalle savaştan bu kadar kısa bir süre sonra; Güneydoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika'da ise hiç olmayacaktı.
Tarihin kaçınılmaz ve bilinçsiz gücünün bir parçası olan "öncü", ilk olarak Karl Marx tarafından tasarlanan dünya sosyalist devriminde bütün bir devrimler zinciri ve yeni bir aşama başlatmıştı.
*İlk olarak 1989'da, Lenin’in ölümünün 65. yıl dönümünde yayınlanmıştır.
Kaynak: Struggle La Lucha
Lenin, işçileri mücadelede birleştirmeyi amaçladı
Yönetimdekiler, Rus devrimlerine öncülük eden Bolşevikleri karalıyorlar çünkü tarihin tekerrür etmesinden korkuyorlar.
22-04-2021 07:34

Çeviren: Elif Orak
Lenin, ne tür bir devrimci partinin gerekli olduğundan emindi.
Rus devrimci Vladimir Lenin'in son 25 yıl içerisindeki ilk kapsamlı biyografisinde Victor Sebestyen, "Herkes onun yarattığı tahribatı biliyor" şeklinde yazıyor.
Diktatör Lenin (Lenin the Dictator) adlı kitabı da bilindik resmî söylentiyi yineliyor. Lenin'i, “darbe ile iktidarı ele geçiren bir diktatör”, “fırsatçılığı” kendine kılavuz edinmiş “katı bir ideolog” olarak yansıtıyor.
Gerçek ise bu tablodan çok farklı.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar, Lenin'in Bolşevik Partisi, Avrupa'nın diğer sosyalist partileriyle birlikte İkinci Enternasyonal'in bir parçasıydı. Ancak bu partiler arasında başarılı bir işçi devrimini gerçekleştiren tek parti oldular.
Bunun sebebi Lenin'in; işçi sınıfının yönetici sınıftan iktidarı alabilmesi için ne tür bir devrimci partiye ihtiyaç duyulduğunu anlamasıydı.
Karşıtlar, 1902 Ne Yapmalı? kitapçığının, Lenin'in diktatörlük emellerini gösterdiğini iddia ediyor.
1902 yılında Rusya'daki sosyalistler, Çarlık gizli polisi tarafından bir bir dağıtılan düzensiz çalışma çemberlerinde örgütlenmişti. Lenin'e göre ülke çapında örgütlü bir parti kurmak, işçi sınıfı mücadelesini ileri taşımak için hayatî bir adımdı.
Bununla birlikte Lenin, partinin nasıl örgütlenmesi gerektiği konusunda esnekti.
İŞÇİ SINIFI
Lenin ayrıca parti ile işçi sınıfı arasındaki ilişkiyi de inceledi ve "politik sınıf bilincinin, işçilere ancak dışarıdan taşınabileceğini” savundu.
Bu durum partinin, fikirlerini işçi sınıfına dayattığı anlamına gelmiyordu. Lenin, "işçi sınıfını, kendisinin yalnızca sektörel çıkarlarını savunmaya hapseden ekonomizme” karşı bir duruş sergiliyordu.
İşçilerin "ekonomik" mücadelelerinin onları yavaş yavaş sosyalizm kavgasına yönlendirdiğini savunanlara karşı Lenin, bunun tam tersini iddia ediyordu.
"Ekonomistler bir uçtalardı" dedi. "İşleri düzeltmek için başka birinin de öbür uçtan çekmesi gerekiyordu ve ben de bunu yaptım."
Lenin'e göre devrimciler sadece ekonomik değil, politik kavgalar da vermeli ve ezilenlerin sesi olmalıydılar.
Lenin'in yazdığı her şey, hareketin ileri taşınmasına katkıda bulunmak için tasarlanmıştı. Siyasî durum değiştiğinde, Lenin'in partinin nasıl örgütlenmesi gerektiği hakkındaki görüşü de pekâlâ değişebilirdi.
1905 devriminden sonra durum değişti ve Lenin, “işçi sınıfının içgüdüsel olarak ve kendiliğinden Sosyal Demokrat” olduğunu savundu.
İllegalite koşullarında kurulmuş bu sıkı örgütün, yeni şartlara uygun olmadığı düşünüldü ve böylece parti, solculaşan işçilere de kapılarını açtı.
8 Mart 1917 (bugünün takvimiyle 21 Mart)
- İletişim Komisyonu, Petrograd Sovyeti tarafından Geçici Hükümet ile iletişim organı olarak kuruldu.
- Dört gün sonra bu sovyet, savaşı bitirme arzusunu açıklayarak “tüm dünya halklarına” seslendi.
ÖRGÜT
Örgütün aldığı şekil ne olursa olsun, Lenin, böyle bir partiye ihtiyaç olduğunu savundu çünkü işçilerin görüşleri düzensizdi. Bazıları kapitalizmi parçalamak istiyor, diğerleri bu düzenin içinde yer almaya çalışıyordu ancak çoğu hem ilerici hem de gerici fikirlere sahipti.
Lenin'in görüşü işçi sınıfında devrimci siyaseti yayabilecek, militan mücadelecilerin partisinden yanaydı.
Parti, işçi sınıfına önderlik ederken bir yandan da ondan öğreniyordu.
1905 ve 1917 devrimleri sırasında yeni bir işçi devletinin temeli olacak işçi konseyleri (Sovyetler) kuruldu.
Lenin sovyetlerin önemini, 1915’te onları "devrimci yönetim organları" şeklinde nitelendirerek tanıdı fakat başlarda onları merkezi olarak görmedi. Ekim 1917'ye gelindiğinde ise Lenin ve Bolşevikler, “Tüm iktidar Sovyetler'e!” diyordu.
Bolşevik örgüt, işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinde büyük rol oynadı. "Lenin şu an değerli" diye yazıyor Sebestyen, "çünkü bugün benzer sorunlarla ilgili sorduğumuz soruların aynılarını, o zamanlar o da soruyordu."
Çürümüş toplumumuzdan kurtulmak istiyorsak Lenin'in de verdiği cevaplardan ders almalıyız.
Kaynak: Socialist Worker
Eski Mısır papirüs mumyalarının yüzlerinin yeni ayrıntıları
"Mısırlı bilim insanları, bu sanatın sırlarının çoğunun sözlü olarak mumyalanmış birinden diğerine aktarıldığına inanırlar, bu nedenle yazılı kanıtlar nadirdir. Yakın zamana kadar mumyalama ile ilgili sadece iki metin tespit edildi..."
19-04-2021 01:59

Çeviren: Hager M. Salah
Daha önce bilinmeyen bir işlem Eski Mısır papirüs mumyalarının yüzlerinin yeni ayrıntılarını ortaya koyuyor.
Yakın zamanda 3.500 yıllık bir tıbbi papirüste keşfedilen kanıtlara dayanarak, Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi’nden Mısırlı bir bilim insanı, eski Mısırlıları öteki dünyaya hazırlamak için kullanılan mumyalama işlemini yeniden inşa edebildi.
Eski Mısır’da mumyalama kutsal bir sanat olarak görülüyordu ve Kopenhag Üniversitesi’nin resmi web sitesine göre bu süreçle ilgili bilgiler çok az sayıda kişiyle sınırlıydı.
Mısırlı bilim insanları, bu sanatın sırlarının çoğunun sözlü olarak mumyalanmış birinden diğerine aktarıldığına inanırlar, bu nedenle yazılı kanıtlar nadirdir. Yakın zamana kadar mumyalama ile ilgili sadece iki metin tespit edildi.
DETAYLI AÇIKLAMA
Louvre-Carlsberg Papirüsü / Papirüs Carlsberg Koleksiyonu, Kopenhag Üniversitesi
Bu nedenle Mısırbilimciler, şu ana kadar keşfedilen en eski mumyalama kanıtı olarak kabul edilen, esas olarak bitkisel ilaçlar ve cildin şişmesi üzerine odaklanan tıbbi bir metinde mumyalama konusunda kısa bir kanıt bulduklarında şaşırdılar.
Kopenhag Üniversitesi Mısırbilimcisi Sophie Chiodt kısa süre önce kılavuzu düzenledi ve “Bu papirüste bulduğumuz mumyalama tekniklerinin ayrıntılarının çoğu aşağıdaki kanıtların dışında tutuldu ve içindeki açıklamalar çok ayrıntılıdır.” dedi. Metin, bir kişinin hafızasını desteklemeyi amaçlayan bir araç olarak yazıldı, bu nedenle Sophie Chiodt hedef okuyucuların özel olduğuna ve bandaj kullanımını içeren bu ayrıntıları hatırlaması gerektiğine inanıyordu.
MUMYALANMIŞ ÖLÜ YÜZLE İLGİLİ YENİ DETAYLAR
Mumyalama süreci kısmının bir örneği
Metinde ortaya çıkan heyecan verici yeni bir bilgi, merhumun yüzünü mumyalama prosedürleri etrafında dönüyor.
Papirüs, büyük ölçüde bitki aromatik malzemelerini içeren bileşenlerin bir listesini ve daha sonra mumyalanmış kırmızı bir keten parçasının yasında mumyalanmış bir sıvıya dönüştürülmek üzere pişirilen yapıştırma malzemelerini içerir.
Kırmızı keten, antibakteriyel iken aromatik bir maddeden oluşan koruyucu bir kozada paketlenmesi için merhumun yüzüne yerleştirilir.
Bu işlem dört günde bir tekrarlandı. Chiodt’e göre, bu tamamen el yazmasında açıklanan kırmızı ketenle ilgili prosedüre uygun.
Kaynak: https://arabic.cnn.com/travel/article/2021/04/07/ancient-egyptian-manual-new-mummification-details
Dostoyevski, St.Petersburg edebiyatına damga vurduğunda
Önemli Rus yazarın şöhret ve güvensizlik duygusuyla mücadelesi üzerine...
19-04-2021 01:36

Yazar: Alex Christofi
Çeviren: Beyza Sezenlik
Şanımın daha da büyük olacağını sanmıyorum. Her yerde bana yoğun bir ilgi var. Herkes bir deha olduğumu düşünüyor. Belinsky beni bundan daha fazla sevemezdi. Geçen gün, şair Ivan Turgenev Paris’den döndü ve Belinsky’nin bana âşık olduğunu zannettiğinden hemen öyle bir bağlılıkla bağlandı. Ben de ona neredeyse âşık oldum. Bir şair, yetenekli, asil, yakışıklı, zengin, zeki, eğitimli ve 25 yaşında biri.
Gök mavisi gözleriyle Fyodor Dostoyevski’den daha uzun, akıcı Almanca ve Fransızcasıyla, Turgenev zaten dünyanın adamı edasına sahipti. Vaktini yurtdışında, Karl Marx ile aynı dönemde Berlin Üniversitesi’nde okuyarak ve sansür ağından kaçan kıtadaki tek radikal ses olup Rus Edebiyatı’nda adı kötüye çıkan George Sand ile tanışarak geçirmiştir. Turgenev yazarlıktan çok fazla bir kazanç sağlayamıyordu, ama annesinin 5 bin köleden oluşan bir mülkü vardı, dolayısıyla zamanını harcayabiliyordu. Kısacası, Fyodor’un olmak istediği her şeydi. (Ya da Fyodor öyle düşünmüştü. Aslında, Turgenev’in annesi cimriydi ve ona harçlık vermeyi reddetmişti, bu nedenle terzisi için borç para aldı ve her zaman hesap gelmeden önce yemekten ayrılmak için bir yolunu bulurdu.)
Akşam, Turgenev eserimi tüm çevremize, yani en az 20 kişiye okudu ve sansasyona neden oldu. Belinsky, çok yönlü biri olduğum için bana inancının tam olduğunu söyledi. Çok derin fikirlerim var ama yarın Petersburg’un tümünün bundan haberdar olacağından korktuğum için bunların hiçbirinden Turgenev’e bahsedemem. Bütün başarılarımı size anlatmaya başlasaydım, kağıdım kalmazdı.
Fyodor kısa bir süre sonra, St. Petersburg’a yön verenlerden Ivan Panaev’in ortamına davet edildi. Nekrasov ve Grigorovich ile gittiği ilk gece, yüzünde sosyal endişeden kaynaklı anlamsız bir sırıtış olsa da diğerlerinin cesaretlendirmesiyle açılmaya başladı. Panaev aşırı eğlenceli ve çocuksuydu. Sanırım onun karısına âşık oldum. O sadece zeki ve güzel değil aynı zamanda çok hoş ve dürüsttü. Avdotya, Fyodor ile yaklaşık aynı yaştaydı ve usulca kendi kısa hikayeleri üzerine çalışmaktaydı. Ondan çok çabuk hoşlanmaya başladı. Aydatyo, Fyodor’un çok gergin olduğunu görünce ona karşı kibar ve samimi davranmak için çok çabaladı. Onun salonda bir dansçı gibi hareket etmesini izledi, her bir hareketi sessiz bir müzikle zamanı tutuyor gibiydi. O ipeksi siyah saçları, kusursuz düz hatlı burnu ve yanık teniyle çok güzeldi. Ancak insanların sizi sevmesi yeterli değildir, insanları kendinizi sevdirme sanatına sahip olmanız gerekir. Fyodor daha sonra Madame Panaeva’nın Nekrasov ile üçlü bir ilişki içerisinde olduğunu öğrendi.
Kendine olan güveni arttıkça, Fyodor onların ortamlarındaki toplantılarda daha özgür ve yüksek sesle konuşmaya başladı. Hristiyanlığa karşı saygısız tavrı ile Fyodor’u derinden yaralayan Belinsky ile bile kendisini hem edebi hem de siyasi meseleler hakkında tartışırken bulması çok uzun sürmedi. Aynı zamanda Fyodor, tıpkı onun gibi, ama her nasılsa anlaşılmaz bir şekilde kendisi olma konusunda daha iyi, hoş, çekici bir adam olan bir Doppelgänger tarafından sık sık ziyaret edilen Golyadkin adında düşük rütbeli bir devlet memurunun hikâyesi olan Öteki’yi bitirmek için çok çalışıyordu.
İkiziyle tanışmadan önceki önemli sahnede, Golyadkin, odanın köşesine inzivaya çekilmeden ve patronun kızını düşen bir avizeden kurtarmayı düşlemeden hemen önce kendini güzel Klara’nın önünde garipçe durduğu, kekeleyip, bocalayıp, utandığı bir partinin içinde bulur. Golyadkin, Klara’yı dansa kaldırmak için ileriye doğru sendeler; Golyadkin diğer konuklar tarafından Klara’dan koparılır ve sertçe girişteki merdivene doğru yönlendirilir ve burada tökezler ve merdivenlerden avluya düşer. Bundan kısa bir süre sonra, ikinci kişiliğiyle yüzleşir ve sahtekâr, parça parça canını almaya başlar. Mümkün olan tek yolla biter: akıl hastanesine götürülür.
Öteki, İnsancıklar’ın Nekrasov’un Petersburg derlemesinde yayımlandıktan sadece 3 hafta sonra Notes of the Fatherland tarafından yayımlandı. Belinsky, Dostoyevski’nin yeteneğini ve genel kavramlardaki düşüncelerin derinliğini övdü ama aynı zamanda da aşağıladı: “Yazarın henüz ölçü ve uyumun dokunuşunu yakalayamadığı açıktır ve sonuç olarak, birçoğu İnsancıklar’ı bile laf kalabalığından dolayı nedensizce eleştiriyor, fakat bu eleştiri Öteki eserine göre oraya daha az uygundur.’’ Fyodor, onun ününün sonbaharda zirveye ulaştığı konusunda haklıydı ama onu bu kadar çabuk terk ettiğini tahmin edemezdi. Bu yeni oluşum, paranoyanın tam ortasındaki korkunç çelişkiyi açığa çıkardı: evet belki insanların arkanızdan sizi aşağılamasına inanmak mantıksız gelebilir, ama bu yapmadıkları anlamına gelmez. Grigorovich, nedendir bilinmez, Fyodor’un adına başkalarının çok eğlendiklerini ona bildirmeye başladı. Turgenev ve Nekrasov, Fyodor’a hitap eden Belinsky gibi davranarak, ‘The Knight of the Doleful Countenance’ parçasında fakir bir şövalye hakkında, başı ve sonu olmayan garip bir şiiri elden ele dolaştırıyorlardı.
Hatalarımın her birini fark etmekten kasıtlı bir şekilde haz alıyorlar. Hatta yerel bir Kont olan Mikhail Yurevich Vielgorsky’nin partisinde yakalandığı ani bir hastalık için Fyodor ile alay ettiler. Oradayken, onunla tanışmak için can atan Senyavina adında çekici sarışın bir gençle tanıştırıldı ancak Fyodor bilincini kaybedip yere düşerek bu flört fırsatından ne yazık ki yararlanamadı.
Çok geçmeden Belinsky, Nekrasov ve Panaev rakip dergi The Contemporary için Notes of Fatherland’i bıraktılar. Açıkça Fyodor’un yazdıklarına yönelik düşmanca tavır aldığı için, Belinsky, Fyodor’un yeni hikâyesi Bay Proharçin’in ‘uydurma, maniéré ve anlaşılmaz’ olduğunu yazdı. Fyodor’un tek savunucusu, Dostoyevski ile kıyaslandığında bile bir edebiyat dehası olan Notes of the Fatherland’in yeni baş eleştirmeni Valerian Maikov’du. Fyodor’dan iki yaş küçük, zorlu bir eleştirmen olarak çoktan adından söz ettirmişti ve Gogol toplumsal bir şair iken Dostoyevski’nin yeteneğinin de psikoloji üzerine olduğunu görmüştü. Öteki hakkında şöyle yazdı; “O insan ruhuna derinden nüfuz ediyor, insanın duygu, düşünce ve davranışlarının gizli entrikalarına o kadar korkusuzca ve tutkuyla bakıyor ki Öteki tarafından yaratılan etki yalnızca maddenin kimyasal bileşimine nüfuz eden meraklı bir kişinin izlenimiyle karşılaştırılabilir.”
İki genç adam çok çabuk yakın arkadaş oldular, duygudaşlıkları kendiliğinden uyum sağladı. Maikov, Dostoyevski’nin etkileyici çıkımı İnsancıklar, Öteki, Dokuz Mektupluk Roman, Bay Proharçin ve Ev Sahibesi hakkında uzun bir makale hazırlamaya başladı. Maikov bitirir bitirmez makale, Dostoyevski’yi neslinin en önemli yazarlardan biri olarak yeniden saygınlığına kavuşturacaktı. Maikov, hala makale üzerine çalıştığı bir yaz günü St. Petersburg yakınlardaki bir köye uzun bir yürüyüş yapmak ve yüzmek için gittiğinde güneş çarpması sonucu vefat etti.
Bu durum Fyodor’un hipokondrisine yaramadı. Şimdi de hastalıklı bir şekilde tıp ders kitaplarını özellikle frenoloji, ruhsal bozukluk ve sinir sistemi hakkında okuyarak, kendisi olmanın nasıl bir his olduğunu adlandırma umuduyla semptom listelerini okumaya kendini kaptırmıştı. Bazı geceler uyuyamıyordu. Güç algılanan halüsinasyonlardan mustaripti; tutkulu bir biçimde neredeyse delice yazdı. Hislerinden şüphelenmeye başladı ve bir gece öleceğine kendini ikna etti.
Odam karanlıklaştıkça sanki duvarlar geri çekiliyormuşçasına gittikçe büyüyordu ve akşam üstü yavaş yavaş bir tür gizemli dehşete kapılmaya başlamıştım. Nasıl tanımlayacağımı bilemediğim, aşırı kasvetli ve kahredici hatta şekil alan, çirkin ve yadsınamaz bir gerçek olarak önümde duran, tüm anlayışları aşan, doğal olmayan bir durum. Bu durum bana ölüden korkan insanların ıstırabı gibi bir şey geliyor.
Fyodor’un doktoru Yanovsky’nin bir asker tarafından düşmemesi için desteklendiğinde yakası açıldığı sırada Fyodor’a rastladı. Çılgına dönmüş gibiydi, Yanovsky onu eve götürürken tek söylediği şey ‘Kurtuldum’ idi. Doktor biraz kanını akıttı ve endişe veren bir işaret olarak siyah akmıştı. Hasta sakinleşse bile, endişeli ve mutsuz olduğu belliydi. Bir tür sinir krizi geçiriyor gibi görünüyordu. Bir adam memnuniyetsiz olduğunda, içindeki iyi olanı gösterme, kendini tam olarak ifade etme imkânı bulamadığında (kibirden değil, kendini idrak etmenin acil gerekliliği nedeniyle) birdenbire oldukça inanılmaz bir duruma karışır ya ayyaş olur ya öfkeli bir düellocu ya da kumarbaz biri olur. Ya da belki bir devrimci.
Kaynak: lithub.com
Bernhard Kellermann, Tünel (1915)
"Filmin amacı zaten Marga madenlerinin en güzel köşelerini yakalamak değildi, Kellermann’ın eserini yeterince iyi sahneye almaktı. Bu amaçla, o sırada mevcut olan kullanılmış ve izleyicinin mekânsal bir sınıflandırma yapmasını zorlaştıran açılar seçilmiştir. Senftenberger Gazetesi’nin tavsiyesine uymasaydım belki de bu “gizem” asla açığa çıkmayacaktı."
19-04-2021 01:07

Çeviren: Yaren Erol
“Tünel”, yazar Bernhard Kellermann’ın (1879-1951) en önemli eseridir. Nisan 1913’te S. Fischer Yayınevi tarafından Berlin’de yayımlandı. Yalnızca 6 ay içinde 100 binden fazla satıldı. Ulusal başarı hızla uluslararası başarıya dönüştü, kitap hızla 24 dile çevrildi ve dünyayı fethetti.
Eser, 20. yüzyılın ilk yarısının en başarılı kitaplarından biri oldu. 1939’a kadar toplam satış rakamları milyonlara ulaştı.
HİKÂYE
Basit bir madenci çocuğundan tanınmış bir mucit olma yolunda ilerleyen mühendis MacAllan, delme işleminin geleneksel çelikten çok daha başarılı bir şekilde gerçekleştirilebileceği Allanit malzemesini geliştirir. Amerikan endüstri kodamanı C.H. Lloyd ve Atlantik Tüneli Sendikası emrinde Amerika’dan Avrupa’ya gidecek hızlı tren için kıtaları birbirine bağlayan bir denizaltı tüneli inşa etmektedir. MacAllan, bu devasa teknik hizmetin 15 yıl içinde tamamlanmasından sorumludur. İşçi kitleleri beş farklı noktadan tünelin yapımına başlar. Ta ki inşaatın yedinci yılında Amerikan tarafında meydana gelen çok güçlü bir patlama tüm tesisi feci bir şekilde durdurana kadar. İşçilerin öfkeden gözü döner ve Allan’ın karısını ve kızını öldürürler. Panik, diğer inşaat alanlarına da sıçrar, şirket tamamen batmış gibi görünmektedir. Uzun bir içe kapanmanın ardından Allan Lloyd’un sermayesi ve ikinci karısı olan Lloyd’un kızının da servetiyle yeniden ayağa kalkar. Tünel toplamda 26 yıl sonra da olsa tamamlanacaktır. Lloyd ve Allan ilk yolcular olur. Kitap “12 dakikalık bir gecikmeyle Avrupa’ya varırlar.” cümlesiyle bitiyor. Kellermann coşkulu röportaj benzeri açıklamasında sadece teknik tarafa odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda aktörlerin karakterlerini birkaç çarpıcı cümle ile nasıl hassas bir şekilde özetleyeceğini de biliyor; dünyayı müzikle yaşanabilir kılan ve hikâyenin kahramanına ilginç bir kontrpuan oluşturan Allan'ın ilk eşi Maud'un karakteri gibi.
Wilhelm Droste – “Bernhard Kellermann und sein Tunnel in die Zukunft. Die Welt im Netz der Vernetzung“ adlı makalesinden
1914 yılında Alman İmparatorluğu’nun o güne kadarki en pahalı ve masraflı film projesinin hazırlık çalışmaları yapıldı. Bernhard Kellermann’ın Tünel romanının filme çekilmesi planlandı. Yapımcı Vitascope filmi yönetmesi için Rudolf Meinert’i görevlendirdi. Kendisi aynı zamanda başrolü de oynadı. Birinci Dünya Savaşı patlak verip film mali nedenlerle durdurulduğunda Berlin Weißensee’de film çekimlerinin ortasına gelinmişti bile. 1915’te Pagu dizginleri ele alıp filmi baştan çekmeye başlayana kadar “Tünel” altı aydan fazla bir süre yarım bir halde kaldı. Bu sefer filmi William Wauer (1866-1962) yönetti ve başrolü de Friedrich Kayßler oynadı. Berlin-Tempelhof'taki Union stüdyosunda tamamlanan bu versiyon, kapsam ve uygulama bakımından Meinert'in projesinden çok daha mütevazıydı.
Altı perdeden oluşan “Tünel” 17 Ağustos 1915’te sansürlendi ve sonraki ay galası yapıldı. Bir gençlik yasağı çıkarıldı. Hermann Warm, kapsamlı film yapılarını (her türden makine) tasarladı. Heinz Karl Heiland yönetmen Wauer’ı asiste etti. Ünlü opera sanatçısı Fritzi Massary için “Tünel” film oyunculuğuna yaptığı nadir gezilerden biriydi.
Açılış sekansı, Bernhard Kellermann
Orijinal film afişi
Açılış sekansı, William Wauer
Peki, “Tünel” in Senftenberg'le, burada Bernhard Kellermann'ın adını taşıyan bir cadde ve okul olması dışında ne ilgisi var? Bu haklı sorunun cevabı Senftenberer Anzeiger gazetesinin 1915 tarihli küçük bir makalesinde verilmiştir.
10 Eylül, Senftenberg. Kısa bir süre önce Kellermann’nın aynı içerikteki romanından uyarlanan “Tünel” filmi ilk kez Berlin Kurfürstendamm caddesindeki U.T. – Lichtspiele sinemasında davetli seyirciler önünde oynandı. Amerika ve Avrupa arasında muazzam büyüklükte bir tünel inşa etme fikrini konu alan 6 perdelik bu dram filmi harika teknoloji dünyasından bazı mükemmel kayıtlar sundu. Şu an için yalnızca bir fikir olarak düşünülebilecek, yeryüzünün iki kıtayı birleştirecek biçimde delinmesi, içinde yaşadığımız gerçeklikte ustaca yaratılmalıydı. Ilse Şirketi’ndeki (Marga madeninde) bir maden ocağında ve modern bir metro güzergahında çekilmiş olan bu resim bölümü, çoğunlukla çok başarılı. Oyunculuk yapan insanların kaderindeki psikolojik nitelikteki incelikler ve bağlantılar, elbette, kabalaştırılmadan, açığa çıkan tuval üzerinde yeniden üretilemez. Bu filmin yapımı sırasında Marga madeninde birkaç gün kalan ve özel trenle gelen 1000'den fazla figüran çalıştı.
1915'in sonunda, film Senftenberg ve çevresindeki sinemalarda da gösterildi, ilgili reklamlar doğal olarak yerel çekim alanları ve oyuncular, yani figüranlar arasındaki bağlantıya dikkat çekti.
Senftenberger Anzeiger (1915)
En sonunda bu durum bende filmin bir kopyasına sahip olmam konusunda büyük bir ilgi uyandırdı. Bulduğum kopya maalesef eksik olduğu için yüzde yüz başarılı olmasa da sonuç olarak bu süreç çok da zor değildi. En azından ilk iki sahne eksik ve sonda film erken kesiliyor gibi görünüyor. Ayrıca tüm altyazılar eksik ya da hâlihazırda filmin içinde olanlar da tersine çevrilmiş ve çok kısa sürelere yerleştirilmiş. Bu sebeple yazıları okuyup anlayabilmek için yavaş çekimde izlemek gerekiyor. Altyazılar mı? Evet, sessiz bir filmden bahsediyoruz. Altyazılar sessiz film boyunca süren ya da filmi yorumlayan kırmızı şerit benzeri metin kutucuklarıdır. Çoğunlukla yönetmenin ya da senaristin görsel dile aktarmayı tercih etmediği ya da bunu başaramadığı durumları açıklar. Birçok altyazı yalnızca diyalogları veya bir sahnenin açıklamasını izleyiciye görünür kılmak için kullanıldı. Bu, özellikle izleyicinin altta yatan edebi kaynağı bilmemesi durumunda yararlıdır, diğer bir deyişle vazgeçilmezdir, çünkü "film müziği hakkında" bilgiye erişilemez.
Asıl konumuza geri dönelim. Bildiğim kadarıyla, Tünel 2010 yılında tamamen restore edildi ve ardından sessiz film severler için bazı sanat evi sinemalarında yayınlandı. Yani er ya da geç filmin tam bir kopyasına erişme şansım o kadar da kötü değil. O zamana kadar, aşağıdaki ifadeler geçici niteliktedir.
Yerel bağlantıların olduğu sahneler için elimdeki film materyalini tekrar inceledim. Kesinlikle Marga madeninde çekilmiş bazı kayıtları tespit etmek mümkündü. Bir bölümünün ihtimali yüksekken materyalin büyük bir bölümü kesinlikle bizim tarafımızdan çekilmemiş. Kesinlikle ya da muhtemelen Marga madeninde çekilmiş olan sahneleri seçtim ve bunları birkaç yorumla ele aldım.
Tünel – 1. Sahne ve Tünel – 2. Sahne materyalleri mevcut değildir.
Tünel – 3. Sahne
Açılış sekansı: Elektrik santralinin ve Marga Briket Fabrikası’nın bölümlerinin görünmesi
Marga kolonisindeki kalabalık sahne (Ringstraße)
Bir fabrika alanındaki kalabalık sahne (muhtemelen Marga Briket Fabrikası)
Allan’ın karısı ve kızı imparatorluk topraklarından ayrılır.
Elektrik santralinin girişindeki kalabalık sahne
Marga kolonisindeki kalabalık sahne (Ringstraße)
Allan’ın karısı ve kızı kalabalık tarafından öldürülür. (muhtemelen Marga Briket Fabrikası)
Elektrik santralinin girişindeki kalabalık sahne
Allan ölmüş aile üyelerini bulur. (muhtemelen Marga Briket Fabrikası)
Elektrik santralinin ve Marga Briket Fabrikası’nın bölümlerinin görünmesi
Tünel – 4. Sahne
Elektrik santralinin girişinden sahneler
Tünel – 5. Sahne
Açılış sekansı: Açık maden ocağı çevresinden görüntüler
Açık maden ocağı çevresinde uzun sahneler (uzaktaki bir briket fabrikasındaki drenaj boruları, Almanya / Hörlitz?)
Elektrik santralinin girişinden bir sahne
Muhtemelen elektrik santralinin içerisinden bir sahne (makine odası)
Tünel – 6. Sahne
Elektrik santralinin girişinden bir sahne
Marga Briket Fabrikası Yönetimi’nin ana giriş kapsının önündeki kalabalık sahne
Muhtemelen Marga Briket Fabrikası tesisi (konveyör, elektrikli lokomotif, buharlı lokomotif)
Açık maden ocağı (kovalı zincirli ekskavatör, drenaj boruları)
Konveyör
Açık maden ocağı (molozların dökülmesi)
SONUÇ
Bölgemizde çekilen nispeten bol film malzemesi olsa da gerçekten ilginç malzemelerin veriminin oldukça düşük olduğunu kabul etmek gerek. Hala “kayıp olan” iki sahnenin yerel bağlantıların olduğu başka çekimler içerdiğini ve ara sıra şüpheli sahnelerin Marga madeninde çekildiğini (birçok kez bölgemize has elektrikli lokomotif görüntülere geliyor) keşfetsem de bu durum pek bir şey değiştirmiyor. Ancak filmin amacı zaten Marga madenlerinin en güzel köşelerini yakalamak değildi, Kellermann’ın eserini yeterince iyi sahneye almaktı. Bu amaçla, o sırada mevcut olan kullanılmış ve izleyicinin mekânsal bir sınıflandırma yapmasını zorlaştıran açılar seçilmiştir. Senftenberger Gazetesi’nin tavsiyesine uymasaydım belki de bu “gizem” asla açığa çıkmayacaktı.
Yine de şunu belirtmek isterim ki en azından Ringstraße'deki iki sahnede, şu ana kadar ülkemizin ilk hareketli görüntüleriyle uğraşıyoruz. Sonuçta, bu da bir şey!
Yazıda belirtilen 3, 4, 5 ve 6. sahnelerin görüntülerine buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: https://www.gruss-aus-senftenberg.de/jump2.php?t=ht_resources/middle_film_05.htm