Giderek üzdün bizi zaman*

Giderek üzdün bizi zaman*

Sorunlu bir aile yaşamı, sıkıntılı bir baba-kız ilişkisi, kötü insanlar, sahte bir aşk ve Safiye’yi bulmaya yarayacak Tenan Dengesi… Taşikardi dedik ya tam olarak öyle; gerilim, heyecan, stres…

Zaman; çoğunlukla yönetemediğimiz, yönetsek yetişemediğimiz, yetişsek geri döndüremediğimiz bir olgu.  Hepimiz ayrı ayrı ve birlikte bir yaşama telaşında, zamanın peşinde koşup duruyoruz.

Mutlaka herkesin yeterince zaman ayıramadığı-yetemediği-yetişemediği onlarca sevdiği, işi, hayali, gidilecek yeri varken hangimiz, “Zamanın ustasıyım” diyebiliriz ki kendimize?

Hatta üstüne biraz düşünsek zamanın ezip geçmişlerine dönüşebiliriz hızla. Gerçekleşmeyen buluşmaların, hep tatil hayali kurulup gidilemeyen yerlerin, çok istenip başlanamayan kursların listeleri dökülür ceplerimizden...

Sahi geçmişi hiç özlemeyen, telafi edilecek hataları olmayan, zamanı geri döndürmek ya da durdurmak istemeyen insan var mıdır dünyada?  Sanmam.

Erken kaybedilen babası için ‘keşke biraz daha ilgilenseydim onunla’ diyen evlat, aldattığı sevgilisini özleyen ve pişman olan bir aşık, çalışmadığı dersten yaz okuluna kalan öğrenci ya da ahh o ilk mesajı ben atmayacaktım diyen flört hezeyanlarıyla geçiyorken insan günlerimiz… Zaman elbette önemli.

Biz ‘keşke geriye sarılabilen, telafi edilmesi olanaklı bir şey olsaydı şu zaman dedikleri’ diye kara kara düşünürken bu haftanın kitabının tam da bu yaramıza parmak basacağını öngörememiştik.

Bu yazının yazarı (biraz taraflı olarak) zamanın geriye alınabilmesi için hayaller kurarken, zamanın ileri sarılmasını savunan okurlar da olacaktır hiç kuşkusuz.

Bugün bahsedeceğimiz kitabımızda bu iki fikrin ve ‘hayalin’ kıyasıya bir kavgasına tanık olacak okur. Zamanı ileri sarsak ve geleceği görsek şahane olmaz mı diyenler ve zamanı geriye sarıp geçmişi telafi edelim ve ‘yeniden tanışalım’ diyenler karşı karşıyalar.

Kılıçlar çekiliyken; şu zaman işini ne yapsak? İleriye mi, geriye mi sarsak sorusu ise romanımızın esasını belirleyecek. Diyelim ve gelelim “Taşikardi”ye...

Bugün bahsedeceğimiz “Taşikardi” isimli roman, Hakan Karakaşoğlu’nun ikinci romanı. Nisan 2018’de İletişim Yayınları’ndan çıkan roman; ismi ve siyah zemine saatli kitap kapağıyla dikkat çekiyor.

1981 yılında İstanbul’da doğan yazar Karakaşoğlu, Jeofizik mühendisi. İlk romanı olan Mumsema Han ise 2015 yılında yayımlanmış. İlginç konular ve isimlerle, karakterlerinin iç dünyasını betimlemede gösterdiği hassasiyetle Karakaşoğlu’nun kısa sürede edebiyat dünyasında daha fazla üretim yapacak ve kendini sevdirecek bir kalemi olduğunu düşünüyorum.

Esasen tıbbi bir terim olan “taşikardi” dakikadaki kalp atım sayısının normalin üzerine çıkması demek. Klinik tabloda kalp atımı; korku, gerilim, stres, heyecan, aşk gibi durumlarda ve çeşitli hastalıklar yaşandığında normalin üstüne çıkar ve kişi, taşikardik olarak değerlendirilir.

Bu açıdan biraz gerilim, biraz heyecan ve epey hüzün içeren; okuru duygusal olarak biraz dalgalandıracak olan ‘Taşikardi”; ismi konusuyla bağlantılı olarak nokta atışı olmuş dersek abartmış olmayız.

Romanımız esasen hepimize tanıdık bir baba-kız ilişkisini mercek altına alıyor. Kız çocuklarının babalarıyla kurduğu daha doğrusu genelde kuramadığı ilişkiler, bunun etkileri, kaybedilen ve telafi edilemeyen zamana dokunarak ilerliyor. Kızlarını çok iyi tanıdığını sanan bazı babalara da parmak sallayarak sahiden çocuğunu ne kadar tanıyorsun gizli sorusunu ebeveynin önüne koyuyor.

Romanın baş karakterleri baba Zarif ve kızı Safiye iken, hikayemiz huyunu suyunu hepimizin bildiği, oldukça tanıdık başka karakterler eklenerek devam ediyor.

Çok iyi bir saatçi olan baba Zarif, eşinin kendini terk etmesiyle ağır bir travma yaşıyor ve hayatı akışına bırakıp, saat dükkanını kızı Safiye’ye devrediyor.

Babasıyla yaşamaktan mutlu olduğu sanılan, zeki ve çalışkan Safiye’nin bir sabah ortadan kaybolması babası Zarif’i sürekli kaçtığı geçmişiyle yüzleşmeye zorluyor. Safiye’nin gitmesiyle, yıllar önce kendisini terk eden eşinin durumu arasında bağlantılar kurmaya çalışan Zarif’in kızını ne kadar az tanıdığı, onu ne kadar çok ihmal ettiği ve yalnız bıraktığı da sayfalar ilerledikçe gün yüzüne çıkıyor. Kızı Safiye’nin gidişiyle, yıllar önce sessiz ve aniden kendisini terkeden eşinin gidişi arasında oldukça fazla benzerlik bulunan Zarif büyük bir çaresizliğe sürükleniyor. Safiye ve babası arasındaki yabancılık ise romanda kendine şöyle yer buluyor:

Peki Safiye kimdi?

Yemek yapmayı seven, düzenli, saygılı, planlı, dürüst, temiz, mutlu, sessiz, babasının sözünden hiç çıkmayan becerikli kız, Zarif’in tanıdığı Safiye, haber bile vermeden nasıl gidebilmişti?

-Neden yaptın bunu diye sordu Zarif, kabullenemeyeceğini bildiği tek kişilik haliyle, sanki evde başka biri varmış gibi yüksek sesle. ‘Neredesin Safiye?’

Sorunlu bir aile yaşamı, sıkıntılı bir baba-kız ilişkisi, kötü insanlar, sahte bir aşk ve Safiye’yi bulmaya yarayacak Tenan Dengesi…

Yaptıklarından pişman olan ve geçmişinin gölgesiyle kızı Safiye’yi arayan Zarif çalmadık kapı bırakmıyor. Bu esnada eski dostu Eyüp toz bulutu arasından çıkıp, yardıma geliyor. Ancak işler iyice karışıyor.

Zarif’in acıyla, hüzünle ve elbette özlemle kapı kapı aradığı kızı Safiye’ye duyduğu sevgi ve örtük şefkati belli belirsiz hissedecek okur. Romanımızda baba olmanın zorlukları değil; ancak, sevdiği kadın tarafından terk edilen bir adamın, derininde yaşadığı terk edilmişlik hissine dayanarak hayatını nasıl ite kaka sürüklediği rahatlıkla görülecektir.

Safiye’nin akıbeti, kendisini sevdiği sandığı Ferit ve Ferit’le birlikte dahil olduğu esrarengiz durum okuru nefes nefese okuyacağı bir serüvene sürüklüyor.

Taşikardi dedik ya tam olarak öyle; gerilim, heyecan, stres…

Safiye’yi bulmak için babasından miras kalan zamanı yönetme formülünü  -Tenan Dengesini- çözmek zorunda olan Zarif; zamanı ileri ve geri sarmak üzere kavga eden iki düşmanı alt etmeye de mecbur.

Geçmişi-eşi, şimdisi-Safiye ve elbette gelecekleri iç içe geçmiş durumdayken Zarif bir seçim yapmak zorunda…

Bir yandan Zarif’in çaresizliğine kederlenirken, bir yandan da kendi ‘ertelediklerimizi’ bol bol düşüneceğiz. Yazar bize bir sır veriyor sanki: “Zaman şimdidir, kıymetini bilelim.”

*Yazının başlığında yer alan ‘Giderek üzdün bizi zaman’ cümlesi, Duman grubunun “Aman Aman” şarkısının sözlerinden esinlenilerek yazılmıştır.


KÜNYE: Taşikardi, Hakan Karakaşoğlu, İletişim Yayıncılık, Nisan 2018, 110 sayfa.

DAHA FAZLA