Geriye bakmak, ileriye dönmek
Proleteryanın umudu ile başlayan 20. yüzyıl, sermayenin ellerini ovuşturmasıyla sona erdi. Kan emici emperyalistler 70 yıllık uğraşları sonucu “ canavarı” yenmişlerdi. Dünya, barış gezegeni olacaktı. Peki ya sonra?..
Ekinalp Gülen
Gerek akademik, gerekse halk arasında sosyalizmin geçerliliği ve etkinliği tartışmasında son cümle her zaman “Sovyetler bile yıkıldı. Sosyalizm bir hayaldir.” olmuştur. Yeteri kadar bilgiye ve bundan mütevellit çıkarımlara sahip olmayan sosyalist kişiler, durumu ve gerçeği malesef gözler önüne seremiyor. Carlos Martinez’in Başlangıcın Sonu kitabı bu bilgi eksikliğine merhem niteliğinde. Kitap yoğun teorik bilgiyle okuru boğmayarak halkın anlayabileceği dilde sorunları ve sorunlardan çıkarılabilecek dersleri bize sunuyor. Yazar kitabı 8 ana bölüme ayırıp, SSCB’yi doğumundan yıkılışına kadar inceliyor.
TÜM İKTİDAR SOVYETLERE
Sovyetler Birliği milyonlarca emekçinin ellerinin üzerinde doğdu. Birçok tarihçiye göre insanlık tarihinin en önemli olaylarından biri olan Ekim Devrimi sayesinde tüm dünyaya iktidara emekçinin geçebileceği ve özel sermayesiz de birkaç yılda, hem ekonomik hem siyasi yönden harap olmuş bir ülkenin, dünyanın en iyi 2. ekonomiye ve kimilerine göre ise en güçlü ordusuna sahip ülke haline gelebileceği kanıtlanmıştır. Sovyetlerin başarısız bir proje olduğu, sosyalizmin açlıktan ve kıtlıktan başka getirisi olmadığı savında bulunan kapitalist ve milliyetçi kişilerin elbette bu düşünceleri safsatalar üzerine kurulu, temeli olmayan argümanlardır. Carlos Martinez kitabında oldukça sık istatistiki bilgiler kullanarak SSCB’den önce ve Sovyetler doğduktan 30 yıl sonraki ülkenin durumunu kıyaslayan, okuryazarlık, kadın çalışma oranı, alkol ve uyuşturucu tüketimi gibi verileri okuyucu ile paylaşıyor. Halen şu an var olan işçi haklarını, proleterya (8 saat çalışma hakkı, hafta sonu tatili, çalışan kadınların çocuklarına kreş hakkı...) SSCB’ye borçludur.
SAVAŞIN GETİRDİKLERİ VE STALİN
Emperyalizmin getirdiği 2. Dünya Savaşı, tüm Avrupa'ya ve diğer dünya ülkelerine enkaz bırakmıştır. Kuşkusuz bu yıkımdan en büyük nasibi alan SSCB olmuştur. Savaştan sonra ABD, SSCB ile güç yarışına girmiş; komünizmi bu şekilde yenebileceğini düşünerek Soğuk Savaş’ı başlatmıştır. ABD ile Sovyetler asla kıyaslanamazdı. Bunun nedeni Amerika, ülke içerisinde fiziki bir yıkım yaşamamış toplamda 400 bin insan kaybetmiştir. Sovyetlerde ise durum çok daha acımasız ve dehşet vericidir. Nazi savaş makinesi Moskova önlerine kadar ulaşmış ve savaş sonunda yaklaşık 27 milyon kayıp vermiştir. ABD’ye kıyasla Sovyetlerin de her şeye rağmen kendini toparlayabildiğini söyleyen Martinez, bu savı destekleyen istatistiki bilgilere kitabında yer vererek 1970’lerin korkunç şartlarında bile doğru yöntemlerle çalışabileceğini okuyucularına gösteriyor.
Savaştan önce Stalin’in gerçekleştirdiği politik ve ekonomik adımlar SSCB’nin büyümesini sağlamış ve emperyalist devletlerle yarışabilecek kapasiteye getirmiştir. Carlos Martinez, kimi sol görüşlü kitlelerce ve neredeyse tüm liberaller tarafından eleştirilen “Stalin diktatörlüğünü” oldukça güzel yorumlamıştır. Devrimden sonra tüm ülke homojen sosyalist bir yapıya sahip değildi. Gizliden gizliye Sovyetlerin altını kazmaya fırsat arayan kapitalist odaklar vardı. Stalin bunlarla mücadele ederken orta yolculuğu bir kenara bırakıp sosyalizmi ve Marksist ideolojiyi tartışılmaz hale getirmiştir. Elbette bu radikal tutum güle oynaya yapılamazdı. Martinez, sosyalist dönüşümün güllük gülistanlık olamayacağını, böyle bir dünya kurulurken bazı insanların ciddi acılar çekeceğini hatta bu acıların kimi zaman haksız yere dahi olabileceğini söylüyor. Stalin’in “kişi tapınmasının” bile bir amaca hizmet ettiğini belirten Martinez, bireysel kahramanlar olmadan insanları sosyalizme kazandırmanın çok daha ağır olacağını söylüyor. Szymanski, Stalin'in SSCB’de köylüler için kutsanmış bir baba figürü olduğunu, bu sayede onların meşruiyetini en hızlı şekilde sağlama bağlandığını belirtiyor.
Aradan 80 yıl geçtiğini göz önünde bulundurursak o zamanlar kullanılan yöntemler bugünkü hayat koşullarında oldukça uyumsuz ve sert gelebilir. Olguları, o zamanki durumun koşullarını ve çevresinde gelişen olayları baz alarak kritize etmek gerekir.O döneme bakılacak olursa kriz halinde ve tüm kapılarını SSCB’ye kapatmış bir dünya, topraklarını işgal eden faşist Naziler, sürekli emperyalist devletler tarafından fonlanan, ülke içinde oluşturulmaya çalışan kapitalist bireyler vardı. Emek ve kan ile kurduğu bu sistemi sürdürmek ve korumak zorunda olan Stalin’in, gelişen sorunları en hızlı şekilde çözmesi gerekiyordu.
Carlos Martinez’in Stalin hakkında eleştirdiği nokta ise dünyadaki dış devrimci hareketlerin desteklenmemesi oluyor. Savaştan sonra ekonomik ilerlemede ciddi sıkıntılar çeken Sovyetler, ABD ve yeni kurulan NATO tarafından tehdit ediliyordu. SSCB, Amerika ile olası bir savaşı göze alamazdı.Ekonomisini ancak savaştan uzak tutarak ilerletebilirdi. Martinez, bu yüzden Stalin’in kendi müttefiklerine yardımı reddettiğini ve diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere ise ihtiyatlı davrandığını söylüyor.
Martinez, 1960'ların sonuna gelindiğinde 1920 ve 30’lardaki işçi sınıfının göz bebeği olan Sovyetlerin gözden düşmesini Stalin’in bu tutumuna bağlıyor. Martinez’in bu eleştirisine katılıyorum. Daha enternasyonalist politikalar güdülseydi, Soğuk Savaş politikalarının şiddeti bir nebze düşürülebilseydi yıkım süreci bu kadar hızlanmayabilir, daha sağlam müttefikler ile daha hızlı yol katedilebilirdi.
İHANETLERİN İLKİ
Stalin’in ölümünden sonra iktidara gelen ve onun en büyük destekçisi olan Hruşçov yönetime geldiğinde ilk işi aşırı siyasi baskı, gücün kötüye kullanılması, kitlesel sürgünler ve kişi tapınması üzerinden Stalin’i kötülemek olmuş; gücünü böyle kazanmaya çalışmıştır. Stalin’in SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) ve ülke içinde kazanmış olduğu değer ve saygıyı üzerine geçirmeye çalışmış, ülkeyi “özgürleştiren lider” rolüne soyunmuştur. Martinez elbette durumun gerçekte öyle olmadığını, aksine çözülmelerin Hruşçov ile başladığını söylüyor. Elbette, bu figürün yıkılmaya çalışılmasıyla, toplumsal birliktelik ve kazanılmış ortak bilinç de çökmeye başlamıştır. Toplumun sosyalizme olan inancının ve oluşan sinerjinin Hruşçov ile zarar görmeye başladığını söyleyen yazar, ileriki dönemlerde kaybedilen enerjiye çok ihtiyacın olduğunu da belirtiyor.
Diğer yandan Hruşçov, “Amerika’yı yakalayıp geçme” fikrini ulusal bir takıntı haline getirmişti. Hedeflere hiçbir zaman yaklaşılamamasının halkta büyük bir umutsuzluk yarattığını söylüyor yazar. Bu gibi hedefler yerine ülke içinde insani gelişim, üretilen malların niteliğini geliştirme gibi kavramlara odaklanılabilseydi sürekli kaybedilen enerji ve inanç tekrardan yakalanabilirdi. SSCB’nin büyüme oranları ABD’ninkinin iki katı olmasına rağmen gün geçtikçe farkın devasa boyutlarda olduğu fark edildi. Buna rağmen daha farklı hedeflere öncelik verilmemiş, toplumsal motivasyon yaratma tutumu ters tepmiştir. Buna ek olarak, Hruşçov’un Batı ile “buzları çözme” politikası sonucu ülkeye kitap, film, plak girişinde artış görülmüş; bu da yerli yazarların devleti açıkça eleştirisine sebep olmuştur. Sonuç olarak Hruşçov, Birlik’in ruhuna ilk darbe indiren kişi olmuştur.
SİLAHLANMA YARIŞI, ÜRÜNLERİN NİTELİĞİ VE BİLİŞİM
II. Dünya Savaşı’nın bitmesi ve ADB ile SSCB arasında Soğuk Savaş’ın başlamasıyla dünya ciddi bir silahlanma yarışına girmiştir. Bu yarışı körükleyen en büyük neden, Amerika’nın nükleer silah kozunu oynaması olmuştur. ABD’nin nükleer tehditi sebebi ile her zaman diken üzerinde duran Sovyetler Birliği çareyi silahlanmada bulmuş ve insani gelişimi ikinci plana atmıştır. Her yurttaşın tok olduğunu, iş ve ev sahibi olduğunu göz ardı etmeden Martinez, özellikle aydın kesimin (doktor, mühendis...) Batı’daki meslektaşları ile kendi hayatlarını kıyaslayarak motivasyon düşüklüğü yaşadığını ve ülkeden ayrılma isteklerinin arttığını söylüyor. Elbette kapitalizmin nasıl bir canavar olduğunu bilmeyen Sovyet yurtdaşlarının, işin aslını öğrenmeleri için malesef çok beklemeleri gerekmedi...
Bunun yanı sıra Sovyetler ordusu ABD ile gerçekten kafa tutabilecek seviyedeydi. Lakin ABD, bilişim teknolojilerine ciddi yatırım yapıyor, geliştiriyordu. Batı’nın SSCB’ye uyguladığı ambargo yüzünden SSCB bu teknolojiyi elde edemiyor ve geri kalıyordu. Bunun Sovyetlerin yıkımında çok etkin bir rol aldığını söyleyen Martinez, bununla birlikte ürün niteliğinin düşüklüğünün de altını çiziyor. Sosyalizmin kapitalizme karşı en büyük silahının emek olduğunu söyleyen Martinez Sovyetlerin, emek gücünün niteliği yerine niceliğine ağırlık verdiğini ve bunun da yurttaşların Batı ile kendi ürünleri arasında kıyas yapmalarına sebep oluşturduğunu söylüyor. İstihdam garantisinin, rekabetin olmayışının ve tavan ile taban ücretlerinin çok yakın olmasının doğurduğu “işçi rehavetine” dikkat çeken Martinez, bu gibi sebeplerin motivasyon eksikliği yarattığını ve üretimin hem kalitesiz hem de yetersiz kaldığını belirtiyor.
ÇIĞ
Hruşçov’dan sonra bir dizi hata ve beklenmeyen ani sekreter ölümleri SSCB’yi Gorbaçov’un eline düşürmüştür. Gorbaçov her ne kadar kendisi inkar etse de Sovyetlerin yıkılışının baş mimarı, maestrosu olmuştur. Martinez, kitabında, Gorbaçov’un ABD ve dolayısıyla kapitalizmi, ülke sınırları içerisinde filizlendiren adam olarak nitelendiriyor. Özgürlük adı altında tam oturtulamamış sosyalist kültür ve ahlakının canına okuyacak hamleler yapılmış, insanlar nihilizme sürüklenmiştir. Kitap Gorbaçov’un hatalarını çok güzel işlemekte, verilerle bu bilgileri sağlamlaştırmaktadır. Gorbaçov’dan sonra gelen Yeltsin’in saf bir kapitalist olduğunu üzerine basa basa söyleyen yazar, fiilen Yeltsin’in nasıl SSCB’yi yıktığını anlatıyor.
GEÇMİŞİN IŞIĞI GELECEĞİ AYDINLATIR
Başlangıcın Sonu, her sosyalist bireyin okuması gereken ders niteliğinde bir kitap olmuş. Yarınlarımızın temellerini geçmişimizden dersler çıkararak, onları eleştirip analiz ederek kurmalıyız. Sovyetler Birliği yıkılmıştır ancak bu demek değildir ki sosyalizm de onunla birlikte tarihe gömülmüştür. Sovyetlerin kurulması insanlık tarihinin en önemli adımlarındandır. Bir devletin yıkılması, ideolojinin yıkılması demek olmadığı gibi Marksizm henüz oldukça gençtir. Köleci toplumdan feodal topluma geçiş yüzlerce yılımızı almış, tarihi değişimler kademeli gerçekleşmiştir. Bu demek değildir ki sosyalizme geçmek bir bin yılımızı daha alacaktır. İhtiyaçlarımız ve yaşam şekillerimiz, teknoloji ve bilimdeki gelişmeler sayesinde hızla evrilmekte, değişmektedir. Kapitalizm sosyalizmi doğurmak zorundadır. O, doğası gereği kusurludur. Kitap SSCB’yi veya sosyalizmi kötülemiyor, aksine yapılan hataları gözler önüne sererek devrime giden bir sonraki atılımımızı ve sonrasında kuracağımız yapıyı daim kılabilmek için bir rehber niteliğinde.
Künye: Başlangıcın Sonu, Martinez C., Çev. Ali Haluk İmeryüz, Yordam Kitap, 2022, 160 sayfa.