Gelîya Zîla’dan Çiya’yê Agırî’ye yankılanan çığlık: Söyle Zilan

Gelîya Zîla’dan Çiya’yê Agırî’ye yankılanan çığlık: Söyle Zilan

“Zaman, kelam zamanıydı. Zaman kadar eski, dilsiz bir halkın dili olma, yitik sözlere can verme zamanıydı... Dengbejler, belleklerini sese ve söze döktüler. Hünermendler, geçmişin acı ve hüznünü nefesle yeniden ürettiler. Söyle Zilan, Ağrı Dağı eteklerinde ki isyan günlerinin, ölüme meydan okuyan aşıkların, yarası kabuk bağlamayan bir coğrafyanın romanıdır.”

Zilan Yıldırım

Kürtlerin Glîdax ya da Agirî, Ermenilerin Ararat dedikleri Ağrı Dağı zirvesi, nice efsanelere, kılamlara, türkülere, ağıtlara işlenmiştir büyüklüğü ve heybeti. Nice milletler, uluslar istemişlerde nice kanlar akmış Ağrı Dağının nimetlerinden fayda bulmak için. Nice yiğitler, genç kızlar atmışlar kendilerini yamaçlarına, mağralarına, sevdalarından düşmüşler yollarına Ağrı Dağı’nın. En büyük aşkların ve en özgür ruhların mesken tuttuğu Ağrı Dağı.

Ahmet Sırrı Özbek, Adıyaman’ın Kahta ilçesinde 1950 yılında doğmuş olup Eğitim Enstitüsü Fizik-Kimya bölümü ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. TBMM’de  17. Dönem Adıyaman, 22. Dönem İstanbul Milletvekilliği yapmıştır. Kökünü Arayan Çınar, Tospağa Avcısı, Faili Meçhul Bebek ve Söyle Zilan gibi birçok edebi eser kaleme alan yazar eserlerini özellikle Kürt tarihinde çokça karşılaştığımız, dengbejler ve hikaye anlatıcılarının anlattığı kılamlar, ağıtlar ve birçok sözlü edebiyatı kaynak edinerek yazmaya önem göstermiştir. Elbetteki bin yıllardır topraklarına göz dikilmiş, sürgün edilmek istenmiş, katledilmek ve asimile edilmek istenmiş  bir halkın yazılı edebiyattan çok sözlü edebiyatla tarihinin inceleniyor olması oldukça vahim bir durumdur. Yazarın bu sözlü edebi eserleri inceleyerek eserlerini oluşturması ise; o halkın tüm duygularını, tüm yaşanmışlıklarını, acılarını ve kayıplarını; bilimsel araştırma yapan bir tarihçi gibi değil, hissedilmesi gereken duyguları okuyucuya aktarmak isteyen edebiyatçı gibi yazmasına vesile olması yönünden olumlu bir durumdur.

Söyle Zilan eserinde isyan 1926 senesinde, topraklarını işgal etmek isteyen birçok ülkenin ordusuna karşı toprağını göğüs göğüse çarpışarak koruyan Bîroyê Hesikê Têlî’nin devlete tüm faydalarına rağmen Şeyh Sait isyanı sonrası adının sürgüne gidecekler listesine yazıldığını öğrenmesiyle başlar. Çevredeki çeşitli köylerden ve aşiretlerden destek alan bu örgütlenme Ağrı Dağının zirvesinde gerçekleşir ve 1929 yılına kadar küçük çatışmalar süregelir. 1929 yılında Lübnan’da; ağaların, yurtdışında eğitim görmüş Kürtlerin ve Osmanlı-Türkiye ordularında uzun süre görev yapmış askerlerin oluşturduğu, dağınık şekilde savaşan isyancıların toparlanması için kurulmuş Xoybun örgütünün de Ağrı Dağı’na desteğe gelmesiyle devlet tarafından fermanların çıkarılması sonucu ölümler, kıyımlar başlar. 1930 yılında bu yapılanmanın bir kısmı Van’ın Erciş ilçesinde ki askeri alanlara saldırı başlatır ve daha sonra geri çekilerek İran’a dağılırlar. O bögede görevli Devriş Bey müfrezesi bu olay üzerine Zilan Deresi etrafındaki 44 köye saldırmış ve Geliya Zila denen bölgede kimi kaynakların on beş bin, kimisine göre sayının kırk yedi binlere çıktığı büyük bir katliam gerçekleşmiştir. O dönem övgülerle bahsedilen ve haberleştirilen katliam Cumhuriyet gazetesinde de ‘Zilan Deresinde Temizlik’ manşetiyle kutlamıştır. Zilan Deresinin günlerce kan kırmızısı aktığı, insanların ceset yığınları arasından anca sağ kurtulabildikleri Zilan katliamı hakkında yazılan, söylenen onlarca şeyden yalnızca birkaçıdır.

Eserde yalnızca katliamın acı yüzü anlatılmamış, kazanılan zaferlerin verdiği mutluluktan, yaşanılan aşkların, sevdaların hissettirdiği umuttan ve anaların evlatlarına, dostların birbirlerine gösterdikleri sevgiyi ve hoşgörüyü de uzun uzadıya anlatmıştır yazar. Bu sayede yaşanılan acıların, umutsuzluğu doğurmaması amaçlanmış aksine acıların umudu perçineyişi, umudu karanlık sonrası tekrar doğacak olan güneş ve gözümüze çalınacak ışığı olarak düşünmesi amaçlanmıştır zannımca.

Her şey Güvence Altındaydı

Eserde bahsi geçen fermandan ve sonrasında dönemin başbakanı İnönü’nün söylediği sözlerden zaten nasıl bir vahşetin gerçekleştiğini tahmin edersiniz elbette:

 ‘’Erciş, Zilan, Ağrı dağ havalisinde vuku bulan isyanda, bunu müteakip Birinci Umumi Müfettişlik Mıntıkası ve Erzincan’ın Pülümür kazası dahilinde yapılan takip ve te’dip hareketleri münasebetiyle 20 Haziran 1930’dan 1 Kanunuevvel 1930 tarihine askeri kuvvetler ve devlet memurları ve bunlarla beraber  hareket eden bekçi, karucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla alakadar vak’aların tenkili emrinde, gerek müstakilen gerek müştereken işlenmiş ef’al ve harekat suç sayılamaz.’’

‘’Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Aslı astarı olmayan propagandalara kanmış, aldanmış, neticede yollarını şaşırmış Doğu Türkleridir.’’

Acının Ağıtları

Ayrılığın ne kadar sürdüğü ya da sevdalının nerde olduğunun hiç önemi olmadan, aşkını ve özlemini sonuna kadar tertemiz yaşayanlar ve söyledikleri ağıtlar, türküler dilden dile dolaşır Kürdistan’da. Bir de Zilan’ın çığlıkları yankılanır bu coğrafyanın dağlarında. Hiç susmaz.

‘’Di Gelîya Zîla’yê

 Li netikê zarokan nivîsîbûn 

Nasnameya wan 

Bı berik û barûtê!’’

‘’Zilan Deresi’nde 

Çocukların alınlarına yazmışlardı 

Kimliklerini

Mermi ve barutla!’’

Künye: Söyle Zilan, Ahmet Sırrı Özbek, İletişim Yayınları, 2019, 252 sayfa

DAHA FAZLA