Gazeteciler İçin Etik Sözlüğü: ‘Topluma karşı sorumluluğunuzu aklınızdan çıkarırsanız sözcükleri silaha dönüştürebilirsiniz’

Gazeteciler İçin Etik Sözlüğü: ‘Topluma karşı sorumluluğunuzu aklınızdan çıkarırsanız sözcükleri silaha dönüştürebilirsiniz’

Gazeteciler İçin Etik Sözlüğü’nü, gazetecilikte etiği ve medya dili-iktidar ilişkisini sözlüğü hazırlayanlar arasında bulunan Doç. Dr. Tezcan Durna ve Dr. Vahdet Mesut Ayan İleri’ye yorumladı.

İzel Sezer - @izelsezer

Türkiye Etik Gazetecilik Koalisyonu’nun (TEGK) bir yayını olarak çıkarılan Gazeteciler İçin Etik Sözlüğü’nü, Duisburg-Essen Üniversitesi Öğretim Üyesi, Yazar ve um:ag Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Tezcan Durna ve Yazar Dr. Vahdet Mesut Ayan ile konuştuk.

İktidar yanlısı, ana akım ve muhalif medyadaki toplamda 75 haber metninin incelendiği Gazeteciler İçin Etik Sözlüğü, medyada nefret söylemi ve bu söyleme aracılık eden sözcük, kavram ve tamlamalar incelenerek Tezcan Durna, Vahdet Mesut Ayan ve Mustafa Aksoy tarafından hazırlandı.

Çalışmanın ortaya koyduğu sonuçları, gazetecilikte etiği ve medya dili ile iktidar ilişkisini sözlüğü hazırlayanlar arasında bulunan Durna ve Ayan İleri’ye yorumladı.

İktidarların dönem içinde yaygınlaşan sözcükleri öne çıkarması ve medyanın da bu dilden etkilenmesi, sizce iktidarın varlığını sürdürmesinde nasıl bir etki oluşturur?

‘İKTİDARIN YOĞUNLAŞTIĞI HER YERDE DİRENİŞ MUTLAKA BİR YERLERDE ÖRGÜTLENİR’

T. Durna: Sözcükler dilin ifade edilme araçlarıdır. Dil ise kültür içerisinde anlamların paylaşılmasını sağlayan bir araçtır. Herhangi bir sözcükle ifade ettiği anlam arasında zorunlu bir mütekabiliyet ilişkisi yoktur. Bu nedenle herhangi bir iktidar bir sözcüğü icat edip o sözcüğün o anlamını dayatamaz toplumlara. Sadece var olan sözcüklerin vurguları ve bu sözcüklere yüklü hangi anlamın yaygın ya da düz anlam olduğu konusunda bir mücadele yürütebilir. Bazen bunu sözcüğe yüklü eski bir anlamı geri çağırarak bazen de sözcüğe yeni anlamlar yükleyerek yapar. Şu anda Türkiye’ye uzun zamandır yöneten iktidar hegemonik performansını güçlendirmek için başından beri var olan sözcüklere yeni anlamlar ekleyerek, eski anlamları geri çağırarak, bazen de unutulmuş bazı sözcükleri yeniden icat ederek bunu yerine getirmeye çalıştı. Algı yönetimi, fıtrat, istikşafi gibi bu iktidar döneminde icat edilmiş ya da yeni icat edilmiş sözcükler, bir anlamda iktidarın zihinleri bulandırmak, toplumsal rıza kazanmak ya da muhaliflerini bastırmak ya da oyalamak için işlevselleştirdiği sözcüklerden en azından benim ilk aklıma gelenleri arasında. Ancak bu işi elbette sadece iktidar yapmaz. İktidarın yoğunlaştığı her yerde direniş de mutlaka bir yerlerde örgütlenir. Bu direniş en çok da sözcüklere yüklenen anlamlar üzerinden yürütülür. Gezi sürecinde çapulcu sözcüğü üzerinden giden mücadele bunun en tipik örnekleri arasında sayılabilir.

‘MEDYANIN DİLİ GÜNÜMÜZDE GAZETECİLİĞİN NORMLARININ NE KADAR ZAYIFLADIĞINI GÖSTERİYOR’

V. M. Ayan: Yani buna doğrudan cevap veremem, sonuçta medyanın kurduğu dilin iktidarın varlığına ne ölçüde etki ettiğine dair müspet bir veri yok elimizde. Yine de şöyle düşünebiliriz, sonuçta hepimiz kavramlar vasıtasıyla düşünüyoruz. Bu anlamda kavramlar bizim düşünce setimizi oluşturuyor. Tabii dil de öyle, neyi nasıl düşündüğümüzü, nasıl anladığımızı ve nasıl dönüştüreceğimizi kavramlar ve dil üzerinden ediniyoruz. Bu, her insanda geçerli olduğu gibi siyasi alanda da geçerli elbette.

Kabaca söylersek, siyasal iktidarın, düzen muhalefetinin ve toplumsal muhalefetin kendi kavram setleri var. Özellikle AKP-MHP bloku kendi ideolojik yaklaşımına uygun belirli sözcükler kullanıyor. Bu sözcükler de boşlukta doğmuyor tabii. Türk sağının genine işlemiş, cinsiyetçi, anti semitik, ırkçı ve kutuplaştırıcı dili şimdiki iktidar koalisyonu sık sık kullanıyor. Bilhassa iktidar yanlısı medyanın bu dili papağan gibi tekrarladığını görüyoruz. Bunun sebebi ise AKP-MHP medyasının siyasal iktidara hem ideolojik hem de ekonomik bağlılığı.

Bu dili medya dolayımıyla topluma tamamen yaygınlaştırabiliyorlar mı ondan da pek emin değilim; zira tiraj ve reyting ölçümleri artık iktidar medyasının pek de izlenmediğini/okunmadığını gösteriyor.  İBB’nin CHP’ye geçmesinin ardından Güneş ve Star gazetelerinin kapanması, iktidarın varlığını sürdürmesinde medyanın etkisini değil; tersine iktidar yanlısı medyanın varlığını sürdürmesinde iktidarın önemli etkisinin bulunduğunu gösteriyor. Bu gazeteler tirajdan ziyade kamu kurumlarından aldıkları ödeneklerle yayın hayatını sürdürüyorlar. Dolayısıyla iktidarın varlığını salt medya söylemiyle sürdürdüğünü söylemek hatalı olacaktır.

Buradan medyanın dilini önemsemediğim ortaya çıkmasın tabii, bu dil günümüzde gazeteciliğin normlarının ne kadar zayıfladığını gösteriyor. Aynı zamanda barışı tesis etmek ve tüm alanlardaki eşitsizliği gidermek için ne kadar uzun bir yol alacağımızı da hissettiriyor.

İktidara yakın, ana akım ve muhalif medyada yer alan haberlerden incelediklerinizin genelini değerlendirdiğinizde, bu üç grup arasında dikkatinizi en çok çeken fark neydi? Bu farkı ortaya çıkaran sebepler sizce ne olabilir?

‘ÖZÜ İTİBARIYLA HABERCİLİK İŞİ MUHALİF BİR İŞTİR’

T. Durna: Aslında bu üç kategoriyi öncelikle düzeltmem gerekiyor. Biz Türkiye medyasına dair alışıldık kategoriyle düşünmeye devam ediyoruz belki ama, uzun zamandan beridir ana akım medya diye bir şey kalmadığını çoğu zaman unutuyoruz. Belki artık bunu şöyle düzeltmek gerek. İktidara mutlak şekilde biat etmiş, ya da iktidar eliyle şekillendirilmiş medya, iktidara yakın ve muhalif medya diye kategorileştirmek gerekiyor. Muhalif medya artık elindeki çok kısıtlı olanaklarla muhalif olmanın ötesinde ana akım olmaya adaydır. Zira habercilik üzerinden yapıyorsak bu kategoriyi, habercilik özel olarak muhalif diye tanımlanmaya ihtiyaç duymaz. Siz eğer bir haberi gerektiği gibi yaparsanız, bu haberdeki gerçeklerden her türlü iktidar rahatsız olur ve özü itibarıyla habercilik işi muhalif bir iştir. Neyse bu tartışmayı uzatmayayım.

‘KADIN HAREKETİNİN ERİL, MİLİTARİST, MAÇİST DİLİN DÖNÜŞÜMÜNE ETKİSİ KABUL EDİLMELİ’

İktidara mutlak yakın ve yakın diye tarif edebileceğimiz medya kuruluşları, artık sansüre dahi ihtiyaç duymayacak şekilde zihnini, gönlünü, varlığını iktidara borçlu hale geldiği/getirildiği için buralarda üretilen haberlerde kullanılan dilin tamamen iktidar katındaki siyasetçilerin şiddet dolu dilini aynen yeniden ürettiğini gözlemledik. Aslında bunu görebilmek için özel bir araştırmaya da hacet yok açıkçası. Tayyip Erdoğan muhalefete “bozguncu, hain, terörist, şer odakları” gibi suçlulaştırıcı, nefret dolu ifadeler kullandığı anda bunların manşetlere, sürmanşetlere tırnaksız bir şekilde taşındığını görüyoruz. İktidar yanlısı medya, artık habercilik değil, çirkin bir propaganda işi görmektedir. Tam da bu nedenle iktidara itaat etmeyen, onun icraatlarını, yanlışlarını onaylamayan herkesi düşman ilan etme konusunda artık en ufak bir beis görmüyor. Ancak bu genel nefret ve kutuplaştırma ortamından muhalif medya da payını alıyor. Yine de muhalif medyanın çok sınırlı olanakları bulunan sınırlı bir kesiminde ısrarla uzlaşmacı, kapsayıcı, düşmanlaştırmadan kaçınmaya çalışan bir yaklaşımın var olduğunu da inkar etmemek gerekiyor. Dil üzerinden devam eden iktidar mücadelesinin silahla ya da şiddetle verilen mücadele gibi bugünden yarına hızlıca sonuçlanacak bir şey olmadığı ortada. Bu yüzden muhalif diyebileceğimiz medyayı da muhalif siyasi hareketlerin önemli ölçüde etkilediğini kabul etmek gerekiyor. Özellikle kadın hareketinin eril, militarist, maçist dilin dönüşümü açısından ciddi bir etkisinin olduğunu kabul etmek gerekiyor. Eskiden gazeteciler iş adamı şeklinde yazma konusunu hiç düşünmezlerdi. Son yıllarda iş insanı mı demek gerek acaba bu haberde diye düşünmeye başladılar. Bu da kadın hareketinin başarı hanesine yazılabilir.

‘AKİT İLE SÖZCÜ’YÜ DİLLERİNDEKİ AYRIMCI FAKTÖRLER ÜZERİNDEN BENZEŞTİRİYORUZ’

V. M. Ayan: Aradaki fark sanırım gazetecilik mesleği, bu mesleğin normlarıyla açıklanabilir; zira iktidar yanlısı gazetelerin AKP-MHP koalisyonunun resmi sözcüleri olduğunu açıkça gördük. Burada iktidara yakınlık gibi etmenler olduğu gibi, iktidar yanlısı medyanın iyiden iyiye siyasal İslamcılığa bürünmesinin de etkisi var. Siyasal İslamcı bir çizgiden hareket ettiğinizde de bu, ayrımcı söylem hem haberlerinize hem de köşe yazılarınıza yansıyor. Rumlara, Ermenilere, Yahudilere neredeyse küfre varan sözcükler, tamlamalar kullanılıyor. Bunun elbette ideolojik bir geri planı var. Özellikle Akit ve Yeni Şafak gazetelerini burada vurgulamak gerekiyor.

Sözcü gibi ulusalcı/milliyetçi çizgiye sahip gazete ve televizyonlar ise hem mülteci düşmanlığını hem de Kürt düşmanlığını körükleyen yayınlar yapıyorlar. Yine gazetecilik açısından baktığımızda İslamcı mahallenin Akit’i ile, ulusalcı mahallenin Sözcü’sünü dillerindeki ayrımcı faktörler üzerinden benzeştiriyoruz.

‘EKSİKLERİ OLSA DA SOL-SOSYALİST PERSPEKTİFTEKİ GAZETELER HABERCİLİK BAKIMINDAN ÇOK DAHA İYİ’

İletişim fakültelerinde öğretilen haber yazma teknikleri ve kurallarına en fazla uyulan basın organları ise sol-sosyalist perspektife sahip gazetelerdi. Bunun ardında da ideolojik bir yaklaşımın olduğunu düşünüyorum. Yani ben sosyalistim diyen kimsenin, zaten “Rum dölü”, “Ermeni oyunu”, “karı”, “avrat” gibi sözcükleri günlük hayatta da kullanmayacağını düşünerek bunları söylüyorum. Bu açıdan hâlâ eksikleri olsa da habercilik bakımından diğerlerinden çok daha iyi olduğunu belirtebilirim.

Çalışmada anaakım diye ayırdığımız gazeteleri de inceledik; ancak artık Türkiye’de anaakım medya kaldı mı, ondan da pek emin değilim. Ayrımcı söylemlerin, iktidarın özellikle dış politikası söz konusu olduğunda burada da kullanıldığını gördük. Özellikle devletin geleneksel kodları düşünüldüğünde Milliyet ve Hürriyet’in iktidar yanlısı medyadan farkı kalmıyor.

Gazeteciler İçin Etik Sözlük’ü hazırlama fikri nereden doğdu, sizi bu çalışmayı hazırlamaya iten sebepler nedir?

‘BU ÇALIŞMANIN DAHA DA GENİŞLETİLMESİ GEREKİR’

T. Durna: Aslında ben yıllardır, dil, temsil kültür, ideoloji, söylem gibi konulara kafa yoruyorum. Medyadaki temsillerde dil ve anlamlandırma pratiklerinin önemli olduğu konusunu bütün akademik araştırmalarımda hiç akıldan çıkarmadım. Son zamanlarda AKP iktidarının geri çağırdığı, yeniden icat ettiği, anlamlarını büktüğü pek çok sözcüğün dolaşımda olduğunu ve bunların ne gibi işlevler gördüğünü yakından takip ediyordum. Özellikle de gazetecilik mesleğinin son yıllarda her anlamda kriz içinde olduğunu da görüyordum. Bu krizde bir yandan iktidarın ana akım medyayı neredeyse tamamen teslim almasının etkisi de vardı. Ancak sadece bu değil, siyasi dilin de giderek çok sertleştiğini görüyordum. Bizim sorunlu olarak seçtiğimiz sözcüklerin hepsi AKP iktidarı öncesinde de sorunlu olarak hayatımızın bir parçasıydı ve gazeteciler tarafından kullanılıyordu rahatlıkla. Ancak son yıllarda bu sözcüklerin kullanıldığı haberler çok fazla yaygınlaştı. Üstelik bu sıfatların kullanıldığı haberler haber bile sayılamayacak uydurma haberler olarak giderek daha çok karşımıza çıkmaya başladı. Böyle bir somut çalışma yapmak bütün gözlemlerimize rağmen aklımızda yoktu. Ancak somut bir teklif geldi bize Türkiye Etik Gazetecilik Koalisyonu tarafından. Bu teklife aracılık olan gazeteci arkadaşım da Can Ertuna’dır. Kendisine tekrardan teşekkür ederiz. Böyle bir şey yapıp yapamayacağımızı sordular. Ben de iki akademisyen arkadaşıma önerdim bu konuyu. Onlar da seve seve kabul ettiler. Önce onlar sözcüklerin tespit edilmesi için tarama yaptılar. Bu taramanın ardından nihai halindekinden epeyce daha çok sözcük tespit ettiler. Daha sonra bu sözcüklerde bazı azaltmalara gittik. Son olarak da bu sözcüklerin anlamları, yan anlamları, neden sorunlu olduğu ve haberlerde kullanmanın neden yanlış ve etik dışı olduğuna dair açıklamalarını yazdık. Aslında bu çalışma dar kapsamlı bir ilk girişim olarak değerlendirilebilir. Bu çalışmanın daha da genişletilmesi, her sözcüğe yazılacak açıklamaların daha da genişletilmesi gerekir.

‘BU SÖZLÜK HEPİMİZİ RAHATSIZ EDEN MEDYA DİLİ KARŞISINDA ‘NE YAPABİLİRİZ’ SORUSUNUN KARŞILIĞI OLDU’

V. M. Ayan: Çalışmayı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden hocam Tezcan Durna teklif etti. Daha önce de kendisiyle çalışma imkânı yakalamıştım. Tabii bahsettiğinde severek çalışacağımı belirttim; çünkü alanda olması gereken bir kaynaktı. Hem gazeteciler için hem de ileride gazetecilik yapmak isteyen arkadaşlar için. Böyle bir sözlüğün alana da gündelik hayata da katkı sunacağını düşünerek başladık çalışmaya. Sanırım öyle de oldu, çünkü ben de sözlüğü hazırlarken epey şey öğrendim.

Çalışmanın hazırlanmasındaki temel fikirse, sanırım Türkiye medyasının son dönemki hâli oldu. 2016 sonrası medya üzerinden toplumun farklı kesimlerinin hedef gösterilmesi, tehdit edilmesi, aşağılanması ve kriminalize edilmesine şahit oluyoruz. İşte bu şartlarda, yani hepimizi rahatsız eden medya dili karşısında “ne yapabiliriz” sorusunun karşılığı bu sözlük oldu.

Çalışmanızda, gazetecinin bir olayı haberleştirirken seçtiği herhangi uygunsuz bir sözcüğün büyük toplumsal çatışmalara dahi yol açabileceğini ve Türkiye tarihinin bu tür olumsuz örneklerle dolu olduğunu ifade etmişsiniz. Büyük toplumsal çatışmalara yol açtığını değerlendirdiğiniz bu uygunsuz sözcükleri ve olayları örneklendirebilir misiniz?

‘TERÖRİST SÖZCÜĞÜNÜN İÇİ NEREDEYSE TAMAMEN BOŞALMIŞ DURUMDA’

T. Durna: Yani aslında Türkiye tarihinde buna benzer pek çok örnek var. Son zamanlarda kullanımı daha çok artan HAİN sözcüğü belki de bu sorunlu sözcükler arasında ön sırada geliyor. Hain sözcüğü o kadar kolay kullanılıyor ve insanlar o kadar kolay birbirini HAİNLİK ile suçlayabiliyor ki, bu sıfatla suçlanan kişilere ya da gruplara kolaylıkla linç uygulanabiliyor. Terörist ve düşman ise diğer linçe yol açabilecek sözcükler. Bu sözcükler, hedef gösterme, belli grup ya da gruplara yönelik nefreti fiili bir yok etmeye yönlendirebilecek potansiyele sahip. Ancak son yıllarda bu sözcükler o kadar çok insana ve o kadar çok sık şekilde yöneltilmeye başlandı ki, iktidarı oluşturan siyasi partilerin liderlerinin işaret ettiği kişilerin gerçekten hangisinin terörist hangisinin terörist olmadığı konusunda insanların kafasında ciddi kuşkular oluşmaya başladı.

Örneğin ben ve benimle birlikte bu sözlüğü hazırlayan iki arkadaşım ve bu çalışmayı İngilizceye çeviren arkadaşım dördümüz de Barış Bildirisine imza verdiğimiz için KHK ile ihraç edildik. İhraç edildiğimiz KHK’larda bizim ihraç gerekçemiz terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı olduğumuz yazılıydı. Bizler ihraç edileli dört yıl oldu neredeyse, KHK’de bahsi geçen hiçbir terör eylemine kalkışmadık ve hiçbirimiz de terörist eylemleri siyasi araç olarak kullanmadık. Ve bunu pek çok insan artık çok rahatlıkla görüyor. Bu aynı zamanda da şunu gösteriyor: Bir sözcüğe ne kadar sık olumsuz anlam yüklemeye kalkışırsanız ve bu sözcüğün olumsuz anlamına ne kadar geniş kesimi hedef hale getirirseniz o sözcüğün etkisi belki de o kadar azalıyor. Son yıllarda AKP iktidarı o kadar geniş kesimi terörist olmakla ya da teröristlikle suçladığı partileri desteklemekle suçladı ki, terörist sözcüğünün içi de neredeyse tamamen boşalmış durumdadır.

‘MEDYANIN AZİZ NESİN’İ HEDEF GÖSTERMESİ SİVAS KATLİAMI’NIN SEBEPLERİNDEN BİRİYDİ’

V. M. Ayan: Dilin ve kullandığımız kavramların önemi buradan geliyor işte, yani sözcüklerimizle var olan bir husumeti daha da derinleştirebiliyoruz ya da tam tersi.

Siz böyle sorunca hangi birini açıklayacağımı düşünüyorum da mesela 6-7 Eylül’de İstanbul’da Rumlara karşı gerçekleşen katliam ve yağma, Demokrat Parti yanlısı İstanbul Ekspres gazetesinin yalan haberi üzerine gerçekleşmişti. Daha önceden planlanmış olayların fitilini yakan bu gazetenin manşetiydi. Sonradan öğrendik ki kontrgerilla denilen bazı örgütler de işin içinde. Benzer bir şeyi Sivas Katliamı için de söyleyebiliriz. Katliam öncesi Aziz Nesin’in bazı sözleri medyada geniş bir biçimde haberleştiriliyordu. Elbette Sivas Katliamının tek sorumlusu medya demeyeceğim ancak medyanın Aziz Nesin’i hedef göstermesi, yaşanan katliamın sebeplerinden biriydi.

Daha yakına gelirsek Ahmet Kaya’nın Kürtçe albüm yapacağını belirtmesi sonrası Hürriyet’in attığı “Vay Şerefsiz” manşeti Kaya’nın ölümüne giden yolun taşlarını döşemişti. Hatırlarsanız Hırant Dink’in katledilmesinde yine Hürriyet’in Sabiha Gökçen üzerinden Ermeni Cemaatini hedef alması söz konusuydu. Son olarak da Tahir Elçi… Ahmet Hakan’ın programında “PKK terör örgütü müdür, değil midir” gibi manasız bir soru karşısında verdiği cevap üzerine öldürülmüştü.

‘ÇALIŞMAMIZDA MÜLTECİLERLE İLGİLİ BİRÇOK YALAN HABERE RASTLADIK’

Suriyeli mülteciler hakkında yapılan haberlerin, bu anlamıyla önemli olduğunu düşünüyorum çünkü Sözcü gazetesi gibi hedef göstererek yaptığınız yayınlar, mültecilerin toplumdan dışlanmasına ve sık sık şiddet görmelerine neden oluyor. Örneğin çalışmamızda mültecilerle ilgili birçok yalan habere rastladık. Suriyelilerin sınavsız üniversitelere yerleştirildiği, onlara aylık 3 bin lira dağıtıldığı gibi somut verilerden uzak haberler yapılıyor. Sonuçta kendisi de yoksul olan ve gittikçe yoksullaşan Türkiye toplumu, daha kötü şartlarda yaşayan yoksul mültecilere saldırıyor. Bunda gazete haberlerinin payının yüksek olduğunu düşünüyorum.

Genç gazetecilere ve gazetecilik bölümü öğrencilerine söylemek istediğiniz bir şey var mı?

‘SORUMLULUĞUNUZU AKLINIZDAN ÇIKARIRSANIZ KULLANDIĞINIZ SÖZCÜKLERİ SİLAH HALİNE GETİREBİLİRSİNİZ’

T.  Durna: Ben uzun yıllar haber analizleri, eleştirel haber okumaları yaptırdığım dersler verdim ve bu derslerde öğrencilerime en başta söylediğim şey şu oldu: Sözcükler dilin, anlaşmanın, diyalog kurmanın bir aracı olarak da kullanılabilir, birer silah olarak da kullanılabilir. Bu sözcüklerin çok anlamlı olmasından ve dilin çok vurgulu yapısından dolayı böyledir. Bu nedenle sözcükleri kullanırken çok dikkatli olmak gerekir. Kendinize, yaptığınız mesleğin itibarına, topluma karşı sorumlu olduğunuzu asla unutmamanız gerekiyor, herhangi birine karşı kullandığınız sözcüğe haberinizde yer verirken. Ancak gazetecilik mesleğinin bir yanıyla en büyülü ama diğer yanıyla da en tehlikeli yanı şu: Herhangi bir konu ile ilgili bilgiye ilk siz ulaşıyorsunuz ve bu bilgiyi halka duyurmakla yükümlüsünüz. Bu, bu mesleği yapan insanlara hem güç hem de sorumluluk yüklüyor. Bu gücü sınırsızca kullanmak büyülü ve cazip bir şeydir. Ve bunu kullanırken de topluma, mesleğe ve kendinize karşı duyduğunuz sorumluluğu aklınıza getirmezseniz gerekir.

Eğer bunu aklınızdan çıkarırsanız, duyduğunuz ya da öğrendiğiniz bilgiyi halka aktarırken kullandığınız sözcükleri kolaylıklar bir silah haline getirebilirsiniz. Bunu yapmamak için elbette belli ilkeler çerçevesinde hareket etmeniz gerekir. Haberlerini kaleme alırken haber konusu ile asgari bir mesafeye özen göstermek en temel ilkelerden birisi olmalı. Bu mesafe ise en kolay şekilde haberlerde mümkün mertebe sıfat kullanmayarak sağlanabilir. Siz haberinizde kendinize yakın hissettiğiniz birisine karşı olumlu sıfatı eğer rahatça kullanabiliyorsanız, düşman bellediğiniz birisine karşı da olumsuz sıfatı o kadar rahat kullanırsınız. En başta da sıfat kullanmaktan uzak durmalarını tavsiye ederim genç gazetecilere.

‘GENÇ GAZETECİLER, GAZETECİLİK MESLEĞİNE HER ANLAMDA SAHİP ÇIKMALI’

V. M. Ayan: Benim söylemek istediğim gazeteciliğin kuramsal yapısından kopmamaları; zira eleştirel bir perspektifi ancak bu kuramsal alandan alabilirler. Oradan beslendiklerinde ayrımcı sözcüklerin ve tamlamaların farkına varırlar. Böylece hem haber yapım süreçlerinde hem de günlük hayatta eşitsizliği üreten bu sözcükleri kullanmazlar.

Bu kapsamda bir diğer önerim de gazetecilik mesleğine her anlamda sahip çıkmaları olacak.

DAHA FAZLA