Gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz: AKP'nin tutarlı bir mülteci politikası yok; adeta mülteciler politika için var!

Gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz: AKP'nin tutarlı bir mülteci politikası yok; adeta mülteciler politika için var!

Suriyeli mülteciler hakkında konuştuğumuz gazeteci ve yazar Ercüment Akdeniz, " İnsanca yaşamak için işçilerin, emekçilerin dil, din, milliyet bütün ayrımları bir kenara bırakmaları ve enternasyonal kucaklaşmayı sağlamaları her zamankinden elzem hale geldi" dedi.

Volkan Karadede - @VolkanKaradede

Gazeteci ve yazar Ercüment Akdeniz'le son günlerde sıkça gündeme gelen Suriyeli mülteciler hakkında konuştuk. Akdeniz, Suriyelilerin siyasal iktidar tarafından pazarlık konusu yapılmasından, daha fazla sömürüye maruz kalmalarına kadar bir çok sorumuzu cevapladı.

Suriyelilerin dönüşüne odaklanmanın gerçekçi olmadığını belirten Akdeniz, "Bunun yerine bir arada ama eşit ve kardeşlik hukukuna dayanan, karşılıklı uyumu esas alan bir hayatın örgütlenmesi gerekiyor" ifadelerini kullandı.

DAVUTOĞLU'NUN STRATEJİK DERİNLİK TERAZİSİ FENA ŞAŞTI

Türkiye’de kayıtlı ve kayıtsız yaklaşık dört milyon Suriyelinin olduğu söyleniyor. Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanı olduğu günlerde, "Türkiye'ye sığınan Suriyeliler için psikolojik eşik" dediği "100 bin" sınırından bu sayılara çıkılmasını nasıl değerlendirirsiniz? Ne oldu da Suriyelilerin sayıları milyonlara ulaştı?

Hatırlarsanız, Davutoğlu daha sonra psikolojik eşikten kastını şu sözlerle açıklamıştı: “100 bin kişiyi kamplarda ağırlayabilirsiniz ama bu sayı yüz binlerle ifade edilir hale geldiğinde artık kamplarla idare edilmenin ötesine geçer...” Aslında bu açıklama teknik değil, perde arkasında siyasi yönü olan bir açıklamaydı. Çünkü murat edilen ve beklenen şey Esad rejiminin kısa sürede düşeceği ve birkaç güne kalmadan Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılınacağı şeklindeydi. Ama Davutoğlu Hükümetinin “Stratejik Derinlik” terazisi fena şaştı. Zira sadece zaman tahmininde değil rejimin devrilmesi için gereken nüfus kaçışında da hesap tutmadı. İç savaş uzadıkça ve şiddet dalgası göçü tetikledikçe mülteci sayısı fersah fersah katlandı. Sınır boylarında yapılan ve Suriyelilerin kısa süre kalacağı düşünülen kamplar işi çözmedi. Siyasi pragmatizm her şeyin üzerinde olduğu için bu kez milyonlarca mültecinin Türkiye içine akmasına izin verildi. Sonraki AKP hükümetleri döneminde ise sorun kronikleşti. En önemli fark: “misafir” yerine mültecilere “Geriçi Koruma Kimliği” verilmesiydi. Değişmeyen şey ise 4 milyon Suriyeliye 8 yıl boyunca “mülteci statüsü” hakkının tanınmaması oldu. 

Suriye’deki savaşın başlamasıyla Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Suriyeliler üzerinde –neredeyse geldikleri günden bu yana- son derece ırkçılığa varan söylemler var. “Savaştan kaçmasalardı? Ne işleri var burada?” vb. gibi, bu söylemlerin kaynağında neler var?

AKP’nin Suriye ve Ortadoğu politikasına “Yeni Osmanlıcı” ideoloji yön verdi. Bu ideoloji yayılmacı olduğu kadar içinde koyu milliyetçiliği de barındırıyor. Arap ve diğer Ortadoğu haklarını Osmanlı torunlarının tebaası gören bir milliyetçilik bu. Dolayısıyla dışarıdaki “milli menfaatler” el verdikçe içerideki mülteciler “ümmet kardeşi” görüldü; ama hesaplar ters dönmeye başladığı andan itibaren “Savaştan kaçmasalardı, ne işleri var burada” propagandasına alan açıldı. İlk süreçte AKP içeride Suriyeli mültecilere karşı yönelen öfkenin gazını almaya çalıştı ama son süreçte bunu değişmeye başladığını gördük.

SEÇİM YENİLGİSİ AKP'NİN SÖYLEM DEĞİŞİKLİĞİNDE ETKİLİ OLDU

Son seçimlerde yaşanan oy kaybının da AKP’deki söylem değişikliğinde bir etkisinin olduğunu not düşmek gerek. İktidar ortağı MHP zaten bu kulvara girmeye dünden razıydı. Böylece biraz da İYİ partinin öncülük ettiği mülteci düşmanı propaganda akımına; bir bölüm CHP’li belediye ile birlikte Cumhur İttifakı bileşenleri de dahil olmaya başladı. Böylece işsizliğin, yoksulluğun, ekonomik krizin tüm sorumluluğunu mültecilerin üzerine yıkan çok sesli bir koro ile karşılaştık. Tınıları farklı ama özünde hepsi burjuva olan düzen partileri bunlar.  Ve mülteci düşmanlığı konusunda cümlesi Avrupa sağı ile yarışır hale geldiler.  Elbette bu zehirlenmiş politikalar hem işçi sınıfımıza hem de yoksul halka zarar.

'İDDİA SAHİPLERİ DÖNÜP TEKSTİL PATRONLARINA BAKSIN'

Kendi geçimlerini genel olarak zor şartlarda sürdüren ve çoğu zaman daha fazla sömürülen Suriyeliler için toplumda Türkiye’deki işsizliği arttırdıklarına dönük bir algı var. Size göre Türkiye’deki işsizliğin ya da krizin nedeni Suriyeliler olabilir mi?

İddia sahipleri dönüp tekstil patronlarının açıklamalarına baksınlar. Ne demişti patronlar? “Marmara bölgesinde tekstil sektörünü ekonomik krizden 2 milyon Suriyeli işçi kurtardı. Eğer onlar olmasa biz Bangladeş’ten 500 bin işçi sipariş edecektik...”. Dolayısıyla göçü fırsata çeviren patronlar, ucuz ve güvencesiz emek olarak gördükleri mülteci işçileri krizden korunacak can yeleği olarak gördüler. Öte yandan Suriyeliler nerelerde çalıştırılıyor, bakalım. Daha çok ‘alt’ işlerde sömürüldüklerini görürüz. Yani sendikasız, sigortasız, güvencesiz ve en çok iş cinayetinin yaşandığı sektörlerde. Bu durumun sorumlusu elbette mülteci işçiler değil. Peki kimler? İşçi sınıfının sendikalarını bu alanlardan çok öncesinde söküp atanlar, kazanılmış hakları bir bir yok edenler. Bir örnek vereyim: Gaziantep Üniversitesi saha araştırması bize şunu söylüyor: Suriyeli işçilerin yüze 88’i sigortasız. Suriyelilerin yüzde 57’si ülkelerine yüzde 13’ü de Türkiye’den diğer ülkelere gitmek istiyor. Çünkü ekonomik krizin faturası yerli emekçiler gibi onların da üzerine bindirildi. Hem de çok fena.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun birbiriyle bağlantılı iki farklı açıklaması oldu. Önce “Suriyeliler İstanbul'dan gönderilecek” dedi, daha sonra ise “Suriyelileri sınır dışı yapabilecek kabiliyete ve hakka sahip değiliz” açıklamasında bulundu. Dönemsel olarak AKP’nin de AB’ye karşı Suriyelileri koz olarak kullandığını göz önünde bulundurursak size göre buradaki amaç ne olabilir? Şimdiye kadar bu insanlara dokunulmamıştı, neden şimdi İstanbul’dan gönderilmek isteniyor?

AKP’nin tutarlı bir mülteci politikası yok; adeta mülteciler politika için var! Tutarlı olmak için ‘Geri Kabul Anlaşması’nı askıya almak yerine yırtıp çöpe atmak gerekir. Çünkü öncesinde de gördüğümüz gibi her “askıya alma” beyanı yeni pazarlıkların konusu yapılıyor. Akdeniz’de doğalgaz krizi, İdlib gerilimi, AB ile mülteci pazarlığı vb gelişmeler; mültecilerin kollarına dolanan ipin bir sıkılıp bir gevşetildiği siyasi hesaplar oluyor, ki bu ne vicdana ne de hukuka sığar. İl dışı ve sınır dışı etme uygulamaları da hukuka aykırı zaten ve ileride Hükümetin ayağına dolanabilir. Kararsızlık biraz da bundan. BM ve AB’yi de atlamamak lazım. Zira Türkiye’de mülteci haklarının çiğnenmesinde hükümet kadar en az onların da payı var. BM’nin tüm yetkileri Göç İdaresi Müdürlüğü’ne bırakıp kaçması unutulacak, affedilecek bir hadise değil.

'DÖNSÜNLER YA DA KALSINLAR BUNUN YOKSUL EMEKÇİNİN SOFRASINA DOĞRUDAN ETKİSİ OLMAZ'

Son olarak Suriyelilerin kayıtlı oldukları ilin dışında bulunmaları sebebiyle sınır dışı edilmelerinin, yasalara ve evrensel hukuka aykırı olduğunu biliyoruz. Sığınmacı olarak gelen bu insanların sınır dışı edilmeleri Türkiye’nin ekonomik ve siyasal politikaları için çözüm olacak mıdır?

Türkiye’de her sabah doğan 300 bebek dünyaya mülteci olarak gözlerini açıyor. Şu ana kadar doğan mülteci çocuk sayısı ise 450 bin civarında. Hal bu iken; bütün mültecilerin dönüşüne odaklanmak gerçekçi değil. Bunun yerine bir arada ama eşit ve kardeşlik hukukuna dayanan, karşılıklı uyumu esas alan bir hayatın örgütlenmesi gerekiyor. Bu açıdan geride kalan 8 yıl kayıp. Sürecin örgütlenmesi de o kadar kolay değil. Fakat başkaca çıkışımız da yok. Mültecilerin bir bölümü elbette dönecek, bu oran ne olur şimdiden kestirmek güç. Ama dönsünler ya da kalsınlar bunun yoksul emekçinin sofrasına doğrudan etkisi olmaz. Çünkü emekçileri en dip haklarda yarıştıranların refah getireceğine inanmak hayalcilik olur. Tersine yapılacak iş bellidir: mülteci/yerli ayrımı yapmadan bütün işçilerin ortak hak mücadelesinde birleşmesi gerekir. İnsanca yaşamak için işçilerin, emekçilerin dil, din, milliyet bütün ayrımları bir kenara bırakmaları ve enternasyonal kucaklaşmayı sağlamaları her zamankinden elzem hale geldi.