Gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi üzerine: Edirne

Gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi üzerine: Edirne

“Sermaye  ilişkisini  yaratan  süreç,  işçiyi  kendi  çalışma  koşullarının  mülkiyetinden  ayıran  süreçten  başka  bir  şey olamaz;  bu,  bir  yandan,  toplumsal geçim  ve  üretim araçlarını sermayeye,  öte yandan,  dolaysız  üreticileri  ücretli  işçilere dönüştüren süreçtir. Demek oluyor ki, ilk birikim denilen şey, üreticileri üretim araçlarından ayıran tarihsel bir süreçten başka bir  şey  değildir.  Bunun  bir  “ilk”  süreç  olarak  görünmesi, sermayenin ve sermaye ile uyuşan üretim tarzının  tarih  öncesi dönemini oluşturmasından ileri gelir.” (Marx, Kapital 2011:687)

Nursel Çelen

Mülksüzleştirme ve Türkleştirme  Edirne Örneği isimli kitap İlkay Öz tarafından kaleme alınan Prof. Dr. Füsun Üstel ve Doç. Dr. Özgür Adadağ’ın ( Özgür Adadağ ile tamamlanmıştır.) danışmalığını yaptığı bir yüksek lisans tezinin kapsamlı halidir. Bu çalışma Edirne yereline odaklanarak ulus-devlet inşa sürecinde 20. yüzyılın bütününe yayılmış Türkleştirme ve gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi yoluyla Müslüman- Türklerin ilkel birikimlerini gerçekleştirme politikalarını analiz eder. Gayrimüslimleri mülksüzleştiren olayları, yerel gazetelerden ve tapu kayıtlarından bunların izini sürerek, Türkleştirme ve mülksüzleştirme politikasının nasıl yerel bürokrasi, eşraf ve halk işbirliği içinde gerçekleştirildiğini anlatmıştır.

Öz, Türkiye’de milli iktisat politikasının temel hedeflerinden olan burjuva ve küçük burjuva sınıflarının oluşturulabilmesi için ihtiyaç duyulan ilkel birikimin ekonomi dışı zor yöntemleriyle, gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi yoluyla gerçekleştiğinden bahseder. Yukarıda alıntıladığım Marx’a göre ilkel birikim kavramını bu durumu açıklamak için kullanmıştır. Marx’a göre, ilkel birikim kısaca üreticileri üretim araçlarından ayıran ve böylece dolaysız üreticileri, ücretli işçilere dönüştüren tarihsel bir süreçtir. Türk-Müslüman kesimlerinin ilkel birikimlerini gerçekleştirmesi önce “Ermeni Tehciri” ve “Rum Mübadelesi” ile başlıyor. Böylece Ermeni ve Rumların emvâl-i - metrukeleri üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan ilkel birikimin ve sermaye transferinin Yahudilerinkiyle de devam ettiği anlatılmaktadır.

Kitapta ilk olarak Ermeni ve Rumların tasfiyesi ve mülksüzleştrilme süreçlerine değinilmiştir. Rumların tasfiyesi ve mülksüzleştirilmesi 1910’ların başlarında baskı ve şiddet politikalarıyla kitleler halinde Trakya ve Ege’den sürülmesi ve geri kalanının da 1923 Lozan Antlaşması’ndaki zorunlu mübadele sonucu gönderilmesiyle devam etmiştir. Ermeniler ise 1915’te çeşitli kanunlarla hem tehcir edilmiş hem de sahip oldukları malvarlıkları ellerinden alınmıştır. Bu iki halkın tasfiyesi hem Türkleştirme politikalarına hem de milli iktisat politikalarına katkı sağlamıştır. Edirne’de bu tasfiye edilen halklardan geri kalan emvâl-i metrukelerin bir kısmı Müslüman-Türklerin bir kısmı da Yahudilerin eline geçmiştir. Yahudilerin henüz Edirne’den kovulmadığı tarihlerde, Yahudiler piyasanın neredeyse %70’ine hakimken Müslümanların %30’a yakın ticari hakimiyeti olduğu gözükmektedir. Bu iktisadi boşluğun Yahudiler tarafından doldurulması milli iktisat politikaları açısından hayal kırıklığına neden olmuştur. Öz, yaşanan bu hayal kırıklığı ve ardından yarattığı öfkeyi bizlere Edirne yerel gazetelerindeki haber ve yazılarla göstermeye çalışmıştır. Örneğin: Yahudilere karşı doğrudan ilk saldırı 1922’nin Aralık ayında İleri gazetesinde “ Kanımızı Emenler” başlığıyla yayınlanan yazıyla gelmiştir.“Trakya-Paşaeli gazetesi 1923 Ağustos-Eylül aylarındaki yayınlarında Yahudi tüccarların köylüleri sömürdükleri ve kandırdıkları iddiasında bulunmuştur.”...“ Ağustos 1925’te Edirne Postası Yahudilerin Trakya’daki ticari hakimiyetlerini eleştirmiş, Türk tüccarlarına örgütlü olarak Yahudilere karşı mücadele çağrısı yapmıştır.”... “Keza Bursa ve Kırklareli’nde de Yahudilerle ticaret yapılmamasına dair afişler asılmış, Uzunköprü’de Yahudi tüccarlara karşı boykot ilan edilmiştir.” Bu tarz yayınların kışkırtmalarıyla meydana gelen gösteriler sırasında halk, “ Bu ülkeden gitme sırası size de gelecek! Yahudiler defolsun!” şeklinde sloganlar atmıştır. Söylenen bu cümleler Ermeniler ve Rumlardan sonra sıranın Yahudilere geldiğini ifade etmektedir.

Öz, Edirne’de Yahudileri özellikle ticari alandaki üstünlükleri sebebiyle hedef alan üç büyük olayın meydana geldiğinden bahseder. Bunların yerel eşrafın devlet görevlileriyle işbirliği sonucunda gerçekleştiğini söyler. Devletin “gayrimilli” olarak gördüğü bu kesimin tasfiyesiyle homojenleştirme politikalarına bir adım daha yaklaştığını ifade eder. Bu olaylardan ilki 1934 Trakya Olayları olarak bilinen Yahudilerin Trakya’dan sürülmesidir. Bu olay yereldeki dinamiklerden ulusal güçlere kadar bir çok aktörün dahil olduğu süreci içermektedir. Olayların meydana gelmesinde Nihal Atsız ve Cevat Rıfat Atilhan’ın antisemit yayınları, İbrahim Tali Bey Raporu, İskan Kanunu, Yahudilerin ticari hakimiyeti gibi bir çok etken rol oynamıştır. Öz, 1934’teki Yahudi karşıtı olayları anlatırken diğer kentlere de (Kırklareli ve Çanakkale gibi) yer vermekle birlikte çalışmayı Edirne üzerinden detaylandırmıştır.

Yahudileri hedef alan ikinci olay ise ilkel birikim sürecinin devamı ve döneme uygun hali olan 1942-1944 Varlık Vergisi uygulaması olmuştur. Öz, bu kanunla birlikte Yahudiler kendilerine tarh edilen yüksek miktardaki vergiyi ödeyebilmek adına ev, işyeri ve arsalarını değerinin çok altında satışa çıkarmak zorunda kaldıklarını anlatır. Bu kanunun iktisadi niteliği nedeniyle gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi, sermayenin el değiştirilmesi ve Müslümanların ilkel birikimlerini gerçekleştirmesine katkı sağladığı görülmektedir.

Edirne’de Yahudileri hedef alan son büyük olay ise,  Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Edirne Şubesi’nin yürüttüğü faaliyetler olmuştur. Öz, 1968 yılında kurulan bu derneğin merkezinin İzmir’de olduğundan ve yalnızca tek bir şubesinin bulunduğundan bahseder. Bu dernek Siyonizm karşıtlığı altında Yahudi düşmanlığı yapmaktadır. Öz, derneğin söylemlerinin 1934’te olduğu gibi iktisadi kaygılar içerdiğini söyler. Dernek Edirne’deki son gayrimüslim topluluğu olan az sayıdaki Yahudileri hedef alarak Edirne’nin Türkleşmesine katkıda bulunmuştur. Gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi üzerinden sermayenin Müslümanlaştırılması-Türkleştirilmesi projesi bu son olayla birlikte başarıya ulaşmıştır.  Yazar bu olaylarla ilgili yapmış olduğu gerek sözlü tarih çalışmalarıyla gerekse de zorlu arşiv araştırmalarıyla literatüre önemli bir katkıda bulunmuştur.

Son olarak bu akademik çalışmada ilgimi çeken ve ben de merak uyandıran  şey  aslında yazarın konuyu seçme hikayesi olmuştur. Çalışmanın giriş kısmında hikayesini kısaca şöyle anlatıyor: Füsun Üstel’in lisansüstü öğrencilerine verdiği Türkiye’de Kimlik ve Vatandaşlık dersinde Türkiye’de gayrimüslimlere karşı gerçekleşen olayları anlatırken 1934 Trakya Olayları’ndan bahsetmiştir. Edirne, Kırklareli, Çanakkale ve Tekirdağ’da Yahudilerin yaşadığından ve 1934 yılında bu insanların büyük bir kısmı şiddet ve baskıyla evlerinden sürülüp yerlerine Müslüman-Türklerin yerleştiğini anlatmıştır. Yazar Edirneli olmasına rağmen, bu zamana kadar böyle bir olayı ilk kez duyduğundan bahseder. Hayıflanmasının dışında konuyu seçmesinin asıl nedeni o dönem Edirne’de yaşamış Yahudilerin bir kısmının mandıracılık yapması ve ailesinin de kuruluşu 1935 tarihli bir mandıraya sahip olmasıdır. Bu durum yazarın kafasında tuhaf  bir soru işareti oluşturmuştur. Araştırmanın sonucunda yazar bu sorunun cevabını arşiv ve sözlü tarih çalışmaları sonucunda öğrendiğini belirtmiştir ama maalesef  kitabında buna yer vermemiştir. Ancak kendi araştırmalarım sonucunda kitap tanıtımı için katıldığı bir söyleşide bu sorunun cevabını rahatlıkla yanıtladığını öğrendim. Bu nedenle benim gibi merak edenler için söyleşide yanıtlamış olduğu cevabı ve linki sizlerle paylaşacağım.

“Marksist bir sosyal bilimci adayı olarak ailemin ilkel birikimini Yahudilerin mülksüzleştirmesi yoluyla gerçekleştirip gerçekleştirmediğini öğrenmem ve gerekirse bununla hesaplaşmam lazımdı. Üstel’e tezimi bu konuda yazmak istediğimi söyledim ve kabul etmesinin ardından kişisel bir sorgulama da olan bu çalışmaya başladım. Aile büyükleriyle yaptığım görüşmelerde ailemin Bulgaristan göçmeni olduğunu ilk olarak Meriç kıyısında bir köye yerleşip ardından karşı kıyıya, Yunanistan’a geçtiğini sonrasında burada da tutunamayıp 1930’ların sonuna doğru Edirne merkeze yerleştiği malumatını aldım. Yani bu olaylar sırasında ailem Edirne’de değilmiş. Yine de ben bu malumatla yetinemezdim, tapu arşivinde de bunun izini sürmeye karar verdim. Olaylar sırasında ve takip eden yıllarda birçok Bulgaristan ve Yunanistan göçmeni ailenin Yahudi mülklerini elde ettiklerine tapu arşivindeki belgelerde denk gelirken ailemin ismine bu tarihlerdeki kayıtlarda rastlamadım. İsimlerine tapu kayıtlarında ilk rastladığım tarih 1950’lerdi. Aldıkları topraklar da muhtemelen göç ettikleri Balkanlardaki yerlerinin karşılığı olan Rum emvâl-i metrukeleriydi.”

KÜNYE: Mülksüzleştirme ve Türkleştirme Edirne Örneği, İlkay Öz, İletişim Yayınları, 2020, 264 Sayfa.

Balancar, Ferda. “1910’lardan 1970’lere Edirne’de mülksüzleştirme ve Türkleştirme”. Agos (12.10.2020);http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24695/1910lardan-1970lere-edirnede-mulksuzlestirme-ve-turklestirme

 

 

 

 

DAHA FAZLA