Furkan Seyhan yazdı | Tükenmeyecek bir miras: Denizlerin arayışı

Furkan Seyhan yazdı | Tükenmeyecek bir miras: Denizlerin arayışı

Furkan Seyhan

6 Mayıs yedisinden yetmişine, devrimci mücadeleye hiç omuz vermemiş kitlelerin bile duygusal bağlarının kökleştiği bir gün. Böyle bir gün, devrimciler için anma ve nostalji yaparak geçirilecek bir gün değil elbette. Bizler geçmişi güzellemek yerine yapılması gerekenin, 68’lerin mirasını sürekli olarak yeniden üretmek olduğunu düşünüyoruz.

İçinden geçtiğimiz sürecin kaotik yapısı ve siyasal hareketliliğin yüksek olmasından kaynaklı, günün siyasetine yetişmek açısından bazı konuları güncelliğini korumasına rağmen sürekli olarak gündeme alamamaktayız. Koronavirüs nedeniyle bu yıl kitlesel eylem ve anmalar yapılamayacağından “rafta tuttuğumuz” birkaç konuya değinebiliriz. Denizlerin nezdinde, 68 Kuşağı ve günümüzün gençlik mücadelesinin bazı noktalarına değinmeye çalışacağız.

Değineceğimiz noktalara bir zemin oluşturması açısından önce 68’i “temizlememiz” gerekiyor. 80 darbesinin kurucu misyonunun, yıkıcı politikalarına ağır basmaya başladığı dönemle beraber 68, bu ülkenin ortak bir pişmanlık döneminin başlangıcı olarak pazarlanmaya başladı. Bunun ilk adımı 68’li devrimcilerin bu topraklarda yaptığı sıçramanın sağ-sol çatışmalarına indirgenmesiydi. Sağ-sol kavgasına indirgenmesiyle beraber “sağcıların 68’i” de bir anda ortaya çıkıverdi. 68 artık bu ülkede öğrenci hareketinin yükseldiği, devrimciğin kitleselleştiği bir tarih olmaktan öte iki tarafında radikalleştiği bir fikir kavgası olarak lanse ediliyordu.

68 aslında 1961 yılından başlayarak bu topraklarda yükselen sol hareketin kırılma noktası oldu. Bu kırılma kendini önce amfilerde, sonrasında meydanlarda gösterdi. Devlet destekli faşistler tarafından bastırılmaya çalışılsa da ne durdurulabildi ne de devrimciliğin bu topraklara yerleşmesi engellenebildi.

Bu baskılara rağmen 68’in başarısında asıl vurgulanması gereken noktalar bizce şunlardır:

-68 kuşağının geniş kitlelerle beraber devricileşmesi.

-Öğrenci hareketinin kendi sınırlarını aşarak halk ile kader birliği yapan bir siyaset izlemesi

-Gelişen tüm zorlu koşullara karşı iradecilik göstermesi

Birincisi; 68 kuşağı, siyaseti her zaman için en geniş kesimlerle beraber yapmaya çalışmıştır. Deniz’e atıfla söylenen “sağ yok sol yok boykot var” tahta yazılaması bunun bir göstergesidir. Deniz kuşkusuz o tarihte sağ ve sol arasındaki ayrımı biliyor, kendini devrimci olarak addediyordu. Yapılan ise o dönemde de oluşturulmaya çalışılan sağ-sol karşıtlığı üzerinden devrimcilerle öğrencilerin arasını açma hamlesine karşı verilmiş güzel bir ideolojik cevaptan başka bir şey değildir. Bunun yanında Denizlerin sağcı ve solcu öğrencileri yan yana getirmek amacı taşıdığını düşünmek zaten tartışmasız bir yanlış olacaktır. O dönemde sağcıların saldırdığı, hedef gösterdiği balolarda, devrimci öğrenciler, arkadaşlarının güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. En meşru öğrenci taleplerine karşı bile saldırılıyor ve devrimciler buna karşılık verme durumunda kalıyordu.

Yukarıda göstermeye çalıştığımız gibi sürekli geniş kitleler ile beraber mücadele etmeye çalışmaları, 68 Kuşağı'nın radikalleşmesine engel olmamaktadır. Boykotu en kalabalık şekilde örgütlemeye çalışan devrimci öğrenciler bu sefer 6. Filo'yu denize dökerken de kalabalık bir öğrenci kitlesi ile beraber bunu yapmaktadır. 68 Kuşağı, kitlelerle kurduğu bağla beraber çok kısa bir sürede önemli bir devrimcileşme süreci yaşamış, bu kısa sürede çıkış tezlerinden kopmuş, devletin muhtırasına teslim olmamış ve darağacında, Kürt ve Türk halklarının kardeşliği, Marksizm-Leninizm, Denizin son sözleri olmuştu.

68 Kuşağı, devrimcileşmeyi kitlelerle beraber siyaset yaparken yaşadığı için ilerleyen baskı sürecinde niceliksel olarak daraldıkları halde bu topraklarda iz bırakabilmişlerdir ve o gün atılan tohumlar bugün hala meyve vermektedir.

İkincisi; Avrupa 68’inden farklı olarak, bizim 68 Kuşağı'nın halkı ile beraber kaderini ortak görmesi ve kendini daha siyasi bir çizgide konumlandırmasıydı. 68 Kuşağı, ülkesinin itibarını zedeleyecek 6. Filo'yu denize dökerken, aynı devrimci gençler tütün işçisinin de hakkı için mücadele ettiler. Emekçiler ile beraber mücadele eden devrimci gençler, halkların kardeşliğini göstermek adına zap suyu üstüne halkları birbirine bağlayacak köprüyü de inşaa ettiler. Tüm bunlar 68’in “Okumuş insan halkına karşı sorumludur” anlayışının özetini içeriyor.

Üçüncüsü ise teorik uzanımları bir yana, o dönem devletin saldırmasının karşısında geriye çekilen sola rağmen, 68 Kuşağı en ön safta büyük bir irade ile direnmiştir. Bu iradeciliği ise romantik bir direniş olarak değil bir siyaset tarzı olarak ele almak gerekmektedir. 68 Kuşağı, kriz koşullarının, devrimcilerin müdahalesine açık olduğunu çok net bir biçimde göstermiştir. O gün için kazanamamış olsalar bile 12 Mart muhtırasından sonra ortaya çıkan sosyalist hareket ve bugüne uzanan tarihi bunun en iyi kanıtıdır.

Daha fazla uzatmayı tercih etmiyoruz ancak kuşkusuz 68’in çok daha özgün noktası ve tartışılması gereken teorik açılımları ve eylem pratikleri vardır.

Yukarıda açmaya çalıştığımız üç noktanın ışığında günümüz gençlik mücadelesine gelecek olursak; yöntemsel bir anlayış olarak bu üç noktanın günümüzde ne anlama geldiğini yazıp bir şablon önermeyeceğiz ama bu üç soyutlamanın ışığında bir perspektif çizmeye çalışacağız. Bu perspektiften önce yine yukarıda yaptığımız gibi bu dönemin bazı özelliklerinden bahsedeceğiz.

-AKP döneminde “Her ile bir üniversite” anlayışı ile üniversitelerin bu kadar çoğalması ve buna eşlik eden 4+4+4 ve imam hatipleşme süreci, gençliğin, geçmiş döneme kıyasla “aydın adayı” karakterini zayıflatmıştır.

-Bu aydın adayı karakterin zayıflamasıyla aynı süreçte öğrencilerin hiçbir dönem görülmeyen yoksullaşma ve buna eşlik eden işçileşme süreci, öğrenciliğin ayrıcalıklı konumunu ortadan kaldırmıştır. Öğrenci mücadelesi için artık emekçilerle olan ilişki tercihten öte zorunluluğa dönüşmüştür. Öğrencilerin geçmişe kıyasla iş bulma ihtimali iş bulamama ihtimalinden daha düşüktür.

Neoliberal dönemde geçirdiği dönüşümle beraber, gençlik mücadelesinde yeni bir dönem bizi beklemektedir. Gençlik mücadelesinin bir daha 68 Kuşağı'nın yaşadığı gibi, özerk ve öznel müdahale sonucu bütünleşen bir mücadeleye sahne olmayacağını düşünüyoruz. Bundan sonra farklı toplumsal kesimlerle daha iç içe bir mücadele pratiği bizi beklemektedir. Bu, öğrenci mücadelesinin ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir, sadece geçmiş döneme kıyasla daha bileşik bir hal aldığını söylemeye çalışmaktayız.

Gençlik mücadelesinin ise tekrardan kitleselleşmeye ve tüm öğrencilerin siyasete katılabileceği bir zemine ihtiyacı vardır. Bunun adımları da atılmaktadır. Bu bizim için sevindirici de olsa önümüzde uzun bir yol olduğu açıktır. Öğrencilerin siyasete katılımını sağladığımız zeminlerin geçmişten farklı olarak sektörlere dayandırılması ise yukarıda sıraladığımız nedenlerden dolayı gerekliliktir. Öğrencilerin okulda yaşadığı sorunların yanında kendi meslek alanlarında yaşadıkları sıkıntılar had safhaya ulaşmıştır.

Sektörlere dayanan bu yapılanmaların, meslek örgütleri ile yan yana gelerek belli ağlar kurması gerekmektedir. İçinden geçtiğimiz süreçte bu bağlar farklı alanlarda kurulmakta; gazeteciler, mühendisler, mimarlar, mahalle bazlı ağlar her geçen gün çoğalmaktadır. Gençlik mücadelesi açısından da en geniş kesimlerle beraber siyaset yapma alanlarını oluşturup bu yolla kitleselleşmemiz gerekmektedir.

Bu özetlemeye çalıştığımız yeni tarzın tüm yanlarını açmaya ne yazık ki yerimiz yok. Kısaca bir anlayış olarak şunu söylemek yanlış olmayacaktır: 68 kuşağının bize gösterdiği şeylerin başında sürekli bir arayışçılık ve mevcut duruma teslim olmama iradesi gelmektedir. Önerdiğimiz şeyler bu noktasıyla “yeniyi” denemektir. Başarılı olup olmayacağını önümüzdeki süreç gösterecektir. 68’den bize miras kalan anlayış bizi bunu yapmaya götürdü.

Yazımızda 68’le beraber günümüze değinmemiz, aslında bilinçli bir tercihten ötedir. Biliyoruz ki, Denizlerin saldığı kökler bu topraklarda meyve vermeyecekse, köklerimizin ne kadar sağlam olduğunu tekrarlamanın bizce hiçbir anlamı olmayacaktır.