Fötr Şapkalı Adamlar
02-09-2018 01:05

Çocukluğumun en büyük antikomünizm geyiği, evinize girdiğinizde portmantoda asılı olan fötr şapkanın varlığıydı. Bu durum o an içeride eşinizle beraber başka bir adamın olduğu konusunda size yapılan bir uyarı olup, sizin de yapmanız gereken sessizce evinizi terk edip, daha sonra gelmenizdi! Elbette bu komünist ülkeler için geçerliydi. Bizim ülkemiz komünist olmadığı için sıkıntılı bir durum yoktu, uyanık olmak yeterliydi...
***
İLGİLİ HABERLER
Sertifika Canavarı Beyaz Yakalı ve Sosyal Medya Çiftliklerinin Damızlık Kullanıcıları
Aslında bahsedilen “bilgi toplumu” sürecinin sermayedarlar için yeni rant alanları ve ona uygun dönüşümler anlamına gelirken emekçiler için sürekli uzmanlaşma zorunluluğu anlamına gelmesidir. Üstelik bu uzmanlaşmalar, ‘beceriler’ bireyin tüm yaratıcılığından, en değerli sermayesi olan zamanından çalarken hızlıca/kolayca eskimektedir. Sonuç olarak kişi kendisini olabildiğince başarılı bir şekilde pazarlamak için lise yıllarından emekliliğine kadar olan sürede daimî bir sertifikalanma hali yaşamaktadır. Sertifikalar, kurumlar, alanlar değişmekte ancak piyasa açısından geçerlilik geçerliliği/ölçütü değişmemektedir.
02-09-2018 01:46

Çağan Sabancı
“Sömürünün altında yatan şiddet işçinin emek zamanına el konulmasıdır.”
Küresel Dijital Ekonomide Emek – Sibertaryanın Oluşumu kitabı bu yıl Yordam Kitap tarafından Türkçeye çevrildi. Ursula Huws, teknolojik gelişmenin emekçi sınıfın ve daha çok beyaz yakalı olarak anılan kesiminde yarattığı dönüşüm hakkında istikrarlı bir biçimde yazıp çizmektedir. Yazarın sınıf incelemelerinde esas aldığı ölçütleri ise geçim, emek ve değer oluşturmaktadır. Bahsedeceğimiz kitap ise Ursula Huws’un çeşitli makalelerinden ve konferans bildirilerinden oluşan bir seçkidir. Bu seçkide yer alan makalelerinde Huws kapitalizmin güncel eğilimleriyle birlikte çalışma koşullarında teknolojinin çeşitli biçimlerde yer edinmesinin sonuçlarını emekçi sınıflar açısından değerlendirmektedir. En önemli vurguyu ise insanların sosyal medya platformlarındaki faaliyetlerinin, paylaşımlarının şirketler tarafından ticari bağlamda kullanılıyor olmasına yönelik teorik bir tanımlama-isimlendirme girişimi hak etmektedir. Yine kitapta yazar, dijital emeğin, klasik emek tanımlarından dışlanmaması gerektiğini, pazarlama, lojistik, dağıtım, nakliye, müşteri hizmetleri gibi işlerin de üretken emekten sayılması gerektiğini ve nitelikli fakat güvencesiz çalışan insanlar için ‘serbest emek’ kavramının önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Dijital Emek: Ücretsiz Üretici Emek
Çalışmadaki çeşitli vurguların önemli hareket noktalarından birini kapitalizmin bunalımlarını yeni metalar yaratarak atlatması tespiti oluşturmaktadır. Ayrıca teknolojinin yarattığı yeni üretim biçimlerinin özgün tüketim biçimlerine yol açması da meseleyi daha can alıcı hale getirmektedir.[1] Dijital emek tanımı ise beraberinde üretken, üretken olmayan emek tartışmasını getirmektedir. Ancak burada üretken-üretken olmayan emek tartışmasına yer veremeyeceğiz.
Dijital emek konusunda anahtar ifadeleri “bunalımları yeni metalar yaratarak atlatma” ve “özgün tüketim biçimleri” oluşturmaktadır. Bu anahtar roldeki ifadelerin oluşturduğu bağlamda da düşünürsek, dijital emek; sosyal medya platformlarında hem yer alarak (kamusal bir çevresi olan kişiler için) hem de onlar için ücretsiz içerik üretilmesi ve bu ücretsiz içeriğin kapitalist ilişkilerle metalaşması, piyasa açısından değer taşıması anlaşılmaktadır. Dijital emek tanımlamasına yol açan değişimin ilk ayağını dijital platformların rantsal bir nitelik taşıması oluştururken ikinci ayağını içerik üretiminin satın alınan, mesaili, ‘konvansiyonel’ bir işten ücretsiz, ‘gönüllü’ bir işe dönüşmesi oluşturmaktadır. Huws’un dijital emek tanımlamasındaki teorik dayanağını Marx’a atıfla “metayı meta yapanın içeriği değil üretilenin üretim süreci ve sonrasındaki bağlamı/ilişkilerinin kapitalist süreçlere dahil oluşunun ölçüt olarak kabul edilişi oluşturmaktadır. Mikro bloglarda (Twitter, Facebook vs.) bireyler sosyal medya platformları için ücretsiz içerik üretmektedirler. Dijital emek tartışmasının temelini bu süreç meydana getirmektedir.
Kapitalizm-teknoloji buluşmasının günümüzdeki yeni görünümlerine bakmakta fayda var.
Şirketlerin Yönetiminde Teknoloji; Ouroboslar
Huws’un çalışmasına kaynaklık eden bu okumaların diğer alanlara salınımı da oldukça bereketlidir. Kitapta konu edilen bir diğer önemli husus, sosyalleşmenin metalaşması ve bu sürecin dayanışmayı, topluluk kültürünü engelleyen bir özellik sergilemesidir. Teknolojinin ona yön veren sermayenin elinde topluluk kültürünü engelleyen sonuçlarının incelenmesinin yanında bireysel ilişkilerde de doğrudan temasın zengin ve incelikli, çoklu duyusal olanaklarını kullanmak yerine iletişimleri için sınırlı mecraları dayatması da kitapta yer edinmiştir. Meseleyi bir ‘ihtiyar söylenmesi’ olmaktan çıkaran gerçek ise “çağdaş dünyada kişisel ilişkilerin üretim ve mübadele ilişkilerinin belirleniminde olması”, sosyalleşme süreçlerine şirketlerin aracılık etmesi ve bu aracılık sayesinde elde ettikleri kişisel verilerin bir ranta dönüşmesi gerçeğidir. Çalışmada da belirtildiği üzere herhangi bir mail adresi kullanmak bile şirketler için ‘kıymetli’ bilgileri sağlamaktadır. Başka bir yerde söylendiği gibi yeni medya ürün satmaz müşteri satar. Medyanın toplumu bilgilendirici, bilinçlendirici, olgular karşısında münazara sağlayıcı göstermelik işlevi bile yerini sadece eğlence işlevine bırakmış durumdadır. Dolayısıyla Huws’un yaklaşımının muhtelif alanlarda önemli salınımlarının bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu salınımların yol açtığı düzlemde bazı çıkarımlara girişebiliriz.
Teknoloji Kapitalizminin Gladyatörleri
Kapitalizmin nitelikli emekle-beyaz yakalıyla kurduğu ilişkinin yeni biçimleri hakkında da epeydir söylenmesi gereken bazı görünümler mevcuttur.[2] Bu yeni görünümler sektöre bağlı değişimler sergilese de sürecin ortak noktası daimî/sürekli uzmanlaşmanın dayatılmasıdır. Bu olgunun bir başka çıktısı meslek kavramının tedricen ortadan kalkması-aynı mesleği yapan insanları asgari bir ortaklıkta açıklama gücünü yitirmesidir ki birçok kültürde meslekler kişileri tanımlayan-toplumsal ilişkilerde nerede durduğunu ele veren değerler olduğu için soyadları bile buna göre oluşturulmuştur.[3]
Mesleklerin emek mücadelesindeki olumlu-olumsuz yeri ayrı bir tartışma konusu olsa da meslek kavramının içini boşaltan süreç emek mücadelesini kuşatan bir özellik taşıdığı için önem arz etmektedir. Aslında bahsedilen “bilgi toplumu” sürecinin sermayedarlar için yeni rant alanları ve ona uygun dönüşümler anlamına gelirken emekçiler için sürekli uzmanlaşma zorunluluğu anlamına gelmesidir. Üstelik bu uzmanlaşmalar, ‘beceriler’ bireyin tüm yaratıcılığından, en değerli sermayesi olan zamanından çalarken hızlıca/kolayca eskimektedir. Maliyeti bu kadar yüksek olan bu uzmanlaşmalar çoğunlukla yaşamın diğer alanlarıyla ve bireyin genel olarak üretici-yaratıcı gücüyle ilişkili olmak bir yana ondan uzaklaştıran dolayısıyla yabancılaşma sürecini kanırtan bir boyut da taşımaktadır. Öyle ki belli dijital beceriler sektör bazlı olmanın ötesine geçmiş doğrudan şirket bazlı hale gelmiştir. Bu cendere emekçiler için istikrarlı bir süreci değil tersine yıkıcı bir süreci çalıştırmaktadır.
“İşverenler, ‘dijital okur-yazar’, ‘kendi kendini motive eden’, ‘iyi takım oyuncusu’ ve ‘sosyal becerili’, ‘istihdam edilebilir’, ‘girişimci’, insanlar istiyor. Ayrıca bazen ‘yaşam boyu öğrenmeye istekli’ diye de betimlenen, teknoloji ya da piyasa değiştikçe yeni becerileri öğrenmeye devam etmeye hazır insanlara talep var… Bütün bunlar aslında sınırsız bir dünya anlamına geliyor. “Yaptığım bu; ama işimin bir parçası olarak yapmadığım da şu” anlamında her iş tanımının sonsuz esnek olduğu ve bir işçinin oturup, ‘Sonunda eğitildim. Tanınmış bir mesleğim var. Artık rahatlayabilir ve işime bakabilirim’ diye düşünebildiği bir nokta olmadığı ima ediliyor.”[4]
Küresel beceri standartları listesi sürekli değişiyor ve zorlaşıyor. Çalışanların kendilerini sürekli değişen piyasa becerilerine göre geliştirmeleri, ‘kendilerini upload edebilmeleri’ onların mesai saatleri dışındaki zamanlarını da bunun için harcamalarıyla gerçekleşmektedir. Böylece çalışanların özel/kişisel zamanları da iş odaklı kullanılmakta daha kötüsü entelektüel ilgi alanları, kişisel zevkleri de buna göre şekillenmektedir.
2011 yılında sadece bilgi işlem alanında Microsoft sertifikasına sahip kişi sayısı 3 milyona yakındır. Mesleklerin ölümü, sürekli meslek sahibi olmaya yönelik devasa bir sertifika sektörünü yaratmıştır. Tüm sertifikalı kurslar iş hayatına yönelik yapılandırılmaktadır ve çoktan ciddi bir rant alanı/sektör haline gelmiştir. Ayrıca sertifikalar, yoğunlaştırılmış ‘sonuç odaklı’, ‘uzman’ yetiştirici eğitimler üniversite eğitiminin yerini alarak ilgili bütünsel ve ilişkisel bir yaklaşımı dışlamaktadır.
Bir ‘iş sahibi olmayı sağlayacak formel eğitimin’ masraflarının çoğunu zaten kişi ya da ailesi karşılıyorken bir de istihdam edildikten sonra bu ‘ölmeden önce mutlaka sahip olmanız gereken sertifikalar’ için para biriktirmektedir. Formel eğitim, hizmet içi eğitim, sertifikalar derken plansızlıktan kaynaklanan daha doğrusu piyasaya yetişmek için sürekli kendini revize eden bir eğitim alt yapısına devamlı bir israf da eşlik etmektedir. Sonuç olarak kişi kendisini olabildiğince başarılı bir şekilde pazarlamak için lise yıllarından emekliliğine kadar olan sürede daimî bir sertifikalanma hali yaşamaktadır. Sertifikalar, kurumlar, alanlar değişmekte ancak piyasa açısından geçerlilik geçerliliği/ölçütü değişmemektedir.
Bunun dışında yapılan işlerin, mesleklerin, görevlerin proje bazlı hale gelişi; emeğin ölçütünü ‘çalışılan süre’ olmaktan çıkarıp ‘yapılan/tamamlanan işe’ doğru kaydırmaktadır. Çalışma hayatında kutsanan ‘sonuç odaklılık’, nicel göstergelere bağlı yaklaşım bünyesinde bu tür haksızlığı da taşımaktadır.
AR-GE çalışmaları da temel, toplumsal fayda esaslı konulara odaklanmak yerine derhal piyasaya sürülecek konulara odaklanmaktadır. Böylece gelişimin kendisi bizzat AR-GE illüzyonuyla ortadan kaldırılmaktadır.
Yaklaşım, nesneyi ve sonucu değiştirir. İnsanlığın tüm imkanları şirketler tarafından ziyan edilmektedir.
Çalışma hayatında göze çarpan bir diğer olgu çalışanların kendilerini sürekli geliştirmeleri beklenirken aynı zamanda işin standartlaşarak taşeronlaşmanın kolaylaşmasıdır.[5] Bu nedenle dünyanın en büyük şirketleri arasında çeşitli uzmanlık alanlarında taşeronluk ‘hizmeti’ veren şirketler yer almaktadır. Bununla birlikte işin dijitalleşmesi çalışanlar üzerinde ‘küresel yedek işgücü’ baskısı oluşturmaktadır. Standartlaşmanın taşeronlaşmanın yanında yol açtığı olumsuz sonuçlardan biri de ‘hizmet kalitesinde’ bir artış sağladığına yönelik algıdır. ‘Hizmet kalitesi’ ölçütü müşterilerin en küçük hoşluğunun işçilerin hak kayıplarına ve çevre tahribatına rağmen daha önemli olduğu düzenin temel göstergelerinden biridir.
Çalışmayı Tavsiye Ederken…
Çalışmanın içerdiği eksikliklerden biri incelediği alanın (teknoloji) devingenliği karşısında makalelerin eski kalma riskini taşıyan tarihlere sahip olmasıdır. Elbette bu makaleler teknoloji-emek-toplum konusu hakkında temel, doğrultu olarak güncelliğini uzun süre koruyacaklardır fakat teknolojinin çalışma hayatında yol açtığı yeni görünümler, biçimler konusunda geçerliliği konusunda bir çekinceye yol açması da muhtemeldir. Çünkü istatistiki bilgilere dayanılarak yapılan bazı çıkarımlar mevcuttur. Kitap bu haliyle deneme-araştırma/inceleme arasında gidip gelmektedir.
Ancak yine de çalışma hakkında ve bu yazıda çalışmadan hareketle-bağımsız yapılan çıkarımları anlamlı bir bağlama yerleştirmesi adına toparlayıcı bir değerlendirme adına şunu söyleyebiliriz; yalnız kitabı değil yazarın aşağıda yer alan motivasyonunu da tüm İleri Kitap okurlarına tavsiye ederiz:
“İşte bunlar 21. yüzyılda emeğin sermayeyle yüzleştiği yeni görünümün özelliklerinden bazıları. Umarım bu derlemedeki denemeler bu ilişkinin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmakla kalmayıp aynı zamanda emeğin, bunu yönlendirme yeteneğini geliştirebilecek birtakım yollar ve farklı varış noktalarına doğru yeni rotalar gösterebilir.” (s.29)
[1] Burada akla ilk gelen örnekler olarak ‘Premium üyelik’, lisanslı dijital ürün/araç, telifli içerik/bilgi, dijital çöpçatanlık, serbest çalışanları işverenlerle buluşturan dijital platformlar, iş bulma, herhangi bir sektörde fiyat karşılaştırma siteleri ve araba paylaşım uygulamaları verilebilir. ‘Bunalımları yeni metalar yaratarak atlatma’ ve ‘özgün tüketim biçimleri’ konusunda daha ilginç ve ‘büyük’ bir örnek verebiliriz:
https://www.dunya.com/kose-yazisi/herkesten-yetenegine-gore/426244 - Erişim Tarihi: 30.08.2018
[2] Bu konuda önemli çalışmalar ve tanımlamalar yapılmıştır (bknz prekarya) ancak bu çalışmanın nesnesini ayrıksı olarak yalnızca nitelikli-beyaz yakalı işçi değil sosyal medya platformları kullanıcıları oluşturmaktadır.
[3] Türkçede herkes bu bilgiye tanıklık etmiştir. Bu nedenle farklı bir örnek olması adına İngilizceden örnek vermek gerekirse akla ilk gelen örnekler olarak şunları sıralayabiliriz: Schmidt, Smith, Herrero ya da Lefebvre soyadını taşıyanların atalarında demir işçileri; Wainwright, Wagner, Carter soyadını taşıyanlarda arabacı; Muller soyadını taşıyanlarda değirmenci, Boulanger soyadını taşıyanlarda fırıncı; Guerrero soyadını taşıyanlarda asker; Potter soyadını taşıyanlarda çömlekçi; Butcher soyadını taşıyanlarda kasap; Cooper soyadını taşıyanlarda fıçıcı; Carpenter soyadını taşıyanlarda marangoz; Fisher soyadını taşıyanlarda balıkçı; Shepherd soyadını taşıyanlarda çoban; Cook soyadını taşıyanlarda aşçı mesleği hikayesi bulmak oldukça olasıdır.
[4] s.46
[5] ‘Çağrımerkezileşme’ taşeronlaşma sürecinin bir diğer biçimidir. İlgili sektördeki olabilecek tüm ‘hizmet’ çağrı merkezi çalışanları vasıtasıyla verilerek şirketin ticari bir mekân kullanmasından kaynaklanacak potansiyel giderlerinden kurtulmasını sağlamaktadır. Ayrıca işin sadeleşmesi de uzman, çalışan çeşitliliğine duyulan ihtiyacı dolayısıyla gideri de azaltmaktadır.
Bir bilmecenin peşinde: ‘Doğum Günü Sürprizi’
Doğum günlerini kim sevmez ki! Sevdiklerimizden bizlere gelen birçok güzel hediye… Fakat sürprizler uzun soluklu bir bilmeceye dönüşünce işler biraz karmaşıklaşıyor. Uzunca ve meraklı bir bekleyiş için hazır olun. Çünkü sürprizler bazen kısa sürmez!
17-02-2019 09:17

Selda Salman
Doğum günleri her zaman eğlencelidir. Tabii bir de merak dolu… Bizi seven insanlardan aldığımız hediyelerden neler çıkacağının merakı genelde kısa sürer. Paketi açarız ve içinde ne olduğunu görürüz. Peki paketi açtıktan sonra hala içinde ne olduğunu bilemiyorsak? İşte kitabımızda tam da burada işler biraz karışıyor.
“Doğum Günü Sürprizi” Doğan Gündüz’ün kaleminden çıkarak meraklı ve heyecanlı çocuklar için 2019 yılının ilk çocuk kitapları arasında raflarda yerini aldı. Resimlemesini Dilek Yördem Ceylan’ın yaptığı kitabımızda merak, çok daha fazla merak ve çokça da sabrı bir arada bulabilecek çocuklarımız. Aynı zamanda işbirliğini ve dayanışmayı da…
Doğum günü hediyelerini açmasıyla başlayan serüvenimiz uzunca bir süre devam ediyor. Kahramanımız çok sevdiği teyzesinden bir hediye alıyor. Bir kavanoz! Açıkçası biraz morali bozuluyor. Teyzesi, kelebekleri çok sevdiğini bildiği kardeşine kocaman kelebek resimli kitabını almışken elindeki kavanoza canı bir hayli sıkılıyor. Hem kavanozun dibindekiler de hiç ilgisini çekmiyor!
Ta ki akıllar karışana kadar. Teyzesi kavanozun içinde bir bitkinin tohumu olduğunu söylüyor. İyi bari, diye geçiriyor içinden kahramanımız. En azından bitkileri sevdiğimi biliyor teyzem! Fakat bu tohumları tanıyamıyor bir türlü. Ortalık karışıyor. Çünkü kocaman ailesinde hiç kimse o tohumun ne olduğunu bilmiyor. Babaannesi bile! Yüzlerce bitkinin adını ve özelliklerini ezbere bile kahramanımız ise düşünüp duruyor. Çünkü teyzesi hiçbir şekilde söyleyemeyeceğinin işaretlerini verdi bile. Öyleyse tohumu ekip beklemekten başka bir çaresi yok. Ve uzun bekleyiş başlıyor… Belki tomurcuklandığında ne olduğunu bilebilir!
“Doğum Günü Sürprizi” bitkileri çok seven bir çocuğun uzun ve meraklı bekleyişini samimi bir üslupla çocuklarımıza sunuyor. Öykümüzdeki kardeş kavgaları, beklentiler, sevinçler ise bizlere çok tanıdık gelecek. Bir tohumun tomurcuklanmasını beklerken ise aslında çocuklarımıza sabırlı olmanın, istediği bir durum veya olay için beklemenin, aynı zamanda sadece beklemekle kalmayıp gerçekleşmesi için emek vermenin önemi anlatılıyor.
Kitabımızın sonunda tohumun ne olduğu bulunuyor. Fakat nasıl? Hem de kahramanımızın hiç beklemediği şekilde ve beklemediği biri tarafından. Çünkü teyzesinin hediye ettiği tohum tomurcuklanıp bir çiçek haline geldiğinde bile kimse bilemiyor. Herkes heyecanla beklerken ve ne olduğunu öğrenmek konusunda umutsuzluğa düşerken, belki de biraz tesadüfi şekilde cevabı buluyorlar. Kahramanımız cevabı bulurken tek başına değil. Tohum konusunda aylardır dalga konusu olduğu kardeşi var yanında. Yine biraz morali bozulsa da, gelecek dönemlerde tek başına bir iş yapmaktansa birlikte çabalamanın önemini kavrayacağı kesin.
Doğan Gündüz, birçok keyifli duyguyu çocuklarımıza aynı anda yaşatıyor “Doğum Günü Süprizi”nde. Aynı zamanda sadece doğum günü hediyesi konusunda değil başka konularda da çocuklarımızı araştırmaya, ilgi duymaya ve meraka teşvik ederken canlarını hiç sıkmıyor.
Meraklı, araştırmacı ruhlu ve bilmece dolu doğum günlerini seven çocuklarımız için…
Künye:
Yazar: Doğan Gündüz
Resimleyen: Dilek Yördem Ceylan
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Baskı Yılı: Ocak/2019
Sayfa Sayısı:60
Marx'ı günümüzde aramak
17-02-2019 09:12

B. Aydın Doruk
‘’Toplumun devrimci dönüşümüne kimler önderlik edebilir?’’ ve ‘’Çevresel krizi nasıl aşabiliriz?’’ Mike Davis, kitabı ‘Eski Tanrılar Yeni Bilmeceler’i bu iki temel soru üzerine oturtuyor. Aslında bunlar Davis’in yeni sormuş olduğu sorular değil. Mike Davis bundan önceki yapıtlarında da bu soruları doğrudan veya dolaylı yoldan sorup cevap arıyordu. Fakat bu kitapta diğer yapıtlarına göre daha fazla yaptığı şey bu soruların ve cevapların içerisinde başka bir soruya cevap arıyor oluşu:
“Hangi Marx?”
Evet, aslında Mike Davis’in cevabını aradığı ve birçok noktayla cevaba giden yolu açmaya çalıştığı soru bu. Bugünün toplumunun anahtarı hangi Marx’ta? Davis, bu sorunun cevabını ararken Marksizmin temel tartışma başlıklarını tekrar açıyor ve bu tartışmaları ‘’güncellemeye’’ dönük bazı girişimlerde bulunuyor. Ve kitabın hemen hemen her alt başlığında küçük sorular sorarak tartışmayı derinleştirmeye çalışıyor.
Örneğin, kitabın ilk bölümünü Marksizmin en tartışmalı konularından birisi olan özne tartışmasına ayırıyor. Öznenin etkinliğinin nasıl anlaşıldığını incelemek için 19. yy sonu ve 20. yy başı gibi bir dönemi derinlemesine inceleyip tartışıyor. Aynı zamanda Davis, ‘kayıt dışı proletarya’nın devrimci karakterini ve bugünün devrimci öznesi olup olmadığını tartışıyor. Bu yeni ‘özne’nin geleneksel işçi sınıfı ile bağlarını kurmaya çabalıyor. Bu tartışmaları derinleştirmek için Eric Hobsbawm’a başvuran Davis, ‘’Hobsbawm’ın ‘gri kayıt dışı ekonomi alanı’ dediği alan, onun röportajından bu yana neredeyse bir milyar kişilik bir genişleme göstermiştir ve belki de ‘kayıt dışı proletaryayı’, gündelikçilikle, ‘mikro girişimcilikle’ ve geçim için suç işlemekle hayatını kazananların; yasaların, sendikaların ya da iş sözleşmelerinin koruması olmadan alın teri dökenlerin; fabrikalar, hastaneler, okullar, limanlar gibi sosyalleşmiş kompleksler dışında çalışanların; ya da yapısal işsizlik çölünde düpedüz kaybolup başıboş dolaşanların tümünün yer aldığı daha geniş bir kategori içine koymamız gerekir.’’ diyerek aslında bugün tartışmaya açılan öznenin öneminden ve büyüklüğünden bahsediyor.
Hemen ardından ise 21. yy Marksistlerinin görevini tartışan Mike Davis, bu ‘gereksiz insanlar’ın Marksistlerin gündemine girmesi gerektiğinden bahsediyor. Geleneksel işçi sınıfının ortadan kalktığını iddia edenlere ise karşı çıkan Mike Davis, bu iki ‘özne’nin yan yana geliş imkanlarını tartışmak gerektiğinden bahsediyor. Geleneksel işçi sınıfının güncel konumunu ve öznenin etkisini ve sınıf bilincini ise Marksist klasiklere inerek ele alıyor. Ve burada ‘Marx’ın en pahalıya mal olan suskunluğu’nu belirtiyor.
Mike Davis’in kitabın son bölümlerinde ise açtığı ve ‘yeni’ olan bir diğer tartışma ise sosyalist kent ve çevre tartışması. Neo liberal politikaların bütün dünyayı geri dönülmez bir felakete götürdüğünü belirten Davis, buna karşı verilecek mücadeleleri ve sosyalist kent anlayışının ne olması gerektiğini tartışıyor.
Yazıyı bitirirken kitabın oturduğu yere dair kısaca bir şeyler söylemenin önemli olacağını düşünüyorum. ‘’Karl Marx, sadece 19. yy açısından değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz çağı anlamak için de dev bir düşünürdür. Toplumu anlamaya yönelik başka hiçbir girişim, bu denli bereketli olmamıştır; yeter ki ‘‘Marksistler’’ ‘’Marksoloji’’yi aşsınlar ve tarihteki yeni gelişmeleri göz önüne alarak Marx’ın yöntemini uygulamaya devam etsinler.’’. Samir Amin’in bu paragrafı aslında 21. yy’da Marksistlerin temel görevini ve Mike Davis’in amacını kısaca açıklar nitelikte. Bugün kapitalizmi ve emekçi sınıfları ‘yeniden’ incelemek, Marx’ı bu incelemeye oturtmak ve Marksist bir perspektif yaratmak... Kısacası yeniden üretim sürecine girmek… İşte Marksizmi kapitalizmin ‘yeniden’ alternatifi yapacak yöntem ve Mike Davis’in önümüze koyduğu yeni bilmece bu…
Künye
Eski Tanrılar Yeni Bilmeceler- Marx’ın Kayıp Teorisi
Yazar: Mike Davis
Çevirmen: Șükrü Alpagut
Yayımevi: Yordam Kitap
Baskı:2018
Vitrin: Yeni çıkanlar
Bir haftaya daha veda ederken, yeni bir haftaya sizin için seçip aşağıda paylaştığımız yeni kitaplarla başlamanızı hararetle öneririz, sevgili İleri Kitap okurları… İyi pazarlar dileriz.
17-02-2019 08:56

MADDE 22 - JOSEPH HELLER
“Madde 22, okuduğum mantıklı tek savaş romanı.”
- Harper Lee -
“Madde 22, faşizme karşı verilen savaşta, Amerikalıların yarattığı en büyük destan.”
- Kurt Vonnegut -
“Son elli yılda yazılmış iki büyük Amerikan romanı var. Biri Madde 22.”
- StephenKing -
“Madde 22’nin muazzam başarısı, seçkin bir edebi eserin bazen gerçekten de çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabileceğini gösterdi.”
- AnthonyBurgess -
“Orijinal. Kimse buna benzer bir kitap okumamıştır.”
- Norman Mailer -
II. Dünya Savaşı’nda bombardıman uçağı pilotu olarak görev yapıp askeri bürokrasinin nasıl işlediğini gören Joseph Heller tecrübelerinden ilhamla yazdığı bir kitapla Amerikan edebiyatını dönüştürdü. Edebiyatta mizahi geleneğin ve savaş karşıtlığının en önemli ürünlerinden olan Madde 22 ise yazarını gölgede bırakacak kadar popülerleşip başlı başına Amerikan kültürünün bir parçası haline geldi.
İtalya’da Amerikan ordusu adına bombardıman uçağı pilotu olarak görev yapan ve hiç karşılaşmadığı binlerce kişi tarafından öldürülmek istendiği için kızgın olan Yossarian’ın asıl derdi, askerlik görevini bitirmek için gereken uçuş sayısını her geçen gün artıran ordusuyladır. Yossarian, görevlerden feragat etmek için herhangi bir girişimde bulunursa, fazlasıyla komik bir kural olan Madde 22’ye takılacaktır: Eğer biri tehlikeli savaş uçuşlarını yapmaya gönüllüyse aklını kaybettiği düşünülür ama görevlere katılmak istemediğini belirten resmi bir başvuruda bulunursa delirmediği ortaya çıkar ve böylece görevine devam etmek zorunda kalır.
Yayınlandığı günden beri Amerikan edebiyatının köşe taşlarından biri olarak görülen Madde 22, tarihin en çok ilgi gören, en sıradışı kitaplarından biri. Edebiyatta kara mizahın doruk noktası.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Madde 22, Yazar: Joseph Heller, Yayınevi: İthaki Yayınları, 2019, 608 Sayfa
ADSIZ'DA YEDİ GÜN - FİLİZ ELASU
“Gönül gözüyle mi, dünya gözüyle mi bakacaksın bana?”
Cevap vermedi. Bekliyordu. Beyaz Renault gelse, onu kurtarsa… Ama Renault yavaştı, sabredemeyeceği kadar yavaş… Sabah güneşinin sıcaklığını, sarının turuncuya çalan parlak yansımasını önünde uzanan yolda, yolu çevreleyen çorak toprakta, sonra da yüzünde hissetti. Gözleri kamaşmıştı. Gözlüklerindeki lekeler belirginleşmiş, önündeki manzarayla gözleri arasına kirli bir perde örmüştü. Kendi kendine güldü. O, dünyaya kirli gözlük camlarıyla bakıyordu ve beyaz Renault’nun şoföründen medet umuyordu.
Arzuladığı Ses’ten, sesin sahibinden kurtulmaktı ama bunu yapabilmek için onunla yüzleşmesi gerekiyordu. Bu, çelişki değil miydi? Çelişkinin, çatışmanın olduğu yerde huzur arıyordu. Belki de yüzleşmeye yüklediği anlam yanlıştı. Aslında yüzleşme derken yüz yüze gelmeyi, savaşmayı değil, tanımayı kastediyordu. Tanımak ise, insanın gördüğünden kaçmasını değil, gördüğüyle bir miktar da olsa aynılaşmasını gerektiriyordu, tıpkı aynaya bakmak gibi…
Filiz Elasu, bu sefer Salih’in aynasına bakmaya davet ediyor bizi. Bakmadan geçemeyeceğiniz, görmeden edemeyeceğiniz mekanı ve etkileyici atmosferiyle; trajedi ve mucizenin birlikteliğini, tarihin ve şimdinin seslerinde duyacağınız; hayali ve gerçek karakterlerin eşliğinde bir hikayenin, varlığa ilişkin türlü sorunun peşinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Adsız’da Yedi Gün bir yolculuk romanı, dışa olduğu kadar içe de dönük bir yolculuk…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Adsız'da Yedi Gün, Yazar: Filiz Elasu, Yayınevi: Siyah Beyaz, 2019, 270 Sayfa
KÜLTÜRSÜZLÜĞÜMÜZÜN DÖRT MEVSİMİ - FERİDUN ANDAÇ
Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi, tarihimiz boyunca mevcut olan, 2000’lerin ortamında giderek sertleşen kültürel krizin ortasında yazılmış denemelerden oluşuyor. Feridun Andaç, sözünü sakınmadan, edebiyat ve yayıncılık dünyası ve gündelik hayat içindeki kültürel yozlaşmanın, düşünsel erozyonun kaydını tutuyor.
Geçmişin birikimini canhıraş yok etmeye çalışan bir siyasal atmosferin, ve aynı zamanda ticarileşmenin baskısı altında kültürel üretim süreçlerinin geçirdiği değer kaybını önümüze seriyor. Okumanın, yazmanın, edebiyatın, yaşama güç katan, bireyin gelişimine katkıda bulunan bir direnme alanı olarak kavranabilmesine ilham veriyor.
Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi, metinler, kentler, okunan kitaplar ve anılar arasında mekik dokuyan, yaşadığımız zamanı edebiyatın içinden geçerek okuyan bir yazarın güncelliğimize bakan denemeleri.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi, Yazar: Feridun Andaç, Yayınevi: Eksik Parça, 2019, 240 Sayfa
CİHAT KISKACINDA KADINLAR - HAMİDE YİĞİT
“Savaş dediğiniz şey, bir toplumu topyekûn esir alıp biat ettirmek, sömürülme ve köleleştirilme planlarına karşı direncini kırmak değil midir? Topluma diz çöktürmenin en kritik aşaması ise kadınları teslim almaktır. Çünkü kadınlar toplumun direngen yanıdır… O yüzden ister içerideki iktidar savaşı olsun, ister işgal hedefli dış müdahaleler olsun, ilk hedef her zaman kadınlardır. Tarih boyunca bu böyle olmuştur.”
Ortadoğu’da “Arap Baharı” adı altında başlatılan savaşın korkunç yüzü birçok defa görüldü. Tunus’ta, Mısır’da, Suriye’de… Bu süreçte “cihat” savaşına katılan silahlı gruplarla hilafet devleti kurmak amacıyla ortaya çıkan eli kanlı örgüt IŞİD’in Irak ve ağırlıklı olarak Suriye’de kadınlar üzerinden yaptığı insanlık dışı uygulamalar da bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşti. “Cihat nikâhı” kıyılarak tecavüze uğrayan, pazarlarda üzerlerine etiket konularak satışa çıkarılan, bedenleri ganimet olarak vaat edilen kadınların yanında savaş ve cihat karanlığına karşı direnen kadınlar da vardı.
Hamide Yiğit, bu karanlığa karşı mücadele eden kadınları, Suriye’deki kadın direnişini, bölgeye özel analizler ve konunun öznesi kadınların anlatımıyla ele alıyor. Dünyaya seslerini duyuramayanların sesi olmak ve söylenmeyenleri söylemek için…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Cihat Kıskacında Kadınlar, Yazar: Hamide Yiğit, Yayınevi: Tekin Yayınevi, 2019, 240 Sayfa
YEDİ DELİ ADAM - ROBERTO ARLT
Yedi Deli Adam, kendisine sürekli acı veren ruhunu görüp anlamaya çalışan bahtsız bir adamı ve etrafında şekillenen karanlık, absürd olaylar silsilesini anlatıyor. Delilik nöbetleriyle, ruhun ve zihnin tikleriyle, birbirinden ilginç karakterlerle, devrimci, anarşist yaklaşımlarla dolu, yazıldığı dönemin Buenos Aires’inin çarpıcı bir portresini çizen roman, RobertoArlt’ın başyapıtı kabul ediliyor.
“Acizane, Arlt’ın İsa olduğunu varsayalım. Dolayısıyla Arjantin İsrail, Buenos Aires de Kudüs’tür... Arlt keskin zekâlı, tehlikeyi göze alan, koşullara ayak uydurabilen, doğuştan hayatta kalma becerisine sahip biri... hiç kuşkusuz Arjantin ve Latin Amerika edebiyatının önemli bir parçası.”
- RobertoBolaño -
“Kitaptaki karakterler okurun ruhuna adeta musallat oluyor.”
- JulioCortázar -
“Bu kıyılarda edebiyat dâhisi olarak adlandırılacak biri varsa o RobertoArlt’tır... sanattan ve büyük, tuhaf bir sanatçıdan... doğduğu şehri herkesten daha iyi, muhtemelen ölümsüz tangolar yazmış olanlardan bile daha derin anlamış birinden bahsediyorum.”
- Juan Carlos Onetti -
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yedi Deli Adam, Yazar: RobertoArlt, Yayınevi: Kolektif Kitap, 2019, 296 Sayfa
ÖLÜLER DİYARI - JEAN-CHRİSTOPHE GRANGE
Cinayet büro amiri StéphaneCorso, bir dizi striptizci cinayetini araştırmakla görevlendirildiğinde, ne peşinde olduğu katilin karmaşık ruh halinin ne de girmesi gereken karanlık dünyanın farkındadır. Soruşturma onu geçmişi şaibeli, goya hayranı bir ressama götürür: PhılippeSobieski’ye. Ressamla corso arasındaki düello, porno ve sadomazoşizm dünyasının labirentlerinde bir kedi fare oyununa dönüşür. Gerilimin efendisi Grangé, Ölüler Diyarı’nda insan doğasının kuytu köşelerini keşfe çıkıyor…
Sen kötüsün.
Sen bir katilsin.
Sen bir sapkınsın.
Senin kanın çürümüş, zehirli ve kokuşmuş bir kan. Soyun neyse kanın da odur.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ölüler Diyarı, Yazar: Jean-ChristopheGrange, Çevirmen: Tankut Gökçe, Yayınevi: Doğan Kitap, 2019, 464 Sayfa
İlyada’dan Bülent Şık’a
17-02-2019 08:34

İzge Günal
Sanırım Sylvester Stallone idi, ona filmlerindeki konuların neden birbirlerine çok benzediğini sormuşlardı;yanıtı ilginçti: “Zaten toplam on tane konu var” demişti, “Bunları da Shakespeare yazdı, yani sadece ben değil, hepimiz aynı konuları kullanıyoruz”. Sonrasında okuduğum her romanda, izlediğim her filmde, tiyatroda bunu hep anımsadım; hayret ama doğruydu. Belki şöyle bir ekleme yapılabilir: Konular Shekespeare’den ama bütün kişiler de Homeros’tan, İlyada’dan alınmadır. Hem tanrılar, hem de ölümlülerle birliktetüm zamanların karakter yelpazesi bu destanda neredeyse tamamlanmıştır. Bunun yanında kötülük, hile, kadın gibi, Hegel’in deyimiyle, kavramlarla yorumlama da edebiyata girmiş olur.
***
Yazının devamını okumak için buraya tıklayınız.
Marstan gelen ziyaretçi: Yaban Diyarlarda Yabancı
İthaki bilim-kurgu klasikleri serisinin 40. kitabı olan, aynı zamanda kitabın yazarı Robert A. Heinlein’ın seride yayınlanan 3. kitabı olarak okuyucularla buluşan Yaban Diyarlarda Yabancı (Yabancı) diğer iki kitabın aksine okuyucuya daha zorlu ama bir o kadar da keyifli bir okuma deneyimi vadediyor.
10-02-2019 08:34

Serkan Atak
İlk defa Artemis yayınları tarafından basılan Yabancı, İthaki’den çıkan yeni versiyonunda yine Kağan Çam’ın çevirisine yer veriyor. Ayrıca okuyucular; Müfit Özdeş’in önsözü ve Virginia Heinlein’ın sunuşunun yanı sıra, Neil Gaiman’ın sonsöz yazısını da kitap aracılığı ile okuyabilecekler.
Ay Zalim Bir Sevgilidir* kitabı hakkında yazdığımız inceleme yazısında; Heinlein’ı takdim etmek amacıyla, çağdaş bilim-kurguyu bugünkü haliyle okuyabilmemizi, onun bilim-kurgu türünü modernize etme çabalarına ve bu yönde türe yaptığı felsefi-ahlaki katkılara borçlu olduğumuzu ifade etmiştik.
Bu yandan baktığımızda, yazarın felsefi-ahlaki açıdan türe yaptığı katkının en üst düzeyde olduğu eseri ile karşı karşıya olduğumuzu belirtelim. Bu tercih; Yabancı’nın, yazarın en çok tartışılan ve okuyanları en çok etkileyen kitabı olmasını sağlarken, okuyucu açısından zorlu bir okuyucu deneyimi yaşamasını sağlıyor. Yaklaşık 700 sayfa süren bu deneyim süresince, yazarın açtığı her tartışma üzerine kafa yormak, bu tartışmaları adeta bir yap-boz gibi birbirine bağlamaya çalışmak, bu zorlu yolculuğu keyifli hale getiren unsurlar oluyor.
Heinlein, bu tartışmaları yaparken, okuyucuyu bu hararetli ortama ortak ederek, onları soru sormaya teşvik ediyor; özgürlükçü, demokrat ve anarşist ruhlu bir amfi ortamında ders verircesine keyifle hikayesini anlatıyor.Çağımızı hırsla anlamaya çalışan ve bu çağa kendi yorumu ile rengini verecek olan 68 kuşağı için, böylesi bir kitaba sahip olmak ise büyük bir armağan.
Bu durum aynı zamanda, kitabın sansüre maruz kalmasına ve ilk defa yayınlandığı 1961 yılından 90’lı yıllara kadar kısaltılmış versiyonu ile okunmasına sebep oluyor. İthaki aracılığı ile okuyacağımız versiyonun, kitabın sansürlenmemiş uzun hali olduğunu belirtelim.
Marslılar tarafından büyütülen bir insanın, dünyaya gelerek insan olmayan bir bakış açısı ile insanları anlamaya çalışmasını anlatan Yabancı, özgün konusu ile, yazar için sonsuz yaratıcılıkta bir eleştiri alanı sağlıyor. Bu eleştirinin yanı sıra yine hukuk, aile, sevgililik ilişkisi, özgür aşk, devlet, yönetenler ve demokrasi üzerine zihin açıcı sorgulamalara girişiyor. Yazarın eserleri birlikte değerlendirildiğinde, kitabın kahramanı olan Valentine Micheil Smith’in mistik bir karakter olduğu varsayımından çok, dönemin sisteme yabancı bireylerini temsil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Aynı zamanda, kitapta geçen ve kitap açısından önemli bir yeri olan “grok” sözcüğünün, İngiliz diline girdiğini ve Oxford İngilizce Sözlüğü’nde yer aldığını belirtelim.
Şahsen, yazarın seri kapsamında yazılan Yıldız Gemisi Askerleri ve Ay Zalim Bir Sevgilidirkitaplarını, Yabancı’dan daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Ancak yazarın ve bilim-kurgu türünün takipçileri açısından, kaçırılmaması gereken bir kitap olduğunu ekleyelim.
Clarke ve Asimov’la birlikte bilim-kurgu türünün altın çağına damga vuran Robert A. Heinlein, bu sıradışı romanı ile neden büyük bir yazar olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor.
* http://kitapeki.com/ay-zalim-bir-sevgilidir/
KÜNYE :Yaban Diyarlarda Yabancı, Robert A. Heinlein, Çevirmen : Kağan Çam, İthaki Yayınları, 2018, 712
Üzüntüleri dalgalarla uğurlamak ve yeniden deniz olmak
10-02-2019 08:31

Ecem Güler
On bir yaşındaki Gece ve ailesinin kırılganlaşabilecek mutlulukların eşiğinde verdikleri ve ancak geçmişle yüzleşerek çıkabilecekleri mücadelesini konu alan, öyküleriyle tanınan yazar Anıl Mert Özsoy'un kaleme aldığı, Merve Atılgan'ın çizimleri ile katkı sunduğu Yeniden Deniz Olmak sizleri Ege'nin tatlı bir kasabasındaki Fesleğen Lokantası'na aile ve psikoloji üzerine düşünmeye çağırıyor.
Şehir hayatının temposundan yorulan anne ve babasıyla birlikte memleketleri Fethiye'ye dönen Gece kendini hiç bilmediği bir şehirde, hiç bilmediği bir okulda, hiç tanımadığı insanlarla bulur. Bu yabancı hayata alışmaya çalışırken tek sorun yaşayanın kendisi olmadığını fark eder. Annesi neden hep yorgun ve mutsuzdur? Neden onu sürekli sahilde uzaklara bakıp ağlarken görmektedir?
Dedesi Levent ve durgun denizin arkasından el sallayan Can adası Gece'ye bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. Belki annesi de lokantalarındaki masaları süsleyen fesleğenler gibidir: güzel kokular yayabilmek için çok su almaması, toprağının değişmesi, ilgi görmesi gereklidir.
Belki de deniz olmak isterken dalgaları izlemekten öteye gidemeyen bu ailenin acılarını hatıralaştırmaya ihtiyacı vardır. Belki de Levent dedenin söylediği gibi acılar gerçekten hatıralaştırdıkça güzelleşmektedir.
Günümüzün güncel aile sorunlarını ve insan psikolojisini başarılı noktalara dokunarak anlatmayı başaran romanda Gece ismiyle tanıdığımız torun ve Levent ismiyle tanıdığımız dede birlikte geçmiş yılları sayfa sayfa karıştırırken kiminin geçmişi affettiği, kiminin bugünü anladığı gerçeklerle karşılaşırlar. Hayat bazen çok eski bir kayıkla koca okyanusları aşabilmeyi göze alabilmek demektir.
Peki bu tatlı aile tüm acıları, üzüntüleri yaza sığdırıp sonbaharı umutla karşılayabilecek midir?
Yaz geçer, iyi gelir sözcükler.
KÜNYE: Yeniden Deniz Olmak, Anıl Mert Özsoy , Can Yayınları , 2019 Sayfa Sayısı: 102