Ford’un Brezilya’daki fabrikalarının kapatılması: ‘Bu, bir işçiye saygı eksikliğidir’
Paraíba Vadisi’nden bir eko-sosyalist ve metalürji aktivisti olan Marina Sassi, Jacobin Brazil için, Ford’da 10 yıldan fazla bir süredir aynı fabrikada çalışan ve fabrikanın kapanma haberiyle yıkılan Jonas K’nin üzücü hikâyesini topladı.
15-02-2021 00:47

Çeviren: Didem Şimşek
Ford’un Brezilya’daki fabrikalarının kapatılması, koronavirüs krizinin ortasında 5.000 işçiyi işsiz bırakacaktır. Jacobin Brasil, salgın boyunca çalıştığı iş yerinden çıkan haberlere karşı öfkelenen Taubaté fabrikasındaki bir işçi ile konuştu.
15 Ocak Cuma günü yağmur yağıyordu, düzinelerce sendikacı, işçi ve sosyalist militan, Brezilya’da üretimine son veren Amerikan montaj şirketinin duyurusunu tartışmak için Taubaté kentindeki Ford fabrikasının önünde toplandı. Fabrikaların kapatılmasıyla en az 5.000 işçi işsiz kalacak.
Paraíba Vadisi’nden bir eko-sosyalist ve metalürji aktivisti olan Marina Sassi, Jacobin Brazil için, Ford’da 10 yıldan fazla bir süredir aynı fabrikada çalışan ve fabrikanın kapanma haberiyle yıkılan Jonas K’nin üzücü hikâyesini topladı.
Ford işçileri, şirketin Brezilya’daki üretimine son verdiği duyurusunu nasıl aldı? Bu haberi almak senin için ne ifade ediyordu?
8 Ocak Cuma günü tatile gittim. Küçük oğlum ve ailemle ilk tatil günümün tadını çıkarmaya başlarken, herkesi şoke eden bu haberi aldım. Şirketin Brezilya’dan ayrıldığını görmek için fabrika kapısına gelmek zorunda olduğum ilk tatil günüme başlamak çok üzücü. Tüm planlarımı, özellikle de küçük çocuklar ve yeni doğmuş bir bebek için yeniden yapmam gerektiğini bilmek büyük bir hayal kırıklığıydı. Ve bu, evden uzakta olmaya zorlanacağımı bildiğim için pandemi senaryosunda daha da karmaşık olacaktı.
Şirket kapatılacak fabrikaların işçilerine herhangi bir garanti verdi mi?
Şimdiye kadar işçiler için hiçbir vaat verilmedi. Sendika, müzakerelerde bize yardımcı olmak için harekete geçti. Önümüzdeki 18 Ocak Pazartesi günü Ford ile müzakerelerin başlayacağını ve işçilerin işten çıkarılması, işçilerin geleceği hakkında da konuşulacağını duyurdular.
Kovulan işçilerin hayatlarının Covid-19 salgını nedeniyle daha da zor olacağını söylediniz. Ford fabrikaları nasıl çalıştı ve sağlık krizi sırasında bakımı nasıldı?
Bu herkes için zor ve yeni bir durumdu, ancak Ford pandemi sırasında bize gerekli PPE'yi (Kişisel Koruyucu Ekipman) sağlayarak destek verdi, sosyal mesafeyi sağladı ve protokoller hakkında işçilerle iyi bir iletişim kurmayı başardı. Diğerlerini maskeli ve uzaktan aynı alanda duymak zordu ama zamanla adapte olduk.
Belirli bir maruz kalma derecesi vardı, çünkü fabrika tam gazla çalışıyor, her gün olduğu gibi çalışıyordu. Pandemi sırasında, salgının olmadığı normal bir gün gibi çalışarak, üç vardiya sırasında çalışarak, günde neredeyse 800 olmak üzere çok yüksek hacimde hava yastığı üretmeyi başardık.
Bu kapanışların yerel toplum üzerindeki etkisi ne olacak?
Burada, Taubaté fabrikasında 830 doğrudan Ford işçisiyiz. Şehir için değişim çok büyük olacak, ancak Paraíba Vadisi ve tüm Brezilya için de geçerli olacak. Doğrudan 5.000 işten bahsediyorlar, ancak çok daha fazlası var: Fırında çalışan adam, ailelerimizle yemeyi bıraktığımız pizza ve benzeri. İşsizsek senaryo herkes için değişir, bunu düşünmek çok zor.
Tüm ülkenin etkileneceğini söylediniz, Brezilya nüfusu bu kapanma hakkında ne düşünmeli?
Bence sadece Ford için değil, Brezilya'daki herhangi bir şirket için geçerli. Bir salgın yaşıyoruz ama herkes kendi çıkarını gözetiyor. Ford ülkeyi terk ettiğinde kendi çıkarlarını gözetiyor ama sonra ne olacak? Ebeveynin çıkarlarını gözetiyor musunuz? Tüccarın çıkarlarını gözetiyor musunuz? Şirket bunlarla ilgilenmiyor. Bu birçok insanı etkiliyor.
Bırakmak için çantalarını topladığına dair duyuru, herkesi ne yapacağını merak ettirdi, bu oldukça karmaşık. On yaşındaki kızım gazetede haberi gördü ve işsiz kalacağımı bildiği için ağlayarak geldi. Şirketle olan ilişkimiz bir evlilik ilişkisi gibiydi, bu durum benim çok zor. Sanki "Güle güle, ayrılıyorum" diyor ve herkes bu durumu unutmuş gibi…
Tüm işçilere üzüntümü ifade etmek istiyorum çünkü bunun kolay olmadığını biliyorum. Zaten birçok insanın ağladığını gördüm. Bu şekilde olmamalıydı. Bunu tartışabilirlerdi ya da en azından bizi uyarabilirlerdi. Burada kimse suçlu değil, kimse böyle bir durumda yaşamayı hak etmiyor. Hepsi ülkede neler olduğunu anlayacak kadar olgun.
Bolsonaro hükümetinin bu krizdeki konumunu ve sorumluluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bolsonaro hükümetinin 5.000 işçi için endişelendiğini söylemek doğru bir ifade olmayacaktır. Sadece bizim yerimize değil, işçilerin sağlık sorunları üzerine de düşünmek zorunda olacak. Ancak, hükümetin hayat planlarını yeniden yapmak için kalkınma planları oluşturmak ya da iş piyasasına dönüşmek gibi sorumlulukları da yok.
İşçiye saygı eksikliği işçiler arasında kavgaya neden olacak. Hani nerede yoldaşlık? Bu durumların hepsi işçi için fiziksel ve duygusal bir sonuç doğuracaktır. İnsanların hiçbir şeyi kalmadı, duygularını doğru düzgün ifade bile edemiyorlar.
İşçiler reklama nasıl tepki verebilir?
Bir şeyleri iyileştirmeye çalışmak için yeniden örgütlenmemiz gerekecektir. Sendika ve meslektaşlarımızla sohbetlere katılabiliriz. Bu durumu tersine çevirmek için toplantılar yapılabilir ve fabrikanın kapatılması durumunu tersine çeviremezsek, bunun yerine Taubaté, Camaçari, Troller ve tüm Brezilya işçilerini desteklemeye çalışabiliriz.
Görüşmeci hakkında
Mariana Sassi bir metal işçisi ve eko-sosyalist bir eylemcidir.
Ford Taubaté işçisi ve bir ailenin babası.
Jonas K tarafından
----------------------------------------------------------------------
Kaynak: Jacobin
İLGİLİ HABERLER
2020 fırtınasını 2021 kasırgası takip ediyor
2020 en nihayetinde, siyaset kurumunun, ana akım medyanın ve merkez bankalarının insanlığın şimdiye kadar deneyimlediği her gücü epey aşan dijital-finans kompleksinin itaatkar hakimiyet araçlarından başka bir şey olmadıklarını gözler önüne serdi.
18-02-2021 02:15

Yazar: Ernst Wolff
Çeviren: Özer Erdin
Şayet siyasete ve ana akım medyaya inanacak olursak, dünya 2021’de normale yeniden geri dönecek. Düzenlenmekte olan toplu aşılama pandemiyi bastırmaya yardımcı olacak; hepimiz eskisi gibi çalışmaya devam edeceğiz; serbestçe hareket edeceğiz ve ekonomi yüzyılın durgunluğundan sıyrılacak.
Ne var ki bu iyimser senaryo yalnızca ihtimal dışı değil, aynı zamanda imkansız. 2020 yılı insanlık tarihinde belirleyici bir dönüm noktasına yol açtı. Buna, tepesinde dünyanın en büyük IT şirketleri, varlık yöneticisi BlackRock firması ve merkez bankalarının bulunduğu dijital-finans kompleksi neden oldu.
Dünyanın büyük bir bölümüne 2000’lerin başından itibaren hakim olan bu üçlü hükümdarlık, 2020 yılında şimdiye dek akla gelmeyecek bir biçimde gücünü genişlettiği gibi 2021’de de insanlık üzerindeki mutlak kontrolü tamamen ele geçirmek için çalışacak.
Söz konusu dijital-finans kompleksinin kullandığı araç ise panik yaratmak olarak karşımıza çıkıyor. Kompleks, geçen yıl bütün insanlığı olağanüstü hale sokmak ve ajandasını saygısızca ilerletmek için pandemiyi kendine vesile etti. Bu durum, dijitalleşme ile mutlak kontrol ve paranın kısmi özelleştirilmesi biçiminde gelişim gösterdi.
2020 en nihayetinde, siyaset kurumunun, ana akım medyanın ve merkez bankalarının insanlığın şimdiye kadar deneyimlediği her gücü epey aşan dijital-finans kompleksinin itaatkar hakimiyet araçlarından başka bir şey olmadıklarını gözler önüne serdi.
Dijital-finans kompleksinin yükselişi 1990’lı yıllarda başladı. Dijital teknolojinin durdurulamaz ilerleyişi onun Apple, Microsoft, Google, Amazon ve Facebook gibi en önemli temsilcilerine nefes kesen zaferinde çok yardımcı oldu. Aynı zamanda finans sektörünün ilerleyen deregülasyonu varlık yönetimi alanında faaliyet gösteren BlackRock’u dünya çapında lider bir deve dönüştürdü.
Bu gelişimde tarihi öneme sahip kilometre taşı, ortaya çıkışından itibaren küresel finans sisteminin yalnızca merkez bankaları tarafından ayakta tutulabildiği 2007/2008 Dünya Finans Krizi oldu. ABD Merkez Bankası (Federal Reserve) ve Avrupa Merkez Bankası gibi bu merkez bankalarından en büyük ikisi milyarlarca dolarlık meblağları yalnızca yoktan var etmekle kalmadı, aynı zamanda BlackRock’un da yardımıyla bu paraların büyük bir bölümünü ultra zenginlerin cebine doldurdu.
Bu biçimde aşağıdan yukarıya istikametli servet dağılımını mümkün kılan tarihsel açıdan benzersiz bir dolaşım ortaya çıktı. Bu servet dolaşımı geçen yıl zirveye tırmandırıldı. Salgınla mücadele bahanesiyle 2020’nin başında neredeyse tüm dünya ekonomisi durma noktasına getirildi. Ardından, BlackRock'un yardımıyla, bugüne kadar görülmüş en büyük meblağlar merkez bankaları tarafından büyük yatırımcılara sözde kurtarma fonu olarak verildi.
Mevcut gelişmelere eşlik eden hasar ise şöyle: BM rakamlarına göre, gelişmekte olan ülkelerde birkaç yüz milyon insan geçim kaynaklarından mahrum bırakıldı, açlıktan ölenlerin sayısı 2020'de 130 milyondan fazla arttı.
Buna ek olarak sanayileşmiş ülkelerde sonuçları henüz belirginleşmemiş olan ekonomik zararlar oluştu. Ayrıca, pek çok küçük ve mikro işletmenin çökmesi ile orta sınıfın büyük bir kısmının ölümü, büyük şirketlerde toplu işten çıkarmalar ve bankacılık sistemini sarsacak çığ gibi büyüyen kredi temerrütleri de şimdiden öngörülebilir.
Devlet bütçeleri ise çeşitli karantina uygulamaları zarfında tüm zamanların en büyük açığını verdi. Bu yüzden kamusal hizmette toplu işten çıkartmalar gerçekleşti ve vergi artışları ile sosyal harcamaların sert düşüşü kaçınılmaz oldu.
Bu çökmeye mahkum sistemi yaşatmak için tüm işaretler, kısa bir süre içinde bankacılık sistemini mevcut haliyle sonlandırmak ve kredi yaratmayı sadece merkez bankalarının eline bırakmak için bir girişimde bulunulacağını gösteriyor.
Hepimiz için bunun anlamı şudur: Yaşam standardımızda ciddi bir düşüş ve mali durumumuz da dahil olmak üzere yaşamın tüm alanlarının tam olarak kontrol edileceği günleri hesaba katmalıyız. Ve sadece bu da değil: Tüm bu değişiklikler kesinlikle önemli bir sosyal direnişle karşılaşacağından, sorumluların zaten 2020 içinde de eşi benzeri görülmemiş bir biçimde yaptıkları gibi sahip olduğumuz seyahat özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü gibi demokratik haklarımızı kesintiye uğratmaya çalışacaklarını da beklemeliyiz.
Bu nedenle 2021 hepimizi tarihi bir alternatifin önüne getirecek: Bu yıl bizi ya dijital-finans sisteminin hakim olduğu küresel bir hapishaneye kitleyecek ya da kendi belirlediğimiz bir yaşamın mücadelesini üstlenmek için bu modern kölelik biçimine karşı ayaklanacağız. Üçüncü bir yol yok.
Kaynak: Kenfm
https://kenfm.de/auf-den-sturm-2020-folgt-der-orkan-2021-von-ernst-wolff/
Küba'nın Sovyet-sonrası dünyada şaşırtıcı hayatta kalışı
"Kendisine yurt dışından getirilen sınırlamalara rağmen, Küba hala Sovyet sonrası bir dünyada kendi yolunu 1990'ların başında çoğu insanın düşünebileceğinden daha büyük ölçüde geliştirmeyi başardı. Yaffe'nin kitabı, okuyuculara, ada sadece hayatta kalmak yerine nihayet refah düzeyini yükseltme fırsatına sahip olsaydı, ABD'nin uzlaşmazlığının yükü olmadan neler başarabileceği konusunda merak aşılamalı."
15-02-2021 02:16

Yazar: Sara Kozameh
Çeviren: Ceren Berk
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çözülüşünden sonra, çoğu izlemci Küba'nın onun izinden gideceğini bekliyordu. Fakat Küba sistemi, Sovyet çözülüşünden bu yana 30 yıl sürdü. Devamlılığını açıklamak için Soğuk Savaş kalıp yargılarını bir kenara bırakıp Küba deneyimine kendi içinde bakmamız gerekiyor.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin çözülüşü ve bu çözülüşün sonucunda çok yanlı ekonomik yardım programlarının sona ermesi sosyalist dünyayı çalkaladı. SSCB resmen tasfiye kararı aldığı zaman, küçük komünist devletlere önemli ekonomik yardım ve tercihli ticaret anlaşmaları sağlayan ekonomik ticaret birliği Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) çoktan dağıtılmıştı.
Bu durum COMECON’un Batı yarımküredeki tek üyesi olan Küba’yı ekonomik çalkantıya sürükledi. Hemen hemen bir gecede ada ülkesi kendisini birincil ticaret ortağından bağlantısı kesilmiş halde buldu. 1961 yılında ABD ambargosunun başlangıcından bu yana, Küba ekonomisinin otuz yılı aşkın bir süredir sürdürülmesine yardımcı olan; kendisine enerji, gıda ve makine sağlayan ithalat ve ihracat pazarlarının beşte dördünden fazlasını kaybetti. GSYİH, üç yıl içerisinde yüzde 35 düştü. Küba'nın tarımsal üretimi yüzde 47, inşaat yüzde 74 ve imalat kapasitesi yüzde 90 gibi yalpalatacak bir düşüş gösterdi. Yurt dışından akaryakıt ithalatının olmaması Küba'nın sanayilerini felç etti. Uzun süren elektrik kesintileri ve yemek kuyrukları gündelik yaşamın bir parçası haline geldi.
Arabalarına veya otobüslerine güç verecek benzin olmadığından, Kübalılar istikametlerine varmak için yürüyerek gitmek veya bisiklete binmek zorunda kaldı. Elektriğin olmayışı aynı zamanda bunaltıcı tropik sıcağı engelleyecek fanların olmadığı ve buzdolaplarına güç sağlamanın da mümkün olmadığı anlamına geliyordu. Açlık ve yetersiz beslenme 1959 Devrimi'nden beri görülmemiş seviyelere yükselirken, insanların kalori alımı yaklaşık üçte bir azaldı.
ÇÖZÜLÜŞTEN SONRA
Batı dünyasının çok azı Küba’nın siyasi ve ekonomik sisteminin ayakta kalmasını bekliyordu. Tarihin sona erdiği söylendi; sosyalist dünya çökerken kapitalizm hüküm sürdü. Küba istinasının istisnai olmaktan çıkması sadece an meselesiydi. Yine de Küba'da “tarih” baskın olmaya devam etti.
SSCB'nin çözülüşünden otuz yıl sonra, Küba Devrimi'nden çıkan hükümet hala iktidarı elinde tutuyor. Artık Sovyet sonrası dünyada Sovyetlerin kanatları altında geçirmesinden daha uzun süredir varlığını sürdürüyor. Kendine özgü Küba örneği dayandı ve liderleri, aynı mantığı takip etmeyen kapitalist olmayan bir ekonomiyi geliştirme hedefiyle ezici bir şekilde kapitalist bir küresel sistemin ortasında işleyişin baskılarını hala dengelemeye çalışıyor.
Helen Yaffe, “We Are Cuba: How A Revolutionary People Have Survived in a Post-Soviet World” kitabında Küba’nın sosyalizm örneğinin bu tür zorluklara nasıl karşı çıktığını açıklamaya başlıyor. Yaffe, bu durumun cevabını ABD Soğuk Savaş çatışmalarının arta kalan dar görüşlülüğünün tartışmayı koşullandırmasına izin vermek yerine, ancak Küba Devrimi'ni kendi şartlarına göre ele alarak bulunabileceğini savunuyor.
Küba sistemini yalnızca baskılayıcı bir diktatörlük olarak algılayanlar, siyasi retoriğin karmaşık katmanlarının altında var olan ve bazı ölçülere göre gelişen gerçek toplumla uzlaşamazlar. Yaffe, adanın ilerlemesini ve aksaklıklarını kendi hedefleri temelinde değerlendirerek Küba’nın son otuz yılına ilişkin ekonomik ve politikaya dayalı bir analiz sunmayı amaçlıyor.
ÖZEL DÖNEM
Yaffe'nin kitabı, Küba örneğinin kalıcılığının birkaç nedenini ortaya koyuyor. Merkezi hükümet kontrolünün parametrelerini ayarlama istekliliği bu nedenlerden biridir. Kübalılar, 1980'leri göreceli bolluk ve istikrar dönemi olarak hatırlıyorlar. Sovyet mamulleri mağaza raflarını doldurdu ve üretim kotalarını karşılayan veya aşan işçiler sık sık sahil tatiline, hatta uluslararası seyahatlere çıktı.
Küba’nın 1981’den 1984’e kadar yıllık ortalama büyümesi yüzde 7,3’tü. Latin Amerika’nın geri kalanındaki geriye doğru gidişatla keskin bir çelişki vardı. Bölge bir bütün olarak o yıllarda GSYİH'de yüzde 10'luk bir düşüş yaşadı. Bununla birlikte, ekonomik üretkenliğin yönetilmesiyle ilişkili aşırı bürokrasinin büyümesi ve bütçeyi kabartan işçiler için maddi teşvikler sağlamaya odaklanma gibi sonunda durgunluğa yol açan bir dizi zorluk vardı.
1986 yılında Fidel Castro, Mikhail Gorbaçov'un SSCB'deki Perestroyka (Açıklık) ve Glasnost (Yeniden Yapılandırma) programının erkin kılan adımlarını izlememeyi seçti. Bunun yerine, ekonomi üzerindeki kontrolü yeniden merkezileştirerek Küba’nın merkezi planlama sisteminde reform yapmaya çalıştı. Ayrıca, hükümete vatandaşların katılımı için birkaç yeni platform başlattı ve adayı turizme açtı.
Yaffe, hükümetin pazarın yetersizlikleri olarak gördüğü şeye karşı devlet müdahalesine yapılan bu yenilenmiş vurgunun Küba'yı birkaç yıl sonra Sovyet çözülüşüne karşı daha iyi bir konuma getirdiğini iddia ediyor.
Örneğin, devlet tarımsal üretimi yakın zamanda merkezileştirdiği için, Özel Dönem (Castro'nun “Barış Zamanında Özel Dönem” olarak adlandırdığı dönemin kısaltması) olarak bilinen krizin en kötü yıllarında, aşağı yukarı 1991'den 1995'e kadar, en çok ihtiyaç duyanlara yiyecek bulabildi.
Yaffe, Küba'nın bu krizi nasıl atlattığını açıklarken, devlet bütçesi 1990'ların başında tükendiği için “insan-merkezci kemer sıkma” politikasının önemini de vurguluyor. Küba liderleri keskin kesintiler yaptı, örneğin, devletin savunma harcamaları yüzde 86 düştü ve hükümet on beş bakanlığı hepten ortadan kaldırdı. Ancak, sağlık, refah ve sosyal hizmetler için harcamaları sürdürdü, hatta artırdı. Devlet desteği, temel ürünlerin insanlara ulaşmasını ve işleri korumasını sağlamaya yardımcı oldu.
Bozuk altyapısı veya onarılmamış ekipman olsa da her okul ve hastane açık kaldı. Refah ve sağlık harcamalarından elde edilen GSYİH payı, 1990'dan 1994'e sırasıyla yüzde 29 ve yüzde 13 arttı. 1990'ların ortalarında 15.000 yeni tıp uzmanı mezun olmasının sonucunda, her 202 ülke sakinine bir doktor sağlayabildikleri doktor-hasta oranına ulaşıldı.
Ekonomik çöküşe rağmen, Küba’nın çocuk ölüm oranları gerçekten düştü ve beklenen yaşam süresi 1990 yılında 75 yılken, 1999 yılında 75 yıl 6 aya çıktı ve 6 aylık bir artış gözlemlendi. Altı aylık bir artış değersiz görünse de 1991 ile 1994 yılları arasında ortalama yaşam süresinin 6 yıl düştüğü Rusya gibi eski komünist Avrupa devletlerinde meydana gelen bu koşullar altında bir düşüş beklemek makul olurdu.
Küba'nın mali açığı bu yaklaşımın bir sonucu olarak hızla yükseldi ancak kıtlık tehdidini ortadan kaldırdı. Yaffe, ithalat eksikliğini telafi etmek için Küba'nın artık yaygın olarak bilinen organik kentsel tarım sistemlerini başlatarak yerel gıda üretiminin arttığını bildirdi. Tarım üzerinde sekiz yıllık devlet kontrolünden sonra gıda kaynaklarında fiyat artışını azaltma girişimi olarak devlet, özel çiftçi pazarlarının yeniden açılmasına izin verdi.
Kübalı iktisatçılar, kemer sıkma yerine mali teşvikleri seçerek, nüfusu ekonomik çöküşün en yıkıcı etkilerinden bazılarından korumaya yardımcı oldular. 1995 yılında ekonomik büyüme yeniden başladı. GSYİH'nin kriz öncesi seviyelere geri dönmesi on yıl sürse de artımlı iyileştirmeler insanların geçimini kolaylaştırdı. ABD'deki 2008–9 kazasından iyileşme de yaklaşık on yıl sürerken, buna kıyasla eski Sovyet ülkelerinin çoğunun iyileşme süresi daha da uzundu, yaklaşık on beş yıl.
YENİLİKLER
Küba hükümeti bu zorluktan çıktıktan sonra ekonomiyi istikrara kavuşturmak için birkaç girişim başlattı. Adanın fosil yakıt enerjisine erişim eksikliği 1990'larda felaketle sonuçlandı; 2000'lerde hala sürekli elektrik kesintileri yaşadı. Hükümet 2006 yılında alternatif kalkınma stratejileri izlemeye ve yenilenebilir enerjiye geniş çapta yatırımlar yapmaya başladı.
Yaffe, kitabının bir kısmında, işsiz genç Kübalıları sosyal hizmet görevlilerine dönüştüren iş eğitimi programlarının geliştirilmesini sağladı, savurgan uygulamaları azaltırken, yenilenebilir enerji kullanımını genişleten ve ülkenin biyoteknoloji endüstrisine başarılı bir şekilde girişini sağlayan bir "Enerji Devrimi"ni ele alıyor. Yaffe, bu gibi programların Küba'nın ekonomik açıdan büyüme yoluna geri dönmesini sağladığını ve bunun da yaşam standardını iyileştirmesini mümkün kıldığını savunuyor.
Küba’nın uluslararası dayanışmaya olan bağlılığı da işe yaradı. 2018'de 6,4 milyar dolar kazandıran Küba tıbbi enternasyonalizmi şu anda adanın başlıca ihracatı konumunda. Bu uygulama, milli gelir kaynağı haline gelmeden öncesine, çok eskilere dayanmaktadır. 1960 yılında Küba, yıkıcı bir depremin ardından Şili'ye bir afet müdahale ekibi sevk etti. Bunun üzerine, o ülkenin bağımsızlık mücadelesi sırasında Cezayir'e, daha sonra Kuzey Vietnam ve Orta Afrika'ya doktorlar gönderdi. 1960'ların sonunda Kübalı sağlık görevlileri on iki farklı ülkede çalışıyordu.
Sonraki on yılda Küba, denizaşırı tıbbi yardım programlarını genişletti ve on binlerce yabancı öğrenciyi doktor olmaları için ücretsiz olarak eğitti. Kübalı doktorlar pek çok ülkede çocuk felci, sıtma ve dang gibi hastalıkların ortadan kaldırılmasına yardımcı olarak binlerce hayat kurtardı.
Bu durum, tıp mesleğinin yerleşik kavramlarına ve önde gelen kapitalist devletlerde kalkınma yardımının işlevine doğrudan meydan okuyarak Küba’nın dış politikasında kilit noktası haline geldi. Küba şu anda tıbbi yardım için ödeme alırken, yurt dışında ücretsiz sağlık hizmeti sağlama taahhüdü hala devam ediyor: 2017'de Küba tıbbi ekiplerini barındıran altmış iki ülkenin neredeyse yarısı, hizmetleri için hiçbir şey ödemedi.
Eskilerin söylediği gibi, ihtiyaç icadın anasıdır. Fakat Yaffe, sosyalist ilkelere bağlılığın, insan refahına öncelik veren sürdürülebilir kalkınma modellerini tercih ederek bu tür yenilikleri de teşvik ettiğini savunuyor. Örneğin, Küba’nın devlet öncülüğünde, merkezi olarak planlanmış tıbba yaklaşımı, en zengin kapitalist ülkelerdeki, bunlar arasında daha önce kamusal hizmet sistemleri kurmuş olanlar bile, kar getiren sağlık hizmetlerinin büyümesiyle çelişiyor.
Küçük adanın güncel girişimleri, Covid-19 aşısı için klinik denemeler geliştirme ve tamamlama çabaları, geniş kuzey komşusunun girişimleriyle rekabet ediyor.
KÜBA’DA SİYASET
We Are Cuba kitabında sunulan Küba toplumunun portresi, ABD'deki yaygın basına güvenen okuyuculara alışılmadık bir şey olacak. Yaffe, Küba’nın çeşitli sosyalizminin kısmen adanın çoğu sosyalist ideallere bağlı ve bunları ilerletme çabalarına katılmaya istekli dinamik bir vatandaşlığa sahip olduğu için hayatta kaldığına inanıyor. Elbette uzun süredir Küba’nın tek partili devletinin doğası ve varlığının Küba halkının kendi hayatları üzerinde söz sahibi olmadığı anlamına gelip gelmediği konusunda devam etmekte olan şiddetli bir tartışma var. Yazar, seçim sürecinin aslında "halktan temsil ve karar alma sürecine katılım" ile nitelenmesi konusunda ısrar ederek Küba’nın seçim sisteminin teorik olarak yasa dışı olduğunu ve demokratik olmadığını düşünenlere meydan okuyor. Yazara göre, birkaç devlet öncülüğündeki kuruluşlar aracılığıyla yerel yönetime halkın katılımı, Küba vatandaşları arasındaki bağları güçlendirdi ve Sovyet sonrası hayatta kalması için kritik olan bir ortaklık duygusunu yeniledi.
Fidel Castro 2006 yılında istifa ettikten sonra, kardeşi Raúl hükümetin başına geçti ve gıda ithalatına bağımlılık, düşük ücretler ve yetersiz üretkenlik gibi sorunları çözmek için tasarlanmış yapısal reformlar başlattı. Yaffe, bu önlemleri tek yanlı olarak kabul ettirmek yerine, hangi reformların gerekli veya arzu edilir olduğu ve ne tür değişikliklerin genel olarak kabul edilebilir olduğu konusunda bir fikir edinmeyi amaçlayan hükümetin Küba toplumunun tüm kesimlerini dâhil etmeyi amaçlayan birkaç forum ve müzakere başlattığını savunuyor.
Yaffe, Küba Komünist Partisi'nin 6. kongresini düzenlediği 2011'de yaşanan benzer bir süreci anlatıyor. Birkaç milyon Kübalı, erzak karne defterinin, fiyat reformunun kaldırılmasına ve sağlık, eğitim ve ulaşım gibi hizmetlerin kalitesini iyileştirmeye yönelik önerileri dikkate alarak ulusal ekonomiyi yenilemek için birtakım yönerge oluşturan istişarelerde yer aldı. Uzun danışma ve münazara süreci, konut, siyasi ve iş yeri grupları tarafından yerel olarak gerçekleştirilen 163.000 toplantıyı içeriyordu. Üç milyondan fazla görüş kaydetti ve bunları 780.000 farklı öneri şeklinde organize etti. Kongre yapılmadan önce yönergelerin yüzde 68'i revize edilirken 45 teklif reddedildi.
Yeni bir anayasa oluşturmak için 2013 yılında ulusal bir tartışma başladı. Anayasa önerilerinde içerik olarak özel sektör ve mülk, hükümet pozisyonları için yaş sınırları ve süre sınırları ile idari ve siyasi yapıların görev dağılımı alanlarındaki reformlar yer alıyordu. Temmuz 2018'de, Küba'nın yasama organı olan Halk Güçleri Ulusal Meclisi iki ay süren bir tartışma sonucunda anayasa taslağını yayınladı.
Yaffe, meclislere katılan Küba vatandaşlarını, katılım seviyelerini gösteren taslağın açıklamalı kopyalarıyla anlatıyor. Bir ay içinde, en uzak dağlık bölgelerden gelen ek kopya talepleri sonucunda üç basılı baskı tükendi. Sosyal medya eleştirel görüşler için bir alan haline geldi; en güçlü eleştirilerden bazıları eşcinsel evliliklerin tanınmasına karşı çıkan Protestan gruplardan geldi.
Taslakta yapılan önemli düzenlemelerin ardından, 2019 yılında seçmenlerin yüzde 87'si, 6,8 milyon kişi yeni anayasayı onaylamak için oy kullandı. Nihai taslak Küba’nın kapitalizme ve tek partili devlete aleyhte olan bağlılığını korumaya devam ederken başkanlık süresi sınırları ve tutuklanma halinde yasal temsil hakkı gibi işleyişine yönelik reformlar getirdi.
Bu esnada, bağımsız sendikaların olmaması ve sivil özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar Küba’yı eleştirenler tarafından tespit edilen en az iki noksan demokratik alandır. Yaffe'nin kasıtlı olarak kullandığı ölçüt, bu tür eleştirileri kendi değerlendirmesinin dışında bırakıyor. Dürüst olmak gerekirse, kapitalist demokrasinin Küba'da olmayan pek çok başka unsuru var: Örneğin risk fonları, ekonomi üzerinde tüzel kontrol ve sık görülen evsizlik sıkıntısı.
Yaffe, Küba sisteminin dayanıklılığının nedenini adada yeterince insanın sistemle ilgilenmeye ve özdeşleşmeye devam etmesi olarak görüyor ve insanlar Yaffe’nin bu sisteme ilişkin büyük ölçüde olumlu değerlendirmesine katılıp katılmasalar da, onu şekillendiren bağlamı kabul etmek hayati önem taşıyor.
1959'dan bu yana, Washington üzerinden yönetilen diğer şiddet biçimleri ve yarım yüzyıldan fazla bir süredir yürürlükte olan güçten düşüren ekonomik ablukanın yanı sıra aynı zamanda ABD tarafından gelen birkaç noktada inandırıcı istila tehditleri var. Aynı dönemde, 1973'te Şili'den 2019'da Bolivya'ya kadar Latin Amerika'nın başka yerlerindeki sol hükümetler defalarca zorla ihraç edildi. ABD böylesi aşırı baskıyı uygulamayı bırakırsa ve çok daha zayıf bir ulusun kendi rotasını izleme hakkını kabul ederse, bu durum Küba'daki siyasi hesabı değiştirirdi.
DEVLET MERKEZLİ BİR BAKIŞ
Yaffe'nin kitabı Küba ile ilgili önemli olan bazı yanlış kanıları düzeltmeye çalışırken, aynı zamanda birkaç soruyu da beraberinde gündeme taşıyor. Örneğin göç etmek isteyen pek çok sayıda genç Kübalıyı nasıl açıklayabiliriz? ABD'nin ekonomik ablukasının Küba'nın yoksunluklarının başlıca nedeni olduğunu söylemek doğrudur ve Yaffe'nin de kitabında işaret ettiği gibi, yurt dışında çalışan ve seyahat eden Kübalılar arasında, örneğin doktorlar ve sporcular gibi, iltica oranları aslında oldukça düşüktür.
Yine de Küba sosyalizmi ile yenilikçi politikaları halkın katılımı ve desteğiyle birleştirerek hayatta kaldıysa, o zaman yazarın öne sürmesiyle beraber kitabın da odaklanmış olduğu devrimci projenin pek çok genç insan tarafından görünüşte terk edilmesinin nedeni ne?
We Are Cuba kitabı çok çeşitli konuları ele alıyor, ancak birçok yönden ele aldığı şey Küba devletinin bakış açısından bakıldığında Sovyet sonrası Küba'nın bir portresi. Yaffe'nin alıntı yaptığı kaynakların ve fikirlerin çoğu Kübalı diplomatlar, profesyoneller ve hükümet yetkilileridir. Kitap, içerik olarak Kübalıların son otuz yıllık krizi, toparlanmayı ve reformu günlük olarak nasıl deneyimledikleri ya da devletle ilişkilerinin daha gergin olup olmadığı ve ne ölçüde gerginleştiği sorusuna daha az giriyor. Bununla birlikte, sistemi destekleyenlerden Küba’nın gidişatı hakkında bazı önemli perspektifler içeriyor.
Yaffe, açtığı bazı kategorileri sorgulayarak kitabının mesajını güçlendirebilirdi. Yazıda, pasif ve basmakalıp olarak karşımıza çıkan, yazar da açıkça öyle demek istemediği "Küba'nın devrimci halkı" olarak adlandırılan oldukça şekilsiz bir gruba çok sayıda atıf var. Küba toplumu durağan ya da değişmez değildir; diğer herhangi bir ülkenin olduğu gibi, dinamik ve karmaşıktır. Küba hükümetinin hem eleştirmenleri hem de destekçileri var ve tüm Kübalılar "devrimci" değil.
Adadaki herkese bütüncül tek bir devrimci yapı gibi davranmak, son otuz yıldaki gerçek zorluk ve dayanıklılık öykülerini düzleştiriyor. Küba hükümeti şu anda, tarafların görüşlerine göre daha az bağlı veya daha az sosyalist olmaları gerekmeyen canlı bir sivil toplumun yeni taleplerine nasıl cevap vereceğini anlamaya çalışıyor.
Örneğin 2020'nin sonlarına doğru, rap sanatçısı Denis Solís'in tutuklanmasına karşı yüzlerce sanatçı ve entelektüel tarafından protestolar gerçekleşti. Bazıları Küba sistemine doğrudan karşı çıkıyor, diğerleri ise keyfi tutuklama ve sansür olarak gördükleri şeyi sona erdirirken, bir yandan sosyalizme bağlılığını koruyarak bu sistemin yeniden düzenlenmesini istiyor.
ÖNÜMÜZDEKİ YOL
We Are Cuba kitabı, liderlerinin 1991'den bu yana benzersiz birçok zorluğun üstesinden nasıl geldiği konusunda çoğunlukla temel bilgilerden yoksun olan, ülke dışındaki okuyucular için hükümet politikalarının zaman içinde nasıl geliştiğini etkileyici ayrıntılarla göstererek önemli bir boşluğu dolduruyor. Yine de önünde daha birçok zorluk var.
Küba ekonomisinin küresel kapitalist pazara yeniden girmesi ve ardından liberalleşen reformlar, ABD dolarının geri dönmesine ve bununla birlikte eşitsizliğin artmasına yol açtı. Yaffe, Küba hükümetinin, kapitalizme boyun eğmemekle birlikte eşitlik ve sosyal adalet taahhüdünü yeni piyasa mekanizmalarının getirilmesini dengelemekle ilgilenişini anlatıyor. Fakat bu durum ABD yaptırımları, ambargoları ve siyasi tehditler Küba’yı hâlâ çok fazla kuşatma altında tuttuğundan dolayı kolay bir iş değil.
Küba ayrıca Covid-19 kriziyle birlikte pezonun değerinin düşmesine neden olabilecek ABD'nin son yıllarda hâlihazırda sert olan yaptırımlarının sıkılaştırılması ve çifte para birimini birleştirme planlarından kaynaklanan potansiyel ekonomik yansımalarla da başa çıkmak zorunda. Küba hükümeti ayrıca, 1963'ten beri gelirden bağımsız olarak tüm Kübalılara temel gıda tedarikini garanti eden erzak karnesini nihayet ortadan kaldırmayı planlıyor.
Kendisine yurt dışından getirilen sınırlamalara rağmen, Küba hala Sovyet sonrası bir dünyada kendi yolunu 1990'ların başında çoğu insanın düşünebileceğinden daha büyük ölçüde geliştirmeyi başardı. Yaffe'nin kitabı, okuyuculara, ada sadece hayatta kalmak yerine nihayet refah düzeyini yükseltme fırsatına sahip olsaydı, ABD'nin uzlaşmazlığının yükü olmadan neler başarabileceği konusunda merak aşılamalı.
---------------------------------------------
Kaynak: Jacobin
İki ölümcül salgın: Koronavirüs ve kadına yönelik şiddet
"Koronavirüs gibi, kadına yönelik şiddet de uzunca gözyaşı ve ölüm izleri olan bir salgın. Bu skandal duruma karşı ayaklanmak için kitlesel bir hareket gerekecek. Koronavirüs zamanında önceliğimiz aramızdaki en savunmasızları korumaktır. Şiddete maruz kalan kadınlar ve onların çocukları listenin başında yer almalıdır."
15-02-2021 01:46

Yazar: Leslie Kemp
Çeviren: Yaren Kardelen Budun
Kanada’nın en ölümcül silahlı saldırısı, bir tetikçinin ortağına saldırmasından sonra başladı. 18 ve 19 Nisan’daki çatışmada 22 kişi hayatını kaybetti. Ortağı bağlıydı ve ormana kaçtı. Globe and Mail’in bir makalesine göre, “Bu, modern Kanada tarihindeki en ölümcül toplu katliamlardan üçünün –2018 Toronto minibüs saldırısı ve Montreal’deki École Polytechnique'deki 1989 katliamı– köklerinin kadın düşmanlığına dayandığı anlamına geliyor.”
Kanada’da kadınlar ortalama her altı günde bir yakın partnerleri tarafından öldürülüyor. Kanada İstatistik Kurumu, 8 Nisan’da koronavirüsün etkileri üzerine Kanadalıların Bakış Açısı isimli bir anket yayınladı. Bu anket, her 10 kadından birinin evde şiddet ihtimalinden çok veya aşırı derecede endişelendiğini bildirdi.
Kadına yönelik şiddet tüm dünyada oldukça yaygın ve koronavirüs salgını, işleri kadınlar için daha da zorlaştırıyor. Dünyanın her yerinde, temel hizmetlerde çalışan ve evlerde bakıcı olan kadınlar, koronavirüs riskleriyle karşı karşıyadır. Birçok kadın için, şiddet yanlısı bir eşle eve tıkılmak güvenliklerine yönelik daha büyük bir tehdittir.
Koronavirüsün daha önce ortaya çıktığı ülkelerde, aile içi şiddette önemli bir artış gerçekleşti. Örneğin Çin’de cinsiyete bağlı aile içi şiddetin %90’ı koronavirüs salgınına atıfta bulundu.
Çin, İtalya ve diğer ülkelerden pandemi başladığından bu yana ülke içi vaka sayısının üç katına çıktığı ve bu vakaların Brezilya'da %40 oranında arttığı yönünde haberler var.
Görünüşe göre şiddetin ciddiyeti koronavirüs salgını sırasında arttı. Sadece geçen haftada birkaç medya haberi Afganistan’da, Latin Amerika’da ve Filistin’de kadına yönelik şiddeti ele aldı. Bağımsız bir siyasi feminist hareket olan Tal'at, bu yıl 11 Filistinli kadının aile içi şiddet nedeniyle öldürüldüğünü ve bu ölümlerin beşinin mart ayı başındaki karantinadan bu yana gerçekleştiğini bildirdi. Arjantin’de salgın başından beri en az altı kadın cinayeti rapor edildi ve Türkiye’de mart ayı başından beri en az 21 kadın öldürüldü.
YETERSİZ SIĞINMA EVLERİ
Birçok kadın şiddet içeren durumlardan kaçmaya çalıştı ama sığınma evleri tarafından reddedildi. Vakaların yaklaşık %80’inde bunun sebebi, sığınma evlerinin dolu olmasıydı. CBC’nin özel bir soruşturması Kasım 2019'da “günde ortalama 620 kadın ve çocuğun“ Kanada'daki aile içi şiddet sığınma evlerinden geri çevrildiğini ortaya koydu. Bu ortalama kasım ayında yaklaşık 19.000 kişi eder. Ve kasım, büyük olasılıkla ortalama sayıda değildi; kadınlar tatil sezonu öncesinde ailelerini terk etme konusunda isteksizler, bu sebeple sayılar muhtemelen ortalamanın altında. Daha da endişe verici olan şey ise, sığınma evlerinden reddedilen kadınların sayısı artıyor. Kanada İstatistik Kurumu; ülkedeki tüm sığınma evlerinden elde edilen verilere dayanarak, 2014 yılında 539’dan, 2018 yılında 911’e olmak üzere sadece dört yıl içinde geri dönenlerin sayısında %69 oranında bir artış olduğunu bildirdi.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, hükümetleri “salgına tepki gösterirken bir yandan da kadınların güvenliğini ön planda tutmaya” yönelik çağrı yaptı. Hükümetleri, sığınma evlerini temel hizmetler olarak ilan etmeye, tacizcilere dava açmaya devam etmeye ve kadına yönelik şiddetten hüküm giymiş kişileri cezaevinde tutmaya çağırdı.
Kadına yönelik şiddet yeni bir şey değil, sınıf ayrımına dayalı ve kapitalist toplumlarda yaygındır. Ontario Interval and Transition Houses Derneği’nin Baş Direktörü Marlene Ham, “Cinsiyete dayalı şiddet hiçbir zaman tam anlamıyla çözüme ulaştırılmamış bir pandemidir” dedi:
“Tam kapasite veya kapasitesini aşan sığınma evleriyle zaten uğraştığımızı biliyoruz, bu yüzden korkumuz budur. Mevcut cinsiyet temelli şiddet sorununa ve koronavirüse cevap vermek istiyoruz.
Şiddeti günümüzde bu kadar değişken kılan şey, pandeminin kadınları istismarcı eşlerinin bulunduğu kapalı alanlara tıkmasıdır. Arkadaşların ve ailenin her zamanki desteğinden izole olmak tehlikeyi vurgular. Kadınlar bir kahve dükkanına veya arkadaşının evine yardım istemek için kolayca kaçamıyorlar.“
Toronto'daki Saldırıya Uğramış Kadınlar Yardım Hattı'nda (AWH) kaynak geliştirme yöneticisi olan Yvonne Harding, koronavirüs koşullarının istismarcılar için "tam zamanı" olduğunu söylüyor. Harding, “İyi ilişkiler için yakınlık kurmak zor” dedi ve ekledi: “Sürekli yakınlık ve koronavirüs kaynaklı iş kaybı, şiddete yol açabilecek ev halkı stresini artırıyor. Ek olarak, istismarcılar, partnerlerinin eskisi kadar kolay desteğe erişemeyeceklerini bildikleri için teşvik edilmiş hissediyorlar.”
KENDİNİ İZOLE ETMEK TEHLİKELİ OLABİLİR
Vancouver'daki Şiddete Maruz Kalmış Kadınlara Destek Hizmetleri, “Karantina koronavirüsün yayılmasını azaltmaya yardımcı olsa da hayatta kalanların çoğu için evde kalmak güvenli bir seçenek değil. Stres ve mali yükü artıran dış faktörler, aile içi şiddete maruz kalan kadınları olumsuz etkileyebilir ve güvenliklerinin daha fazla tehlikeye atıldığı koşullar yaratabilir. "
İstismar güç ve kontrolle ilgili değildir. İstismarcılar salgın sırasında dezenfektanlar gibi önemli ihtiyaçları alıkoyarak, hayatta kalanların gerekli tıbbi yardım istemesini önleyerek veya kurtulanları kontrol etmek veya korkutmak için salgın hakkında yanlış bilgileri paylaşarak üstünlük sağlayabilir. Cinsiyete dayalı olarak şiddet gören kadınlardan yılda 18.000 çağrı alan Şiddete Maruz Kalmış Kadınlara Destek Hizmetleri, 31 Mart'ta “Kadınlara ulaşma çabalarımızı artırdığımız için kriz hatlarımız durmadan çalıyor, aramalar %300 arttı" dedi. Aramaların %40’ı ilk kez destek isteyen insanlardan oluşuyor. Şiddete Maruz Kalmış Kadınlara Destek Hizmetleri’nin dediğine göre karantina kadınların güvensiz durumlardan kurtulmaları için işleri daha da zorlaştırıyor. Koronavirüs salgını sırasında seyahat kısıtlamaları, hayatta kalanların tehlikeli durumlardan kaçmasını zorlaştırıyor. Toplu taşıma kullanmak veya uçakla seyahat etmek bir seçenek dahilinde bile olmayabilir.
Büyük Toronto, Windsor ve Britanya Kolombiyası'nda sığınakları olan Müslüman ve göçmen kadınlar ve çocuklar için bir sığınma evi olan Nisa Homes, son birkaç hafta içinde çağrılarının haftada 200'den 400'e, yani iki katına çıktığını söyledi. Örgütün Ulusal Müdürü Yasmine Yusuf, kocasının kendisini öldürmekle tehdit ettiği bir kadını kurtarmak için hızlıca hareket ettikleri son bir olayı bildirdi. İstismarcı bir partnerin, kendisine virüs bulaştıracağı düşüncesiyle eşini evden kovduğu başka bir durumu daha dile getirdi.
OAITH, 70’in üzerindeki Ontario sığınaklarını temsil eder. Rapora göre her yıl 17.000'den fazla kadın ve çocuk sığınma evlerinde yaşıyor. Şimdiye kadar bu sığınakların %20’sinde aramalarda bir artış oldu.
BANKALARA PARA FONU, SIĞINAKLAR İÇİN HİÇBİR ŞEY!
Federal hükümet, yaklaşık 575 kadın sığınma evi için 26 milyon dolara, cinsel saldırı merkezleri için 4 milyon dolara ve ayrıca Kanada Yerli Hizmetleri'nin rezerv ve Yukon'daki 46 sığınma evinden oluşan ağı için 10 milyon dolara kadar fon sağladığını duyurdu. Şiddete Maruz Kalmış Kadınlara Destek Hizmetleri’nin Baş Direktörü Marie MacDougall, bu fonun “tamamen yetersiz” olduğunu söylüyor. Hükümetin bankalara daha fazla para vermek için 150 milyar dolarlık ipotek satın aldığı düşünüldüğünde, her barınak için ortalama 45.000 dolar (Yerli topluluklardaki barınaklar için barınak başına 217.000 dolar) çok düşük bir ücrete denk geliyor. Kadınların hayatları bu kadar ucuz mu? Vancouver’da bir otel bir katını gidecek yeri olmayan kadın ve çocuklara ayırdı.
Atira Kadın Kaynakları Derneği tarafından işletilen bu alan, BC hükümetinin hastalık nedeniyle kendi kendine tecrit edilmesi gereken evsiz ve savunmasız insanlar için güvence altına aldığı BC'deki 21 yerden (toplamda 939 alan) biridir. Önemli ölçüde olsa da bu, savunmasız nüfusların ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde değildir.
MacDougall, “Kadınların güvenliğini sağlamanın tek yolu, pandemi boyunca bilgiye erişimlerini sürdürmelerini ve daha güvenli sığınaklar sağlamaktır” dedi. Şiddete Maruz Kalmış Kadınlara Destek Hizmetleri, kriz hattının çalışma saatlerini yalnızca en deneyimli danışmanlarının aramaları gerçekleştireceği şekilde 7/24 hale getirdi ve durum giderek daha da üzücü hale geldi.
Geçen hafta sonu yaşanan trajedi, kadınların düzenli olarak katlandığı şiddete karşı geniş çapta bir öfke uyandıracak mı? Bu, Kanada'daki insanların evlerinde şiddete maruz kalan kadınların geri çevrilmemesini sağlamak için sığınaklarda daha fazla yer talep etmeleri için uyandırma çağrısı olacak mı?
“Üzgünüz ama hiçbir şekilde şok olmuyoruz.” Nova Scotia Sığınma Evi Derneği (THANS) yaptığı açıklamada, kadına yönelik şiddetin bu iğrenç suçun merkezinde yattığını söyledi: "Kadınlara yönelik daha küçük şiddet eylemlerini hoş gören ve normalleştiren ve ölümcül sonuçlara yol açan bir ortamı sürdüren temel tutum ve inançları tanımamız gerekiyor."
Koronavirüs gibi, kadına yönelik şiddet de uzunca gözyaşı ve ölüm izleri olan bir salgın. Bu skandal duruma karşı ayaklanmak için kitlesel bir hareket gerekecek. Koronavirüs zamanında önceliğimiz aramızdaki en savunmasızları korumaktır. Şiddete maruz kalan kadınlar ve onların çocukları listenin başında yer almalıdır.
--------------------------------------------------
Kaynak: Socialist Alternative
Hikâyenin ana fikri: Edebiyatın biraz farklı bir analizi
“Google, Facebook, Amazon ve diğer birçok şirket bu masalsı yapıyı somutlaştırıyor ve bu modelle çok para kazanıyor. Yakın çevrede faaliyet göstermiyor, kişisel yakınlık ve samimiyetten kaçınıyor ama kimliğimizin, sevdiğimiz ve hoşlanmadığımız şeylerin mümkün olan en kapsamlı resmini elde etmek ve bunları kârlı ve güçlü bir şekilde kullanmak için en içteki şeyi tam olarak kavramaya çalışıyorlar."
15-02-2021 01:25

Yazar: Ursula Kals
Çeviren: Naci Pektaş
Masallar sıkıcı ve modası geçmiş mi? Asla! Bunların içinde, özellikle pandemi (salgın) döneminde iş hayatında birçok kez karşımıza çıkan çok eski psikolojik kalıplar bulunur. Edebiyatın biraz farklı bir analizi.
Bir zamanlar büyük bir akış içinde olan bir iş dünyası varmış. İnsanların çok az boş zamanı varmış ama çocukluk günlerinden beri peri masallarının ne olduğuna dair bir fikirleri varmış. Psikologlar bunun bir hazine olduğunu söylüyor ve iş hayatındaki güncel sorunları analiz etmek için çok eski masal motifleri ile çalışıyorlar. "Külkedisi" dirençli bir kişiliği, “Kral Çıplak'' etrafını otoriteye boyun eğen, her söylediğini sorgusuz onaylayanların sardığı kibirli-izole edilmiş yöneticiyi temsil ediyor. ''Bremen Mızıkacıları'' eserinde ekip geliştirme ve iş bölümüyle yaşlı kariyer değiştirenler olarak yıldızları tekrar parlıyor. Haksızlığa uğramış stajyerler ''Hänsel ve Gretel'' sonunda yükselmeyi başarıyorlar. Emekli iktisat profesörü Rolf Wunderer ''yönetim ve masallardan çıkarılan dersler'' hakkındaki kitabına ''Girişimci Olarak Çizmeli Kedi'' adını veriyor. Ayrıca Wunderer “Kırmızı Başlıklı Kız” eserinde motive olmuş ancak sınırlı ölçüde yetkin işçiyi teşhis ediyor.
Her kültürde masal vardır. Gittikçe karmaşıklaşan günlük yaşamda, video oyunlarında, fantezi dizilerinde ve süper kahraman filmlerinde karşımıza çıkıyorlar. Gloria Becker ''Çatışma durumlarıyla nasıl başa çıkılacağı konusunda tavsiyeler veriyorlar,'' diyor. Terapi, işletme danışmanlığı ve pazar araştırmasında temel kalıplar üzerinde çalışan, böylelikle müşterilerinin ''ayakkabının nerede ve neden vurduğunu ve ne yapılması gerektiğini'' anlamalarını sağlayan Kölnlü psikolog: “Her masal resmi kendine özgü bir gelişim alanı içeriyor. Tipik temel psikolojik sorunlar ile bunlarla ilgili korku ve zorlukların yanı sıra bunlarla başa çıkma yolu arasında ayrım yaptıklarını" anlatıyor. Psikolog “Uyuyan Güzel'' ''Cesur Terzi”den başka şeylerle daha fazla meşgul oluyor diyor.
Onunla yapılan bir konuşma hem eğlenceli hem de bilgi doludur. Örneğin, ''Pamuk Prenses'' ulaşılmaz mükemmellik idealinden bahsediyor. Burada sürekli inatçı bir rekabet içerisinde kendini başkalarıyla karşılaştırma ve durmadan aynada kendini seyretme söz konusu. En küçük kusur bile rahatsız edicidir; hiçbir şey yeterince iyi değildir. Meslek hayatında da insan durmadan geri bildirim ister. İçsel motivasyon neredeyse hiç işe yaramaz çünkü kişi sürekli kendini diğerleriyle karşılaştırır. Bu, stresi artırıyor. “Çıta bizzat yükseğe konuyor, kusursuz olmak isteniyor, insan kendini acımasızca süründürür.'' Boş zamanlarda bile mükemmellik ölçüsü geçerli oluyor.
Ancak hatalar kaçınılmaz ve tamamıyla öğreticidir. Masal, insanın bu katı bütünlük iddiasına nasıl çare bulabileceği konusunda bir ipucu veriyor. Yedi cüceler, olabildiği kadar büyük bir bütünü parçalara bölmenin ve işleri ekip olarak ilerletmenin çok faydalı olduğunu anlatıyor. Diğer insanlar, gölgede bırakılacak rakipler olarak değil, özellikle ortak bir çalışmada karşılıklı olarak katkıda bulunanlar olarak görülüyor. Yüzde yüz bir çözüm için takıntılı bir şekilde çabalamadan, daha azıyla tatmin olunabilir
‘BAYAN HOLLE’ İLE OLGUNLAŞMA SÜREÇLERİ
Masallar basit dersler vermeye çalışır ancak gerçeklik çoğunlukla daha karmaşıktır. Becker'e göre “Bayan Holle” yine de masalların iş dünyası analizleri için iyi bir çıkış noktası sunduğunu gösteriyor. Burada çalışkan olma nasihat edilirken, tembellik eleştirilir. Ancak durum her zaman böyle basit değildir. Aksine, gökten altın ve talihsizliğin tahmin edilemez bir şekilde yağması genellikle acı dolu deneyimdir. Örneğin çalışma yaşamında bu, sunulan görevi iyi bir şekilde yerine getirmek için insanın kendini bu işe adadığı şeklinde ifade edilebilir ancak kişi bunun yarısı kadar bile çabalamışken, beklenmedik övgü aldığında bu pek fark edilmiyor. Bu kafa karıştırıcıdır ve bazen sürekli en kötüsünü bekleyerek kendinizi hayal kırıklığından korumaya çalışmanıza neden olur. Becker “Masallardan farklı olarak işin karmaşık gerçekliğinde bazen kendinizi direncinizi sonuna kadar tüketmemenin mantıklı olabileceğini, ancak bir ‘hayır’ ifadesinin size daha fazla yardımcı olamayacağını deneyimlemek de önemlidir: Kişi pişmiş ekmeği hemen fırından çıkarmaz ve her zaman kendini sorumlu hissetmez” dedi. Bazı insanlar yük ne kadar ağır olursa olsun, yetkilendirme konusunda isteksizdir. Masal aynı zamanda Bayan Holle tarafından iyi bakıldığının hissedilmesine rağmen, rahatlık bölgesini terk etmenin zorunluluğundan bahseder: Yenilikler ve yaşam boyu öğrenme korkusu kaçınılmazdır ama bu sıçrayışın bilinmeyene yapılması önemlidir. Kişi kendini bu korkudan kurtarmak için talihsiz Marie (Bayan Holle masalındaki kahraman) gibi sadece herkesin gittiği yolu tercih ederse kendi emeğinin meyvelerinden mahrum kalır. Buna karşın başarısız olma riski alınırsa olgunlaşma süreçleri için iyi bir duyu geliştirilir. Psikolog bunu daha da ileri götürüyor: daha yüksek özgürlük derecesine sahip iş akışları yenilik için alan açtı. “Evden çalışmak tahmin edilenden daha iyi işledi. Korkulan tembellik yerine üretken bir öz yönetim kendini gösterdi.” Güncel çalışmalar bunun en azından çalışanların büyük çoğunluğu için geçerli olduğunu gösteriyor.
SİHİRLİ YARDIMCILAR BUNU DÜZENE KOYMALI
Beyin araştırmacısı Gerald Hüther, masalların çocuk işi değil, özellikle yetişkinlerin ruhları için merhem olduğunu açıklıyor. Masallar dinlemek, onlarla ilgilenmek, günümüzün davranış kalıplarına paralellik aramak ve farklılıklar bulmak aydınlatıcı olabilir. İnsan kendini bir şekilde daha iyi, daha güçlü, daha güvende, daha cesur, daha özgür ve aynı zamanda daha istikrarlı ve köklü hissediyor. Gloria Becker, günlük iş yaşamı hakkında büyük görevleri adımlara bölmek gibi bazı somut dersler çıkarılabileceğini söylüyor. Bu aşırı talepleri hafifletmeye ve çoğunu gerçekleştirilebilir kılmaya fayda sağlıyor. İşte ‘’Kuru Gürültü’’ masalının tam da bize verdiği ders budur. Samanı hemen altına çevirmeye çalışmak yerine, bugün ekmek yapma ve yarın bira mayalamayla daha çok ileri gidiliyor, yani yapılması gereken görevlerin belli bir zaman çizelgesi yaratılmalıdır. Çok iyi düşünülmüş yapılacaklar listelerinin oluşturulması bu ilkeye göre rahatlık vadediyor.
Buna karşılık devasa görünen yapılacaklar listesi herhangi bir eylem arzusunu felç ediyor. Becker, "Birçok kişi, bitirilmiş bir görevin yerine sürekli olarak beş yeni acil görevin geldiğinden yakınıyor ve bu da çözüm çabasını saçmalaştırıyor’’ diye ifade ediyor. Kuru Gürültü hikâyesindeki cin Rumpelstilzchen’e benzeyen kişiler, standartlarını düşürmezlerse ve her şeyi düzeltmesi gereken sihirli yardımcılara bel bağlarlarsa ama bu desteğin bedelini ödememek için insanları kandırmaya çalışırlarsa iş dünyasında başları ciddi bir belaya girer. “Cüce, rengi ve kimliğini ifşa etmek zorunda kaldığında kendi kendini ortadan ikiye bölüyor. Bu vurucu resim zihinsel bölünme mekanizmasını temsil ediyor. Sadece bir el diğerinin ne yaptığını bilmediğinde bu büyük iddia sürdürülebiliyor.” Bu zihinsel olarak çok yorucu bir durum olarak ifade edilebilir. Rumpelstiltskin, cezbedici altın vaadinin, devasa başarısının tadını çıkarmak için sürekli yeniden başlama eğilimindedir, ancak küçük zorluklarda bile gökyüzünden bir ustanın düşmediğini anladığında hemen havlu atar.
"Kurt ve Yedi Oğlak" masalı, yabancılara karşı kendini sınırlayan yakın aile bağlarına odaklanır. Gloria Becker “Masalda kurt hem güvenilmez birinin düşman imajını hem de aşırı talep edilmiş mutlak dayanışmayı temsil eder” diyor. Karmaşa peşindeki yedinci yaramaz oğlak olmadan sakinlik programlanacaktı. Aslında masal onların gözünde gelişimin devamı için bağlantının kesilmesi ihtiyacıyla ilgilidir. “Bu psikolojik mantığa sahip şirket yapıları, çalışanları iyi bir şekilde bütünleştiriyor ve aynı IKEA gibi bir yuva hissi sunuyor. Ama bazen sen diye hitap edilen düz hiyerarşide birdenbire baskın bir ürkütücü komuta sesi şimşek gibi çakıyor. Daha yeni yönetim modellerinde hataya düşülmemelidir.” İyi takımlar ancak iyi yönetilirlerse etkili bir şekilde çalışırlar. Gloria Becker, psikolojik olarak işlerin hiyerarşi olmaksızın gitmeyeceğini söylüyor.
‘DENİZ TAVŞANI MASALI İLE KONTROL BAĞIMLILIĞI’
Ancak psikoterapist, son birkaç on yılda daha fazla kontrol bozukluğu gösteren kişilerin sayısının artmasını eleştirdi. Bu ters-üretken yaklaşım yüksek düzeyde zihinsel çaba ile ilişkilidir. Çalışma dünyasında bu, yoğun bir baskı ve aynı zamanda kontrolü alttan yıkmaya çalışan çabaları yarattı. Sanki çok uzak geleceğe bakıyormuş gibi uzun vadeli planlamaya ihtiyaç duyan şirketler, tüm planlamayı bir tarafa atan tartıya gelmez şeyler için özellikle duyarlı olduklarını kanıtlıyorlar. "Deniz Tavşanı" masalı da kontrol bağımlılığından bahsediyor. Kral kızı bir kulede oturuyor ve her şey görüş alanının içinde. Röntgen bakışından kaçmayı kim başarırsa, onunla evlenmek istiyor. Bu arada 97’si şanslarını boşuna denedi bile.
Yardımsever hayvanların desteklediği bir prens ilk başta bir değil üç deneme şansı elde etmeyi başarıyor. Prens bir deniztavşanına dönüşür ve prensesin saçına, onu bulamayacağı bir yere saklanır. Becker, "Çin ve Singapur gibi bazı ülkelerde hâlihazırda bir gerçeklik olan, ama aynı zamanda internet casusluğunda da endişe verici derecede kapsamlı bir şekilde uygulanan tam gözetleme hayaleti, bu masalda yankılanıyor" diyor. “Google, Facebook, Amazon ve diğer birçok şirket bu masalsı yapıyı somutlaştırıyor ve bu modelle çok para kazanıyor. Yakın çevrede faaliyet göstermiyor, kişisel yakınlık ve samimiyetten kaçınıyor ama kimliğimizin, sevdiğimiz ve hoşlanmadığımız şeylerin mümkün olan en kapsamlı resmini elde etmek ve bunları kârlı ve güçlü bir şekilde kullanmak için en içteki şeyi tam olarak kavramaya çalışıyorlar."
--------------------------------------------
Kaynak: Frankfurter Allgemeine Zeitung
Denizlerde ölümcül tehlike: Su sıcaklığı 2020’de rekor kırdı
2020’de okyanuslardaki sıcaklıklar şimdiye kadar kaydedilen en yüksek sıcaklıklara ulaştı. Araştırmacıların raporuna göre okyanusların 2000 metre derinliğine kadar yapılan ölçümlerde hiç olmadığı kadar yüksek ısı değeri kaydedildi. 2020 yılında denizlerde bir önceki yıldan 20 zetajul, yani 1,3 milyar su ısıtıcısının ürettiği enerji kadar daha fazla ısı emilimi yaşanmıştır. Aynı zamanda deniz katmanlarını giderek daha da birbirinden farklılaşmaktadır.
15-02-2021 00:16

Yazar: Nadja Podbregar
Çeviren: İleri Haber
Okyanuslar iklimin korunması için oldukça önemlidir. İnsanlardan kaynaklı sera etkisinin (dünyada insanların ürettiği ısı) %90 kadarını emer. Ancak bu derece enerji ve ısı alınımı deniz sularını oldukça etkilemektedir. Denizler ve okyanuslar gittikçe ısınmakta ve sıcak su akıntıları sıklaşmaktadır. Bu durumdan hem balıklar, yengeçler, mercanlar gibi deniz canlıları hem de deniz akıntıları ve sulardaki oksijen yoğunluğu etkileniyor.
Denizlerdeki “ısı eğrisi” hakkında yeni veriler paylaşıldı. Çin Bilimler Akademisinden Lijing Cheng önderliğindeki uluslararası araştırma ekibi, dünyanın farklı bölgelerinde su yüzeyinden 2000 metre derine kadar yapılan sıcaklık, tuzluluk ve ilgili diğer ölçüm verilerini değerlendirdi. 1955 yılına kadar geriye giden iki bağımsız veri araştırmanın temelini oluşturdu.
60 YILDA 380 MİLYAR JUL ISI EMİLİMİ
Verilere göre 2020 yılında okyanuslar rekor sıcaklıklara ulaşmıştır. Eldeki ölçümlere bakıldığında 2000 metre derinlikteki sular hiç bu kadar sıcak olmamıştı. Araştırmacı Cheng ve ekibine göre 1960’tan bu yana yaklaşık 380 zetajul ısı emdi. Bu değer 380 trilyon jul ve bir yıl boyunca güneşten dünyaya gelen bütün enerjinin 1/10’una denktir.
Araştırmacılara göre bu değer, dünyada su seviyesinin termik genleşme yoluyla yaklaşık 47 milimetre yükselmesine yol açmaktadır. Ayrıca ölçümlere göre Akdeniz, tropik denizler ve Kuzey Atlantik ve Güney Okyanusu (Antarktika’yı çevreleyen su kütlesi) önemli derecede ısındı. Hint Okyanusu’nda ise 2000 yılından beri belirgin bir ısı dalgalanması yaşandı.
REKOR KIRAN 2019 YILINDAN BİLE DAHA SICAK
2020 yılında okyanuslarda önceki yıla kıyasla 20 zetajul daha fazla ısı emilimi yaşanmıştır. Cheng bu değeri her birinin 1,5L kapasiteli 1,3 milyar su ısıtıcısının kaynattığı suya eşdeğer tutuyor. 1986’dan günümüze kadar okyanusların yıllık ısı emilimi yaklaşık 9 zetajuldur. Bu sayı 1958 ile 1985 yılları arasındaki ortalama değerlerin neredeyse 8 katıdır.
Cheng, “Su sıcaklıklarının bu derece artması iklim değişikliğinin doğrudan göstergesidir. Ölçtüğümüz değerler uzun süredir büyüyen küresel ısınmayı gözler önüne seriyor” diyor. Değerler ayrıca okyanusların iklim değişikliğine nasıl yavaş bir şekilde tepki gösterdiğini de gözler önüne seriyor. Karbondioksit emilimi 2020 yılında salgın sayesinde önemli bir derecede azalmış olsa da okyanuslarda yeni bir ısı rekoru kırıldı.
Cheng, “İklim değişikliğini önlemek için öncelikle okyanusların halihazırda yüksek derecede ısı emilimi yaptığını ve atmosferdeki karbondioksit seviyesinin devamlı bir şekilde düşmediği sürece emilimin devam edeceğini anlamamız gerekir” dedi.
OKYANUS KATMANLARI GİDEREK DAHA DA FARKLILAŞIYOR
Yeni ölçümler ayrıca okyanus ve deniz sularındaki katmanların giderek birbirinden farklı özellikler göstermeye başladığını gösteriyor. Yani su yüzeyine yakın katman, derin katmanlara göre daha hızlı ısınıyor ve bu yüzden katmanlar arasında suyun karışması azalıyor. Aynı zamanda tuz yoğunluğu da farklılık gösteriyor. Cheng’e göre tatlı sular giderek tuzlu olurken tuzlu sular ise daha çok tuzlulaşıyor. Bu iki etki birlikte katmanlar arası oksijen ve besin alışverişini engelleyen, birbirine karışmayan katmanların oluşumuna yol açıyor.
Tüm bu olanlara karşı okyanusların kendini koruma mekanizması: Bilim insanları, “Artan katmanlaşma nedeniyle iklim değişikliğinden kaynaklanan sıcaklıklar okyanus tabanına daha az etki edebilir” açıklaması yaptı. “Ancak bu durum su yüzeyinin daha da çok ısınmasına yol açıyor” deniliyor. Aynı zamanda okyanusların karbondioksit tutma kabiliyetini zayıflatıp bu sayede sera etkisini de azaltıyor.
FIRTINA, YAĞMUR VE ORMAN YANGINLARINA ETKİSİ
Okyanuslardaki değişim hava akımlarını ve nemi etkilediğinden buna bağlı olarak iklim ve hava durumu da etkileniyor. Cheng, “Sıcak okyanuslar ve atmosfer fırtına olduğunda daha yoğun yağış getirir, özellikle kasırgalarda sel riskini artırır” dedi. Su buharları kasırga, tayfun ve siklonlar için yakıt görevi gördüğünden bu afetlerin etkisini daha yıkıcı hale getiriyor. Bazı bölgelerin de değişen hava akımları nedeniyle daha kuru olmasına yol açıyor. Cheng, 2020’de Avustralya’da yaşanan yangınların gelecekte daha sık yaşanabileceği uyarısında bulundu.
------------------------------------------------
Kaynak: Scinexx