Evet, polisi kaldırmak istiyoruz

Evet, polisi kaldırmak istiyoruz

"Bir toplum olarak, beynimiz öylesine yıkanmış bir halde ki problemlerimizi polisleri çağırarak ve insanları hapishaneye kapatarak çözüyoruz. Çoğu kişi şiddete çözüm olarak hapishaneler ve polisler dışında herhangi bir şeyi hayal edemiyor"

Yazar: Mariame Kaba

Çeviren: Muhammed Eroğul

Evet, polisi kaldırmak istiyoruz. Çünkü herhangi bir gelişme yaşanmayacak.

Demokratlar, polis tacizini tespit etmeyi ve bunun takibini kolaylaştırmayı istiyor; Joe Biden, polis karakollarına 300 milyon dolar bütçe vermekten yana. Fakat, bunun gibi özgürlükçü reformlarla polis şiddetini sonlandırma yönündeki çalışmalar neredeyse bir yüzyıldır başarıya ulaşamadı.

Evet, polis reformu pek mümkün değil. Polis şiddetini ortadan kaldırmanın tek yolu, halkla polis arasındaki teması azaltmaktır.

Amerika Birleşik Devletleri tarihinde, polislerin siyahiler karşısındaki şiddet tutumlarının olmadığı tek bir dönem bile yoktur. Güney yerleşimlerdeki polislik, 1700 ve 1800’lü yıllarda köle devriyelerinin kaçan köleleri yakalayıp geri getirmesiyle ortaya çıkmıştır. Kuzey yerleşimlerinde ise, 1800’lerin ortasında belediyelere bağlı polis merkezleri; işçi grevlerini ve zenginlere karşı olan ayaklanmaları bastırmaya yardımcı olmuştur. Süregelen durumu korumak için (statüko) ötekileştirdikleri halklara her yerde baskı uyguladılar.

Yani, bir polis memurunun dizlerini, siyahi bir adamın boynuna o ölene dek bastırdığını gördüğünüzde, Amerika’da polisliğin makul sonuçları ortaya çıkmaktadır. Bir polis memuru siyahi birine vahşice davrandığında, işinin bunu yapmak olduğunu düşünmektedir.

İki hafta boyunca ülke genelinde yapılan protestolar, bazı kesimlerin polislere sağlanan bütçeyi kesilmesi için çağrı yapmaya itti. Öte yandan diğerleri ise bunu yapmanın bizi daha güvensiz bir hale getireceğini savundu.

Üzerinde durulması gereken ilk şey, polislerin yaptığını düşündüğünüz şeyleri yapmadıklarıdır. Zamanlarının çoğunu; gürültü şikayetlerine, park problemlerine, trafik sorunlarına ve diğer suç içermeyen konularla ilgilenmekle harcıyorlar. Brooklyn Üniversitesinde Polislik ve Sosyal Adalet Projesi Koordinatörü olan Alex Vitale, Jacobin Dergisi ile olan röportajında şu cümlelere yer verdi: “Polislerin kötü adamları yakaladığı, banka hırsızlarını kovaladığı, seri katilleri bulduğu öğretildi bize. Fakat bu tamamen ‘bir efsane’. Polislerin büyük çoğunluğu, yılda bir önemli bir suçtan tutuklama yapmaktadır. Aynı yıl içerisinde ikincisini yaptıklarında, ayın polisi ilan ediliyorlar.”

Suçluların en kötüsüne odaklanmaları için iş tanımlarını değiştiremeyiz. Yapacakları şey bu değil.

Üzerinde durulması gereken ikinci şey ise, “güvenli” bir dünya; polislerin siyahileri ve diğer marjinal kişileri tutukladığı, hapsettiği, şiddet uyguladığı ve ölüm tehditleri yoluyla kontrol altında tuttuğu bir dünya değildir.

Yıllardır polislerin kaldırılması için uğraşıyorum. Polis gücüne olan bakışınızı bir kenara bırakırsak, polislerden kurtulmak mı istiyorsunuz yoksa daha az şiddet davranışlarında bulunmalarını mı istiyorsunuz; hepimiz için ortak bir istek var: Polis sayısını ve bütçelerini yarıya indirin. Daha az polis demek; insanları öldürmeleri ve onlara şiddet uygulamaları için daha az imkan demek. Bu fikir, Minneapolis, Dallas, Los Angeles ve diğer şehirlerde ilgi toplamaya başlıyor.

Tarih, şu an nasıl davranmamız konusunda bize bir kılavuz sunduğu için değil; gelecekte daha iyi sorular sormamıza yardımcı olabileceği için yol göstericidir.

Lexow Komisyonu, 1894 yılında New York’ta polis şiddetine ilişkin ilk önemli ölçüdeki araştırmayı üstlendi. Tarihçi Marilynn Jonson’un yazdığı üzere, o yılda polislere karşı olan en yaygın şikayet; coplarıyla ve sopalarıyla polislerin vatandaşları dövme rutini olan “clubbing” idi.

Ceza yargılaması sistemini araştırmak ve “yasak” zorlaması problemini çözmek için bir araya gelen Wickersham Komisyonu, acımasız sorgulama yöntemlerine ilişkin kanıtların da dahil olduğu sert bir iddianame sundu. Suç, polisin yeteri kadar profesyonel olamamasına atıldı.

1967 yılındaki kentsel ayaklanmalardan sonra, Kerner Komisyonu; “polis davranışlarının”, gözlemlenen 24 kargaşanın 12’sinde şiddet olayları yaşanmadan önceki “nihai” sebepler olduğunu tespit etti. Raporda, polislerin daha uygun davranışlarda bulunmasını sağlamak için, “gettolardaki polis operasyonlarını gözden geçirmek” ve “yasaların uygulanması için topluluk desteği yaratmak” gibi bilinen bir dizi tavsiye listelendi.

Komisyonlar şiddeti durdurmadı; ne zaman polis şiddeti protestolara yol açsa, bir tür ayaklanma karşıtı işlevi gördüler. 1991 yılında polisin Rodney King’i dövmesine karşın benzer reformlara çağrılar yapıldı. Michael Brown ve Eric Garner’in öldürülmesi sonrası tekrar tekrar ayaklanmalar çıktı. Obama yönetiminin Başkan’ının 21. Yüzyıl Polisliği Üzerindeki Görev Gücü’nün nihai raporu, sorunlu polisleri önceden tespit etmek için; örtük ön yargı eğitimi, polis-topluluk dinleme oturumları, güç kullanma politikalarında ve sistemlerde küçük değişiklikler gibi prosedür düzenlemelerinin yapılmasını içerdi.

Bu kurulun bir üyesi olan Tracey Meares bile, “polislik, yeni değişiklikler gelmeden önce kaldırılmalıdır” sözlerini ifade etti.

Bu reformları destekleyen felsefe ise daha fazla kuralın daha az şiddet oluşturacağı yönündedir. Fakat polisler her zaman kuralları gözardı etmeye devam edecektir. Geçen yıl olan olaylara bir göz atın; polisler lastikleri kesiyor, yaşlı adamları kameralara itiyor, gazetecileri ve protestocuları tutuklayarak yaralıyordu. Bu polisler, tepkiler konusunda Daniel Pantaleo’dan daha endişeli değiller. Pantaleo, Eric Garner’ın ölümüne onu boğarak sebep olan New York’taki eski bir polistir. Bu olay gerçekleşirken olayı çeken kameramana el sallamıştı. Polis sendikalarının onu destekleyeceğini biliyordu ve haklıydı. İşinde çalışmaya beş yıldan fazla bir süre devam etmişti.

Minneapolis bu “en iyi uygulamaların” çoğunun denedi, fakat 20 yıldan fazla bir sürede 17 şiddet suçu bulunmasına rağmen Derek Chauvin’i engelleyemedi. Bu da tüm dünyanın Derek Chauvin’i, George Floyd’un boynuna neredeyse 9 dakika boyunca diziyle baskı uygulayarak nefes alışını kesmesini izlemesiyle sonuçlandı.

Neden hala aynı reformların işe yarayacağını düşünüyoruz? Taleplerimizi değiştirmemiz gerek artık. Polis şiddetini azaltmanın en iyi yolu polisin gücünü, yani; bütçelerini kesmek ve sayılarını azaltmaktır.

Fakat beni yanlış anlamayın. Halklarımızı şiddet görmeye terk etmiyoruz. Tek isteğimiz polis merkezlerini kapatmak değil, onları kullanılmayan bir hale getirmek istiyoruz.

Polis merkezlerine aktarılan milyonları; sağlık hizmetleri, barınma, eğitim ve iyi işlere sağlamaya yönlendirmeliyiz. Eğer bunu yaparsak, ilk etapta polise olan ihtiyacımız azalacaktır.

Toplumumuzda şiddeti engelleyecek başka yollar bulabiliriz. Eğitimli “toplum bakımı çalışanları”, biri yardıma ihtiyaç duyduğunda akıl sağlığı kontrollerini yapabilirler. Kasabalar, insanları hapse atmak yerine onarıcı adalet yöntemleri kullanabilir.

Peki ya tecavüzler? Mevcut yaklaşımımız hala aynı. Aslında çoğu tecavüzcü mahkeme salonunun içini bile görmemiştir. Cinsel suistimale maruz kalan insanların üçte ikisi hiç kimseye şikâyette bulunmuyor. Polis raporlarında bulunanlar ise çoğunlukla bir çözüme ulaşmıyor. Ek olarak polislerin kendisi cinsel istismar suçunu büyük ölçüde işlemekteler. 2010 yılındaki bir çalışma, cinsel suistimalin; polis şiddetinin en çok rapor edilen ikinci türü olduğu sonucuna vardı. 2015 yılında Buffalo News; her beş yılda bir, bir polisin cinsel suistimalden yakalandığı aktardı.

İnsanlar, özellikle beyazlar, polissiz bir dünya hayal ettiklerinde; bizimki kadar şiddetli, sadece hukuki yaptırımı olmayan bir toplumu tasvir ediyorlar ve ürperiyorlar. Bir toplum olarak, beynimiz öylesine yıkanmış bir halde ki problemlerimizi polisleri çağırarak ve insanları hapishaneye kapatarak çözüyoruz. Çoğu kişi şiddete çözüm olarak hapishaneler ve polisler dışında herhangi bir şeyi hayal edemiyor.

Ancak benim gibi hapishaneleri ve polisliği ortadan kaldırmak isteyen kişiler; bireysellik yerine iş birliği ve kendini korumak yerine ortak yardımlaşma üzerine kurulu farklı bir toplum vizyonuna sahipler. Barınmada, yiyecekte ve eğitimde harcayacak milyonlarca ekstra dolarımız olsaydı ülkemiz nasıl olurdu? Toplumdaki bu değişim bir anda gerçekleşemez, fakat protestolar; çoğu insanın farklı bir güvenlik ve adalet vizyonunu kucaklamaya hazır olduğunu gösteriyor.

Sokaklar sakinleştiğinde ve insanlar tekrardan daha fazla siyahi polise ihtiyacımız olduğunu ya da daha fazla sivil inceleme kurulları oluşturmamızı önerdiğinde, umarım bu çabaların hiçbir zaman başarıya ulaşmadığını hatırlarız.

Kaynak: The New York Times

DAHA FAZLA