Eşsiz ve ütopik bir tarih anlatısı: Kadınlar Ülkesi

Eşsiz ve ütopik bir tarih anlatısı: Kadınlar Ülkesi

Tamamen kadınlardan oluşan bir uygarlığı fethetme hayaliyle yaptıkları gezi neticesinde erkekliklerinin onlara gurur veren yönlerine ve kendi uygarlıklarına dair birçok konuyu sorguladıkları diyaloglar oldukça ufuk açıcı. Gilman, toplumsal cinsiyet rolleri tartışmasını komik ve öğretici bir üslup ile derinleştiriyor, kadınlık ve erkekliğin sıkıştırıldığı kalıpları kırıyor.

Rojda Bakan

Feminist edebiyatın önemli temsilcilerinden, sosyolog Charlotte Perkins Gilman’ın feminist ütopyanın ilk örneklerinden biri olarak görülen “Kadınlar Ülkesi”, Ekim 2018 tarihinde İthaki Yayınları tarafından okurlarıyla buluşmuştu. İlk kez 1915’te yazarın kendisinin çıkardığı “The Forerunner” dergisinde tefrika halinde yayımlanan kitap, 1979 yılında kitap olarak basılmıştır. Dönemin politik değişimlerine ve kadınların toplumda eşit bireyler olma mücadelesine de ışık tutarken ideal toplumu kadınların perspektifinden anlatan radikal feminist izler taşıyan öncü bir ütopik romandır.

Gilman, yaşamı boyunca kadınların yaşadığı adaletsizlikler için mücadele etmiş, kadınların oy hakkını savunmuştur. Sanat öğretmenliği ve mürebbiyelik yaparken isteksizce bir evlilik yapması üzerine depresyona girmiş, bu süreç zihinsel bir çöküş yaşamasına sebep olmuştur. İyi bir eş ve anne olmak ile yazar olmak arasında kalan Gilman, psikolojik sorunlarının kaynağının evliliği olduğunu düşünerek boşanma davası açmıştır. Boşandıktan sonra ikinci evliliğini yapan yazar, eşini kaybedince kızının ailesinin yanına taşınır. Göğüs kanseri teşhisi koyulduktan sonra hastalığın üretkenliğini engelleyeceğini düşünerek intihar eder. En bilinen kitabı ise “Sarı Duvar Kağıdı”dır.

“Kadınlar Ülkesi”; macera ve keşif tutkusuyla hareket eden üç erkek araştırmacının sadece kadınların yaşadığı 2000 yıllık anaerkil medeniyeti bulduğu, Kadınlar Ülkesi’ndeki yaşam pratiklerini deneyimleyip eril anlayışı derinlemesine sorguladıkları bir süreci anlatıyor. Bu üç araştırmacıdan Terry O. Nicholson zengin ve keşif tutkunu; Jeff Margrave botanikçi, şair ve tıp doktoru; anlatıcı Vandyck Jennings ise sosyologdur. Yön konusunda kimsenin “ötede”, “orada”, “yukarıda” dışında bir şey söyleyemediği; kimsenin gitmeye cesaret edemediği ve hiçbir erkeğin yaşamadığı bu ülkeye üç maceraperest gitmeye karar verdikten sonra “eğlence” başlıyor.

PERVASIZ GİRİŞİMLERDEN MÜMKÜNLÜKLER DÜNYASINA

Yolda karşılaşabilecekleri durumlara ilişkin tahminlerde bulunurken söz konusu ülkeye “Feminizya” demekten, varsayımda bulunup alay etmekten geri durmuyorlardı. Jeff gülleri, bebekleri, kanaryaları, mevsimleri düşünürken, Terry de kadınları düşlemek dışında genişletmiyordu ufkunu. Vandyck’in ise öngörüsü anaerkil bir topluluğun söz konusu olduğu ve erkeklerin ayrı bir bölgede yaşadığı yönündeydi.

“Böyle bir yerin varlığı pek mümkün değil gerçi. Aralarında kavga edip dururlardı. Kadınlar hep kavga eder, herhangi bir düzen veya tertip beklememeliyiz.”

“Aynen öyle, birbirleriyle kapıştıklarından eminim, ayrıca herhangi bir icat veya gelişim de beklemeyelim, son derece ilkel bir toplulukla karşılaşacağız.” (s.17)

Kadınların erkekler olmadan bir düzen kurabilmiş ve birçok alanda gelişmiş olması fikrinin ataerkil sistemde yetişmiş erkekler için nasıl zor idrak edildiği yazar Gilman tarafından hiciv dolu mizahi bir üslup ile anlatılıyor.

“Sadece kadınlar vardı… ve çocuklar,” dedi Jeff heyecanla.

“İyi de görünüşleri… Medeni bir ülke burası resmen!” diye çıkıştım. “Mutlaka erkekler de olmalı.”

“Tabii ki erkekler de vardır, dedi Terry. “Hadi onları bulalım.” (s.21)

Terry, Jeff ve Vandyck ülkenin bunca gelişmişliğine, düzenine ve temizliğine şaşkınlık dolu gözlerle bakarken anlatıcı Vandyck, “İktidar hissinin verdiği küstahlığımıza rağmen etkilenmiştik.” itirafında bulunuyor.

Kadınların her zaman bir koruyucuya ihtiyacı olacağına, güçsüz ve hassas varlıklar olduğu fikrine büyük darbeler vuran durumlarla karşı karşıya kalıyorlar.

“Üç gözüpek, küstah çocuktan başka bir şey değildik ve bilmediğimiz bir ülkeye, yanımıza kendimizi savunacak hiçbir şey almadan girmiştik. Burada erkekler varsa bir şekilde savaşırız diye düşünmüştük, sadece kadınlar varsa da eh, zaten onlar bir sorun teşkil etmezdi.” (s.34)

Yukarıdaki alıntı, eril kültürün bireylerin kadına bakışı nasıl şekillendirdiğine iyi bir örnek. Kadınların bir tehlikeye karşı kendini savunamayacağı, bir tehlike oluşturmayacakları fikrine olan inancı gözler önüne seriyor. Tarihe bakıldığında, savaşlarda kaybeden taraftaki kadınların, çocukların ve değerli eşyaların savaş ganimeti olarak görüldüğünü hatırlarız. Burada da kendilerince “zararsız” kadınlara karşı kendini savunmaya gerek görmeyen erkeklerin kibirini görüyoruz. O kibrin nasıl altüst olduğunu da tabi!

ÜTOPYALAR GÜZELDİR

Keşfetmeye başladıkları bu kadınlar ülkesinin yönetim biçimini, inançlarını, kültür ve ekonomisini gittikçe yakından tanımaya başlayan araştırmacılar, yalnızca kadınların yaşadığı bir ülkede ne kadar çok şeyin iyi ve güzel yapılabildiğini gördükçe kendi iki cinsiyetli ataerkil dünyalarıyla bu dünyanın karşılaştırmasını yapmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar. Her ne kadar Terry, Kadınlar Ülkesi’nin başarısını içselleştiremeyip saldırgan ve reddeden bir tavır sergilese de sakin, ağırbaşlı, bilge ve korkusuz kadınlar bu davranışları asla kabul etmiyor, eleştiriyor ve barışçıl bir şekilde çözüme kavuşturuyorlar.

Kadınlar Ülkesi’nde bireyler doğa ve bedenleriyle tamamen barışık ve uyum içinde hareket etmektedir. Dayatmalardan, rekabetten ve peşin hükümden uzak; sakin, paylaşımcı ve dinlemeye açık tavırlarıyla bu zor üç araştırmacıyla birlikte yaşadıkları toplumsal düzeni birbirlerinden öğrenerek sabır gerektiren bir eğitim süreci geçiriyorlar.

Tamamen kadınlardan oluşan bir uygarlığı fethetme hayaliyle yaptıkları gezi neticesinde erkekliklerinin onlara gurur veren yönlerine ve kendi uygarlıklarına dair birçok konuyu sorguladıkları diyaloglar oldukça ufuk açıcı. Gilman, toplumsal cinsiyet rolleri tartışmasını komik ve öğretici bir üslup ile derinleştiriyor, kadınlık ve erkekliğin sıkıştırıldığı kalıpları kırıyor.

Kitapta veganlık, hayvanseverlik, et ve süt endüstrisi üzerine de doyurucu tartışmalara rastlıyoruz. Kadınlar Ülkesi’nde hayvanların sütünü insanlar kullanmıyor, erkeklerin geldiği dünyada ise hayvanlar sütleri ve etleri için besleniyor insanlar tarafından. Bu konu tartışılırken kadınlar şaşkınlıklarını gizleyemiyor, bir ineğin sütü insanlar için kullanılırken buzağıya yeterince süt kalıp kalmadığını sorguluyorlar haliyle.

“Bu tatlı suratlı üç kadına, buzağının annesinden de kendi besininden de zorla ayrıldığını anlatmak bir hayli sürdü. Bu konuşma da nihayetinde et sektörüne bağlanmıştı ki kadınlar anlattıklarımızı yüzleri adeta bembeyaz kesilerek bir süre dinledi, ardından müsaade isteyip yanımızdan ayrıldı.”

Kadınlar Ülkesi’nin geçmişi denize doğrudan kıyısı olan bir coğrafyada yaşayan çok eşli ve köleliğin var olduğu bir topluma dayanıyor. Geniş toprakları olan bu toplumun, dağlarının ardından geri kalan topraklarına gitmelerini sağlayan bir de geçitleri varmış. Gemileri, ticareti, ordusu ve kralı olan bu toplum; yaşadığı savaşlar neticesinde kırılmış, erkeklerin çoğu hayatını kaybetmiş. Geri kalanlar ise kendilerini korumak için iç bölgelere yerleşmeye başlamışlar. Ancak bir volkanik patlama sonucu geçit yıkılmış, dış dünya ile tüm bağlantıları kopmuş. Köleler hariç kurtulan erkek sayısı az olunca köle isyanı başlamış, köleler tüm sahiplerini öldürmüş, kadınları kendilerine ayırıp ülkeye hâkim olmayı amaçlamışlar.

Tüm bu olanlardan sonra kadınlar da çaresizce boyun eğmeyi değil, ayaklanıp isyan etmeyi seçmiş ve bu isyanları zaferle sonuçlanmış. Büyük bir enkazla baş başa kalan kadınlardan kimileri umutsuzluğa kapılsa da birbirlerinden güç alıp kolları sıvamış ve küllerinden doğan bir ülke yaratmışlar.

Mevcut olanı eleştirmek ve ideal düzenin tasviri, ütopik edebi eserler ile her zaman hem keyifli hem de öğretici olmuştur. Bu romanın erkekler dünyasında kadın olmanın zorluklarına dair farkındalık yaratma konusunda yazıya sığmayan birçok detaya sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Yazıldığı tarihten günümüze kadar hala geçerliliğini koruyan tartışmalara yer vermesi de toplumsal cinsiyet rollerini ne kadar kırdığımızı ve ne kadar ilerlediğimizi düşündürüyor.

KÜNYE: Kadınlar Ülkesi, Charlotte Perkins Gilman, Çev. Sevda Deniz Karaali, İthaki Yayınları, 2018, 216 Sayfa.

 

DAHA FAZLA