Erkan Baş: Saray Erdoğan’ın, gemicikler oğlanların, para damadın ama şehit yoksulun!
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te haftalık basın toplantısı düzenledi. Türkiye’nin olağanüstü bir dönemden geçtiğini belirten Baş, Suriye’de 36 askerin hayatını kaybetmesine ilişkin “Bu insanlar Erdoğan’ın dediği gibi ‘tane’ değil” dedi.
03-03-2020 14:38

İleri Haber
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te partisinin haftalık basın toplantısında konuştu. Türkiye gündemine ilişkin açıklamalarda bulunan Baş, Türkiye’nin olağanüstü bir dönemden geçtiğini söylerken, 27 Şubat Perşembe günü Suriye’nin İdlib kentinde en az 36 askerin hayatı kaybetmesine ilişkin “Bu insanlar Erdoğan’ın dediği gibi ‘tane’ değil… 290 insan, 290 can, 290 acılı anne, baba, eş, sevgili, kardeş, arkadaştan söz ediyoruz” dedi.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş yurdun dört bir yanındaki emekçileri ve alın teriyle yaşayan yurttaşları selamlayarak başladığı konuşmasında İdlib’de hayatını kaybeden askerlerin ailelerine ve yakınlarına baş sağlığı diledi.
AKP’nin Suriye politikasının Türkiye’yi büyük bir batağa sürüklediğini vurgulayan Baş, “Geçen hafta perşembe gecesi Suriye’nin İdlib vilayetinden gelen kara haber, haftalardır hatta aylardır ve yıllardır eleştirdiğimiz Suriye politikasının ülkemizi nasıl büyük bir batağa sürüklediğinin çok ama çok acı bir biçimde yaşayarak görmemize neden oldu” dedi.
Baş, AKP’nin “her ne olursa olsun iktidarda kalmalıyız” anlayışıyla Türkiye halkını ölüme sürüklediğini söylerken “AKP’nin Suriye’den Libya’ya dış politikası tam bir fiyaskodur” dedi.
‘İKTİDARIN YANLIŞ POLİTİKALARININ ACISINI, İKTİDAR ÇEKMİYOR’
Konuşmasında “Halkımızın acılarını yüreğimizde hissediyoruz” diyen TİP Genel Başkanı, “Bir daha böyle acıların yaşanmaması için AKP tarafından piyasaya sürülen ‘sahte milli birlik’ söylemini külliyen reddediyoruz. İktidarın yanlış politikalarının acısını iktidar çekmiyor” dedi.
AKP’nin hatalarının acısını halkın çektiğini vurgulayan Baş, “Tam bu nedenle bugün her zamankinden daha yüksek bir sesle, her zamankinden daha kararlı biçimde bu politikalara karşı sesimizi yükseltmemiz gerekiyor” dedi.
Konuşmasının devamında Türkiye’nin ve halkın çıkarlarının AKP’ye karşı kararlı bir duruştan geçmekte olduğunu söyleyen Baş, “Toplumsal ve tarihi dinamiklerimize ‘stratejik derinlik’ denilen saçma dış politika teziyle başlayan ve bedeli ne olursa olsun tek adam yönetimini sürdürmeyi hedefleyen totaliter saplantının sonucu olan bu sürece artık kesin olarak son vermek zorundayız” dedi.
‘AKP KONTROLÜ TÜMÜYLE KAYBETMİŞ DURUMDA’
Erkan Baş, daha önce yaptığı konuşmalarda AKP’nin politikalarının sonunun yıkım olacağı konusunda uyarılarda bulunduğu hatırlatırken, “Bunları söyleyen herkes gibi bizler de iktidarın hedefi haline getirildik. Ne teröristliğimiz kaldı ne vatan hainliğimiz…” dedi.
AKP’nin kontrolü tamamen kaybettiğini belirten TİP Genel Başkanı, konuşmasının devamında şunları söyledi:
“İktidar geldiğimiz aşamada tümüyle kontrolünü kaybetmiş durumda. Geçtiğimiz perşembe gecesinden bu yana iktidar tarafından yapılan açıklamaları da dikkatle dinliyoruz, ortada en küçük bir sorumluluk duygusu en küçük bir akıl olmadığını söylememiz gerekiyor.”
‘İLK İŞLERİ SOSYAL MEDYAYI KAPATMAK OLDU’
Perşembe gecesi İdlib’de yaşanan saldırının ardından AKP’nin ilk işinin sosyal medyayı kapatmak olduğunu söyleyen Baş, “Yandaş basın zafer haberleri ile durumu manipüle etmeye çalıştı” dedi.
‘DEVLET ADINA HATAY VALİSİ KONUŞTU’
Saldırının ardından hiçbir yetkilinin açıklama yapmadığını belirten Erkan Baş şöyle konuştu:
“İktidar cephesinden tek bir yetkili ortalıkta görünmezken birkaç saat sonra çıka çıka devlet adına Hatay Valisi halkın karşısına çıktı.
Bu durum izahı mümkün olmayan büyük bir skandaldır. Halka doğruları söylemeye cesareti olmayanların, yalana manipülasyonlara sığındıkları apaçık gün yüzüne çıkanların söylediklerine bundan sonra nasıl inanacağız?
Tüm Türkiye nefesini tutmuş, ne olduğunu, neler olduğunu anlamaya çalışırken haber kaynaklarını engellemek, elindeki medya olanaklarını yalanlar yaymak üzere topyekûn seferber etmek AKP’nin yaklaşımının en özet hallerinden birisidir.”
‘TÜRKİYE TAYYİP ERDOĞAN MIDIR?’
Cumhuriyet tarihinin en ağır saldırısının ardından Meclis’in olağanüstü toplanmadığını belirten Erkan Baş “Cuma günü itibarıyla resmi rakamlarla 33 insan hayatını yitirmişken üstelik bu Cumhuriyet tarihinin en ağır saldırılarından biriiyken CHP’nin çağrısına rağmen ortada olağanüstü bir durum yok diyebilmek tanımlanabilir bir durum değildir” dedi.
TİP Genel Başkanı konuşmasına şöyle devam etti:
“Dışişleri Bakanı çok yoğun Katar Emiri ile görüşüyor…
Ömer Çelik soruyor… ‘Suriye Esed midir?’
Biz de soruyoruz Türkiye Tayyip Erdoğan mıdır?”
‘SARAY ERDOĞAN’IN, PARA DAMADIN, ŞEHİT YOKSULUN…’
Savaş kararını TBMM’nin alması gerektiğini ve bu kararın da insani, vicdani ve hukuki bir tarafının olmadığını söyleyen Erkan Baş, savaşta yoksulların çocuklarının öldüğünü belirterek “Lüks araçlarla yoksul mahallelerin, kerpiç evlerin yanlarında fotoğraflarını görüyoruz. Lüks içinde yaşamları devam etsin diye yoksul insanların evlatlarına ölüm emri verenler, tarihten verdikleri örneklerle cehaletlerini sergiliyorlar.
Mustafa Kemal Libya’dayken orası Osmanlı toprağıydı. İdlib, Türkiye sınırları içerisinde midir? Mustafa Kemal Çanakkale’de askerlerine ölüm emri verdiğinde Saray’da oturmuyordu.
İki oğlu askerlik yapmayan kendisi de aktarılanlara göre kantin subayı olan Erdoğan’ın şehitliği kutsayan nutuklar atması ikiyüzlülük değilse nedir?
Saray Erdoğan’ın, gemicikler oğlanların, para damadın ama şehit yoksulun ve durmadan nutuk atıyorlar… Bu gidişata derhal son verilmesi gerekiyor” dedi.
‘KAPALI OTURUMU KABUL ETMİYORUZ’
Meclis’te kapalı oturumun yapılacağını basından öğrendiğini ve Meclis’in böyle bir kararının olmadığını söyleyen TİP Genel Başkanı konuşmasına şöyle devam etti:
“Bu Meclis’in iradesine ipotek koyma girişimidir, Meclis’in iradesini engelleyen bir yaklaşımdır. Bunu kabul etmiyoruz.
Daha önemlisi böylesi önemli bir gündemde kapalı oturum yapılmasını kabul etmiyoruz. Yani madem olağanüstü bir şey yok iktidar üç gün öncesinde yapılan çağrıya ‘Olağanüstü bir durum yok, olağan toplantımızı yapacağız’ dedi, şimdi olağan toplantı yapılacak ama sırf iktidar gerçeklerin halk tarafından görünmesini istemediği için bu toplantıyı kapalı yapmaya karar vermiş.
Bu ülkenin yoksul emekçi çocuklarını ölüme gönderiyorsanız, bu insanlar neden ölüme gönderildiklerinin tartışıldığı Meclis’i izlemek durumundalar. Neyi saklıyorsunuz, halktan gizleyecek neyiniz var?” dedi.
‘SURİYELİ GÖÇMENLERİ PİYON GİBİ KULLANIYORLAR’
Konuşmasında AKP’nin Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin Avrupa’ya geçmesi için sınır kapılarını açmasına da değinen Erkan Baş konuyla ilgili şunları söyledi:
“O kadar büyük bir insani sınavdan geçiyoruz ki… Bir taraftan yüreğimiz yanıyor bu ülkenin evlatları iktidarın çıkarlarına uygun biçimde bir savaşa doğru sürükleniyor ve hayatlarını kaybediyorlar, diğer taraftan yıllardır Ensar-Muhacir denklemi üzerine siyaset yapan bir Tayyip Erdoğan ile karşı karşıyayız.
Kuran’dan ayetlerle, tarihten örneklerle çeşitli biçimlerde Ensarlık, Muhacirlik anlatıldı şimdi ilk sıkışmada Suriyeli göçmenleri insan olduğunu bile unutup bir koz gibi, sanki satranç tahtasında bir piyon öne sürüyormuş gibi Suriyeli göçmenleri sınır dışına doğru sürüklüyorlar. Kapılar açıldı isteyen gitsin deniyor.
Bu ikiyüzlülüktür, bu riyakârlıktır, bu insanlık dışı bir yaklaşımdır. Bu insanların ülkesinin yanmasında, yıkılmasında, parçalanmasında doğrudan bu iktidarın politikalarının payı vardır. Bu insanlar neden vatansız kaldılar, neden yerlerinden yurtlarından göç etmek zorunda kaldılar? Burada bu iktidarın sorumluluğunu hatırlatmak istiyoruz.
Hem insanların ülkesinin yakılıp yıkılması sürecine katkı koyacaksınız hem o insanları bugün ‘artık işinize yaramadığını’ düşündüğünüz için bir koz olarak kullanıp Avrupa kapılarına doğru yürüteceksiniz!”
İLGİLİ HABERLER
Kadıköy Dayanışma Ağı'ndan Valiliğin 'açık alanda yemek dağıtımı' açıklamasına yanıt: Yan yana gelişlerimizden korktuklarını biliyoruz
İstanbul'da Valiliğin 'açık alanlarda yemek dağıtılmasını uygun görmediğine dair' açıklamasına, yoksullaşan yurttaşlarla dayanışmada bulunan Kadıköy Dayanışma Ağı (KDA) tepki gösterdi.
16-01-2021 22:08

İleri Haber
Türkiye'nin ekonomik olarak büyüdüğü iddialarının aksini gösteren sokaklarda, yoksullaşan yurttaşlarla dayanışmak için yapılan etkinliklere ilişkin İstanbul Valiliği tarafından sokakta yemek dağıtımının uygun olmadığı yönünde bir açıklama yapıldı. Konuyla ilgili KDA, "Sadece holdinglerin silinen vergi borçları ile milyonlarca yoksulun ihtiyacı karşılanabilirken bugün tercih ettikleri yoksulun içtiği bir kap sıcak çorbasını yasaklamaktır" ifadeleriyle tepki gösterek şu açıklamada bulundu:
İstanbul Valiliği dün açık alanlarda yemek dağıtımını uygun görmediğini açıkladı.
Bizler pandeminin ilk ayından itibaren kurulmuş, yerelde dayanışma şiarıyla bir araya gelmiş Kadıköy Dayanışma Ağı’yız. Mart ayından itibaren sokakta yaşayan dostlarımıza sıcak yemek çıkarıyoruz. Kepenklerin indiği, sokakların yasaklar sonrası kaderine terk edildiği, insanların soğuklarda çaresizce kaldığı bu soğuk günlerde bir sıcak çorbayı onlara ulaştırmaya çalışıyoruz.Neredeyse bir seneye varacak olan pandemi koşullarında, işsizliğin dalga dalga arttığı, esnafların batma noktasına geldiği, emekçilerin aralıksız çalışmak zorunda bırakıldığı, sağlıkçıların her gün öldüğü, açlık intiharlarının durmadan devam ettiği, bir maskenin insanlara ulaştırılamadığı günlerden geçtik, geçiyoruz.
Bu koşullar altında bizler ilk günden itibaren yerelimizi aşan sınırlarda ücretsiz maske ve siperlikler dağıttık, sağlıklı fidelerle kent bostanları yaptık, çocuklar için kıyafet, kitap ve bilgisayarı olmadığı için derslerini takip edemeyen ögrencilerimize bilgisayar kampanyası düzenledik, gıda kolilerini evlerine ulaştırdık, sıcak yemek ve dahası için yan yana geldik. Hemen hemen her şeye hatta içtiğimiz suya dahi vergi ödediğimiz bir sistemde sokakta yaşayan dostlarımızın ihtiyacını devletin karşılaması gerekirken bugün bizlerin onlar için hazırladığı yemeklerin yasaklanıyor olması kabul edilebilir değildir. Sadece holdinglerin silinen vergi borçları ile milyonlarca yoksulun ihtiyacı karşılanabilirken bugün tercih ettikleri yoksulun içtiği bir kap sıcak çorbasını yasaklamaktır.
Gezi’den bu yana dayanışmalardan, yan yana gelişlerimizden korktuklarını iyi biliyoruz. Ancak onlar için üzücü bizim için ise yaşamın doğal bir parçası olan dayanışmamız, sıcak yemek çalışmamız her zaman olduğu gibi pandemi kurallarına uygun olarak ara vermeden devam edecektir. Sokaktaki dostlarımız ile buluşmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Dayanışma ruhunu taşımaya ve bulaştırmaya devam edeceğiz
İSKİ’den don uyarısı
İstanbul Su Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) tarafından yapılan açıklamada, kentte etkili olan soğuk hava dalgası nedeniyle su sayaçları ve tesisatlarının donma tehlikesine karşı vatandaşları uyardı.
16-01-2021 20:45

İstanbul’da bugün etkili olmaya başlayan soğuk hava dalgası ve kar sebebiyle, İstanbul Su Kanalizasyon İdaresi (İSKİ), su sayaçları ve tesisatlarının donma tehlikesine karşı yazılı bir açıklama yaparak vatandaşları uyardı.
İSKİ yaptığı açıklamasında, ‘’İstanbul’da etkili olan soğuk hava dalgası sebebiyle su sayaç ve tesisatları donma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilmektedir. Su tesisatı ve sayaçlarında donmadan kaynaklanabilecek arızaların önlenmesi için bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir. Açıkta bulunan su boruları soğuk hava ile temas etmeyecek şekilde kapatılmalı ve yalıtım malzemesi ile izole edilmelidir. Sayaçlar açıkta ise kesinlikle muhafaza altına alınmalı ve etrafı soğuğu geçirmeyen izolasyon malzemeleri ile korunmalıdır’’ ifadelerini kullandı.
Usta besteci Muammer Sun yaşamını yitirdi
Besteci ve müzik eğitimcisi Muammer Sun bu sabah Ankara'da hayatını kaybetti. Uzun süredir çoklu organ yetmezliğiyle mücadele eden Sun, 88 yaşındaydı.
16-01-2021 18:03

Türkiye müzik tarihinin usta bestecisi 88 yaşındaki Muammer Sun bu sabah Ankara'da hayatını kaybetti. Kaldırıldığı hastanede çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi.
Sanatçı ve siyasetçiler usta bestecinin ölüm haberinin ardından üzüntülerini dile getirdi.
MUAMMER SUN KİMDİR?
1932’de Ankara’da doğan Muammer Sun, 1946’da Askeri Muzıka Okulu’nda müziğe başladı. Bir yıl sonra 1953’te Ankara Devlet Konservatuarı Kompozisyon Bölümü’ne girip; Ahmed Adnan Saygun’un öğrencisi oldu.
Konservatuarda, Mithat Fenmen ile piyano, Hasan Ferit Alnar ile koro ve orkestra şefliği; Muzaffer Sarısözen ile Türk halk müziği, Ruşen Ferit Kam ile klasik Türk musikisi; ayrıca özel olarak Kemal İlerici ile Türk müziği makamlar sistemi ve armonisi konularında çalıştı.
1960’ta, Ankara Devlet Konservatuarı Kompozisyon Bölümü İleri Yüksek Dönemi’nden Saygun’un öğrencisi olarak “pekiyi” dereceyle mezun oldu. Aynı yıl Ankara Devlet Konservatuarı’na öğretmen olarak atandı.
1975’te İzmir Devlet Konservatuarı’na, 1980’de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na, 1987’de Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na atandı. 1988’de doçent, 1993’te profesör oldu.
1999’da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan emekli oldu. Devlet konservatuarlarında görevli olduğu süre içinde, koro, solfej, armoni, kontrpuan, füg, enstrümantasyon, orkestrasyon, modal müzik ve kompozisyon dersleri veren Sun’un pek çok eseri çeşitli yarışmalarda ödüller kazandı.
Mezuniyetinden sonra Ankara, İzmir, İstanbul Devlet Konservatuvarlarında, Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümünde, Siyasal bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu'nda, Ankara Radyosu'nda öğretmenlik yaptı.
1969 yılında, sanat kurumlarının temsilcisi olarak TRT Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. TRT Ankara Radyosu Çoksesli Korosu 'nu ve TRT Müzik Dairesini kurdu.1971'de Murat Katoğlu'yla birlikte TRT Kültür Sanat Ödülleri Sistemini hazırladı.
1968'de atandığı Milli Eğitim Bakanlığı Müşavirliği sırasında, Çocuk ve Gençlik Koroları Yönetmeliği'ni hazırladı. Bütün Türkiye'de 166 çocuk ve gençlik korosu kuruldu. Koro şeflerine 1968 -1969 yazlarında, Gazi Eğitim Müzik Bölümü öğretmenleriyle birlikte, iki kez yaz kursu düzenledi. Bu kurslara Gazi Müzik Bölümü'nde 40, Sinop kursunda 80 olmak üzere 120 müzik öğretmeni katıldı. 166 koro, ödenekleri kesildiği için 1970'te kapatıldı. Bu korolar ve kurslara katılan müzik öğretmenleri, bugünkü Türkiye'de yaygınlaşan çocuk ve gençlik korolarının temelini oluşturdu.
Sun, 1967 ve 69'da, biri TRT adına; diğeri de TRT ve ODTÜ adına iki büyük folklor derlemesi düzenledi; kendisi de bu derlemelere uzman derleyici olarak katıldı. Haccettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Kompozisyon bölümü öğretim üyeliğinden Ekim 1999'da emekli oldu. Eylül 2004'te Sun Yayınevi'ni kurdu. Muammer Sun, TRT'nin yapımını üstlendiği Kurtuluş ve Cumhuriyet filmlerinin müzikleri yazdı ve geniş kitlelere ulaştı.
Başta SCAMV Onur Ödülü Altın Madalyası olmak üzere çok sayıda ödülün sahibiydi.
Zamlar, artan işsizlik, ekonomik kriz... Ödenemeyen elektrik faturaları çığ gibi büyüyor
CHP'li Güzelmansur faturasını ödeyemediği için elektriğe kesilen abonelere dair bilgileri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez'den istedi.
16-01-2021 14:30

İleri Haber
CHP Hatay Milletvekili Mehmet Güzelmansur, 2019’da 4 milyon faturanın ödenmediği için vatandaşın elektriğinin kesildiğini, 2020’de ekonomik kriz ve artan işsizlikle birlikte ödenmeyen faturaların çığ gibi büyüdüğünü söyledi. Konuyu Meclis gündemine taşıyan Güzelmansur, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
Cumhuriyet Halk Partisi (Hatay) Milletvekili Mehmet Güzelmansur, son 3 yılda vatandaşın elektrik faturasının yüzde 70 oranında arttığını söyledi. Vatandaşın 2020’de yapılan zamlarla elektriğe yüzde 40 daha fazla ödediğini belirten Güzelmansur, “2021’in ilk gününe de %6’lık elektrik zammıyla girdi. Pandeminin ekonomik yıkımlarının üstüne elektriğe zam yağmuru binince vatandaş faturasını ödeyemez oldu” dedi.
‘ÖDENMEYEN FATURALAR ÇIĞ GİBİ BÜYÜYOR’
2019 yılında 4 milyon elektrik faturası ödenemediği için, vatandaşın elektriği kesildiğini hatırlatan CHP’li vekil, 2020’de ekonomik kriz ve artan işsizlikle birlikte ödenemeyen faturaların çığ gibi büyüdüğüne dikkat çekti. Güzelmansur, konuyla ilgili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.
Güzelmansur’un Bakan’ın cevaplamasını istediği sorular şunlar:
1- 2020 yılı sonu itibarıyla Türkiye’deki elektrik aboneliği olan tüketici sayısı kaçtır?
2- 2020 yılı sonu itibarıyla, faturasını ödemediği için, kaç abonenin elektriği kesilmiştir?
3- 2020 yılında borç nedeniyle elektriği kesilen bu aboneliklerin konut, sanayi, ticaret ve tarımsal sulama olarak sayısal dağılımı nedir?
4- 2020 yılında elektriği kesilen abonelerin toplam borcu ne kadardır?
5- 2020’de, faturasını ödeyemediği için elektriği kesilen kaç abonenin borcunu ödedikten sonra elektriği bağlanmıştır?
6- 2020 yılı sonu itibarıyla Hatay’da kaç elektrik abonesi vardır?
7- Hatay’da 2020 yılında, faturasını ödemediği için, kaç abonenin elektriği kesilmiştir? Elektriği kesilen bu abonelerin sayısının konut, ticarethane, sanayi ve tarımsal sulama olarak dağılımı nedir?
8- Hatay’da 2020 yılında elektriği kesilen abonelerin toplam borcu ne kadardır?
9- 2020’de, Hatay’da, faturasını ödeyemediği için elektriği kesilen kaç abonenin, borcunu ödedikten sonra elektriği yeniden bağlanmıştır?
Cumartesi Anneleri’nden 825. hafta açıklaması: ‘Abdullah Canan için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz’
Cumartesi Anneleri, koronavirüs salgını nedeniyle sosyal medyadan yayınladıkları 825. hafta açıklamasında, 1996’da gözaltına alındıktan sonra cansız bedeni bulunan Abdullah Canan için adalet talebinde bulundu.
16-01-2021 12:58

İleri Haber
Cumartesi Anneleri, gözaltında kaybedilen yurttaşların akıbetini sormak amacıyla her cumartesi günü yaptıkları açıklamayı, 825. haftada yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını tedbirleri kapsamında internetten yayınladı. Cumartesi Anneleri, yaptığı 825. hafta açıklamasında 17 Ocak 1996’da Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alınan ve ağır işkence görmüş cansız bedeni yaklaşık bir ay sonra bulunan Abdullah Canan için adalet istedi.
‘’Abdullah Canan’ı gözaltına alanlar, işkence ile katledenler bellidir. Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Araştırma Komisyonu Raporu’nda, Yargıtay Başsavcısı’nın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na yaptığı itiraz yazısında, AİHM kararında isimleri yazılıdır’’ ifadelerinin yer aldığı 825. hafta açıklaması şu şekilde:
‘ABDULLAH CANAN İÇİN ADALET İSTEMEKTEN VAZGEÇMEYECEĞİZ’
825 haftadır devletin denetimi altındayken yaşam hakları ellerinden alınan insanlarımız için adalet istiyoruz. Ancak Türkiye’de yaşam hakkı ihlallerinin bağımsız bir biçimde incelenmesi, etkin bir biçimde soruşturulup kovuşturulması, bu konuda kamu görevlilerinden hesap sorulması mümkün olmadığından ne biz adalete ulaşabiliyoruz ne yaşam hakkı ihlalleri durdurulabiliyor ne de Türkiye hukuk devletine dönüşebiliyor.
825. haftamızda gözaltına alındığı, gözaltında işkence ile öldürüldüğü halde, devletin hesap verme sorumluluğunu yerine getirmediği Abdullah Canan davası ile kamuoyunun karşısındayız.
43 yaşındaki Abdullah Canan Yüksekova’da yaşayan bir iş insanıydı. Bölgede yaygın bir biçimde işlenen ve ailesini de hedef alan ağır hak ihlalleri nedeniyle savcılığa başvurdu. Yedi akrabası ile birlikte yaptıkları başvuruda Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine Yurdakul, Canan ve şikâyetçilerden 2 kişiyi taburdaki makamına çağırdı. Onlardan kendisi hakkındaki şikâyetlerinden vazgeçmelerini istedi. Abdullah Canan şikâyetinden vazgeçmeyeceğini söyleyince, Binbaşı Yurdakul tarafından tanıklar önünde tehdit edildi.
Bu olaydan birkaç gün sonra, 17 Ocak 1996 sabahı Abdullah Canan, Hakkâri’ye gitmek üzere Yüksekova’daki evinden ayrıldı. Tanık beyanlarına göre Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alındı. Askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando Taburu'na götürüldü.
‘GÖZALTINA ALINDIĞI İNKÂR EDİLDİ’
Ailesi yerel ve ulusal tüm makamlara başvurarak Canan’ın bulunmasını istedi. Ancak onun gözaltına alındığı inkâr edildi.
21 Şubat 1996 günü Abdullah Canan’ın ağır işkence görmüş cansız bedeni köylüler tarafından bulundu. Canan, yakın mesafeden atılan 7 kurşunla öldürülmüş, elleri, ayakları ve ağzı bağlı olarak Yüksekova-Esendere Karayolundaki bir menfeze bırakılmıştı.
Canan Ailesi, Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak, Abdullah Canan’ın öldürülmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle Binbaşı Yurdakul aleyhine suç duyurusunda bulundu.
Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç savcıya verdiği ifadede; Abdullah Canan'ın taburda işkence ile sorgulandığını, Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatı ile Bölük Komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından silahla öldürüldüğünü detaylarıyla anlattı. Albay Kamber Oğur, Yüksekova Savcılığına başvurarak gözaltına alındığı inkâr edilen Abdullah Canan’ı Şubat 1996'da tabur karargâhındaki revirde, başı sarılı vaziyette gördüğünü söyledi.
Kahraman Bilgiç, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Yüzbaşı Nihat Yiğiter ve Üsteğmen Bülent Yetüt hakkında Diyarbakır DGM Savcılığı’nca soruşturma açıldı. Bu kişiler, Abdullah Canan’ı tasarlayarak öldürmekle suçlandı.
‘SANIKLAR BERAAT ETTİ’
Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, ailenin ve tanıkların iddiaları yeterli ve inandırıcı bulunmadı. 12 Kasım 1999 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verildi. 2 Nisan 2001 tarihinde de Yargıtay 1. Ceza Dairesi beraat kararını onadı.
Canan Ailesi 1 Aralık 1997 tarihinde davayı AİHM’e taşıdı. AİHM 3. Dairesi, "Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere Abdullah Canan'ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır. Canan öldürülmeden önce ağır işkence görmüştür." tespitinde bulundu. Türkiye'nin iç hukuktaki yaklaşımını şaşkınlık verici olarak değerlendirip oy birliği ile mahkûmiyet kararı verdi.
Abdullah Canan’ı gözaltına alanlar, işkence ile katledenler bellidir. Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Araştırma Komisyonu Raporu’nda, Yargıtay Başsavcısı’nın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na yaptığı itiraz yazısında, AİHM kararında isimleri yazılıdır.
‘ADALETİ SAĞLAMA GÖREVİNİZİ YERİNE GETİRİN’
Abdullah Canan’ın gözaltında kaybedilişinin 25. yılında yargı makamlarına sesleniyoruz: Yargı makamları, başta yaşam hakkı olmak üzere hak ihlallerinin cezasız kalmayacağını göstermek zorundadır. AİHM’de oybirliği ile yaşam hakkı ihlali kararı verilmiş olan Abdullah Canan davasındaki cezasızlığa son verecek, fail ve sorumluların yeniden yargılanmasını sağlayacak adımları atın. Adaleti sağlama görevinizi yerine getirin.
Kaç yıl geçerse geçsin Abdullah Canan için ve tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz. 126 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceğiz.
2020'de en az 3 bin 362 yurttaşın yaşam hakkı ihlal edildi!
CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun yayınladığı 2020 Hak İhlalleri Raporu’na göre bir yılda en az 300 kadın öldürüldü, en az 2 bin 427 iş cinayeti kayıtlara geçti.
16-01-2021 11:00

İzel Sezer - @izelsezer
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 2020 Hak İhlalleri Raporu’nu yayınladı. Rapora göre, bir yılda en az 3 bin 362 yurttaşın yaşam hakkı ihlal edilirken 2 bin 427 iş cinayeti kayıtlara geçti. Bir yılda en az 300 kadın erkekler tarafından öldürüldü.
15’i çocuk, en az 1679 yurttaşın işkenceye maruz kaldığının aktarıldığı raporda, cezaevlerindeki işkence ve kötü muamelelerin sayısı ise en az 1855 olarak kayıtlara geçti. Böylelikle bir yılda toplam 3 bin 534 işkence vakası kaydedilmiş oldu.
27 GAZETECİ TUTUKLANDI
Raporda, 4 Aralık 2020 itibarıyla en az 87 gazetecinin ve basın emekçisinin tutuklu ya da hükümlü olarak cezaevinde bulunduğu aktarılırken; 2020 yılında 27 gazetecinin tutuklandığı, 21 gazetecinin saldırıya uğradığı, en az 53 gazeteci hakkında dava veya soruşturma başlatıldığı ve yüz binlerce toplatma veya erişime engelleme kararının alındığı bildirildi.
2020 yılında, düşünceyi ifade nedeniyle en az 719 kişi gözaltına alındı ve 32 kişi tutuklandı. 30 kişi ise düşünceyi ifade nedeniyle mahkûm edildi.
753 EYLEME POLİS SALDIRDI, 2 BİN 123 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI
Rapora göre, bir yılda 226 belediye ve parti yöneticisi tutuklandı. 52 görevden alma veya kayyum atamasının yaşandığı 2020’de, 753 eylem ve etkinliğe polis müdahalesinin olduğu, 2’si çocuk en az 2 bin 123 kişinin bu eylemlerde gözaltına alındığı ve 44’ünün ise tutuklandığı aktarıldı. Toplantı ve gösteriler nedeniyle açılan davalarda 294 kişi ise mahkûm edildi.
Raporda, 2020’nin önemli olayları ise şu şekilde aktarıldı:
KORONAVİRÜS SALGINI
İlk resmi vaka mart ayında kaydedilse de, şubat ayında görüldüğü haberleri gelen yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını mart ayıyla birlikte Türkiye’nin gündemine yoğun bir biçimde girdi. TTB’nin verilerine göre, 2020 yılında salgın nedeniyle 133’ü hekim 327 sağlık çalışanı yaşamını yitirdi.
İNFAZ YASASI
Covid-19 salgınıyla birlikte tartışılmaya başlanan infaz düzenlemesi, 14 Nisan günü TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Yasayla cezaevlerinden 90 bine yakın kişi tahliye edildi. Denetimli serbestlik bir kereye mahsus olmak üzere üç yıla çıkarıldı. Bazı suçlarda cezaların 4’te 3’nün değil yarı süresinin cezaevinde infaz edilmesi ve açık cezaevindekilere Mayıs Ayı sonuna kadar izin verilmesi de kabul edildi.
ART ARDA DEPREMLER
Elazığ’da 24 Ocak'ta meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki depremde Elazığ’da 37, Malatya’da 4 olmak üzere en az 41 kişi yaşamını yitirdi, en az 1600 kişi de yaralandı.
Depremin ardından Kızılay Genel Müdürlüğünün (1999 yılından bu yana Deprem Vergisi toplanmasına karşın) halkı para yardımına çağırması ve HDP’li belediyelerin gönderdiği yardımların engellenmesi kamuoyunun gündemine geldi.
İran merkezli bir deprem sonucu 23 Şubat’ta Van’ın Başkale İlçesine bağlı Özpınar, Güvendik, Kaşkol ve Gelenler kırsal mahallelerinde 5’i çocuk 10 vatandaş yaşamını yitirirken, çok sayıda hayvan telef oldu ve 36 kişi ise yaralandı.
Depremden etkilenenlere yardım için HDP tarafından toplanan yardımları taşıyan konvoy, Elazığ depreminde olduğu gibi güvenlik güçleri tarafından engellendi.
Bingöl’ün Karlıova İlçesinde 14 Haziran’da meydana gelen 5,7 büyüklüğündeki depremde bir kişi yaşamını yitirdi,18 kişi ise yaralandı.
İzmir yakınlarında, Ege Denizi’nde 30 Ekim’de 6,9 şiddetinde deprem meydana geldi. İzmir ve çevresinde ağır hasara neden olan deprem sonucunda en az 116 kişi yaşamını yitirdi, 1034 kişi ise yaralandı.
Depremin ardından Bayraklı ilçesindeki 75. Yıl Parkında İzmir Halkevi tarafından açılan yardım çadırı 7 Kasım günü polisler tarafından söküldü. Müdahale sırasında 8 kişi gözaltına alındı. Polisler, yardım malzemelerini Kızılay’a ait bir kamyona yükleyerek götürdü. Aynı gün Dayanışma Ağı tarafından kurulan yardım çadırı da söküldü.
VAN’DA ÇIĞ FELAKETİ
Van - Bahçesaray Karayolu’na 4 Şubat’ta çığ düşmesi üzerine 5 kişi yaşamını yitirdi. Peşinden kurtarma çalışması için bölgeye gelen ekiplerin üzerine de çığ düştü. Bu olayda da üç kişi sonradan hastanede olmak üzere 36 kişi yaşamını yitirdi, 75 kişi ise yaralandı.
Olayın ardından bölgede iki çığ tüneli yapılmasının planlandığı ancak usulsüz biçimde yanlış bir yere bir tünel inşa edildiği ortaya çıktı.
MARDİN’DE TOPLU MEZAR
28 Mayıs Günü Mardin’in Dargeçit İlçesi Libka (Gulbiş) mezrası yakınlarındaki bir mağarada 40 kadar kişinin kemik ve kafatasları bulundu. Kemikleri bulan mahalle sakinlerinden İrfan Yakut, Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu. Olay yerinde yapılan incelemeye kayıp yakınlarının avukatlarının ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) avukatlarının katılmasına izin verilmedi. Cumhuriyet Savcılığı, toplu mezara ilişkin soruşturmada gizlilik kararı aldı.
UYGULANMAYAN AİHM KARARI
AİHM Büyük Daire, HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın başvurusuna ilişkin kararını 22 Aralık Günü açıkladı. Demirtaş’ın tutukluluğunun “hukuki değil siyasi olduğu” görüşünü kabul eden AIHM Büyük Dairesi, Türkiye’nin AIHS’in “ifade özgürlüğü”, “özgürlük, güvenlik ve makul sürede yargılanma hakkı”, “seçme ve seçilme hakkı”na ilişkin maddelerinin ihlal ettiğine; Demirtaş’ın “derhal serbest bırakılması” gerektiğine karar verdi. AİHM kararının ardından Demirtaş’ın avukatları tarafından yapılan tahliye başvurusunu değerlendiren Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği, “hukuki durumunda bir değişiklik bulunmadığı” iddiasıyla 26 Aralık günü talebi reddetti.