Erkan Baş: AKP reklam filmleri serisi Türkiye’de ‘one minute‘ ile başlayıp Moskova’da ‘two minutes’ ile bitti

Erkan Baş: AKP reklam filmleri serisi Türkiye’de ‘one minute‘ ile başlayıp Moskova’da ‘two minutes’ ile bitti

Meclis'te partisinin haftalık basın açıkalamasını yapan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, AKP’nin özellikle son 10 yılda Suriye’de sürdürdüğü politikaların bir "ibretlik utanç öyküsü" olduğunu söyledi.

İleri Haber

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, düzenlediği haftalık basın toplantısında AKP’nin özellikle son 10 yılda Suriye’de sürdürdüğü politikaların bir "ibretlik utanç öyküsü" olduğunu vurgularken; dış politikadaki AKP reklam filmleri serisinin Türkiye’de "one minute" ile başlayıp Moskova’da "two minutes" ile bittiğini söyledi.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis'te partisinin haftalık basın açıklamasını düzenledi. Konuşmasına başlarken yurdun dört bir yanındaki işçileri ve işçi direnişlerini selamlayan Erkan Baş, konuşmasına 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutlayarak başladı.

‘İKTİDARIN KADINLARI TESLİM ALAMAYACAĞINI BİR KEZ DAHA GÖRDÜK’

“Bu 8 Mart iktidarın kadın düşmanı politikalarından vazgeçmeyeceğini ancak Türkiye’nin bu iktidardan kurtuluşunun da kadınların imzasını taşıyacağını gösteren bir gün olarak tarihe geçmiş oldu” diyen Baş, “İktidarın kadın düşmanlığı, kadına dönük saldırganlığı, tüm engelleme girişmelerine karşın başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında sokaklara çıkıp iktidara bir kez daha ders veren ve asla teslim olmayacaklarını gösteren direnişleriyle karşılandı. Kadınların kararlılığını gördüğümüz, umutlarımızı büyüten kararlı direnişlerini selamlıyoruz. İktidarın kadınları teslim alamayacağını bir kez daha görmüş olduk” dedi.

‘BU İBRETLİK UTANÇ ÖYKÜSÜ KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARILMALI’

Geçen haftanın en önemli gündemlerinden birisi Suriye’de devam eden savaş ve bununla ilgili Moskova’da gerçekleşen Erdoğan-Putin görüşmesi olduğunu ifade eden TİP Genel Başkanı, “Türkiye İşçi Partisi iktidarında, AKP’nin özellikle son 10 yılda Suriye’de sürdürdüğü politikalar üniversitelerin Tarih ve Uluslararası ilişkiler bölümlerinde başlı başına birer ders konusu olarak okutulabilecek niteliktedir” diyerek bu “ibretlik utanç öyküsünün” kuşaktan kuşağa aktarılması gerektiğini ifade etti.

Geçen haftalarda, bu dersin hazırlanacak olan kitabındaki en önemli bölümlerden birinin daha yazıldığına tanık olunduğunu söyleyen Erkan Baş, “Gelin şu öyküyü başlıklar halinde kısaca hatırlayalım” diyerek geçen haftanın gelişmelerini şu şekilde sıraladı:

‘ERDOĞAN’IN ŞANTAJ ARACI…’
 
“-Suriye’ye uluslararası emperyalist müdahalenin sinyalleri gelmeye başladığında AKP hükümeti, Esad yönetimiyle görüşerek kabineye Müslüman Kardeşler (İhvan) üyelerinin alınmaması halinde sorunların büyüyeceği mesajını vermişti. Bu, bir yabancı ülkenin iç işlerine açık bir müdahale ve tehdit olarak değerlendirilebilecek bir yaklaşım.

-Şam’ın bu tehdidi reddetmesinin ardından, AKP hükümeti, ABD ve birçok NATO ülkesiyle beraber; İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar ile birlikte Suriye’deki cihatçılara silah ve para desteğine başlar.

-ABD’nin yıllardır Ortadoğu’da “ılımlı İslam” olarak kodlanan bir akımı büyütme planlarının en önemli aktörlerinden biri olan AKP, Suriye’de iktidar değişikliğini kendi nüfuz alanını genişletme fırsatı olarak görür ve tüm gücüyle bu sürecin parçası haline gelir. 

-Halkın milyarlarca lirası Suriye’de iktidar değişikliği için harcanmış, AKP, bu sırada sınırları da açarak hem milyonlarca masum Suriyeli’nin yanı sıra cihatçıların da ülkemize giriş yapmasına izin vermiştir. Türkiye, sahte Suriye hükümetlerine ev sahipliği yapan bir ülke haline gelir.

-Göçmen akımının Avrupalı emperyalistler için bir tehdit olarak görüldüğünün farkında olan eden Tayyip Erdoğan, AB ile 2016’da kirli bir anlaşmaya imza atar. Uluslararası hukuka da aykırı olan bu kirli anlaşma para karşılığı, Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenlerin önünün kapatılması anlamına gelecektir. Erdoğan bu meseleyi sürekli olarak bir koz, bir şantaj aracı olarak görmeye devam ediyor.

-Rusya’nın destek vermeye başladığı Suriye ordusu, kendi topraklarında yeniden hâkimiyet sağlar ve bu sürecin muhataplarından biri de Moskova haline gelmiştir.

-Rusya ve İran ile başlatılan Astana süreci sırasında kurulan ilişkilerin yine Batı’yı rahatsız ettiğinin farkında olan AKP, Moskova ile ‘savunma işbirliği’ yapar ve bunu da bir koz olarak kullanmaya başlar.

-Rusya ve İran ile yapılan tüm anlaşmalarda Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyduğunu, teröristlerle diğer unsurları ayırt edeceğini taahhüt eden AKP, hem üst üste yaptığı harekâtlarla hem de cihatçılara verdiği çeşitli desteği sürdürerek verdiği tüm sözleri sürekli olarak çiğnemiştir.”

‘MESELE İDLİB’E GELİNCE REZİL DIŞ POLİTİKANIN FOYASI ORTAYA ÇIKTI’

“Nihayet, mesele İdlib’e gelip dayandığında bu rezil dış politikanın foyası ortaya çıktı” diyen Erkan Baş, sonrasındaki gelişmeleri ise şöyle sıraladı:

“-Geldiğimiz aşamada AKP, daha yeni savunma işbirliği hamleleri yaptığı Rusya’ya ve Suriye’ye karşı NATO’yu yabancı bir ülkeye müdahaleye davet etti.

-Rusya ile savaşılmak istenmediği için TSK’ye karşı Rus askerlerinin de parçası olduğu saldırıların faili yalnızca Suriye ordusuymuş gibi gösterildi.

-Rusya üzerindeki baskıyı artırmak için Fransa ve Almanya’nın dahil olduğu dörtlü zirve yapılmak istendi. Putin kabul etmeyince, İstanbul’da ikili görüşme istendi. Bu da olmayınca Moskova’ya gidildi. Putin, kendilerini kabul ettiği için teşekkür edildi. Askerleri, ölüme göndermek için sunulan tüm bahaneler tek tek geri alındı.

-Avrupa’dan, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal edecek şekilde sözde bir ‘güvenli bölge’ kurma planına destek almak için sınırları açma kozu kullanıldı. Avrupa da aynı Ankara gibi sığınmacılara insanlık dışı uygulamalarda ısrar edince, apar topar Brüksel’e gidildi.”

‘ONE MINUTE İLE BAŞLAYIP TWO MINUTES İLE BİTTİ’

TİP Genel Başkanı Baş, “Neresinden tutarsak tutalım elimizde kalacak bu hikâye bize şunları anlatıyor, şunları hatırlatıyor” diyerek sürecin sonucunu şu maddelerle özetledi:

“1- AKP, bizzat Erdoğan’ın ABD’li yetkililerle görüşerek kurulmasına icazet aldığı bir partidir. Koz kullanarak, şantaj yaparak, kendine alan açmaya çalışsa da yalnız Suriye’de yaptıkları dahi AKP’nin bölgede nasıl bir emperyalist tezgâhın parçası olduğunu göstermektedir.

2- TSK’nin yabancı ülkelerdeki konumlanışı sona ermelidir. Türkiye, işgalci bir ülke olamaz. İşgaller yeni işgalleri getirir. Bölgedeki tüm yabancı askeri güçler geri çekilmelidir.

3- Rusya’ya son yapılan ziyaret, basının bir oyuncak gibi kullanılmasının nasıl da zavallıca bir yöntem olduğunu bir kez daha göstermiştir. Türkiye heyetinin görüşmek için beklediği anların, Rusya devlet televizyonu tarafından kronometre tutularak gösterilmesi, havuz medyası için ibretlik bir örnektir. İşte, bizim ülkemizdeki havuz medyası da tıpkı onlar gibi rezil. O kanal, Rusya’nın A Haber’idir, Rusya’nın Takvim’idir, Sabah’ıdır. Aynı mantıkla iktidara yaranmak için operasyonel sözde haberler düzenleyen bir yaklaşımın ürünüdür. Dolayısıyla dış politikadaki AKP reklam filmleri serisinin Türkiye’de ‘one minute‘ ile başlayıp Moskova’da ‘two minutes’ ile bittiğini söyleyebiliriz.

4- Sığınmacılar koz değildir. Sebep olunan savaşlar, iklim krizleri insanları yerlerinden etmektedir. Bu insanlara kapıları açmak tüm ülkelerin sorumluluğudur. AB ile yapılan tüm kirli anlaşmalar çöpe atılmalı, sığınmacılar için gerçekçi ve insani bir politika geliştirilmelidir.
Ve son olarak: Süleyman Soylu sınıra hileli bir taksimetre takıp milleti kandıracağına, 8 Mart’ta sokağa çıkan on binlerce kadının sözünü dinlemeli ve o koltuğunu derhal bırakmalıdır.”

‘İKTİDAR, BAŞARISIZLIĞIN FATURASINI MUHALEFETE KESMEK İSTİYOR’

Suriye politikası ekseninde ortaya çıkan bu başarısızlığın faturasının iktidar tarafından yine ‘muhalefete’ kesilmek istendiğini ifade eden Baş, bunun Türkiye’de sıkça karşılaştığımız bir durum olduğunu söyleyerek konuşmasına şu şekilde devam etti:

“Bize göre tek bir insanın bile canının yanmaması, hayatını kaybetmemesi için ne gerekiyorsa onun yapılmasına ve sonuçta ‘barış’ denilen, ‘ateşkes’ denilen bir sürece karşı çıkmamız mümkün değildir. Fakat biz burada aylardır, yıllardır ‘Savaşa hayır, barış bölgenin tek çıkışıdır’ derken bizleri vatan haini ilan eden, terörist ilan eden, vatan-millet düşmanı olarak damgalamaya çalışan iktidarın bu ikiyüzlü politikalarını da ortaya sermemiz ve bu riyakarlığın açıkça görülmesini sağlamamız gerekiyor.”

‘İÇ DÜŞMAN’ VE ‘İÇ CEPHE’ KAVRAMLARI…

"Yeniden iktidarın ‘iç düşman’ yaratan ve ‘iç cephe’ geliştirmeye odaklanan bir siyasi hamlesiyle karşı karşıya olduğumuzu vurgulayalım. Geçtiğimiz hafta Rusya ziyareti başlamadan önce, TBMM çatısı altında gerçekleştirilen AKP grup toplantısında doğrudan Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının önemli bir bölümüne ‘iç düşman’ ve ‘iç cephe’ kavramlarının yerleştirilmesine dikkat çekmek istiyorum. Ve bu ‘iç düşman’, ‘iç cephe’ talimatı AKP kadrolarına, yandaşlara servis edilir edilmez ne oluyor? Halktan gizlenen bu kapalı oturum, bu ‘iç cephenin’ konsolidasyonu açısından önemli bir adım. Biz buna karşı çıktık. Hemen arkasından Meclis’te ortaya çıkan kavga görüntülerinin AKP’nin ‘iç düşmanı’ sindirme operasyonunun bir ayağı olduğuna inanıyoruz. Hemen arkasından, gazetecilere dönük başlayan operasyon, gözaltılar, tutuklamalar meselenin hukuki ayağının ortaya serildiğini gösteriyor ve Türkiye tarihinin gördüğü en hızlı soruşturma ile Engin Özkoç hakkında bir fezleke hazırlanıp Meclis’e gönderilmesi de artık bu tabloyu tamamlayan son şeydir.”

‘GAZETECİLERE DÖNÜK OPERASYON BİR GÖZDAĞI’

“Görüyoruz ki hukuk bir bütün olarak iktidarın sopası haline gelmiş ve iktidarın belirlediği ‘iç düşman’ın sindirilmesi operasyonunun bir parçası. Dolayısıyla biz yeri gelmişken ifade edelim; Odatv, Yeni Yaşam ve Yeniçağ gazetelerinin çalışanlarına dönük operasyonun bir bahanenin arkasına sığınılarak aslında Türkiye’de medya mensuplarına, gazetecilere, yazarlara, düşünen insanlara ve emekçi halkımıza verilmiş bir gözdağı olduğunu söyleyebiliriz. Ortada hukuken değerlendirilecek, adalet kavramı içerisinde düşünülebilecek herhangi bir durum yok. Ortada iktidarın yanında olmayan herkesin ‘düşman’ ilan edildiği bir süreci görüyoruz.”

‘İKTİDARIN ANLAYIŞININ BAŞARI ŞANSI SIFIR’

Geçen hafta Meclis’ten Türkiye’ye yansıyan görüntülerle ilgili tüm hafta boyunca pek çok vatandaşın, kendilerine ulaşabildikleri her yoldan hem şikayet ettiğini hem de duruma ilişkin kaygılarını ilettiğini ifade eden Erkan Baş, iktidarın muhalifleri susturmak için her yolu mübah gören anlayışının kendileri için bir başarı getirme şansının sıfır olduğunu vurguladı.
“17 yıldır iktidarın bütün olanaklarını kullanarak, toplumun bütün kesimlerini susturmaya çalışmasına rağmen bunu başaramayan bir aklın, aynı yöntemleri deneyerek, aynı taktiklerle önümüzdeki günlerde toplumu sessizliğe mahkum etme çabasının beyhude olduğunu söylememiz gerekiyor” diyen Baş, sözlerine “Ve belki daha önemlisi ülkemizde siyasetin geldiği bu edep dışı, terbiye ve ahlak dışı tutumlara da tavır almak gerekir…” diyerek devam etti.

Erkan Baş’ın konuşmasının devamından satır başları ise şu şekilde:

“Çok uzun zamandır iktidara karşı sesini yükselten herkes doğrudan AKP Genel Başkanı tarafından vatana ihanetle, terörist olmakla suçlanıyor. Bunlar en hafifleri… Barış istediğiniz zaman da vatana ihanet ediyorsunuz, iktidara karşı herhangi bir söz söylediğinizde de teröre hizmet ediyorsunuz. Daha yakın bir örnek, yerel seçimler sırasında toplumun ‘Cumhur İttifakı’ dışındaki bütün kesimlerinin terör yandaşı olmakla suçlandığı bir tabloyla karşı karşıyayız. 

ERDOĞAN’DAN OKUMAKTAN HİCAP DUYULACAK SÖZLER…

Bakın burada okumaktan hicap duyuyoruz ama, elimizdeki metinde Tayyip Erdoğan’ın değişik zamanlarda yaptığı çeşitli konuşmalarda muhalefetin çeşitli unsurlarına ilişkin kullandığı pek çok kavram var. ‘İki ayyaş’la başlayıp ‘Kadın mıdır, kız mıdır’a giden, ‘Ananı da al git’ diye bir çiftçiye hakaretle gündeme taşınan, ‘pisliktir, çöplüktür’lerin havada uçuştuğu; hatta açık söyleyelim bugün ittifak ortağı olan Devlet Bahçeli için söylediği sözleri bile biz burada okumaktan utanırız. Böylesi bir zihniyetle, yapıyla karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı sıfatı da taşıyan AKP Genel Başkanı’nın partisinin her buluşmasında hakaretler dolusu sözler söylemesi, ama bunun karşısında AKP Genel Başkanı’na dönük yapılan bütün eleştirilerin de ‘cumhurbaşkanına hakaret’ olarak değerlendirilmesi kabul edilebilir değil.”

‘CUMHURBAŞKANININ AĞZINA BİBER SÜRECEK DEĞİLİZ’

“Türkiye, Erdoğan döneminde sadece Türkiye rekoru kırmadı, cumhurbaşkanına hakaret davalarında dünya rekoru kırılmış durumda. 17 bin gibi bir sayıdan söz ediliyor. 17 bin yurttaşımız Tayyip Erdoğan’a hakaretten yargılanıyor. Biz açıkçası Cumhurbaşkanının ağzına biber sürecek değiliz. Dolayısıyla cumhurbaşkanının etrafındaki kişilerin kendisini artık susmak konusunda ikna etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama eğer susmazsa da susturulması gerektiğini söylemeye devam edeceğiz.
Salı günü TBMM’de her türlü hakaretin yapılabileceği bir edepsizlik günü haline gelemez.”

‘MUHALİFLERE AKLINI ESENİ SÖYLEYİP YANIT VERİLDİĞİNDE CUMHURBAŞKANI ZIRHINA SIĞINIYOR’

Cumhurbaşkanı zırhına bürünüp, tüm muhaliflerine aklına esen her tür cümleyi kullanıp buna yanıt verildiğinde ‘cumhurbaşkanı’ zırhının arkasına saklanmayı siyaseten doğru bulmuyoruz. 
Cumhurbaşkanına hakaret davaları yetmedi, şimdi de tekme tokatlarla Meclis’i bir boks ringine dönüştürerek muhalifleri susturma girişimi kabul edilebilir bir şey değil. Bu da yetmeyince, bu sefer savcıları devreye sokup dokunulmazlıkların kaldırılması; meseleyi yargıya taşıma girişimleri gerçekten artık kabak tadı vermiştir.”

‘ERDOĞAN AKP GENEL BAŞKANI OLMAYA DEVAM EDECEKSE ELEŞTİRİLERDEN PAYINA DÜŞENİ ALACAK’

“TBMM’de halk tarafından görevlendirilen her milletvekili, gördüğü yanlışları, eksikleri halk adına takip etmek ve bunları ifade etmek göreviyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla milletvekillerini görevlerini yerine getirdikleri için yargılamaya kalkmak, dokunulmazlığı parlamentodaki çoğunluğunuza güvenip bir silah haline getirmek kabul edilebilir bir şey değildir. Bu parlamentoda 10 siyasi parti var. Bu siyasi partilerin hiçbirinin genel başkanının ‘siyasi eleştiri’ anlamında dokunulmazlığı yok. Herkes siyasi eleştirinin muhatabı olacaktır. 

Eğer Tayyip Erdoğan da AKP Genel Başkanı görevine devam edecekse bu siyasi eleştirilerden payına düşeni alacaktır. Yoksa hukukun istedikleri gibi eğilip bükülmesiyle bu tartışmaların kapatılması, insanların susturulması, iktidara dönük eleştirilerin engellenmesi mümkün değildir.

Hangi yolu denerse denesin AKP’ye karşı toplumun çok geniş kesimlerinde büyüyen isyan, öfke ta ki bu iktidardan kurtulana kadar bir biçimde dile gelecektir. Bu, bizim üzerimizde bir görevdir. Halkın sesi hayatın her alanında duymak istemeseler de, görmek istemeseler de kendilerine ulaşacaktır.”

ERKAN BAŞ’TAN SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ‘BÜYÜK BEYAZ MİTİNG’İNE ÇAĞRI

Açıklamasının sonunda sağlık emekçilerinin 15 Mart’ta Ankara’da gerçekleştireceği 'Beyaz Miting’e çağrı yapan Erkan Baş, sözlerini şu şekilde sonlandırdı:

“Hekim, diş hekimi, hemşire, eczacı, veteriner hekim, psikolog, biyolog, laborant, sağlık memuru, ebe, acil tıp teknisyeni, radyoloji teknisyeni, anestezi teknisyeni, optisyen, fizyoterapist, tıbbi sekreter…

Sağlığın her alanında çalışan binlerce sağlık emekçisi; emeklerinin değersizleşmesine, çalışma şartlarını her geçen gün zorlaştıran ve sağlık çalışanlarının piyasanın insafına terk eden yönetim anlayışına karşı bu hafta sonu, 15 Mart’ta Ankara’da Büyük Beyaz Miting gerçekleştirecek. Bu mitingi şimdiden selamlıyoruz, tüm yurttaşlarımızı sağlık emekçileriyle omuz omuza olmaya davet ediyoruz.”