Eril tahakküm altında ötekileşen: Shuggie Bain
Yoksulluğun ve işsizliğin normal karşılandığı bir şehir, Glasgow. Toplumsal yapıların parçalandığı, aile dinamiklerinin yok olduğu bir ortam. Ailesiyle, çocuklarıyla var olmaya çalışan ama alkol bağımlılığı ile kendini ağır ağır yok eden yıpranmış bir kadın, Agnes Bain. Şiddetin, tacizin içinde büyümüş travmatik ve parçalanmış Catherine ve Leek. Tüm bunların merkezinde cinsiyetinden beklenen rolleri oynayamadığı için her kötülüğün daha fazlasına maruz kalan, ötekileşen -kitaptan alıntılayarak- “nonoş” bir çocuk Shuggie Bain.
Mert Akkurt
1981- 1992 yılları arasında geçen İskoçya’nın Glasgow şehrinde konumlanan bir ailenin bireylerinin her birinin aileden kopuşu ve toplumun ötekileştirdiği insanların hikayesi. Yazar Douglas Stuart, çağdaş edebiyatta genelde kıyıda köşede bırakılan yoksulluk ve ötekileştirilenlerin hikayelerini mahzun bir burukluk içerisinde klasikleştiriyor. Eserin özü “Glasgow Etkisi”; fakirlik, sosyal sınıflar arası değişimin imkansızlığı, dinsel çatışmalar ve en önemlisi ötekileştirilmeyi kapsayan “Glasgow etkisi” terimi; Douglas Stuart’ın ustalıklı karakterlerinde kendilerini var etmeye çalışıyorlar ve başarıyorlar.
1992’de Shuggie Bain’in aileden kopuşuyla başlayan eser, ilerleyen sayfalarda Bain’in nasıl koptuğuna değiniyor. Bu değiniş ile hem Shuggie’nin yaşadığı ötekileştirmeler hem de aile içi dinamiklerin nasıl dağıldığı gözler önüne seriliyor. Kendi olmasına asla izin verilmeyen, dans etse alay konusu olan, top oynamayı sevmeyen, yürüyüşü ile konuşması ile sürekli şiddete maruz kalan özne konumundaki bir çocuktur Shuggie. Bu yaşadıklarıyla adeta kendine yabancılaşıyor fakat yabancılaşmasını anlamaya fırsatı bile kalmıyor. Yaşadığı topluma göre farklı bir sınıftan gibi davranan, rutin yıkanmaya bile tenezzül etmeyen komşu çevresi içerisinde kokoş olarak bakılan ve ruhu rengarenk olan Agnes Bain. Üç çocuğu ve onu sürekli aldatan bir koca ile yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Erk baskılar sonucunda yaşadığı taciz ve aldatılma ile kendini alkole veriyor fakat ruhunun rengarenkliğinden hiçbir zaman ödün vermiyor.
“Ne var ki orta yaşlarındaki alımlı Agnes Bain daha fazlasını hak ettiğine inanır; müstakil bir ev sahibi olmak, istediğini satın almak gibi… Gelgelelim taksi şoförü kocası tarafından sürekli aldatılan Agnes, üç çocuğu ile birlikte harap olmuş bir madenci kasabasında yaşamaya mahkum olur. Çocukları, yavaş yavaş alkol batağına saplanan Agnes’i kurtarmak için ellerinden geleni yapsalar da bir süre sonra kendilerini kurtarmak için bir bir onu terk ederler. Yalnızca en küçük çocuk olan Shuggie, bir gün alkolü bırakacağı ümidiyle annesinin yanında kalır.” Shuggie’nin annesine olan ümitli bakışı ile birlikte kendine yabancılaşması da artmaktadır hatta en büyük sebebiyeti olmaktadır.
Douglas Stuart, madenci kasabasındaki “Ne kömür var ne insan, ianedir bize kalan” duvar yazısında aslında “iane”nin de kalmadığını gözler önüne seriyor ve bugüne kadar ötelenip duran, varlıkları reddedilen karakterlerin hikayesini okuyucunun önüne seriyor. Shuggie Bain’nin hikayesi; kırmızı futbol kitabını ezberleme zorunluğu hissetmeden oyuncak bebeklerinin saçlarını tarayabilecek; sokakta, evde istediği gibi dans edip yürüyebilecek Shuggie Bain gibi erkek çocuklarının korkunç geçmişlerine karşı bir ağlama ve gelecek günler için bir sevinç kahkahası olacaktır.
Shuggie Bain’nin hikayesi, kutsallaştırılmış ebeveynlik ve aile kavramını yok sayabilme lüksünün elinden alınışı, varoluşsal krizlerini bile yaşamaya fırsat verilmemiş ve erkliğin somut nesnesi olmak zorunda bırakılmış kadınların geçmişlerine pişmanlık, öfke, üzüntü ve farklı bir geleceğin kıyısında açacakları tertemiz bembeyaz sayfanın başlığına destek verecek bir hikayedir.
KÜNYE: Shuggie Bain, Douglas Stuart, Can Yayınları, 532 Sayfa.