'En az 3 çocuk' ile 'Her kürtaj bir Uludere’dir' arasında Türkiye’de kürtaj gerçeği

'En az 3 çocuk' ile 'Her kürtaj bir Uludere’dir' arasında Türkiye’de kürtaj gerçeği

Sedef Erkmen’in ele aldığı kronolojik aktarımla 2008’den beri “en az 3 çocuk” söylemi ile daha belirgin hatlar çizen AKP’nin o dönem kalkınma eksenli ve milliyetçi söylemleri öndeyken; 2012’den itibaren “benim bedenim”, “kadınların kürtaj hakkı vardır” temasıyla direnen kadınlara karşı fetüsün yaşam hakkı söylemini öne çıkardığı görülüyor. Hiç kuşkusuz, burada İslami referanslar da büyük yer kaplıyor.

Şilan Geçgel

Devletin “en yetkili” organlarından, iktidarın “en önemli” kadın figürlerine değin uzanan bir silsile gün geçmiyor ki kadınlara çizdikleri yeni çerçeveyi; kutsal anneliği ve nasıl kadın olunur’u anlatmasın. Neredeyse her güne bir kadın cinayeti haberinin sığdığı bugünlerde, Türkiye’de özellikle feminist mücadele yürüten kadınların dertleri kuşkusuz bir tane değil.

Bugün hala kadınların bedeni, emeği ve kimliği yok sayılırken; özgürlükleri ve hatta eşitlik taleplerine ilişkin yükselen itirazlar son sürat devam ederken, epey zamandır yasal olmasına rağmen, fiili olarak yasak kabul edilen kürtaj ve kürtajın feminist tartışmasına dair önemli bir kaynak kitap geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluştu.

Türkiye’de Kürtaj – AKP ve Biyopolitika isimli kitap, Karabük Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler bölümü öğretim görevlisi Sedef Erkmen tarafından kaleme alınarak, İletişim Yayınları etiketiyle çıktı.

4 bölümde tasniflenen Türkiye’de kürtaj araştırması meseleye dair kronolojik bir derleme sunarken okuru güncel tartışmalara çekiyor; kürtajın feminist mücadele içindeki yerini ve eylemlere/ kampanyalara yansıyan dili güncelleme ihtiyacı olduğunu da tespit ediyor.

Sonda söyleyeceğimizi başta söylersek şayet, yazar Sedef Erkmen, feministlerin kürtaj tartışmalarında hak ve beden temelli argümanlarının sınırlılığını somut örneklerle açıklayarak; hak, yaşanabilir bir yaşam, fetüsün yaşam hakkı, kadınların karşılanmayan bakım emeği üzerine de okuru çok yönlü bir düşünsel sürece sürüklüyor.

Kürtaj tartışmalarını Geç Osmanlı Dönemi ile başlatan yazar, 19. Yüzyılda kürtajın devletin gündemine girdiğini belirterek Geç Osmanlı’dan AKP’ye, Türkiye’de kürtajın yasak ve yasal sürecini mercek altına alıyor.

19.yüzyıldan itibaren kürtaj meselesinin salt kadının gündeminden çıkarak devlet/ataerkinin gündemine girdiğini belirten Erkmen burada devletin kadın ve kadın yaşamı üzerinde iktidarını dayatma kaygısı güttüğünü aktarıyor.

Yasak olduğu yıllarda dahi merdiven altı, güvensiz ve antihijyenik koşullarda devam eden kürtajın yasallaşması ise 1983 yılına tekabül ediyor. 1983’ten sonra isteğe bağlı kürtajın 10 haftaya kadar yasal olmasına rağmen bu hizmete ulaşmak isteyen kadınların ciddi zorluklar yaşadığını aktaran yazar, 2003 yılında hayata geçirilen Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı da eleştirel olarak ele alıyor.

Bu programın hekimlere performansa dayalı bir çalışma şeklini dayattığını; kürtajın puan olarak düşük olmasının ve aile planlaması- doğum kontrolü gibi toplum sağlığını ilgilendiren meselelerin geri plana atılmasının kadınlar için yaşamsal sonuçları olduğunu aktarıyor. Yine birçok hekimin fişlenme korkusuyla kürtaj işleminden kaçındığı, yasal olmasa da kürtaj yapmama eğiliminde olmaları da kadınların karşılaştığı kayıt dışı zorluklardan biri olarak kendi gösteriyor.

AKP için ailenin çok önemli olduğunu belirten Erkmen, iktidarın giriştiği toplum mühendisliğine dair de önemli bilgiler veriyor. Kadının yerini ailenin aldığı, kadına karşı fetüsün yaşam hakkının tartışmaya açıldığı bir tabloda “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözüne atıfta bulunan Erkmen, kürtaj meselesinin bir gündem değiştirme hamlesi olmadığının sıklıkla altını çiziyor.

 “2007’den sonra ataerkil ve ahlaki değerler dini söylemler tarafından çerçevelenmeye başlamıştır, bu dönemden sonra toplumsal cinsiyet ortamının dindar- muhafazakâr bir restorasyona tabi tutulduğu söylenebilir. 2011 seçiminden de zaferle çıkan AKP, art arda kazanmanın verdiği güvenle iktidarını sağlamlaştırmış ve odağına muhafazakâr seçmeni ve ortak değer savunusunu koymuştur.” (sayfa: 79)

Sedef Erkmen’in ele aldığı kronolojik aktarımla 2008’den beri “en az 3 çocuk” söylemi ile daha belirgin hatlar çizen AKP’nin o dönem kalkınma eksenli ve milliyetçi söylemleri öndeyken; 2012’den itibaren “benim bedenim”, “kadınların kürtaj hakkı vardır” temasıyla direnen kadınlara karşı fetüsün yaşam hakkı söylemini öne çıkardığı görülüyor. Hiç kuşkusuz, burada İslami referanslar da büyük yer kaplıyor.

Şu anda yasal olmasına rağmen 53 ilde devlet hastanelerinin isteğe bağlı kürtaj hizmeti vermediği belirten Erkmen, meselenin sınıfsal boyutunu da es geçmeyerek; kürtajın maliyetli bir işlem olduğunu, yasal olan bu hakka ulaşmanın kadınlar için kolay olmadığını ve özellikle yoksul kadınların kürtaj hizmetine ulaşmakta ciddi zorluklar yaşadıklarını vurguluyor.

Türkiye’de Kürtaj- AKP ve Biyopolitika isimli araştırma, aslında her kadının yaşanabilir bir yaşam için ne gibi dertlerle, siyasi kuşatmalarla boğuştuğunun bir kanıtı niteliğinde. Kadınların kuşatma altında olduğu siyasal, politik, sosyolojik ve elbette sınıfsal duruma dair önemli bir kaynak olma özelliğini uzun süre koruyacak görünüyor.

KÜNYE: Türkiye’de Kürtaj- AKP ve Biyopolitika, Sedef Erkmen, İletişim Yayınları, 209 sayfa

DAHA FAZLA