Emre Kırmızıtaş yazdı | ‘Büyük' Türkiye’nin 'büyük' araştırması: Seroprevalans Çalışması

Emre Kırmızıtaş yazdı | ‘Büyük' Türkiye’nin 'büyük' araştırması: Seroprevalans Çalışması

18 yıllık AKP iktidarına kabaca baktığımızda, dönem dönem farklılaşan dozu veya toplumda bulduğu karşılığın derecesi bir yana, neredeyse en başından beri süreklilik içerecek şekilde bir “büyüklük” arayışının önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz.İdeolojik olarak bunun nereye denk düştüğü ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, en geniş anlamıyla “Büyük Türkiye” söylemi etrafında kendisini ortaya koyan bu arayış, “büyük”, “dev”, “çılgın”gibi çeşitli sıfatlarla anılan projelerle veya yapılarla somut bir biçimde desteklenmeye çalışıldı."Dünya’nın en büyüğü Anadolu Adliye Sarayı", "dev proje Akkuyu Nükleer Santrali", "asrın projesi Marmaray", "Avrupa’nın en büyük hastanesi Ankara Şehir Hastanesi", "çılgın proje Kanal İstanbul", "Dünya’nın en büyük havalimanı İstanbul Üçüncü Havalimanı" vb. örnekleri çoğaltmak mümkün.

Krizle beraber “büyük proje” duyurularında bir azalma gözlenmekle birlikte, son günlerde doğrudan salgınla alakalı bir büyük çalışma daha gündeme geldi. Türkiye COVID-19 Seroprevalans Araştırması olarak kamuoyuna duyurulan, TÜİK’in belirlediği hanelerde yaşayan 150.000’den fazla kişiyi kapsayacak ve 81 ilde eşzamanlı olarak gerçekleştirilecek bu çalışmanın 20 Haziran’da sona erdirilmesi planlanıyor. Araştırma kapsamında belirlenen kişilere hem anket uygulanması ve hem de PCR ve antikor testlerinin birlikte yapılması kararlaştırılmış. Bugüne kadar filyasyon çalışmalarında görev alan ekipler bu araştırmayı da sürdürecekler. Araştırmanın toplumda COVID-19’a karşı oluşmuş bağışıklık seviyesini ölçmeyi planladığınıbelirten Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, sınırlı birkaç detayın yanında yine Avrupa’da bu büyüklükte ve çapta bir çalışmanın yapılmadığını vurgulamayı da unutmadı(1).

İlk bakışta oldukça kapsamlı ve bu nedenle olumlu gibi gözüken bu araştırmanın detaylarını incelediğimizde ise ortada ciddi soru işaretleri ve sıkıntıların olduğunu, AKP’nin her “büyük proje” duyurusunda olduğu gibi burada da türlü belirsizliklerin ve tutarsızlıkların büyük sözlerin ve iddiaların gölgesinde saklanmaya çalışıldığını fark ediyoruz.

Bu tutarsızlıkların ilki araştırmayla tam olarak neyin amaçlandığı konusudur.Seroprevalans araştırmaları, toplumda ilgili hastalık açısından oluşan bağışıklık düzeyini yani diğer bir deyişle antikor seviyesini tespit etmek için yapılan çalışmalardır. COVID-19 özelinde Çin, ABD ve İngiltere gibi bazı ülkelerde benzer çalışmalar yapılmış, genellikle bu çalışmaların kapsamıyüksek risk gruplarını (yoğun bakım çalışanları gibi) veya salgınla mücadeleyi sekteye uğratmayacak ve yayılım riskini arttırmayacak biçimde, sınırlı sayıda katılımcıyı içerecek şekilde dar tutulmuştur. Oysa Bakan Fahrettin Koca’nın açıklamalarına baktığımızda çalışmanın kapsamının çok daha geniş tutularak mevcut hastaların tespitinin de yapılacağını öğreniyoruz. Buradanya ciddi bir kafa karışıklığı yaşandığını ya da çıkmışken ne varsa toplayalım gibi bilimsel yöntemle pek uyuşmayan bir çalışma tarzının seçildiğini anlıyoruz.

Diğer bir tutarsızlık ise örneklem seçiminde gözlenmektedir. TÜİK’in rastgele belirlediği söylenen 153 bin 577 hanenin ayrı ayrı iller için seçilen sayılarının o ilin toplam nüfus içerisindeki payıyla uyuşmadığı anlaşılıyor. Basından ve kimi resmi yazışmaların duyurusundan öğrenebildiğimiz kadarıyla örneğin toplam nüfus içerisindeki payı %20’ye yakın olan İstanbul için belirlenen 8.018 hane sayısınıçalışmadaki ağırlığı açısından kıyasladığımızda yaklaşık olarak %5’lik bir orana karşılık geldiğini görüyoruz(2). Veya birbirine yakın nüfusa sahip olan Van ve Aydın’da araştırma kapsamında seçilen hane sayılarına baktığımızda aralarında iki kattan fazla bir fark olduğunu gözlemliyoruz. Bu oranlar ve ağırlıklar hasta yoğunluğuna göre mi seçilmiştir veya başka kıstaslar mı vardır, bilmiyoruz. Ama böyle bir dağılımın araştırmanın daha baştan hatalı sonuçlar vermesine sebep olabileceğini biliyoruz. Ayrıca daha az sayıda bir haneyle aynı nitelikte bir çalışma yapılabilecekken neden 153 bin 577 hane seçilmiştir veya 81 ilin hepsinde yapmak yerine teritoryal, nüfus özellikleri ve hastalık yükü açısından benzer nitelikteki belirli birimler seçilmemiştir, bunu da bilmiyoruz. Normal zamanlarda bir ölçek hatası ve kaynak israfı olarak görülebilecek bu tercihlerin salgının ortasındaki bir ülkede basit bir özensizlik olarak geçiştirilemeyeceği ve doğrudan olumsuz sonuçlar yaratabileceği ortadadır.

Araştırmayı yürütecek olan saha ekiplerinin durumu ayrı bir sorun başlığı olarak öne çıkmaktadır. Bu tarz kapsamlı çalışmaların öncesinde yürütücülerin araştırma metodolojisi ve hastalığın özellikleri konusunda detaylı bir eğitimden geçirilmesi gerekirken sahaya çıkacak sağlık emekçilerine kısa bilgilendirmeler yapılarak bu süreç geçiştirilmiştir. Daha önce böyle bir çalışmanın içerisinde bulunmamış ve hiçbir saha deneyimi olmayan sağlık emekçilerinin sürece bu şekilde dahil edilmesi, hem araştırma için hanelerden toplanacak örneklerin standardizasyonunda ve sağlıklı bir şekilde iletilmesinde önemli sorunlara yol açacaktır, hem de virüsün bulaşıcılığı göz önüne alındığında kendilerinin ve toplumun sağlığı açısından ciddi tehlikelere sebebiyet verebilecektir. 3 tane maskeyi bile dağıtamayan bu iktidarın 153 bin 577 haneyi dolaşacak ekiplerin kişisel koruyucu ekipmanlarını eksiksiz ve nitelikten ödün vermeden temin edip edemeyeceği ise diğer bir soru işaretidir.

Çalışmanın finansmanının nasıl sağlanacağı başka bir muammadır. Türkiye ile Dünya Bankası arasında “Türkiye Acil COVID-19 Sağlık Projesi” başlıklı, 2 Nisan 2020 tarihinde onaylandığı belirtilen bir proje imzalandı(3). Bu proje kapsamında Dünya Bankası’ndan COVID-19 ile mücadele için, alt başlıklarda nereye ne kadar harcanacağının detaylı biçimde açıklandığı bir anlaşmayla 2020 yılı için 50 milyon dolar, 2021 yılı için de yine 50 milyon dolar olmak üzere toplam 100 milyon dolar kredi alınmış oldu.Bakanlıktan konu hakkında net bir açıklama yapılmadı fakat sürdürülen araştırmanın bütçesinin de bu proje bünyesinde alınan kredi ile karşılanacağı üzerine bir tahmin yürütülebilir. Dünya Bankası’ndan veya Avrupa Birliği’nden daha önce çeşitli amaçlarla alınan kredi ve fon adı altındaki kaynakların iktidartarafından nasıl yönetildiğini çok iyi bildiğimizden ve en nihayetinde bu son kredinin de bütün yurttaşların borcu olduğunu gözeterek sürecin şeffaf yürütülmesi konusunda ısrarcı olunması gerekmektedir.

Toparlarsak, salgının ortasında amacının ne olduğunu vesalgınla mücadelede elimizi hangi noktada güçlendireceğini tam olarak kestiremediğimiz bu büyüklükte bir çalışmanın, toplumsal anlamda fayda/zarar dengesinde nereye denk düşeceğini öngörmek pek mümkün görünmüyor. AKP’nin benzer “büyüklük” gösterilerinin emekçilere ne vaat ettiğini en son 3. Havalimanı sürecinde acı bir şekilde deneyimlemiştik. Çok daha başka öncelikler varken ve vaka sayıları tekrar yükselişe geçmişken, zaten ağır iş yükü altında ezilmiş ve altyapı eksikliklerini özveriyle çalışarak kapatmaya uğraşan sağlık emekçilerini tutarsızlıklarla ve soru işaretleriyle dolu böyle bir araştırma kapsamında mobilize etmenin sonrası için ne gibi bir fatura çıkaracağını da çok yakın bir zamanda göreceğiz.

 

 

 

(1) https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/saglik-bakani-koca-son-vakayi-en-kisa-zamanda-gormek-tedbirlere-uyumla-mumkundur/1872438

(2) https://www.cnnturk.com/turkiye/istanbulda-evlerde-antikor-taramasi-tum-asamalariyla-ilk-kez-goruntulendi

(3) http://documents.worldbank.org/curated/en/876181588627146140/pdf/Turkey-Emergency-COVID-19-Health-Project.pdf

DAHA FAZLA