Emperyalist paylaşım kendini güncellerken: Enerji için mücadele

Emperyalist paylaşım kendini güncellerken: Enerji için mücadele

1. Dünya Savaşı öncesindeki pervasız emperyalist rekabet dönemini andıran bugünkü dünyada, ABD emperyalizmi, Soğuk Savaş döneminde "müttefikler" statüsüne yerleştirdiği rakipleri de dahil olmak üzere ekonomik gündemini agresif biçimde ilerletiyor. Lenin’in 100 yılı aşkın bir süre önce yaptığı “emperyalizm ve savaş eğilimi yan yana gider” uyarısından hareketle, şiddetlenme sinyalleri veren rekabetin doğal sonucu yıkıcı çatışmaların uzun vadede devam edecek olmasıdır.

“Asya'ya gidiyorsun. Avrupa'ya gidiyorsun. Orta Doğu'ya gidiyorsun. ABD'nin dünyadaki yerinin, enerji konumumuzdaki bu değişimden dolayı farklı olduğunu anlıyorlar. (…) OPEC ve örgüt dışındaki petrol üreticisi ülkeler yerine artık küresel piyasada yeni aktörler yer alıyor. Şu anda en büyük üç oyuncu Suudi Arabistan, Rusya ve ABD.”1

Bu sözler, Wall Street Journal’ın her yıl düzenlediği CFO Network toplantısının bu yıl gerçekleşen ayağında IHS Markit’in Pulitzer ödüllü Başkan Yardımcısı Daniel Yergin tarafından söylendi. Yergin’in sözleri, ABD’nin enerji ithal eden bir ülkeden enerji ihraç eden bir ülkeye dönüşümünü oldukça yalın bir biçimde ifade etmesi açısından hayli önemli. ABD’deki bu dönüşüm bize, ABD’nin emperyalist sistemdeki gerilemesi ile göreli gelişimini pekiştirmesi arasında diyalektik bir ilişkiye işaret etmektedir. Bu diyalektik ilişkiyi anlamak, dünyanın içinde bulunduğu süreci anlamlandırmak açısından oldukça işlevseldir.

Tam da bu nedenledir ki, emperyalist sistem içindeki çekişmeleri ve sürtüşmeleri incelerken, son on yılda ABD’nin bir enerji ihracatçısı haline gelmesinin etkilerini göz ardı etmemiz gerekir. ABD Enerji Ajansı’nın (EIA) 1975-2016 arasında ABD’nin doğalgaz ihracatındaki değişimi gösteren grafiği2 bu dönüşümü açıklaması açısından oldukça yararlı.

Diğer yandan yine EIA’nın, ABD'de yerli petrol üretimine ilişkin 2010-2017 yılları arasındaki grafiğine bakıldığında var olan üretimin yedi yıl gibi oldukça kısa bir süre zarfında sekiz katına çıktığı görülecektir.3 Bildiğimiz üzere 20. yüzyılın ortalarındaki ABD savaş makinesini beslemek için petrol ithalatı bir zorunluluk haline gelmişti. 70'li yıllarda petrol krizinden sonra petrol ithalatına olan bağımlılık ABD dış politikasının belirlenmesinde hayati bir faktör olmuştu. Ama işler son on yılda bambaşka bir biçimde değişmeye başladı. Yine bunu en yalın biçimde ifade eden, 2014 yılında Obama döneminin Enerji Bakanı Ernest Moniz idi. Moniz, ABD’de enerji konusunda resmin 1970’lerden farklı olduğunu ve ihracat sınırlamasının tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini belirtiyordu.4

27 Eylül 2017 tarihli Bloomberg’te yayımlanan bir raporda, ABD’nin güneybatısında bulunan Permian bölgesinde, piyasa değeri 3.3 trilyon dolar olduğu belirtilen 60-70 milyar varillik petrol yatakları bulunduğu kanıtlandı5. Bu yatakların Suudi Arabistan’ın Ghawar sahasıyla rekabet edebilecek kapasitede olduğu söylenen raporda, diğer bir bölge olan Wolfcamp’ta daha ilk katmanda 20 milyar varillik petrol kaynaklarına ulaşıldığı belirtiliyordu6.

Chevron, Exxon Mobil ve Royal Dutch Sell gibi dev enerji tekelleri ABD'nin güneybatısındaki Permian bölgesine on milyarlarca dolarlık yatırım yaptığını açıkladı. Bu devasa kapitalist tekeller, sermayeleri sınırlı olması nedeniyle küçük üreticileri satın alarak sahip oldukları enerji yataklarını genişletme yoluna giderken, gelecek on yıl içinde Permian bölgesindeki üretimi günde 4 milyon varile ulaştırarak, neredeyse Irak'ın bugünkü üretimine yaklaştırmayı planlanıyorlar. Örneğin Chevron, on yıl içinde Permian bölgesindeki yatırımını 4 milyar dolara çıkaracağını beyan etmiş durumda7. Exxon Mobil, önümüzdeki üç yıl boyunca, Kuzey Amerika'daki petrol üretimi için devasa yatırımlar yapmayı karar altına aldı.

BU PETROL NEREYE AKACAK?

Bu noktada 7 Haziran’da, Wall Street Journal’da Lynn Cook imzasıyla yayımlanan bir yazıya dikkat çekmekte yarar var. Lynn Cook makalesinde, "Amerikan petrol ihracatı, küresel pazarda yeni yıkıcı bir güç olarak ortaya çıkıyor"8 tespitinde bulunmuştu. Cook’un yazısında ilginç bir veri daha bulunuyor. Bu yılın ocak-nisan arasında ABD tedarikçileri, çoğu Hindistan, Hong Kong ve Danimarka olmak üzere 110 milyon varil petrol ihraç etti. Asyalı alıcılar satışların % 39'unu oluşturuyor.9

Buradan hareketle, büyük üretim artışlarının gelişi ile birlikte ABD’li üreticilerin son zamanlarda OPEC gibi geleneksel ihraçatçılara bağımlılığı hızla azalırken, mevcut ve yeni pazarlar için rekabet eder hale geliyor. Benzer şekilde, ABD doğalgaz ihracatçısı olarak daha da önemli bir ülke konumuna geliyor. Doğalgazın sıvılaştırılarak (LNG) taşınmasında yeni teknolojilerin getirdiği sıçramayla birlikte pazarlar için rekabet giderek daha şiddetli hale geliyor.

Özetle, ABD emperyalizminin Soğuk Savaş sırasında enerji kaynaklarına erişimi sağlamak ve korumak için kurduğu müttefiklik ilişkileri, enerji tedarikçisi ülkeler için cesaretlendirici bir modeldi. Bugünün dünyasında bu modelin yeni bir fizyolojiyi aradığını söyleyebiliriz. Bu arayış çerçevesinde ABD emperyalizmi, küresel ekonomide yeni pazar arayışlarını, diğer enerji tedarikçileri ile rekabet halinde bulunmayı ve ABD’li tedarikçilere olumlu siyasi ve ekonomik koşullar yaratmayı listesinin üst sıralarına taşıyor.

JEOPOLİTİK ETKİLER

ABD'nin enerji ithal eden bir ülkeden enerji ihraç eden bir ülkeye dönüşümü, ABD’nin stratejik politikalarında kimi zaman hızlı kimi zaman yavaş  değişimlere neden oluyor. Bu değişimlerin en tipik örneğini, Rusya'ya yönelik düşmanlığın kimi zaman acımasızca yoğunlaşmasında, kimi zamanda iki ülke ilişkilerinde hiçbir sorun yokmuşçasına yapılan övgü dolu sözlerde görebiliyoruz. Diğer yandan İran’ın yeniden şeytanlaştırma girişimlerinden tutun da, Katar'ın tuhaf izolasyonunu ve bu izolasyonun ABD eliyle deliniyor oluşu gibi bir dizi örnek bu değişimin başka yansımalarıdır. Dolayısıyla, ABD’nin bugün dış politika pratiği geçmişle kıyaslandığı statik değildir. Bunun getirdiği boşluklar, bölgesel güçlerin hareket alanını geliştirmekte ve de onları daha fazla inisiyatif alır veya ister hale getirmektedir.

O halde bu bölgesel güçlere daha yakından bakmakta yarar var.

Suudi Arabistan ile yapılan devasa boyuttaki silah ve mühimmat alım anlaşmasının Yemen'deki Suudi işgalinin yoğunlaşmasını ve devam etmesini sağlayacağı aşikardır. Her ne kadar Suudi Arabistan, ABD'nin hegemonyası için küresel misyonuna sadık bir şekilde hizmet etmekten mutluluk duyuyor olsa da, elleri şimdilik Yemen’de sürdürdüğü işgalin maliyeti ve düşük petrol fiyatları nedeniyle sınırlanmış durumda.

Riyad'daki kılıç dansı performansından sonra, Körfez krallıklarının Katar’a dönük “beklenmedik” düşmanlığı, uzun vadede Katar'ın sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) piyasasındaki ağırlığına karşı ABD'nin perde arkasından geliştirdiği stratejik bir müdahale olarak yorumlamak gerekir. LNG ihracatçıları arasında Katar, Kuzey Sahası (İran bu sahanın güneyine sahip) adını verdiği dünyadaki en büyük doğal gaz rezervlerinden birini üretime açmayı planlıyor. Katar’ın LNG piyasasında lider ülkelerinden biri olduğu düşünüldüğünde, yukarıda söylediğimiz dönüşümün jeopolitik etkileri de daha berrak hale geliyor. Tam da bu noktada, ABD’nin küresel enerji bağlamında Rusya ile İran’ı eşzamanlı hedef aldığı ve yine bu bağlamda Katar krizinin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile ortak yeni enerji cephesi oluşturmayı hedeflediğini söylebiliriz.

Rusya'ya karşı yapılan sonuncuda dahil olmak ABD yaptırımları, Rusya’nın doğal gaz projelerini hedef tahtasına oturttu. ABD Senatosu’nun, söz konusu yaptırımları 98-2 gibi hayli büyük bir farkla kabul ettiğini belirtelim. ABD, enerji açısından Rusya’nın AB enerji piyasasındaki ağırlığını azaltmak niyetini hiçbir zaman gizlemedi. Yukarıda daha önce belirtmiştik, tekrar edelim. Enerji ithal eden bir ülkeden enerjide ihraçeden ülkeye dönüşüm, Marx’ın sermayenin hareket yasaları çerçevesinde düşünüldüğünde ABD’yi, Avrupa’daki pazar payını giderek artırma eğilimine sokuyor. Teknolojik üretim avantajları ile birlikte ABD, küresel enerji denklemine iddialı bir şekilde girmiş bulunuyor. Küresel pazarda daha ucuz gaz tedariki, kargo taşıma kapasitesi ve esnek tedarikçi siyaseti ile Rusya’nın Avrupa pazarına da rakip olmayı hedefliyor.

Peki gerçekten de asıl hedef Rusya mı? Gazete Duvar’da Mühdan Sağlam, bu soruya oldukça doyurucu bir cevap veriyor.10 Mühdan Sağlam’ın cevabından hareketle, AB’nin  Rusya’ya karşı verilen yaptırımları Rus gazını Almanya, Avusturya ve diğer Avrupa ülkelerine taşıyacak olan Kuzey Akım 2 (North Stream 2) doğalgaz boru hattı projesine yönelik bir saldırı olarak gördüğünü belirtelim. Almanya ve Avusturya ortak bir açıklama yaparak “Avrupa enerji kaynaklarının geliştirilmesine katılan Avrupalı şirketlere karşı uluslararası hukuk çerçevesine uymayan yasa dışı yaptırımlar uygulanması tehdidini kabul etmiyoruz” derken, Fransa da benzer bir tutum takınarak “ABD’nin İran, Rusya ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne uygulamak istediği yeni yaptırımların yasal olmadığını” belirtti. Paris’in, Fransa ve Avrupa yasalarının yaptırımların ardından değişmesi gerekeceğini ve AB düzeyinde tartışma yapılmasına ihtiyaç olduğunu ileri sürmesi oldukça anlamlıdır. Tüm bunlar, AB ile ABD arasındaki çekişmenin geldiği aşama açısından muazzam birer örnektir. Diğer bir deyişle, AB-ABD arasındaki rekabet, Rusya üzerinden enerji savaşları ile farklı bir sürece girme potansiyeli taşıyor.

SON SÖZ YERİNE YA DAQUİ VADİMUS?

Özetle, 1. Dünya Savaşı öncesindeki pervasız emperyalist rekabet dönemini andıran bugünkü dünyada, ABD emperyalizmi, Soğuk Savaş döneminde "müttefikler" statüsüne yerleştirdiği rakipleri de dahil olmak üzere ekonomik gündemini agresif biçimde ilerletiyor. Lenin’in 100 yılı aşkın bir süre önce yaptığı “emperyalizm ve savaş eğilimi yan yana gider” uyarısından hareketle, şiddetlenme sinyalleri veren rekabetin doğal sonucu yıkıcı çatışmaların uzun vadede devam edecek olmasıdır.

Emperyalistlerin şimdilik kendi aralarında savaşmıyor oluşunun bu açıdan hiçbir değeri bulunmuyor. Çünkü, emperyalizm zamanı geçmiş bir teorik önerme değil, insanlığı kan ve göz yaşına boğan pratiğe sahip bir gerçeklik. Dolayısıyla sol, enerji temelli gerilimlerin varlığını ‘yeni-sömürgecilik’ entrikalarına bağlayarak gerçekliğin üzerinden atlamamalı, yok saymamalıdır.



1- https://www.wsj.com/articles/daniel-yergin-on-u-s-oils-global-impact-1497837720

2- https://www.eia.gov/dnav/ng/ng_move_expc_s1_a.htm

3- https://www.eia.gov/petroleum/weekly/archive/2017/170927/article_images/twip170927fig1.png

4- http://blog.isyatirim.com.tr/2014te-dunya-enerji-piyasasini-bekleyen-gelismeler

5- https://www.bloomberg.com/news/articles/2017-09-25/permian-super-basin-holds-up-to-3-3-trillion-in-untapped-oil

6- https://www.bloomberg.com/news/articles/2016-11-15/permian-s-wolfcamp-holds-20-billion-barrels-of-oil-u-s-says

7- http://oilprice.com/Latest-Energy-News/World-News/Chevron-To-Invest-4B-In-Permian-Production.html

8- https://www.wsj.com/articles/u-s-oil-exports-double-reshaping-vast-global-markets-1496833200

9- https://www.wsj.com/articles/u-s-oil-exports-double-reshaping-vast-global-markets-1496833200

10- https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/07/26/abdnin-rusya-yaptirimlarinin-hedefi-rusya-mi/