'Emek, Şiddet, Muhafazakarlık' sempozyumuna çağrı

'Emek, Şiddet, Muhafazakarlık' sempozyumuna çağrı

İlerici Kadınlar Meclisi, "evde değil, sokakta; itaatkâr değil, mücadele eden kadınların ülkeyi aydınlık bir geleceğe taşıyacağını düşünüyoruz." açıklamalarında bulundu.

Röportaj: Esra Tokat

Ankaralı kadınlar 11 Mart'ta düzenlenecek olan 'Toplumsal cinsiyet Eşitsizliği Penceresinden Emek, Şiddet, Muhafazakarlık' isimli sempozyuma çağrı yapıyor. İleri Haber olarak günlerdir hazırlıklarını sürdüren sempozyum düzenleyicileriyle görüştük. İlerici Kadınlar Meclisi'nden Fatoş Erol, Dilan Elveren ve Banu Topaktaş 11 Mart'ta Ankara'da Tüm Bel-Sen Genel Merkezi'nde yapılacak olan etkinliğin taşıdığı anlamı ve çalışmalarını anlattılar.

Bugün Türkiye’de kadınlara karşı çok yönlü saldırılarla karşı karşıyayız; örneğin kadın düşmanı politikalar ve yasalar. Türkiye’de kadınların durumunu değerlendirdiğimizde sizce kadın mücadelesi hangi noktada?

Fatoş Erol: Kadın mücadelesi son dönemlerde ülkenin genelinde olduğu gibi oldukça zorlu bir dönemden geçiyor. AKP iktidarı döneminde hem çalışma yaşamına dönük hem toplumsal yaşama dönük yapılan müdahalelerin en çok etkilediği kesimlerden birisi kadınlar. Kadınların çalışma yaşamından dışlanmasından tutun da kıyafetine, yaşam tarzına, haklarına yönelik önemli saldırılar gündemde. OHAL süreci ile birlikte bu saldırıların boyutunda da önemli bir artış oldu elbette. Kadınların dernekleri, yayınları kapatıldı; yine bu dönemin baskısı ile yıllarca mücadele ederek kazanılmış hakları gasp edildi ve edilmeye de devam ediyor. Kadın mücadelesinde hak talep etmeye yönelik mücadele vermekten daha çok barikatı; kazanılmış hakların korunması, kadınların temel yaşam haklarının korunması noktasına kurmuş durumdayız. Bu durum elbette kabul edilebilir değil bizler açısından bu nedenle de en çok sokaklarda olan, mücadele eden kesim yine biziz. Bu döneme bir yandan da gerici saldırılar eşlik ediyor. Müftü nikahı, çocuk istismarı, diyanet fetvaları, iktidar ve medyanın gerici söylemleri bu kuşatmayı bütünlüyor aslında. 

Böylesi bir dönemde bir sempozyum düzenliyorsunuz. Sempozyum oturumları emek, şiddet ve muhafazakarlık olmak üzere üç başlıkta düzenlenmiş, yukarıda da kadın mücadelesi ile ilgili verileri de hesaba katarak neden özel olarak bu başlıkları seçtiniz, tartışmaya açılmasını arzu ettiğiniz şeyler neler?

Dilan Elveren: Bugün kadınlara yönelik saldırıların boyutu çok geniş kapsamlı olmakla birlikte bazı başlıkların günümüz kadın mücadelesi açısından öne çıktığını ve daha yaşamsal olduğunu düşünüyoruz. Bizim açımızdan öne çıkan bu üç başlığın, birbirlerini kapsayan ve geçişkenlik gösteren başlıklar olduğunu söylemek sanıyoruz ki yanlış olmaz. Emek, şiddet ve muhafazakarlık başlıkları hem son dönemde kadınlara yönelik saldırıların ana eksenini oluşturuyor hem de birbirlerini önemli ölçüde etkiliyor.

Emek başlığı kadınlar açısından en temel gündemlerden birisi çünkü bizleri üretimden uzaklaştırarak hayatımızı kuşatan, bizleri çalışma yaşamından dışlayan bu düzen ile bir derdimiz var. Kadının toplumdaki ikincilliğini besleyen en önemli faktörlerden bir tanesi kadınların aktif çalışma yaşamına çok düşük oranlarda dahil olmasıdır. Kadınlar iş yaşamında genel olarak düşük ücret alan, güvencesiz çalışan ve kriz dönemlerinde işten çıkarılacak ilk kişilerdir. Bugün kadın istihdamını arttırmaya yönelik herhangi bir çaba olmadığı gibi örneğin evinde hasta/yaşlı bakımı yapan kadınlara maaş ödenerek kadın istihdamında artış varmış gibi yansıtılmaktadır. Ülkede ciddi bir yoksullaşma hali var ve bu dönemlerde çalışan kadınların gelirleri “ev ekonomisine katkı” olarak değerlendiriliyor, böyle dönemlerde esnek ve güvencesiz çalışma koşulları daha fazla dayatılıyor. Kadın istihdamı konusunda kâğıt üzerinde düzenlemeler yapılsa da bu konuda gerçek anlamda bir iyileşme söz konusu değil. İş yaşamındaki sıkıntıların yanı sıra bir taraftan da gerici söylemlerin/politikaların etkisiyle kadının yerinin ve görevinin evi ve ev işleri olduğu sıkça vaaz edilmekte. Üç çocuk politikası, gençleri erken evliliğe yönlendirme, anneliği yüceltme ve kadının kimliğini sadece buradan tanımlama gibi… Öte taraftan çocuk sahibi kadınların çalışma yaşamını kolaylaştıracak süt izni, kreşlerin açılması gibi başlıklar ise neredeyse gündemden kalktı.

İkinci olarak İktidarın muhafazakâr/gerici politikaları son dönem kadın mücadelesinin en temel gündemlerinden birisi yine... Biz kadınların hayatlarının gerici heyulalarla sarmalanıp söz sahibi olmasını engelleyen bu düzeni kabul etmiyoruz. İktidarın dinci gerici müdahaleleri  toplumu dönüştürmek için aileyi araç olarak kullanıyor, o nedenle kadınları hep aile içerisinde konumlandırıyorlar. Kadınların kıyafetlerine, kahkahasına, yaşam tarzına bu nedenle karışıyorlar. Kamusal alanda kadınlara yönelen taciz, tecavüz ve şiddetin tüm sorumluluğunun kadınların yaşam tarzına yüklenmesi de bu müdahalenin bir parçası. Bu başlıkta sayılabilecek onlarca şey var ama günümüzde en yakıcı olanı söylemek bile yeterli: Biz yakın dönemde 9 yaşında çocuğun evlenebileceğini söyleyen, dinsel kuralları/hukuku referans alan Diyanet’e resmi nikah kıyma yetkisi verildiği bir dönemdeyiz. Kız çocuklarının küçücük yaşlarda evlendirildiği, istismar edilen bu çocukların bizzat kamu görevlileri tarafından gizlendiği, istismarcıların korunduğu bir karanlıktayız. Zina, hadım, idam kavramlarının çocuk istismarına tepkilerin arttığı bir dönemde iktidar tarafından tartışmaya açılması fırsatçılığıyla karşı karşıyayız. İstismarın üzerini örtmek için yasalar çıkarmaya çalışmaları, şerri hukuka yönelik düzenlemeler getirmeye çalışmaları sorunu çözme niyetlerinin olmadığını bir kez daha gösteriyor aslında.

Sempozyumda ele almak istediğimiz şiddet başlığı ise bugün ülkemizde kadınların en önemli gündemidir çünkü şiddet bizler için bir sindirme aracı olarak kullanılıyor. Artan kadın cinayetleri ve bu cinayetlerin faillerinin cezalandırılmadığı, aksine cesaretlendirildiği bir dönemdeyiz. Kadınlara yönelik her türden şiddetin cezasızlığı, yasaların uygulanmaması, şiddet gören kadınlara yönelik koruyucu adımların atılmaması şiddetin boyutunu önemli ölçüde arttırmaktadır. Türkiye’de neredeyse hayatının herhangi bir döneminde şiddet görmeyen bir kadın yok; en yakınları tarafından öldürülüyorlar, boşanmak isteyen kadınlar şiddete uğruyor. İktidar bir yandan bireysel şiddeti önlemezken diğer yandan da devlet kurumları eliyle şiddeti meşrulaştırıyor. Daha geçtiğimiz pazar günü Ankara’da ve Çorlu’da gerçekleştirilen 8 Mart eylemine yapılan polis saldırısı, kadına yönelik şiddetin erkek egemen sistem eliyle nasıl sistematize edildiğinin bir göstergesiydi. İktidar eliyle meşrulaştırılmış bu şiddet, kadınların sosyal, iş ya da aile hayatı içerisinde yaşadığı şiddetin bir aynasıydı.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Banu Topaktaş: İnsanlığın ilerici birikiminin, bu birikimin ne kadar zor kazanıldığının ve nasıl yıkılmaya çalışıldığının farkındayız. Örneğin, 8 Mart’ta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının telefonlarımıza gönderdiği mesajdan bahsedelim. Mesaj “Güçlü Kadın, Güçlü Aile, Güçlü Türkiye” ile bitiyor. Bu kelimelerle bize verilen net bir mesaj var. Kadın aile içerisinde bir figür ve anlam kazandığı yer aile. Halbuki kadın bundan çok daha fazlası. Bizim yaratılmaya çalışılan kadın figürü ile bir derdimiz var: Evde değil, sokakta; itaatkâr değil, mücadele eden kadınların ülkeyi aydınlık bir geleceğe taşıyacağını ve bu üç başlığın da bu derdimizi anlatan bir bütünlük sergilediğini düşünüyoruz. Bugün kadın mücadelesinde temel önemde gördüğümüz bu başlıklara dair konuşmak, tartışmak, birlikte kafa yormak; biz kadınlara dayatılan ‘’itaat etme, sessiz kalma’’ rollerine bir başkaldırı ve kadına yönelik tüm saldırı alanlarında direngen bir akıl oluşturma zemini sağlıyor. Elbette tartışmalarımız sempozyumla bitmeyecek, burada ürettiğimiz temel üzerine mücadeleyi büyütmenin yollarını ve araçlarını da aramaya devam edeceğiz. Bu tartışmaların kadın mücadelesini büyütmek için katkı sunacağını düşünüyoruz. 

 

 

 

 

 


 

DAHA FAZLA