Ekim Devrimi'nin Türkiye'ye etkileri

Ekim Devrimi'nin Türkiye'ye etkileri

Erden Akbulut ve Erol Ülker yaptıkları derleme çalışmasında Ekim Devrimi'nin yarattığı özgün bağlamın gerek Türkiye’nin gerekse Türkiye komünist hareketinin kuruluş sürecine olan etkilerini ele almışlardır.

          Türkiye’li devrimciler üzerinde sınırlı etkisi ve ve sürekliliği görülen Rum, Ermeni ve Yahudi sol-sosyalist mirası dışında, İttihat ve Terakki o dönem Türkiye’de yeni biçimlenmekte olan komünist hareketin de biricik devrimci mirası oldu.

          Komünist hareketin ulusal kurtuluş mücadelesi boyunca biçimlenmesi ve Komintern’in ulusal mücadelelerin, ulusal burjuvazinin desteklenmesi yolundaki politikası, ülkemiz komünist hareketinde Kemalist ve ulusalcı eğilimlerin doğup yeşermesinde etkili oldu.

Erden Akbulut

Ufuk Akkuş

Rusya’da 1917 yılında gerçekleşen Bolşevik Devrimi dünya tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Daha sonraki devrimler ve devrim girişimleri için esin kaynağı olan sosyalist devrim elbette Türkiye’de de yankı bulmuştur. Erden Akbulut ve Erol Ülker yaptıkları derleme çalışmasında Ekim Devrimi'nin yarattığı özgün bağlamın gerek Türkiye’nin gerekse Türkiye komünist hareketinin kuruluş sürecine olan etkilerini ele almışlardır. “100 Yılın Ötesinde Ekim Devrimi ve Türkiye” adlı söz konusu çalışmada Ekim Devrimi'nin Türkiye’ye olan etkilerini değişik açılardan inceleyen 9 makale yer almaktadır. Akbulut ve Ülker; milli mücadelenin sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı bir karaktere sahip olduğu iddiasını kimi zamanlar daha fazla ön plana çıkaran Ankara hükümeti ve başta Enver olmak üzere politik faaliyetlerini yurt dışında sürdüren ittihatçı liderlerin, Bolçeviklerle temas halinde olduğuna dikkat çekerek Sovyet hükümeti tarafından sağlanan mali ve askeri desteğin özellikle Anadolu’da Yunanistan ordusuna karşı girişilen askeri mücadelenin başarıya ulaşmasında önemli bir role sahip olduğunu söylerler.

Zafer Toprak, “Ekim Devrimi ve Osmanlı Türk Basınında Lenin” makalesinde; Lenin’in emperyalizm karşıtı politikasının İttihat ve Terakki bünyesinde ilgi uyandırdığını vurgular ve aynı düşmana karşı mücadele edilmesi sebebiyle Bolşevik Devrimi'nin Osmanlı için giderek olumsuz bir çizgiye, dünya savaşında İttihatçılar için çözüm sunabileceğini belirtir. Böylece Lenin, Osmanlı basınında umutla izlenen bir lider olmuştur. Bu ilgi sonucu, milli mücadele döneminde Türkiye ile Sovyetler arasında sıcak ilişkiler gelişmiş ve Sovyetler, Türkiye’yi ilk tanıyan ülkelerden biri olmuştur. Batı emperyalizmine karşı aynı cephede yer alan iki ülke Moskova Görüşmeleri sonrasında, 16 Mart 1921 günü “Türkiye Sovyet Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzalanmıştır.

Sovyetler ve Lenin dönemin pek çok yayın organında yer bulmuş olup Aydınlık dergisinde de (1921-1925) Lenin ve Sovyet Rusya’daki toplumsal hayat ayrıntılı olarak işlenmiştir. Toprak, derlemedeki ikinci makalesi olan “Ekim Devrimi, Lenin ve Aydınlık’ta Marksist Kadınlar” adlı yazısında devrimin ve Lenin’in Aydınlık sayfalarına yansıyan yönleri ele almıştır. Sovyet Rusya’nın “Yeni İktisadi Siyaseti ve Rus İnkılabı ve Saikleri” gibi yazıların yer aldığı 19. sayı (Ocak 1924) ise özellikle kadın sorununa eğilmiştir. Dergide kadın sorununa Marksist yaklaşım ve burjuva feminizmi eleştirisi, Türkiyeli Marksist kadın yazarlar tarafından dile getirilmiştir. Leman Sadrettin, “İnkılap Kadınları” başlıklı yazısına Mirabeau’nun “Hakiki inkılap kadınsız olmaz" sözüyle başlamış ve şöyle demiştir: "Eğer amele kadınlar, ev kadınları, valideler devrime duyarsız kalırlarsa toplumsal değişim gerçekleşemez" Aydınlık çevresi Türkiye’de II. Meşrutiyet’le birlikte yükselen feminizm hareketini sınıfsal açıdan eleştirerek kadına alternatif bir kurtuluş yolu göstermeyi amaçlıyordu. Kısaca kapitalizmin, sermayedarlık rejiminin, özel mülkiyetinin hakim olduğu bir ortamda kadın özgürlüğünden söz edilemeyecekti. Toprak’a göre; Aydınlık, Türkiye’de Marksizmi bilimsel tabana oturtan bir dergi idi. İkinci özelliği de kadın yazarların derginin sayfalarında yer almasına özen gösterilmesidir.

“Devrimin sınırdaki yankıları: Kars’ın 1917’si” başlıklı makalesiyle Kars’taki sosyalist ile milliyetçi akımlar arasında yaşanan ayrışma ve birleşme çabalarına değinen Alexander E. Balistreri, o zamanki Kafkasya’nın genel siyasi tablosunu da yansıtmıştır. Balistreri’ye göre; Kars’ı anlamak, Kafkasya bölgesini ve Rusya’nın devrim dönemini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Şubat Devrimi bir taraftan Kars’ta dini mabetlerin açılması, eğitimin ana dilde verilmesi ve her milliyetin kendi okullarını açması gibi özgürlüklerin tanınmasına yol açmıştır. Kars’taki sosyalist ve Ermeni milliyetçi partiler ile hayır cemiyetlerinin faaliyetlerinin yanı sıra milli kongreler ve komiteler şeklinde yaşanan örgütlenme pratiklerinin incelenmesi, 1917 yılında yaşanan toplumsal değişimin anlaşılmasında önemli ipuçları sağlıyor. Bolşevizmin en açık şekilde destek gördüğü Sarıkamış’ta Bolşeviklerin sayısı Eylül 1918’de 300 iken kasım ayında (garnizon askerleri ve kentteki parti örgütü dahil) 1500’e yükselmiştir. Kafkasya Bolşeviklerinin elindeki Askeri Devrimci Komite, Tiflis’ten çekilmeden önce cepheye yakın pek çok yerde Askeri Devrimci Cephe Komiteleri kurulmuştu. Sarıkamış, cephenin Erzurum bölgesindeki merkeziydi. Komite kısa zaman içinde Alaverdyan’ın yönettiği yerel parti örgütünü de içine alarak parti ve askerlerin birleştiği bir kuruma dönüşmüştü. Sarıkamış’ta başlatılan bu hareket sayesinde komünist tarih yazmında Sarıkamış sadece Kars bölgesinde değil, 1917-1918 kışında Güney Kafkasya’da da devrimin başlıca merkezlerinden biri olmuş ve Bolşeviklerin cephedeki örgütlenmesinin başarılı bir örneği haline gelmiştir. Yazar, devrim ilkelerini Kars müslümanlarına yaymaya çalışan Alihan Kantemirov’a atfen “Kars’ın siyasi kültürünün kaynağı 1917 Ekim Devrimi değildir” der ve onu 1918 ve 1920 sonrasında Azerbaycan’dan gelen şehirlilerde Sovyet Rus Konsolosluğu ya da Sovyet radyosunun yaptığı propagandalarda, Köy Enstitütüleri tecrübesinde veya bazı Malakan köylülerin Bolşevizme tutunmasında aramamız gerektiğini ileri sürer.

Bolşevik Devrimi'nin akabinde başlayan ve 1920 yılına kadar süren iç savaşta Beyaz Ordu'nun rolü de Pınar Üre’nin makalesinde ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bolşeviklere karşı mücadele edenler arasında monarşistler, liberaller olduğu gibi Menşevikler, sosyalist devrimciler ve anarşistler gibi Bolşeviklere muhalif çeşitli sol gruplar ve ayrıca “Yeşil Ordu” çatısı altında silahlanan köylüler de yer alıyordu. Karşı devrimci sürecin en önemli askeri gücü ise eski imparatorluk ordusu subaylarının önderliğinde kurulan Beyaz Ordu birlikleri idi. Ordudaki subaylar arasında monarşistler kadar cumhuriyetçiler ve anayasal monarşiyi savunanlar da vardı. Rusya’nın geleceğine dair net bir program geliştirmekten yoksun olmaları; köylülere toprak, askerlere barış, ulusal azınlıklara kendi geleceklerini tayin hakkı gibi son derece net vaatleri olan Bolşevikler karşısında Beyaz Ordu’nun en ciddi zaaflarından biriydi. Geçmiş duyulan özlem ve Bolşevik karşıtlığı Beyazları birleştiren yegane ortak noktalardı. Dört bir yana dağılan Beyaz Rus mültecilerin bir kısmı İstanbul’da yaşamını sürdürmüştür. Sürgündeki Rusya Ordusu Komutanlığı’nın yarı resmi yayın organı olan ve İstanbul’da yayımlanan Beyaz Ruslar, Zarnitsıy (Yıldırım) gazetesi aracılığı ile propagandalarını sürdürdüler. İstanbul’daki Beyaz Ruslara ek olarak gazetenin bir diğer hedef kitlesi de Kırım’dan çekildikten sonra Gelibolu’da konuşlanan Vrangel Ordusu mensuplarıydı. Liberal Avrupa tarafından terk edilmiş olma hissi Zernitsıy yazarlarının kutsal Rusya fikrine duydukları özlemi beslemiş ve Batı karşıtı bir havanın da esmesine yol açmıştır.

Rusya’nın karşı devrim ve iç savaş sürecinde kapitalist-emperyalist dünya düzenini tehdit eden birçok ihtilalci harekete destek vermesiyle ortaya çıkan devrimci diplomasi siyaseti ve bu siyaset hattında İttihatçılar ile ilişkileri Alp Yenen’in makalesinde incelenir. Makalede, devrimci diplomasi alanında Talat, Enver ve Cemal Paşa gibi ittihatçıların sürece müdahil olma çabaları, Türk hükümetinin onları sürecin dışında tutma çabaları ve Sovyetler Birliği’nin bu üçgendeki konumlanışı inceleniyor. Yenen’e göre Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Anadolu’da kurban edilmesini Bolşevikler pek kolay kabullenmişlerdi ve Sovyet-Türk dostluk anlaşmasından sonra Türkiye’de komünizmin gelişiminin daha da zorlaşacağı anlaşılıyordu. Ankara’nın Bolşevizm ile flörtü, yerini ikili devlet ilişkilerine terk etmekteydi. Sovyet Rusya’nın ihtilalci cemiyetler vasıtasıyla anti-emperyalist ve anti-kapitalist devrim planlamak yerine, Türkiye, İran ve Afganistan’daki ulusal liderlerle iş birliği kurması sonuç olarak pragmatik bir stratejiydi. Sovyet diplomatı Georgiy Çiçerin, Sovyet Dış Politikası ve Türk İhtilali'ni incelediği yazısında benzer bir görüşü dile getirir: Devletler arası iş birliğinin komünizmin önünde tutulması ve ufak tefek bölgesel meselelerin dizginlenmesi gibi fikirler Sovyetlerin geçirdiği dönüşümün de birer göstergesiydi. Çiçerin, salt askeri hedeflerin ötesinde Mustafa Kemal hükümetiyle iş birliğinin önemini erken bir tarihte fark etmişti. Milliyetçi Türkiye’nin kaçınılmaz olarak Batı emperyalizmi ile çatışacağını ve doğal olaral Sovyetlerin müttefiki olacağını öngören bir tez doğrultusunda hareket ediyordu.

“Ekim Devrimi, Komintern ve Komünist Hareketin Biçimlenişi” başlıklı yazısıyla Erden Akbulut, 1905’te Rusya’da başlayıp Şubat ve Ekim Devrimi ile devam eden ve kominternin kurulmasıyla işleyen sürecin düşünsel temelleri, komintern ile Türkiye komünist hareketi arasındaki ilişkilere odaklanıyor. “Mütareke Döneminin Başlarında İstanbul’da Sol Hareketler 1918-1920” başlıklı yazıyla Erol Ülker de bu sürecin İstanbul’daki yansımaları ve mütareke koşullarında iktidardan düşen İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) kadrolarınca örgütlenen direniş hareketi, sosyalist, komünist ve radikal hareketlerin etkinliklerine göz atıyor. Ülker, İstanbul’un resmi olarak işgal edildiği 1920 baharında başta ittihatçılar ve komünistler olmak üzere farklı siyasi eğilimleri içeren geniş bir koalisyonun ortaya çıktığını hatta bunun 1919’larda sosyalistler arasında gerçekleştirilemeyen cephe örgütlenmesi olduğunu iddia ediyor.

Edward Hallet Carr’ın belirttiği gibi; geçmiş bizim için bugünün ışığında anlaşılabilir ve bugünü tümüyle ancak geçmişin ışığında anlayabiliriz. İnsanın geçmiş toplumu anlamasını ve bugünün toplumuna daha çok egemen olmasını sağlamak tarihin çifte işlevidir. Tarihin bu çifte işlevinin anlaşılması için Erden Akbulut ve Erol Ülker’in “100 Yılın Ötesinde Ekim Devrimi ve Türkiye” derlemesi yetkin bir katkı sunuyor.


KÜNYE: Erden Akbulut – Erol Ülker, 100 Yılın Ötesinde Ekim Devrimi ve Türkiye, Sosyal Tarih Yayınları, Mart 2020, 238 sayfa.

DAHA FAZLA