Dünyanın dar geldiği…

Dünyanın dar geldiği…

Okuru, keşfin hazzından uzaklaştırmamak üzere, metnin oyunlarını bozmadan öncelikle söyleyebileceğim, zorlayıcı postmodern tekniklerle örülü kurgunun altından ustalıkla kalkılması takdire değer. Zaman zaman sözün sahibini takip edebilmek okurun dikkatini gerektirse de…

Dilek Yılmaz

Ayhan Koç’un son romanı Cümle Göğün Mavisi geçtiğimiz Kasım ayında İthaki tarafından yayımlandı. 2017 Everest İlk Roman Ödüllü Sırlıçeşme ve 2018’de okurla buluşan Kara Havadisler Kervanı’nda yer alan öyküleriyle kolaya kaçmayan bir yazar olduğunun erken dönem sinyallerini veren Koç, bu romanda da gerek konusu gerekse kurgu tekniğiyle güncel Türkçe edebiyatın popüler uğraklarının dışına çağırıyor okuru.

Gazeteci Fevzi, arkadaşı Sermet’le birlikte hazırladıkları, ucu hükümete uzanan yolsuzluk dosyası haberinin yayınlanmasının ardından,başına gelecekleri kabullenmiş halde evde polisler tarafından gözaltına alınmayı beklemektedir. Fevzi’nin bavulunu hazırlarkenki iç sorgulamalarının tanıklığında anlarız ki tek derdi malum hadisenin, daha başından öngörülebilir sonuçlarına katlanmak değildir. Üç gündür aynı operayı dinleyerek sigara dumanına boğulmuş salonda yatıp kalkan Fevzi’nin yedi yıldır evli olduğu Meral’le iğneleyici ve zaman zaman sertleşendiyaloglarına yansıyan gerginliğin sebebini de romanın daha başında öğreniriz. Aldatıldığından Meral’in tuttuğu günlükleri ele geçirerek haberdar olan Fevzi’nin duygusal hezeyanlarının mazisi, romana neredeyse karakter olarak sızmış ve çoğu bölümün başındaki alıntılara da kaynaklık eden Pagliacci Operası eşliğinde ve hikâyenin merkezinde yerini alır.

İçine doğduğu aileden erken kopmuş, okumuş yazmış, vaktiyle yazdığı romanla ödül alıp röportajlar verdiği edebiyat macerasından her ne kadar hikâyenin sonunu kestirdiği için caymış görünse de işler pek umduğu gibi gitmemiş, aslında aşktan arkadaşlığa hiçbir şeyi pek yolunda gitmemiş, olmamış ve oldurmak için mücadele de vermemiş Fevzi. Kendisiyle ve dış dünyayla türlü biçimlerde hesaplaşmasının derinliklerindebuluyoruz yavaş yavaş kendimizi. Geçmişi ve bugünü üzerinden sorgulamaların kimi belirsizlikleri de Fevzi’nin zihninde beliren yeni roman fikri üzerinden roman içinde romanın kurguya eklenmesiyle aydınlanıyor. Arada sözü kimin aldığı konusunda okuru tereddüde düşürse de, yazarın Fevzi’ye yazdırdığı iç romanın ayırt edilmesini sağlayan belirgin işaretler metinde okurun elini kolaylaştıracak biçimde verilmiş.

Eski yazar, şimdinin gazetecisi Fevzi’nin toplumsal meselelere duyarlılığı konusunda şüphe yok ancak Türkiyeli okurun konuyu gördüğü anda zihninin meyledeceği gözü kara devrimci gazeteciye uyar yanı pek yok. Malum haber de aslında Sermet’in fikri. Fevzi’nin bu plana dahil olma motivasyonunun kaynağı,Meral’le ilişkisinde yaşanan yarılma. Özetle, bir nevi evden kaçma bahanesi. Fevzi’nin Almanya’da yaşayankız kardeşinin telefonda “…yolsuzluk haberi çıkaracak başka gazeteci mi kalmadı abi, sana mı düştü” sorusuna yanıtında adreslendiği gibi, o gazetecilerin birçoğu hapistedir ve sıra artık Fevzilere kadar gelmiştir ve bu kimseyi pek de şaşırtmaz. Aynı görüşmede ipuçlarını toplamaya başladığımız aile dramı üzerinden Fevzi’nin şimdiki hayatıyla kurulan paralellikler de roman bütününde ara sıra karşımıza çıkıyor.

Aldatıldığını öğrenen Fevzi’nin, annesi de karısının onu aldattığı gibi babasını aldatmıştır. Annesine duyduğu öfkeye rağmen içten içe ona hak verir halini açık eden “Çünkü sevgi denen şeyin, aşk mı demeli, ne dersek diyelim işte, o duygunun gayrı iradi olduğunu bilecek kadar büyümüştüm.” açıklamasının, karısına yüklediğitüm olumsuz duygular beraberinde;bir erkeğin karşısında edilgenleşmeyen öyle bir kadını bir daha bulamama korkusunda dile gelen,ne kalabildiği ne de büsbütün gidebildiği ilişkinin çelişkileriyle benzerlikleri var.

Malum operanın konusuda benzerliklerin bir parçasıdır. Canio’nun kendisini aldatan karısını ve âşığını öldürmesi ve seyircinin bunu oyunun bir parçası zannetmesinden, romanda Bay A. ile olaylı yemek sahnesiyle başlayan bölüm ve ardından okuyacaklarımız gibi.

Cümle göğün mavisinin yetmediği boğuntu halinin nasıl bir zeminde yükseldiğini görüyoruz ilerledikçe. Annesinin intiharının ardından,“Annemin teyelleyip öylece bıraktığı iki kumaş parçasıydık, dikecek eller gidince kopuverdik” diye andığı, şimdilerde bakıma muhtaç ve artık hatırlamayan babasıyla ne yapacağını kestiremediği arızalı ilişkisi kadar, muhafazakârlaşmış, babaya gönderecek kadar paralandığı belli, vicdanını bununla savuşturankardeşi üzerinden zamanın ruhunu yansıtan izler de var.

Gündeme dair pek çok dokundurmadan edebiyat camiası da nasibini alıyor. Eleştiri yoksunluğundan al gülüm ver gülüm çıkar ilişkilerine, kategorize edilmiş yazar tipolojilerinin olduğu bölüm zehir zemberek. Eski ev arkadaşı, şimdinin çok satar yazarı Cihan üzerinden kurulan çatışmada, Fevzi’nin ya da yazarın özeleştirisi olarak okunabilecek yorumlar da mühim. Fevzi’nin sürdüremediğine Cihan inatla devam etmiştir. Pek vaatkâr bir kabiliyeti göze çarpmasa da amacına uygun adımlarla ilişkiler kurmuş, zaman içinde “doğru” hamleler yapmış ve içeride kalıp kendisini de belirli ölçüde geliştirerek bir biçimde “olmuş”tur. Şüphesiz ki Fevzi’nin Cihan’la derdi okurun da artık bildiği gibi bununla sınırlı değildir ve kıyamet de tam orada kopacaktır.

Proust’tan Oğuz Atay’a açık/örtük çokça selamla, Fevzi’nin iç dünyasında gezindiğimiz Cümle Göğün Mavisi bugünün romanı. Okuru, keşfin hazzından uzaklaştırmamak üzere metnin oyunlarını bozmadan öncelikle söyleyebileceğim, zorlayıcı postmodern tekniklerle örülü kurgunun altından ustalıkla kalkılması takdire değer. Zaman zaman sözün sahibini takip edebilmek okurun dikkatini gerektirse de. Bununla birlikte anne ve Meral arasındaki psikolojik rahatsızlık ve ihanet paralelliğinin bu yakınlık ve baskınlıkta verilmemesi halinde nasıl olurdu diye düşünmedim değil. Aynı şekilde, bazı göndermelerin seyreltilmesi halinde de. Güncel politik meselelere çok derinleşmeyen dokunuşlar, metnin okura yansıyan niyetiyle aslında uyumlu. KHK’lilerden mültecilere, basın özgürlüğünden Kürt sorununa, ülkenin gittikçe kararan özellikle son döneminin birçok yarası genel olarak ölçülü bir varlıkla kendine yer bulmuş. Bir haber üstüne devletin ensesinde bittiği gazetecinin başkahraman olduğu romanda Metin Göktepe’nin de anılması güzel. Bunun yanında; örneğin, Ayşe’nin bir yan karakter olarak romandaki varlığı, işaret ettiği birden fazla meseleyi kendi üzerinden yansıtarak metni doğallıkla yükseltiyor. Memleket meselelerinin art arda listelendiği, biraz yüksek sesli bulduğum bölüm de var. Cumadan pazara üç günde geçen hikâyede “…kendine iyilik ile kötülük arasında güvenli bir alan bulduğu için onu sevmiyorum, ondan doya doya nefret etme hakkını benden esirgediği için” sözleriyle özetlenebilecek babaya hislerinin, babanın yakınında olduğu zamanlara dalgalı sirayet ettiği gibi, ne cennet ne cehennem, gelgitli duygu haliyle kendisiyle ve her şeyle mücadele halinde Fevzi’yi sorularının cevaplarına, bizi de Fevzi’yi anlamaya en çok yaklaştıranın “yabancı” olması sürpriz değil. Son’dan sonra gelen Meral’in güncesi hikâyenin bütününe dair başka soru işaretlerini deaçık bırakıyor, biraz da karamsarlıktan sıyırıyor. Cümle Göğün Mavisi okurun yorumuna bıraktıklarıyla beraber, adının metni kavraması da dahil kurgusu, dili iyi çalışılmış bir roman olarak fark edilmeyi hak ediyor.

KÜNYE: Cümle Göğün Mavisi, Ayhan Koç, İthaki Yayınları, 2020, 206 sayfa.

DAHA FAZLA