Dünya Kayıplar Günü'nde Emine Ocak'tan mektup: 'Biz vazgeçersek adalet sağlanmayacak'

Dünya Kayıplar Günü'nde Emine Ocak'tan mektup: 'Biz vazgeçersek adalet sağlanmayacak'

Gözaltında kaybedilen Hasan Ocak'ın annesi, Cumartesi Anneleri'nden Emine Ocak, 30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü vesilesiyle kamuoyuyla bir mektup paylaşarak "Biz vazgeçersek adalet sağlanmayacak" dedi.

Fotoğraf: Soldaki fotoğraf Ahmet Şık tarafından1997'de çekilirken; sağdaki fotoğraf ise Cumartesi Anneleri'nin 700. Hafta buluşmasında Hayri Tunç tarafından çekildi.

İleri Haber

Cumartesi Anneleri'nden Emine Ocak, "30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü" vesilesiyle kamuoyuyla bir mektup paylaşarak, "Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti olmaya devam edecek. Biz vazgeçersek bu ülke yakınlarını arayanlar ve adalet isteyenlerin cehennemi olmaya devam edecek" dedi.

21 Mart 1995'te gözaltına alınıp, gözaltına alınmasından 58 gün sonra kimsesizler mezarlığına gömüldüğü öğrenilen Hasan Ocak'ın annesi Emine Ocak'ın mektubunun tamamı şu şekilde:

"19 Ağustos'ta kaybettiğimiz Elmas Eren ve gözaltında kayıplar mücadelesinde aramızdan ayrılan tüm mücadele arkadaşlarıma...

Bugün Dünya Kayıplar Günü. Kayıpların bulunmasına ve biz geride kalan ailelerinin yaşadıklarına dikkat çekmek için Birleşmiş Milletler 30 Ağustos'u seçmiş. İşte böyle bir günde 24 yıldır yaşadıklarımı bir kez daha anlatmak istedim.

Anlatayım ki, unutulmasın. Anlatayım ki; evladını bulamayan, adaleti göremeyen anneler umudunu kaybetmeden nasıl ayakta kalır herkes bilsin.

Her cumartesi kayıplarımızla buluştuğumuz Galatasaray'ın bize yasaklanmasının üzerinden bir yıl geçti. Polislerin bizi sürüklediği, döverek kapattığı Galatasaray'a bir yıldır gidemiyoruz. Bir yıldır her cumartesi yaralarım kanıyor.

Bir yıldır bana ve 24 yıldır Galatasaray'da diz dize oturduğum, birlikte mücadele ettiğim arkadaşlarıma yapılan zulümden utanmayanların ablukası devam ediyor.

İstiyorlar ki, devletin kaçırarak kaybettiği yakınlarımızı aramayalım.

İstiyorlar ki, kimse bu devletin suçlarını konuşmasın.

İstiyorlar ki, herkes için gerekli olan adaletten uzaklaşılmasına kimse itiraz etmesin.

25 Ağustos 2018'de dünyada gözaltında kayıplarını arayanlar olarak bilinen biz Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları, Galatasaray Meydanı'nında 700. kez bir araya gelecektik. Kaybedilen yüzlerce insanımızın nerede olduğunu soracaktık. Dirisinden vazgeçip kayıplarımızın birer mezarlarının olmasını ve 700. kez kaybedenlerin mahkeme önüne çıkarılmalarını isteyecektik. Bunları istemek nasıl yasaklanabilir aklım almıyor. 

700. haftamızdan bu yana, yani tam 53 haftadır bu zulmü kabul etmiyoruz. Biz hiç vazgeçmedik ki... Bizim etrafımızı sararak, iterek, önümüze kalkanlı polisleri dizerek vazgeçeceğimizi mi sanıyorlar!

Ben 27 Mayıs 1995'te Galatasaray'a ilk çıkan annelerden biriyim. 

Oğlum Hasan Ocak öğretmendi. Kimseyi incitmeyen, herkesin yardımına koşan, yüreği insan ve doğa sevgisiyle dolu bir sosyalistti. Sokakta oynayan çocuklara dağıtmak için her zaman cebinde şeker yada sakız taşırdı. 21 Mart 1995'te beni aradı, kızım Aysel'in doğum günü için balık ve pasta alacağını söyledi.

Hasan'ım eve bir daha gelemedi. Nereye gittiysek; "bizde yok" diyorlardı. Hasan'ı gözaltında görenler polislerin Ona çok ağır işkence yaptığını söylüyorlardı. "Gözaltı listesinde Hasan'ıın ismi yazılıydı gördük" diyorlardı.

Hasan'dan önce gözaltında kaybedilenlerin aileleriyle işte o zamanlarda İnsan Hakları Derneği’nde tanıştım. Bu acıyı, bu zulmü yaşayan ilk ben değildim. Başka kimse yaşamasın diye acılarımızı birleştirmeye, başkalarına umut olmaya o zamanlarda başlamıştık. Başvurmadığım yer kalmadı. Bir boşluğun içindeydim, oğlumun başına ne geldiğinin belirsizliği yakıp kavuruyordu yüreğimi. Ama oğlumu aramaktan hiç vazgeçmedim.

Oğlumu bulma umudumu hiç kaybetmedim. 58 gün sonra adli tıp kayıtlarında oğlumun fotoğraflarını buldu çocuklarım. İşkence edilmiş, öpmeye kıyamadığım güzel yüzü tanınmaması için parçalanmış. Çocuklarım o fotoğrafları bana göstermediler. Hasan'ım kimsesiz değildi ama yapılan işkenceleri kimse görmesin diye Kimsesizler Mezarlığına gömmüşler. Kimsesizler Mezarlığı'ndan çıkardık Hasan'ımı, kendi mezarlığımıza gömdük. Sonra kayıp yakınları ve insan hakları savunucularıyla oturup, bir daha kimse gözaltında kaybedilmesin diye her cumartesi Galatasaray Meydanı'nda sessizce oturmaya karar verdik.

Bizim Galatasaray'da oturduğumuzu öğrenen başka aileler de yanımıza gelmeye başladı. Çok büyüdük Galatasaray'da. Birbirimize kardeş olduk, evlat olduk, arkadaş olduk. Sesimiz duyulmaya başladıkça, kayıplarda azaldı. Bizim mücadelemiz sayesinde daha fazla insan gözaltında kaybedilemedi. İnsanların yaşam hakkının güvencesi  olduk. 300, 400, 500, 600 gibi haftalarımızda binlerce kişi geldi yanımıza. Bizimle birlikte sessizce fotoğraflarımızı taşıdı. Alkış bile çalmadılar, çünkü herkes bizim sessizce oturduğumuzu biliyordu.

Devletin işlediği suçları söylemenin de bir bedeli vardı. Bizim orada olmamızı, bu suçları söylememizi istemeyenler her zaman oldu. Gözaltına da aldılar, cezaevine de koydular ama biz birbirimizden ayrılmadan, vazgeçmeden kayıplarımızı istemeye devam ettik.

 Sene 1997 ya da 1998’di. Genç bir delikanlı geldi yanımıza, elimizi öptü ama ağlayacak gibiydi. Birlikte geldiği annesi sürekli ağlıyordu, bizse şaşkındık. Anlatmaya başladı sonra; 18 gün beni gözaltında tuttular, çok işkence yaptılar.

Beni kimsenin göremeyeceği ayrı bir yerde tutuyorlardı ve gözaltında kaybedeceklerini söylüyorlardı. Polisler beni savcılığa çıkarttıklarında "Seni gözaltında kaybedecektik ama senin ananda gider Cumartesi Anneleri'ne katılır diye bırakıyoruz" dediler.

Ben sizin sayenizde yaşıyorum. Delikanlının anlattıklarını dinleyince hepimizin içi o kadar çok rahatlamıştı ki, o gün dünyalar bizim olmuştu sanki.

699 hafta oğlumun ve gözaltında kaybedilen yüzlerce kişinin fotoğrafını taşıdığımız, adalet istediğimiz Galatasaray Meydanı 53 haftadır suskun. "Sizin sorununuz benim kabinemin sorunudur" diyen dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, şimdi Cumhurbaşkanı. Verdiği sözü tutmayan bir Cumhurbaşkanı olur mu? Kayıplarını arayanlara yapılan bu işkence yüz yılda geçse unutulmaz. Artık suçlarını kabul etsinler istiyoruz, özür dilesinler bizden ve açsınlar bizim meydanımızı.

Galatasaray bize yasaklandığından beri kayıp haberleri çoğaldı. Hala iki kişiden aileleri haber almaya çalışıyor. Yoksa herkesi susturup yeniden insanları kaybetmek için mi bizi engelliyorlar? Ben gözaltında kaybedilmiş bir evladın annesiyim, her kayıp haberinde yüreğim daralır ve her kayıp annesi gibi sokaklara çıkmak isterim. 

Defalarca yan yana geldiğimiz Arjantinlli annelerden biliyorum, biz vazgeçersek kayıplarımıza ulaşamayacağız.

Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti olmaya devam edecek. Biz vazgeçersek bu ülke yakınlarını arayanlar ve adalet isteyenlerin cehennemi olmaya devam edecek.

Biz vazgeçersek, adalet hiçbir zaman sağlanmayacak. Ben bir söz verdim evladını, eşini, kardeşini bulamadan aramızdan ayrılan arkadaşlarıma. 

Onlar hesap vermemek için hepimizin ölmesini bekliyor ama hesap vermekten kurtulamayacaklar. Biz son kaybımız bulunup, kaybedenler ceza alana kadar vazgeçmeyeceğiz.

En son arkadaşım Elmas'a söz verdim; bizim olan, kayıplarımızın olan Galatasaray'da, çocuklarımızın fotoğrafını bir gün mutlaka taşıyacağız.

30 Ağustos 2019

Emine Ocak"

DÜNYA KAYIPLAR GÜNÜ NEDİR?

30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü 1981 yılında Kosta Rika’da kurulmuş olan “Latin Amerika Kayıp Aileleri Dernekleri Federasyonu”nun ilan ettiği ve sonrasında Birleşmiş Milletler’in (BM) öncülüğünde kayıplar sorununa dikkat çekmek için her yıl o tarihte etkinlikler düzenlenen özel bir gün.

“Kayıp” meselesi devlet aygıtı için muhaliflerin sesini kısmak, yakınlarını tehdit etmek, aileleri sonsuz ve bitmeyen bir acıyla baş başa bırakmak ve bunları yaparken de mutlak bir cezasızlığı kendine zırh edinmek için icat edilmiş bir kavram.

Latin Amerika ülkeleri, başta Arjantin ve Şili olmak üzere, cunta dönemlerinde ve ağır faşist baskılar altında “kayıp” yöntemini yoğun şekilde kullandılar. Bu yöntemin farklı ülkelerde hızla yaygınlaşmasının arkasında çeşitli istihbarat örgütlerinin verdiği eğitimlerin olduğu hep söylenegeldi.

Türkiye de özellikle 90’lı yıllarda kayıp sorunuyla yaygın şekilde tanıştı. 1992 yılında BM Genel Kurulu kayıplar sorununun evrensel çapta geldiği noktaya cevap olarak “Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Deklarasyonu”nu yayımladı.

Bunu 2006 yılında kabul edilen ve tüm taraf devletler açısından bağlayıcı olan “BM Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Uluslararası Sözleşmesi” izledi. Sözleşme, 2010 yılından bu yana yürürlükte.

Bugün dünya çapında 97 ülke bu sözleşmeyi imzalamış durumda. Kayıplar sorununun yoğun şekilde yaşandığı Latin Amerika ülkelerinin neredeyse tamamı BM Kayıplar Sözleşmesi’ne taraf. Türkiye ise sorunun tüm yakıcılığına rağmen kendini böylesine bir sözleşme ile yükümlülük altına sokmak istemiyor.

Zira 2006 Sözleşmesi, zorla kaybedilmenin önlenmesi, bu suçun dokunulmazlık zırhına bürünmesine karşı mücadele edilmesi, mağdurların adalet ve tazminat hakkının tanınması ve zorla kaybedilmenin müstakil bir suç olarak ceza kanununa eklenmesi gibi maddeler içeriyor.

Dahası Sözleşme, kimi durumlarda zorla kaybedilmenin insanlığa karşı bir suç olduğunu söylüyor. Sözleşmenin 6. maddesine göre sadece suçun doğrudan faillerinin değil “zorla kaybedilme fiilini önlemek ve cezalandırmak için gerekli ve makul tüm önlemleri almayan kişilerin” de yargı önüne çıkarılması gerekiyor. İnsanlığa karşı suçların zamanaşımına tabi tutulmaması ve yöneticilerin sorumluluğu beraber okunduğunda Türkiye Cumhuriyeti’nin neden bu sözleşmeye taraf olmak istemediği de ortaya çıkmış oluyor.