Dostluk mu hesaplaşma mı?

Dostluk mu hesaplaşma mı?

Romanın içinde çok fazla “öldürülen” Hayati’nin sonuç bölümlerine doğru intihar edeceği izlenimine kapılıyoruz. Fakat sonuçta acılı bir umut ve gelecek tasavvuruyla karşılaşıyoruz. Hayati’nin ölmemesi için gereken çelişkiler, yaşamsal ögeler iyi verilemediğinden romanın kurgusuyla başkahramanın karakteri arasında bir uzlaşmazlık beliriyor. Bu yüzden başarı, romanın bütününe hâkim olamıyor.

Havada sapsarı bulutlar, yağan yağmur değil gökten yağan ölü yusufçuklar.” (sayfa 44)

Kimi insanların çevresindekilere neden kötü davranışlarda bulunduğuna anlam veremeyiz. Onların neden etrafına karşı tepkisiz, anlamsız gözlerle baktığını çözemeyiz. Romanın başkarakteri Hayati de bu minvalde bir insan ve Sapak romanı bir yönüyle buna odaklanıyor. Bu insanlar için iyilik denen melekenin çocuk yaşta öldüğünü ya da ölmeye yüz tuttuğunu bize söylüyor. Çocukken karşılaşılan sarsıcı kötülükle…

Sapak, farklı zamanlarda geçen hikâyeleri birbirine bağlayan dokuz bölümden oluşuyor. Fakat bu farklı zamanlar, anlatılmak istenen odak noktasını ıskalamıyor. Onu besleyecek şekilde seçilmiş. Birbirini tamamlayan bir yap-boz gibi. Bu açıdan geçmiş-şimdi-gelecek üçlüsü arasındaki ilişkiyi anlatmak adına, başarılı ve rahatlık sağlayan bir yöntem kullanılmış.

Zaman tükeniyordu. Bulanık, puslu anı parçacıkları dışında geride ne kalmıştı elinde? İçindeki ses öyle cılızdı ki… Geriye kalanlarda gün be gün kendisinden uzaklaşıyordu. Dünde yaşıyordu.” (sayfa70)

Hayati’nin yaşamı, geçmişine özlemle birlikte devam ediyor. Tüm iyi anıları 13 yaşından öncesine, çocukluğuna ait. Zaten bunu çocukluk arkadaşları olan Asiya ve Naki dışında arkadaş edinememesinden de anlıyoruz. 13 yaşındaki o melun olaydan önceki yaşamı, oyunlarla ve sahteliklerle geçmeyen yılları oluyor. Yetişkinlik yıllarında ise bu üç arkadaşın gerçek birer dost olup olmadıkları sorgulanıyor. Bir de tabiatı gereği doğa ve doğanın bir parçası olarak kuşlar, köpekler doğallığını hiç kaybetmiyor Hayati’nin gözünde. Yazar Celal Güngördü’nün yaptığı doğa tasvirleri ve kullandığı imgeler, romanın başarılı unsurlarından biri olarak göze çarpıyor.

“Naki’yle yan yana sokulup biraz ortalığın durulmasını beklediler. Sağda solda inlemeler, çığlıklar işitiliyordu. Naki’nin aklına havalandırma borusu geldi. Zorlukla buldular ve taşla vurarak küçücük bir delik açtılar. Bir süre sırayla bu delikten hava almaya çalıştılar,(…)” (sayfa 18)

Maden ocağındaki patlama Hayati ile Naki arasındaki dostluğun sınandığı yer oluyor. Çünkü Hayati, Sedat’la olan hesaplaşmasını bu andaki seçimine göre yapabilecek. Bu nedenle Naki ile olan dostluğunun samimiyeti, yaşamındaki ağırlığı bir yana kendi insanlığını da sorgulamak zorunda kalıyor. Dostluğu mu hesaplaşması mı? Romanın açmaya çalıştığı eksenin bu anda başlayıp geliştiğini söyleyebiliriz. Sonraki bölümlerde ise aynı sorgulamayı Asiya üzerinden de yapacak Hayati. Nitekim Asiya ile yaptığı bir konuşmada şunları söylüyor:

  “Sadece düşmanlar ve dostlar vardır artık. Dostlar da her an düşmana dönüşebilecek kadar güvensizlerdir.” (sayfa 77)

  Hayati’nin yaşamında dostları, eski birer anı olarak yaşıyorlar. Onlardan başka dost edinememesine rağmen onlara bağımlı biçimde yaşamıyor. Sedat’la olan hesaplaşması her şeyin önüne geçiyor.

  “Artık bir ölüydü Hayati.” (sayfa 43) , ’ “Ölüyüm ben ölü!” ’ (sayfa 69)

Sapak romanının birçok yerinde Hayati’yi “ölü” bir vaziyete buluyoruz. Bu durum romanın son bölümleri (8-9) hariç, neredeyse her bölümünde tekrarlanıyor. Veyahut ruh hali olarak bu hava sezdiriliyor. Romanın içinde çok fazla “öldürülen” Hayati’nin sonuç bölümlerine doğru intihar edeceği izlenimine kapılıyoruz. Fakat sonuçta acılı bir umut ve gelecek tasavvuruyla karşılaşıyoruz. Hayati’nin ölmemesi için gereken çelişkiler, yaşamsal ögeler iyi verilemediğinden romanın kurgusuyla başkahramanın karakteri arasında bir uzlaşmazlık beliriyor. Bu yüzden başarı romanın bütününe hâkim olamıyor. Yedinci bölüme kadar oluşturulan intihar havası çok hızlı biçimde bertaraf oluyor.

“ ‘Kaza değil katliam!’. Başlarında madenci baretleriyle Hayati’nin arkadaşları ön saflarda yer alıyordu. O an, içinde hiç tanımadığı bir duygu fark etti. Bedeni baştan başa ürperdi.(…) Sonunda karanlık pes etti ve çekildi. Şimdi ışıl ışıl bir gün aydınlatıyordu şehri.” (sayfa 178)

  Sürekli “ölen”, hayatla bağ kurmakta zorlanan bir insanın (Hayati) bir anda karanlığının nasıl aydınlandığını anlamakta güçlük çekiyoruz. Bunun yanında belirtebileceğimiz bir nokta daha var: Roman boyunca felsefi anlamda sorgulamalarda bulunmuş, entelektüel diyebileceğimiz, şehir alışkanlıklarına sahip bir insanın maden ocağında neden çalıştığına dair tatminkar bir cevap bulamıyoruz.

  Sapak, ağırlığı bireyin sorunlarına vermekle birlikte toplumun hafızasında tazeliğini koruyan güncel sorunlara da inmeyi ihmal etmemiş bir roman olarak karşımıza çıkıyor.


KÜNYE: Sapak, Celal Güngördü, Ayrıntı Yayınları, 2017, 191 sayfa.

DAHA FAZLA