Doktorlardan uyarı: İdrarınızı içmeyin!
"İdrarın çeşitli sağlık problemlerine iyi geldiği" iddiası doktorlar ve beslenme uzmanları tarafından yalanlandı. Ortak görüş, bu iddiayla ilgili hiçbir tıbbi veri olmadığı yönünde.
09-10-2018 16:51

Doktorlar, sosyal medyada yayılmaya başlayan "idrar terapisinin" sakıncaları konusunda uyarılarda bulundu.
Doktorlar, bağışıklık sistemini güçlendirmek, haşimato ve fibromiyalji gibi hastalıklardan kurtulmak ve cildi güzelleştirmek için içilen idrarın bağırsak ve böbrek rahatsızlıklarına yol açabileceğini, idrarın yararlı olduğu konusunda hiçbir bilimsel verinin olmadığını söyledi.
‘DUYDUM VE İÇMEYE BAŞLADIM’
İngiltere'nin Newington kentinde yaşayan 33 yaşındaki eski yoga öğretmeni Kayleigh Oakley, Press Association ajansına neden kendi idrarını içmeye başladığını anlattı. Oakley, "İdrarın bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, genel olarak sağlığa iyi geldiğini ve cildi güzelleştirdiğini duydum ve denemeye karar verdim" dedi.
2 yıldır, her sabah kalkınca bir sürahi idrar içtiğini ve pamukla yüzüne de idrar sürdüğünü belirten Oakley, cildinin "ışıldamaya başladığını" iddia etti.
‘KİLO VERDİRİYOR’ İDDİASI
Kanada'nın Alberta eyalatinde yaşayan Leah Sampson adlı 46 yaşındaki bir kadın da Sun gazetesine yaptığı açıklamada idrar içerek 120 kilodan 60 kiloya düştüğünü iddia etti.
Sampson, "Bir arkadaşım idrar terapisiyle ilgili bir YouTube videosu gönderdi. Sabah banyoda bir avuç idrar içtim. Çok tuzlu olduğunu gördüm ve sonrasında tuz tüketmeyi tamamen bıraktım" diye konuştu.
Sampson şimdi idrarı sadece içmekle kalmayıp, dişlerini fırçaladıktan sonra gargara yaptığını ve hatta göz damlası olarak kullandığını söylüyor.
‘SİVRİSİNEK SOKMASINDAN SONRA İÇTİM’
Portekiz'de yaşayan Faith Canter adlı 39 yaşındaki İskoç kadın da idrar içmeye sivrisinek sokmasından sonra gözlerinin şişmesi üzerine başladığı anlattı.
Canter, "İlk başta tadı biraz iğrenç geldi. Ama sinek ısırığı üç günde geçti. Sonra azar azar idrar içmeye devam ettim. Şimdi sinekler beni daha az sokuyor. Şişme ya da kaşıntı olmuyor" dedi.
DOKTORLARDAN UYARI: BAĞIRSAK VE BÖBREKLER CİDDİ ZARAR GÖREBİLİR
Ancak doktorlar, idrar içmenin iyi bir şey olmadığını söyledi. BBC'nin sorularını yanıtlayan Doktor Zubair Ahmed, idrarın vücudun kurtulmaya çalıştığı bir atık olduğunu belirterek "İdrarın steril olduğuna dair bir inanış var. Böbreklerinizde bir sorun yoksa bu doğru. Ancak vücuttan atılırken idrara belli bakteriler karışabilir. Bu bakterileri tekrar sisteminize sokmak enfeksiyon riski dahil ciddi sorunlara neden olabilir" dedi.
Dr. Andrew Thornber de şunları söyledi:
"Böbrekler kanı süzüyor ve fazla sıvı, tuz ve mineraller idrarla dışarı atılıyor. Sağlıklı bir insanda idrarın yüzde 95'i sudur. Ama diğer yüzde 5'i nitrojen ve potasyum gibi vücudun kurtulmaya çalıştığı atıklardır. Bunların çok miktarda alırsanız bağırsak ve böbrek sorunları yaşayabilirsiniz. İçtiğiniz idrar bu kez daha konsantre, daha yoğun olarak çıkacak, bunları süzmeye çalışan böbrekleriniz daha da zorlanacak."
‘HİÇBİR TIBBİ VERİ YOK’
İngiliz Beslenme Derneği sözcüsü Aisling Pigott da, idrar içmenin yararlı olduğuna dair hiçbir tıbbi veri bulunmadığını belirterek benzer sakıncalara dikkat çekti. Uzmanlar, bunun yerine su ve bitki çayları içilmesini önerdi.
HAŞİMATO NEDİR?
Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz Haşimato hastalığı, bağışıklık sisteminin bakteri, virüs, mantar ve parazit gibi vücuda zarar veren antikorları tiroit bezine yönlendirerek yok etmeye çalışmasıdır. Haşimato hastalığı tüm dünyada yaygın olarak görülen hipotiroidinin ve pek çok başka rahatsızlığın başlıca sebebidir.
FİBROMİYALJİ NEDİR?
Fibromiyalji, geceleri yeterince uyumanıza rağmen sabah kalktığınızda kendinizi hiç uyumamış gibi hissettiren yumuşak doku romatizmasıdır. Genellikle yaşam tarzının değiştirilmesi ile tedavi edilebilen Fibromiyalji, stres devreye girdiği an yeniden tekrarlayabilir. Kronik ağrı ve yorgunluk sendromu olarak da bilinir.
İLGİLİ HABERLER
TTB'den 'şehir hastaneleri' değerlendirmesi: Amacı kamu yararı değil
TTB, 14 Mart Tıp Bayramı öncesinde şehir hastanelerinde yaşanan aksaklıklar ve sorunlarla ilgili tespitleri içeren bir değerlendirme yazısı yazarak Sağlık Bakanlığı'na gönderdi.
23-02-2019 14:44

İleri Haber
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, bugüne kadar açılışı yapılan şehir hastanelerinde yaşanan aksaklıklar ve sorunlarla ilgili tespitleri içeren bir yazıyı, 14 Mart Tıp Bayramı öncesinde Sağlık Bakanlığı’na gönderdi.
Yazıda, TTB olarak, şehir hastanelerinde görev yapan hekim ve hekim dışı sağlık çalışanlarının aktarımlarından yola çıkarak oluşturulan bu çalışmayı, Sağlık Bakanlığı’nın ivedilikle değerlendirmeye alması ve sorunların çözümüne yönelik gerekli girişimleri yapması talep edildi.
İleri Hatırlatıyor
'AMACI KAMU YARARI DEĞİL'
TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof, Dr. Sinan Adıyaman tarafından Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'ya gönderilen ve "Kamu-özel ortaklığı yönteminin sağlık alanında uygulandığı ülkelerde bu uygulamaların piyasa için yeni fırsatlar sağlayan bir yaklaşım olduğu, amacının kamu yararı olmadığı bilinmektedir. Ülkemizde 'şehir Hastanesi' olarak adlandırılan kamu-özel ortaklığı yöntemiyle kurulan ve işletilen hastanelerin sağlık hizmetleri sistemini eriten, özel ve kâr amaçlı hizmetler sunduğu ve bu hastanelerde sunulan sağlık hizmetinin odak noktasını insanın sağlığı değil, elde edilecek kârın oluşturduğu da bilinmektedir" denilen açıklamada şehir hastanelerinde görev yapan hekimler ve sağlık çalışanlarının ivedi olarak çözülmesini bekledikleri sorunları şu şekilde sıralandı:
1- Şehir hastanelerinde yönetim açısından iki başlılık söz konusudur ve hastane başhekimleri genel olarak hastanenin yönetimi ile ilgili konuların yanı sıra, gerek destek hizmetlerde gerekse de tibbi destek hizmetlerinde artık yetkisizdir. Bu konularda yetkinin şirket yöneticilerine verilmiş olması büyük sorunlara yol açmaktadır. Şehir hastanelerinin yaşama geçmesiyle birlikte hastanelerin yönetim anlayışında büyük değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Ancak bu yönetim anlayışı sağlık hizmetini kolaylaştıran, hızlandıran ve hastayı/sağlık çalışanını düşünen bir anlayış değildir. Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarını bilemeyen, sağlık alanında eğitimi ve deneyimi olmayan şirket yöneticilerinin beceriksizlikleri yanında, sorunlar karşısındaki olumsuz tavırları ve hekimlere/sağlık çalışanlarına karşı saygısız tutumları da dikkat çekicidir.
2- Şehir hastaneleri sağlık hizmetleri sunumu sırasında gereksiz bir bürokrasi yaratmış, yönetimde çift başlılık getirerek sağlık hizmetinin bütünselliğini ortadan kaldırmıştır. Şirket çalışanları, yöneticileri tarafından kendilerine verilen görev tanımlarının dışına çıktığı gerekçesiyle kendi alanlarına yönelik işlerden uzak durmaktadır. Bu durum hasta bakımını olumsuz etkilemektedir. Görev tanımlarının sağlık hizmetlerine özgü olarak hazırlanmamış olması önemli bir sorun kaynağıdır.
3- Şehir hastanelerinin yatak başına kapalı alanının çok fazla olması nedeniyle, hekimler ve sağlık çalışanları hastane içerisinde hizmet sunmak zorunda kaldıkları mesafenin çok artmış olması yüzünden hem günlük mesai saatleri içerisinde hem de nöbetlerde çok fazla efor tüketmek zorunda kalmaktadırlar. Bazı meslektaşlarımız nöbetleri sırasında yirmi binden fazla adım atmak zorunda kaldıklarını bildirmektedir.
4- Şehir hastanelerinde bölümler arasındaki mesafelerin uzaklığı sağlık hizmeti sunumunda önemli engeller çıkarmaktadır. Yakın ilişki içinde olması gereken birimler arasında bile uzun koridorlar ve kat edilmesi gereken uzun mesafeler vardır. Bu durum özellikle acil müdahale zorunluğu bulunan vakalarda telafisi zor sonuçların yaşanmasını beraberinde getirmektedir. Ayaktan tedavi hizmeti alan hastalar için birimler arasındaki mesafenin uzunluğu yakınmalara yol açarken; hayati tehlikesi olan hastalar, yaşlılar, engelliler vb. dezavantajlı hastalar ve yakınları için hizmet sunulan birimler arasındaki mesafenin uzunluğu ve eğitimsiz ve yetersiz sayıdaki personel, sağlık hizmeti sunumu sırasında ciddi sorunlara yol açabilmektedir.
5- Şehir hastanelerinde yatak başına düşen kapalı alanın büyüklüğü, mavi kod uygulamalarında da sorun yaşanmasına yol açmaktadır. Bazı olgularda, zamanında yetişilememesi yüzünden hastaların kaybedilmiş olabileceğine ilişkin endişeler söz konusudur. Çok sayıda ve uzak bloklarda mavi kod nöbeti tutma zorunluluğu doğmuş ve bazı hastanelerde bu görev, ileri yaşam desteği konusunda mesleki deneyim sahibi yeterli sayıda hekim olmadığı için göz, patoloji vb. bu alanda uzun yıllardır hizmet sunmamış ve deneyimi olmayan branşlardaki hekimlere verilmiştir.
6- Şehir hastanelerinde bir yandan kapalı alanlar artış gösterirken, buna koşut olarak hekim ve sağlık çalışanı sayısı artış göstermediği için; sağlık hizmetlerinin “ekip hizmeti” olarak sunulmasında sorunlar yaşanmaktadır. Bu durum hem sağlık çalışanları ile yöneticiler hem de sağlık çalışanlarının kendi arasında bir çatışma ortamına zemin hazırlamaktadır.
7- Şehir hastanelerinin tasarımı, yataklı tedavi hizmetleri sürecine uygun değildir. Bazı bölümlerin başlangıçta mimari planda unutulduğu, sonradan bu bölümlere ilişkin uygun olmayan çözümlerin üretildiği öğrenilmiştir. Bu nedenle çok sayıda işleyiş sorunu yaşanmaktadır. Şehir hastaneleri tasarlanırken otelcilik hizmetlerinin ön plana çıkartıldığı; ancak acil, ameliyathane, yoğun bakımlar ve kliniklerde sağlık hizmeti sunulmasına ilişkin temel ilkelerin göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. Şehir hastanelerindeki otasarım (yanlışları nedeniyle, asansörlerden veya yangın merdivenlerinden yoğun bakımların veya ameliyathanelerin içine bile yanlışlıkla ilgisi olmayan kişiler ya da ameliyathanede çalışmayan sağlık çalışanları girebilmekte, sterilizasyon ve hasta/çalışan güvenliği ile ilgili sorunlar ortaya çıkabilmektedir.
8- Şehir hastanelerine geçişle birlikte şirket tarafından yürütülen laboratuvar, görüntüleme gibi birçok alanda önemli sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunun temel nedenlerinden biri eski hastanelerinde bu alanlarda çalışan deneyimli kamu sağlık personeli yerine şirket elemanı deneyimsiz kişilerin çalıştırılmasıdır. Yine şirket tarafından yürütülen bu hizmetlerde ekonomik kısıtlamalar nedeniyle kimi parametreler çalışılmamakta, bu durum nedeniyle hasta takip ve tedavisinde birçok zorluk yaşanmaktadır. Uzun yıllar içinde kendi alanlarında yüksek mesleki birikime sahip olmuş, kıdemli laboratuvar ve radyoloji teknisyenleri ise kan alma vb gibi bu birikimi kullanamadıkları alanlarda çalışmaya zorlanmakta; bu durum iş doyumunu azaltırken iş stresinde artışa yol açmaktadır.
9- Şehir hastanelerinde acil servislerden yoğun bakımlara kadar değişen mimari, tek kişilik izleme ve tedavi odaları bu alanlarda görev yapan sağlık çalışanlarının sayısının artmasını gerekli kıldığı halde, aradan geçen zamana rağmen bu alanlarda yetersiz sayıda sağlık çalışanı görev yapmaktadır. Artan nöbet sayıları ayrıca önemli bir sorun oluşturmaktadır.
10- Şehir hastanelerinin bulunduğu illerde 112 Acil Ambulans Komuta Merkezi ambulansların büyük bir bölümünü şehir hastanelerine yönlendirmektedir. Bu durum şehir hastanelerinin acil servislerinde ve yoğun bakımlarında sağlık hizmeti sunumunu zorlaştırdığı gibi hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının iş yükünü üstesinden gelinemeyecek oranda arttırmaktadır. Bu alanlarda çalışan hekim ve diğer sağlık çalışanlarının mutsuzluğu üst düzeydedir. Tüm bunlarla birlikte artan nöbet sayıları ve gelirlerdeki düşüş dikkat çekici düzeydedir.
11- Şehir hastaneleri hekimlerin kendi aralarındaki ve yöneticilerle iletişimini zorlaştıran bir anlayışla yönetilmektedir. Hekimleri bulundukları alanla sınırlayan, hekimlerin kendi aralarındaki ve diğer sağlık çalışanlarıyla iletişimini zorlaştıran bir yönetim anlayışı hastanede yaşanan sorunların tespiti ve çözümünü zorlaştırmaktadır. Hekim ve sağlık çalışanlarının dinlenme odalarının yetersizliği yorgunluk ve konsantrasyon kaybına neden olmaktadır. Artan iş yükü nedeniyle günlük mesai sürelerini aşmak zorunda kalan meslektaşlarımıza hastanede yemek bile verilmemesi dikkat çekicidir.
12- Şehir hastanelerinin şehrin dışında yapılmış olması hem hastalar/hasta yakınları hem hekimler hem de diğer çalışanların ulaşımını zorlaştırmaktadır. Hastane yönetimleri tarafından icap nöbetlerinde hekimlere araç sağlanmaması, hizmette aksamalara yol açabilmektedir.
13- Hastanedeki aksaklıkları ve eksiklikleri yönetime yazılı olarak iletme mekanizmaları Sayıştay raporlarında da sözü edildiği gibi işletilmemektedir. Yazılı iletişim yerine telefon mesajları kullanılmaktadır. Bu durum, sorunların çözülüp çözülmeyeceği ile ilgili sürecin izlenmesini zorlaştırmakta; şirketlerin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin kayıt altına alınmasını ise olanaksız kılmaktadır.
14- Şehir hastanelerinde poliklinik hizmetleri başta olmak üzere hekimlerin hasta ve hasta yakınlarıyla muayene süreçlerinde yalnız bırakılması, başta sağlıkta şiddet olmak üzere birçok olumsuzluğa davetiye çıkarmakta, yine sekreter ve hemşireden yoksun çalışmak hekimlerin iş yükünü çok daha fazla arttırmaktadır.
15- Şehir hastanelerinde görev yapmaya başlayan sağlık çalışanlarında alerjik rahatsızlıklar (Alerjik astım vb.) ve iş stresine bağlı depresyon ve anksiyete gibi hastalıkların geliştiğine yönelik bildirimler söz konusudur. Şehir hastanelerinde iklimlendirmeye ilişkin sorunlar, temizlik için kullanılan kimyasallar, inşaat ve izolasyon malzemelerinin yapısı, elbette ağır iş yükü ve stres sorgulanmalıdır. Şehir hastanelerindeki iş sağlığı ve güvenliği birimlerinin risk değerlendirme ve aralıklı kontrol muayenesi konusunda etkin çalışması için desteklenmesi gerekmektedir.
16- Şehir hastanelerinde hem kapalı alanın hem de hasta sayısının artmış olmasına karşın enfeksiyon hastalıkları uzmanlarının ve hastane enfeksiyon kontrol komitesinde çalışan (o hemşire (sayısının o arttırılmaması nedeniyle denetimler yeterince yapılamamaktadır. Bu durum hastane enfeksiyon hızlarında ve şehir hastanelerinde ölüm hızında artışa yol açabilir.
17- Eğitim ve Araştırma Hastanesi niteliği de taşıyan şehir hastanelerinde çalışma koşullarının ağırlığı, personel eksikliği ve sistemsel sorunlar nedeniyle asistanlara düşen iş yükü daha da artmış, bu durum asistanların eğitimlerinde aksamaya yol açmıştır.
18- Bazı şehir hastanelerinde radyolojik görüntüleme sistemlerinde oluşan veri kaybı nedeniyle servis ve polikliniklerde sorun yaşanmaktadır.
19- Bazı şehir hastanelerinde HBYS yazılım programı gereksinimlere yanıt verememekte; gün içinde yavaşlama, donma ve duraklama gibi aksamalar olmakta, poliklinik önlerinde bekleyen hasta veya hasta yakınları yaşanan sıkıntıdan hekimleri sorumlu tutmakta ve bu durum şikayet, kavga ve şiddete dönüşebilmektedir.
20- Hastaların ameliyata veya tetkiklere götürülmesi/getirilmesi için gereksinim duyulan taşıma personelinin sayıca az olması sorunlara yol açmaktadır.
21- Klinikler için gerekli malzeme alımları veya fiziki değişikliklerin başhekimler yerine şirket yöneticileriyle konuşulmak zorunda kalınması ve hemen her zaman maliyet konusunda uzlaşılamadığı için yerine getirilmemesi hasta güvenliğini tehdit eder bir boyuta ulaşmaktadır.
22- İl içindeki yan dal uzmanlıkları şehir hastanesinde toplandığı için, başlangıçta yalnızca acil vakalar şehir hastanelerine yönlendirilirken, ilerleyen süreçte tüm hastaların yönlendirilmeye başlanması ilçe hastanelerini atıl duruma getirmiş ve diyabet takibi, kan transfüzyonu gibi hemen her yerde çözümlenebilecek olgular bile şehir hastanesine sevk edilmeye başlanmıştır.
23- Hastaneye ulaşım güçlüğü kronik hastaların kontrol muayenelerinde aksamaya yol açmakta, kontrolünü ihmal eden birçok hasta komplikasyonlar geliştiği için acil servise başvurmak zorunda kalmaktadır.
24- Sağlık çalışanlarında olduğu kadar hastalarda da artan tükenmişlik ve gerilim, hasta hekim arasında iletişimsizliğe ve gerginliğe, yönetilemeyen ve hatta önlenemeyen şiddete neden olmaktadır. Son zamanlarda bu durum sağlık çalışanlarının kendi aralarında da gözlenmeye başlanmıştır. Şehir hastaneleri ile birlikte iş barışı olumsuz etkilenmiştir.
25- Hastanelerde gerçek anlamda merdiven yoktur. Personel 1-2 kat için bile asansör beklemek zorunda kalmaktadır. Bazı hastanelerde yangın merdiveni olduğu belirtilen merdivenler kapalı otoparklara açılmaktadır.
26- Teknik alt yapı, yetersiz ve kalitesizdir. Hizmet veren teknik personel yetkin değildir. Yapılan işin aciliyetinin ve öneminin farkında değildir. Havalandırma, iklimlendirme, bilgi-işlem sistemi, santral hizmetleri, yemek hizmetleri tam ve etkin çalışmamaktadır. Teknik sorunlar için başvurulan yardım masası uygulaması, hantal ve genellikle çözümden uzaktır. Sonuçlanmayan sorunlar, sonuçlanmış gibi gösterilmektedir. Telefon ve internete ulaşmadaki zorluklar da hekimlerin ve sağlık çalışanlarının yaşamını zorlaştıran etmenler arasındadır.
27- Şehir hastanelerinin açılması ile birlikte, başlangıçta duyurulduğunun aksine, bazı branşların mevcut yatak sayılarında önemli sayıda azalmaya gidilmiştir. Bazı bölümlerde ise gereken yatak artışı sağlanamamıştır. Bu durum yatak sıkıntısı olan branşlarda görevli hekimlerin kliniklerine uzak olup olmadığına bakılmaksızın hemen her blokta ve her katta hasta yatırmalarına, bu branşlarda deneyim sahibi olmayan hemşirelerin ise hasta bakımında güçlük yaşamalarına; dolayısıyla sağlık çalışanlarında ağır iş yüküne ve hastalara sunulması gereken hizmette de önemli aksamalara yol açmıştır.
28- Bazı şehir hastanelerinde önemli güvenlik sorunları mevcuttur. Katlarda yeterli güvenlik tedbiri olmadığı için kapalı otoparklardan günün her saatinde herkes hastaneye rahatça girebilmektedir.
Şehir hastanelerinde gerek üyelerimizin gerekse de bir bütün olarak sağlık çalışanlarının karşılaştıkları sorunlar hem hasta güvenliğini hem de çalışan sağlığı ve güvenliğini tehdit eder niteliktedir. Şehir hastanelerinde çalışan hekimler ve sağlık çalışanları mutsuzdur.
Zamlı ilaç satışları başladı
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından açıklanan ilaç zamları bugün itibariyle başladı.
19-02-2019 13:00

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından açıklanan ilaç zamları bugün itibariyle başladı.
Açıklanan zamlı fiyatlardan bazıları şu şekilde: ağrı kesici bir ilacın fiyatı dün 9.94 TL'den alıcı bulurken bu fiyat bugün 12.27 TL'ye çıktı. Kaşıntı ilacının fiyatı ise 45 TL'den 49.90 TL'ye çıktı.
Sözcü'den Derin Gökçe'nin haberine göre "Türk Eczacıları Birliği (TEB), ilaç fiyatlarının belirlenmesinde 19 Şubat'tan itibaren kullanılacak olan yeni euro değerinin açıklanmasıyla birlikte ilaç depolarından ilaç akışının neredeyse durma noktasına geldiğini ve eczacıların depolardan ilaç temin etmekte zorlandığını duyurmuştu. 19 Şubat itibari ile zamlı ilaç fiyatları bugün satılmaya başlandı. İstanbul’daki eczanelerden alınan bilgilere göre daha önce büyük boy kaşıntı ilacı 45 TL’den alıcı bulurken bugün bu rakam 49.90 TL’ye çıktı. Ağrı kesicinin fiyatı 9.94 TL’den 12.27 TL’ye yükseldi."
Sağlık hizmetleri için kiralanan araç müdüre makam aracı yapıldı
İlçe sağlık müdürünün AKP'li belediyenin tahsis ettiği aracı makam aracı olarak kullandığı ortaya çıktı. Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü konuyla ilgili soruşturma başlattı.
15-02-2019 16:53

Kocaeli'nin AKP'li Gebze Belediyesi sağlık hizmetlerinde kullanılması gerekçesiyle kiralayarak tahsis ettiği aracı, ilçe sağlık müdürü'nün makam aracı olarak kullandığı ortaya çıktı.
AKP'li Gebze Belediyesi bir süre önce İstanbul plakalı bir araç kiralayarak okullardaki aşı çalışmalarında görev alacak personelin taşınması için Gebze İlçe Sağlık Müdürlüğü'nün kullanımına verdi. Ancak Gebze İlçe Sağlık Müdürü Şakir Saldırıcı, söz konusu aracı, iddialara göre, özel makam aracı gibi kullanmaya başladı.
PERSONEL ŞİKAYET ETTİ
İstanbul Beykoz'daki evinden Gebze'deki işyerine gitmek için söz konusu aracı kullandığı öne sürülen müdür Saldırıcı'yı, müdürlük personelleri İl Sağlık Müdürlüğü'ne şikayet etti. Şikayet sonrası araç, birkaç aydır ilçe sağlık müdürlüğü otoparkında çalıştırılmadan bekletilmeye başlandı.
Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü’nün, olay sonrası soruşturma başlattığı öğrenildi.
İlaçlara zam kapıda: Yüzde 26,4
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, ilaçta 19 Şubat 2019 tarihinden itibaren geçerli olacak zam oranını yüzde 26.4 olarak açıkladı.
13-02-2019 18:32

19 Şubat’ta yapılacak zam öncesi, ilaç şirketlerinin dağıtımı durma noktasına gelmişti.
İleri Hatırlatıyor
İlaç şirketlerinin stok yaptığı, antibiyotik, tansiyon, mide ilaçları, ağrı kesiciler ve antidepresanlar dahil pek çok ilacın eczanelerde bulunamadığı bildiriliyordu.
Koca bugün sendika, dernek ve firma temsilcilerinden oluşan ilaç sektörü yetkilileriyle bakanlıkta bir araya geldi. Toplantıda bu yıl ilaca gelecek zam oranı görüşüldü.
Bakan, her yıl şubat ayının 15’ine kadar tebliğ gereği zami yapılması ve beş gün içinde de bu tebliğin uygulanması gerektiğini anımsattı.
Koca, “Bir önceki yılın ortalama avro kurunun belli bir çarpanla çarpılmasıyla elde edilebilecek bir güncellemeyi aramızda konuştuk. Sektörle bu yıl için uygulanmak üzere sabit bir oranda anlaşmış olduk. Bu oran avro kuru yüzde 70 ile çarpılarak elde edilen bir oran oluyordu. Bundan sonraki süreçte bunu yüzde 60 olarak uygulayıp bu yılki zam oranını yüzde 26.4 olarak uygulanmasına hep birlikte karar vermiş olduk. Yabancı, özellikle yerli üreticilerin kararlılıkla öngörülebilir bir yatırım sürecine girmelerini arzu ettiğimiz için bu oranı özellikle verdik. Ve bu oranla ilgili önümüzdeki dönem uygulama noktasında gayret içinde olacağımızı söyleyebilirim” dedi.
Kanserli hücrelere sızan ilacın denemeleri başarılı sonuç verdi
Merkezi Londra'da bulunan Kanser Araştırmaları Enstitüsü ile Royal Marsden Kanser Hastanesi uzmanları, kanser hücrelerine sızarak etkili olması hedeflenen ilacın pek çok hasta için umut olabileceğini söylenildi.
08-02-2019 23:49

İngiltere'de yeni geliştirilen bir kanser ilacının hastalığı ilerlemiş kişiler için umut olabileceği belirtiliyor.
Bilim insanları hastalıkları ilaca tepki vermeyen 150 kişi üzerinde denenen "TV" (Tisitumab Vedotin) adlı ilacın kanser hücrelerine sızarak hücrelere içeriden saldırdığını, ilacın altı aya kadar etkili olduğunu ifade ediyor.
İLAÇ ALTI KANSER TÜRÜNDE DENENDİ
Merkezi Londra'da bulunan Kanser Araştırmaları Enstitüsü ile Royal Marsden Kanser Hastanesi uzmanlarının birlikte geliştirdiği ilaç, akciğer, rahim ağzı, mesane ve yumurtalık dahil toplam altı kanser türünde denendi.
Mesane kanseri hastalarının yüzde 27'sinde olumlu sonuç alındı.
Sonuçları Lancet Oncology adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, mesane kanseri hastalarının yüzde 27'si, rahim ağzı kanseri hastalarının da yüzde 26'sı tedaviye olumlu yanıt verdi.
BAĞIRSAK VE PANKREAS KANSERİ HASTALARINI DA KAPSAYACAK ŞEKİLDE GENİŞLETİLİYOR
Özofagus kanseri ve küçük hücreli akciğer kanseri hastalarında bu oran yüzde 13 oldu. Endometriyal kanserli hastaların yüzde yedisinde tömürün küçüldüğü ya da büyümesinin durduğu görüldü.
Şimdi araştırma, bağırsak ve pankreas kanseri hastalarını da kapsayacak şekilde genişletiliyor.
Araştırmada, bu ilaca yanıt verebilecek hastaları belirlemek amacıyla marker'lar da test ediliyor.
Uzmanlara göre, bir antikora iliştirilen TV, doku faktörü adı verilen reseptörü hedef alıyor. Birçok kanser hücresinin yüzeyinde yüksek seviyede doku faktörü bulunuyor. İlacın daha sonra, girdiği hücreleri parçaladığı belirtiliyor.
Bülent Şık'ın beraat talebi reddedildi, dava ertelendi
Sağlık Bakanlığı'nca yürütülen ve Türkiye’de kanser vakalarının sık görüldüğü bölgelerde bulunan kanser yapıcı kimyasalları tespit etmeyi amaçlayan projeye ilişkin bulguları kamuoyuyla paylaştığı gerekçesiyle hakkında dava açılan Dr. Bülent Şık'ın ilk duruşması bugün görüldü. Mahkeme, Şık'ın beraat talebini reddederek duruşmayı 30 Mayıs'a erteledi.
07-02-2019 10:50

İleri Haber
Türkiye'deki kanser vakalarına ilişkin yayımladığı raporla ilgili hakkında soruşturma başlatılan Bülent Şık'ın bugün İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde görülecek duruşması öncesinde basın açıklaması düzenlendi. Dr. Bülent Şık’ın ilk duruşması Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde görüldü. Mahkeme, Şık’ın beraat talebini reddederek duruşmayı 30 Mayıs’a erteledi.
Gıda Mühendisleri Odası üyesi Dr. Bülent Şık hakkında, Sağlık Bakanlığı'nca yürütülen ve Türkiye’de kanser vakalarının sık görüldüğü bölgelerde bulunan kanser yapıcı kimyasalları tespit etmeyi amaçlayan projeye ilişkin bulguları, kamuoyuyla paylaştığı gerekçesiyle açılan soruşturmada, 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
'YASAKLANAN GİZLİ BİLGİLERİ AÇIKLAMA' SUÇLAMASIYLA YARGILANDI
Şık, Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan yazı dizisine ilişkin başlatılan soruşturma sonrasında hazırlanan iddianamede; TCK’nin 258/1, 334/1, 336/1 maddeleri uyarınca, “Açıklanması yasaklanan gizli bilgileri açıklama, temin etme, göreve ilişkin sırrın açıklanması” ile suçlandı.
Akademisyen olarak görev yaptığı Akdeniz Üniversitesi’nden barış bildirisine imza attığı gerekçesiyle ihraç edilen Dr. Bülent Şık, Sağlık Bakanlığı ile ortak yürütülen, beş kenti kapsayan kanser araştırmasından da uzaklaştırılmıştı.
BÜLENT ŞIK'IN SAVUNMASININ TAM METNİ
İddianamede bana yöneltilen “Yasaklanan bilgileri temin etme”, “Yasaklanan bilgileri açıklama” ve “Göreve ilişkin sırrın açıklanması” suçlamalarına yanıt verebilmek için Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen projenin amacına ve kapsamına kısaca değinmek istiyorum. Öncelikle veri ve bilgi sözcükleri ile ne kastettiğime açıklık getirmek istiyorum.
“Veri ya da veriler” sözcükleri ile araştırma çalışmasından gözlem, analiz veya ölçüm yöntemleri ile elde edilen ama bir işleme ya da bilimsel bir değerlendirmeye tabi tutulmayan her türlü enformasyon parçacığını ya da sayısal değeri ifade ediyorum. Metin içinde sıklıkla dile getirdiğim “Araştırma çalışmalarından elde edilen bilgi” ifadesi ile verilerin istatistiksel yöntemlerle analiz edildiği, elde mevcut akademik bilgi birikimi dikkate alınarak değerlendirildiği, bir takım sonuçlar çıkarıldığı ve bu sonuçların ne anlama geldiğinin açıklığa kavuşturulduğu durumu ifade ediyorum.
Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 yılları arasında yürüttüğü ve ana başlığı “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi” olan araştırma projesinin amacı araştırma yapılan bölgelerde halk sağlığını tehdit eden bir durum olup olmadığını belirlemekti.
ARAŞTIRMA PROJESİNİN KAPSAMI
Araştırma her biri bağımsız olarak yürütülen 16 farklı araştırma projesinden oluşuyordu. Bu projelerin isimlerine yer vererek yürütülen araştırmanın kapsamının genişliği hakkında bir fikir edinmek olanaklıdır.
Çizelgede yer alan araştırmalardan halk sağlığı ve çevre sağlığına yönelik çok kapsamlı bilgiler elde edilmiştir. Örneğin çizelgede ilk sırada yer alan “Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası’ndaki İllerde Kanser Ön Tanılarının İncelenmesi” projesinden elde edilen bilgiler araştırmanın yapıldığı illerde kanser tanısı almış kişilerin yaşadığı hanelerin il genelindeki haritasını çıkarmayı sağlamıştır. Çizelgedeki 2 numaralı araştırma projesi olan “Kocaeli ve Antalya’da Hane Halkı Sağlık Araştırması” projesi ile kanser tanısı almış hastaların yaşadığı hanelerde kişisel alışkanlıklar, beslenme ve sağlık durumlarını tespit etmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Çizelgedeki 3 numaralı araştırma projesinde ise kanser ön tanısı konulan kişilerin ağır metal maruziyetlerini belirlemek için çalışmalar yapılmıştır. Sadece bu üç araştırma çalışmasından elde edilen bilgiler bile kanser konusunda pek çok soruya yanıt olacak bilgiler içermektedir. Örneğin Kocaeli ili ile Ergene Havzası’ndaki Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde ülkemizdeki diğer kentlere kıyasla kanserden ölüm oranları nedir? Çocuklarda ya da yetişkinlerde kanser görülme sıklığı nedir? Hangi çeşit kanserler daha sık görülmektedir? İnsanlardan alınan biyokimyasal örneklerde kansere neden olan ağır metal kalıntıları var mıdır? gibi.
Hane bazında yapılan bu çalışmalara çevresel ortamlardan alınan örnekler üzerinde yapılan çalışmalar eşlik etmiştir. Araştırmada köy ve mahalle bazında binlerce yerleşim bölgesinden örnekler alındı. Araştırmanın amacı çevresel ortamlardaki kanserojen madde kirliliğinin ne düzeyde olduğunu ve o bölgelerde yaşayan insanların soludukları hava, içtikleri su, yedikleri gıdalarla bünyelerinde kansere neden olan kimyasal maddeleri alıp almadıklarını belirlemekti.
Çalışmada toprak, su, gıda, hava, atık su ve Saroz, İzmit, Antalya Körfezi’ndeki deniz suyu ile kabuklu deniz canlıları ile balıklarda kansere yol açan kimyasal maddelerin kalıntıları araştırıldı. Bunun yanı sıra yüksek gerilim hatlarından doğan kanser riski, atık su arıtma tesislerinden deşarj edilen su ve akarsuların dip çamurları da analiz edildi. Havadaki toz parçacıklarına yapışan ve solunum yoluyla bünyemize aldığımız kanserojen kimyasalların araştırılması gibi çok spesifik araştırmalar yapıldı. Araştırmada binlerce hanede yapılan anket ve tarama çalışmaları ile ailelerin soy geçmişlerinde kanser vakalarının görülüp görülmediği belirlendi. Aynı hanelerde yaşayan insanların vücutlarından alınan örneklerde ağır metal ve eser elementlerin bulunup bulunmadığı da analiz edildi. Aynı bölgelerden alınan hava, toprak, yeraltı ve yer üstü suları, çeşitli gıda örneklerinde kanserojen kimyasal maddelerin ne düzeyde bulunduğu araştırıldı.
Araştırma çalışmaları ile kanser vakalarının yoğun olduğu bölgelerde kanserojen-kimyasal kirliliğinin de yoğun olup olmadığına bakıldı. Araştırma projesi çalışma sahasının genişliği ve kapsadığı nüfus (5-10 milyon arası) açısından dünyanın en büyük halk sağlığı çalışmalarından biri olarak nitelenebilir.
Araştırma projesinin kapsamına dair bu kısa hatırlatmadan sonra iddianamede bana yöneltilen suçlamalara yanıt vermek istiyorum.
'ÇALIŞMALARA NASIL DAHİL OLDUM?'
Akdeniz Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nde 2010-2016 tarihleri arasında öğretim üyesi ve teknik müdür yardımcısı olarak görev yaptım. Araştırma merkezi gıdalar, sular ve çevresel ortamlarda bulunan zehirli kimyasal maddelerin tespitini yapmak, bu konuda yapılacak bilimsel çalışmalara destek vermek amacıyla kurulmuş bir merkezdir.
Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen projenin gıdalar ve sularla ilgili kısmı bu araştırma merkezinde yapıldı. Projenin lideri olan kişi 2012 yılı sonu ya da 2013 yılı başında çalışmanın araştırma merkezimizde yapılıp yapılamayacağı ve eğer yapılacaksa nasıl yapılacağı konusunu görüşmek için araştırma merkezimize geldi. Yapılan görüşmeler sonrası 2013 yılı içinde gıdalarla ilgili çalışmaları, 2014 yılı içinde de sularla ilgili çalışmaları bakanlığın araştırma ekibi ile birlikte planladık. Yapılacak araştırma çalışmasında gıda ve su örneklerinin toplanması, merkezimize ulaştırılması, analizlerinin gerçekleştirilmesi ve analiz raporlarının düzenlenmesi işlerini organize ettim.
2014 yılı sonunda “Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası’ndaki İllerde Üretilen Gıdalarda Çevresel Kirleticilerin Belirlenmesi” başlıklı çalışmayı yapan proje ekibine dâhil edildim. 2015 yılı boyunca da araştırmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesi ve proje sonuç raporlarının yazımı işi ile uğraştım. Bu süreçte üç kişi ile birlikte gıdalarla ilgili araştırma çalışmasından elde edilen bilgileri derlediğimiz proje sonuç raporunun yazımı işini gerçekleştirdim.
‘2015 YILI SONUNDA GENEL DEĞERLENDİRME TOPLANTISI YAPILDI’
2015 yılı Aralık ayı sonunda Antalya’da proje ile ilgili bir genel değerlendirme toplantısı yapıldı. O toplantıda yukarıdaki çizelgede belirttiğim araştırma projelerinden elde edilen bilgiler sırayla görüşüldü. Her bir araştırma projesi farklı bir ekip tarafından yürütülmüştü. Bu ekiplerin sırayla yaptığı sunumlarda Kocaeli ili ile Ergene Havzası’nda yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne illerinde çeşitli gıdalar, sular, deniz ürünleri, toprak ve havadaki toz gibi örneklerde yapılan araştırma çalışmalarından elde edilen bilgilerin ciddi halk sağlığı sorunlarına işaret ettiğini gördüm. Antalya ilindeki kimyasal madde kirliliği o illerle kıyaslandığında bariz bir şekilde daha azdı ya da o illerdeki kimyasal kirlilik Antalya iline kıyasla çok fazlaydı. Örneğin sularda çeşitli ağır metallerin ve Marmara Denizi’nden alınan balık örneklerinde arsenik gibi kanserojen kimyasalların birikim miktarı çok fazlaydı.
‘2016 OCAK AYINDA PROJELERDEN ÇIKARILDIM’
Toplantıdan döndükten 15 gün sonra kamuoyunda Barış Akademisyenleri Bildirisi olarak anılan barış bildirisinde imzam olması nedeniyle ARGE merkezindeki görevlendirmem uzatılmadı, aynı zamanda müdür yardımcılığı görevimden de istifaya zorlandım. Kısa bir süre sonra Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırma projesi de dâhil olmak üzere bir araştırmacı ya da yürütücü olarak içinde bulunduğum bütün araştırma projelerinden çıkarıldım. 22 Kasım 2016 tarihli 677 sayılı KHK ile de üniversitedeki öğretim üyeliği görevimden de çıkarıldım.
‘ARAŞTIRMACI OLARAK, ARAŞTIRMADA ELDE ETTİĞİMİZ VERİLERDEN OLUŞTURDUĞUM BİLGİLERİ TOPLUMA AKTARDIM’
Bana yöneltilen suçlamalardan biri yasaklanan bilgileri temin etmek olarak belirtilmiş. Gazeteye yazdığım yazılarda topluma verdiğim bilgileri bir yerden, bir başkasından temin etmiş ya da almış değilim. Yazılarda topluma verdiğim bilimsel bilgiler esas olarak proje ekibinde yer alan araştırmacılardan biri olduğum için bende mevcuttu. Gıdalar ve sularla ilgili olarak yapılacak araştırmaların planlanması, analiz yöntemlerinin oluşturulması, analizlerin yapılması ve yapılan analizler sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi araştırma projesindeki asli işimi oluşturmaktadır. Dolayısıyla açıkladığım bilgiler elimde bulunan araştırma verilerini kendi uzmanlık alanımda sahip olduğum bilimsel birikim ışığında yorumlayarak oluşturduğum bilgilerdir. Örneğin araştırmada yer alan gıdalardaki çevresel kirleticilerin belirlenmesine yönelik araştırma projesinin sonuç raporunun yazılmasına çok ciddi bir katkı verdiğimi söyleyebilirim. Dolayısıyla gıdalarla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinde yalnızca bir kısmını yazdığım bilimsel bilgiler bilgisayarımda mevcut, oluşturduğum, oluşumuna katkıda bulunduğum verilerden elde edilmiş bilgilerdi.
Sularla ilgili olarak yaptığım açıklamalarda da aynı durum söz konusudur.
Sularla ilgili analizler de Akdeniz Üniversitesi’ndeki Gıda Güvenliği Araştırma merkezinde yapıldı ve araştırmanın başından sonuna kadar bütün laboratuvar çalışmalarının yürütülmesinden sorumluydum Bu araştırma projesi kapsamında çeşitli yerleşim noktalarındaki kaynak sularından 1440 su örneği alındı. Sularla ilgili çalışmada örnek alım kurallarının yazımı, analiz yöntemlerinin geliştirilmesi, örneklerin alınması, laboratuvara taşınması, laboratuvar analizlerinin yapılması ve analiz raporlarının hazırlanmasında görev alan ekibin sevk ve idaresini yapan, analiz işlerini organize eden sorumlu yöneticilerden biriydim.
Cumhuriyet gazetesindeki yazı dizisinde Kocaeli ili ve Ergene Havzası’ndaki Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illerinden alınan su örneklerindeki genel kimyasal kirlenme ve alüminyum, arsenik, kurşun gibi toksik etkili kimyasal madde kirliliğine dair bilgiler belirttiğim görevlerim nedeniyle elimde bulunan analiz raporları üzerinde çalışarak oluşturduğum bilimsel bilgilerdir. Ancak sularla ilgili analiz raporlarında yer alan verileri değerlendirecek kişilerden biri olmadığım, bilimsel değerlendirmeyi başka bir çalışma ekibi yapacağı için o aşamada detaylı bir değerlendirme yapmadım. Burada araştırmadaki rolüm hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. Böylece iddianamede yer alan suçlamalara karşı da net bir yanıt vermiş olacağım. Araştırma çalışmasında yer alan her bir projenin farklı kişilerden oluşan bir araştırma ekibi vardı. Sularla ilgili araştırma ekibinin resmi bir üyesi değildim ama sularla ilgili bütün laboratuvar çalışmalarını organize ettim ve yapılmasını sağladım. Dolayısıyla örnek toplama aşamasından başlayıp analiz raporlarının düzenlenmesine kadar uzanan bütün çalışma sürecinin içinde yer aldım. Analiz raporlarını düzenledikten sonra raporları içeren dosyayı sularla ilgili çalışma ekibine gönderdim. Analiz raporlarını Sağlık Bakanlığı’ndaki ekibe göndermek için düzenlerken Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli illerinden alınan örneklerdeki arsenik ve kurşun gibi bazı kirlilik öğelerinin Antalya iline kıyasla daha yaygın olması dikkatimi çekmişti. Bunun üzerine sularla ilgili araştırmadan elde edilen veriler üzerinde biraz da akademik bir merakla çalışmaya başladım. Çeşitli nedenlerle sık sık kesintiye uğrasa da 1440 farklı yerleşim noktasından alınan su örneklerinin analiz verilerini içeren dosya üzerinde yaptığım çalışmalar yazı dizisinin çıktığı tarihe kadar sürdü. Bu çalışmalar sonucunda elde ettiğim ve doğruluğundan emin olduğum bilimsel bilgileri 2018 yılı Nisan ayında ilk olarak Bianet isimli internet sitesinde ve daha sonra da Cumhuriyet gazetesinde açıkladım. Dolayısıyla açıkladığım bilgiler, elimde bulunan veriler üzerinde çalışma yaparak oluşturduğum bilgilerdir; herhangi bir yerden alınmış ya da temin edilmiş bilgiler değildir.
PROJE BİTELİ ÜÇ YIL OLDU
Sağlık Bakanlığı’nca yürütülen çalışmalar 2015 yılı sonu itibariyle bitmişti. Proje kapsamındaki araştırmalardan elde edilen bilgileri gözden geçirmek ve bir ana rapor yazmak için 2015 yılı Aralık ayında Antalya’da yapılan toplantının üzerinden 3 yıldan fazla zaman geçti. Bu süre zarfında projeden elde edilen bilgiler hakkında Sağlık Bakanlığı bir açıklama yapmadı. Bu bilgiler halk sağlığı açısından risk teşkil eden durumlar olduğunu göstermesine rağmen Sağlık Bakanlığı bu olumsuz durumları düzeltmek için herhangi bir ara rapor da açıklamadı.
Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki bir akademisyenin bilimsel bir araştırmaya ait bilgileri açıklaması için çalışmanın tamamlanmış olması gerekmemektedir. Halk sağlığı ile ilgili çalışmalar yıllarca sürebilir ve böyle uzun süren çalışmalardan elde edilen bilgiler halkın uyarılmasını, ilgili kamu kurumlarının önlem almasını gerektiriyorsa ara raporlarla elde edilen bilgileri açıklamak olağan ve doğru bir yaklaşımdır.
‘ARA RAPORLARLA NELER AÇIKLANABİLİRDİ?’
Halk sağlığı ya da çevre sağlığı gibi geniş toplum kesimlerini ilgilendiren konularda yapılan araştırmalardan elde edilen bilgileri açıklamak telafisi imkânsız zararlar doğurma olasılığı bulunan durumlarda bir gereklilik olarak görülmelidir. Bu duruma örnek olarak araştırma çalışmasında analiz edilen gıda örneklerinin %17,3’ünün mevzuatın izin verdiği düzeyin üzerinde zehirli tarım kimyasalları (pestisitler) içermesi veya bazı yerleşim bölgelerindeki suların onları içilemez kılacak düzeyde arsenik veya kurşun kalıntısı içermesi örnek olarak verilebilir.
Bu konuyu biraz daha açıklığa kavuşturmak için bir başka örnek vereceğim.
Konuşmama başlarken Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırmalardan birinin “İzmit, Saros ve Antalya Körfezi’ndeki Su Ürünleri ve Deniz Sularında Çevresel Kirleticilerin Belirlenmesi” olduğunu söylemiştim. Bu araştırmada Marmara Denizi’ndeki İzmit ve Saroz Körfezi’nden tutulan balıklar ve kabuklu su ürünlerinde ağır metal kalıntı analizleri yapıldı. Yani arsenik, civa ve kurşun gibi toksik etkili kimyasal maddelerin bu ürünlerde ne miktarda olduğu araştırıldı.
Medyada hemen her gün çocuklara balık yedirmenin gerekliliğinden, balıklarda bulunan omega 3 yağ asitlerinin çocukların beyin gelişimi için öneminden söz ediliyor. Ama bu ürünlerin sağlıklı olup olmadığını bilmiyoruz. Çocuklarda beyin ve sinir sisteminin gelişimine zarar veren, hormonal sistemin çalışmasının bozulmasına yol açan arsenik, civa veya kurşun gibi toksik kimyasal maddelerin bu ürünlerde ne miktarda bulunduğunu bilmek insanların hakkı değil mi? Çocukların bu toksik maddelere ne miktarda maruz kaldığını bilmek toplumsal bir fayda doğurmaz mı? Ancak yapılan araştırma çalışmalarına dair bilgiler açıklanmadığı sürece bu soruların yanıtını bilemeyeceğiz.
Ergene Nehri’ndeki kirlilikle, nehrin döküldüğü Saroz Körfezi’ndeki deniz suyunda ve o körfezden tutulan balıklarda tespit edilen kirlilik arasında bir bağ olup olmadığını bilmeyi istemez miyiz? Bunları bilmek her insanın hakkıdır. Ama bilgi edinme hakkına nasıl bakmalı? Yasalarda tanımlanan ama kâğıt üzerinde kalan pek çok hakka sahibiz. Dolayısıyla insanların sadece bilgi edinme hakkına sahip olması değil bu hakkı kullanabilmesine imkân sağlamak da gereklidir. Bunun tek yolu ise bilgiye erişimi kolaylaştırmak, sansürü ve gizliliği ortadan kaldırmaktır. Nasıl bir dünya içinde yaşadığımızı bilmek, sorunları doğru tespit etmek ve bu sorunları nasıl çözeceğimizi konuşabilmek ya da kısaca söylemek gerekirse kamusal bir tartışma ortamı yaratabilmek için bu mutlak bir gerekliliktir.
‘ÖNLEM ALINMASI GEREKİRDİ’
Sağlık Bakanlığı’nın araştırma çalışmasında halk sağlığı açısından sorun yaratan durumları gösteren pek çok bilgi var. Bu bilgiler dikkate alınarak Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yerel yönetimler başta olmak üzere ilgili kamu kurumlarının uyarılması ve halk sağlığını koruyucu önlemlerin alınması gerekirdi. Ama bu konuda Sağlık Bakanlığı gereken adımları atmamış ve ilgili kamu kurumlarını uyarmak amacıyla bir girişimde bulunmamıştır. Ne gibi önlemler alındığına dair sorulara bakanlık yetkilileri bir cevap vermemiştir. Mecliste verilen soru önergelerine (İlhan Cihaner’in verdiği 26/3 Dönem, 7/28302 Esas Numaralı ve 17/04/2018 tarihli soru önergesi) ve Türk Tabipler Odası tarafından sorulan sorulara Bakanlık tarafından bir yanıt verilmemiştir. Çalışmadan elde edilen ve gerçekten kaygı uyandırması gereken bilgiler olmasına rağmen Bakanlığın bir önlem almaması kabul edilemez bir durumdur.
‘HANGİ KURUMLAR UYARILMALIYDI?’
Beş ilde yapılan çalışmalarda analiz edilen gıda örneklerinin %17,3’ünün ülkemizdeki yasal mevzuatın izin verdiği miktarı aşan düzeyde pestisit (Tarımsal üretimde kullanılan zehirli kimyasal maddeler) kalıntısı içerdiği tespit edilmişti. Bu çok yüksek bir kalıntı orandır. Bir fikir vermek amacıyla ülkemizde pestisitlerle ilgili yasal mevzuatın uyumlu olduğu Avrupa Birliği ülkelerinde gıdalarda tespit edilen yasal mevzuata aykırı pestisit kalıntısı oranının genellikle %2’den az olduğunu söylemeliyim. Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla ülkemizdeki gıda ürünlerindeki pestisit kalıntılarının 8-9 kat daha fazla oranda çıkması çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeli. Bu sorun karşısında Sağlık Bakanlığı’nın pestisit kalıntılarını kontrol etmekten sorumlu kamu kurumu olan Tarım ve Orman Bakanlığı’nı bir resmi yazı ile derhal uyarması gerekirdi.
Mesele sadece Tarım Bakanlığı ile de ilgili değil. Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluk alanına giren çok kritik bir başka nokta daha var. Tarımda kullanılan pestisitlerin çoğu sulara bulaşarak kimyasal kirliliğe yol açıyor. Sağlık Bakanlığı ülkemizde içme suyu olarak tüketilen suların pestisitler açısından kirli olup olmadığını tespit etmek ve gereken önlemleri almakla sorumlu kurumdur. Araştırmadan elde edilen bilgiler gıdalarda yaygın bir pestisit kirliliğine işaret ettiği için Sağlık Bakanlığı’nın içme suyu olarak kullanılan yeraltı ve yer üstü sularına pestisitlerin bulaşıp bulaşmadığını kontrol etmek üzere illerdeki İl Sağlık Müdürlüklerini resmi yazı ile uyarması ve önlem almaya davet etmesi gerekirdi. Bu konuda da herhangi bir somut girişim yapılmamıştır.
ARAŞTIRMA EN ÇOK ÇOCUKLARI İLGİLENDİRİYOR
Bakanlığın yürüttüğü araştırma projesinin çok önemli ve ülkemizde kanımca bir ilk olarak görülmesi gereken bir yönü var. Çalışmada insanlarda hormonal ve nörolojik sisteme zarar veren kimyasal maddelerin çok büyük bir kısmı araştırılmıştır. Hormonal ve nöral sistem bozucu kimyasal maddeler en çok bebek ve çocuklara zarar vermektedir. Dolayısıyla bebek ve çocuk sağlığı açısından Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmanın önemi büyüktür.
Hormonal ve nöral sistem vücudumuzun iyi çalışması için çok kritik önemi olan sistemlerdir. Bu sistemlerin çalışmasının bozulması gelişim bozuklukları, bilişsel sorunlar, öğrenim güçlükleri, otizm, obezite, cinsiyet gelişim bozukluları, kısırlık, sperm kalitesinin bozulması ve kanser gibi pek çok hastalığa yol açabilmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmadan elde edilen bilgiler çocuk sağlığını yakından ilgilendirdiği için bu konu üzerinde biraz ayrıntılı duracağım.
HORMONAL SİSTEM BOZUCU PESTİSİTLERİN TAMAMI ARAŞTIRILDI
Hormonal sistem bozucu pestisitlerin kalıntısını tespit edebilmek amacıyla araştırma merkezimizde bir analiz yöntemi geliştirdik. Çalışmada çeşitli gıdalarda 332 farklı pestisitin kalıntısı araştırıldı. Çalışmanın yapıldığı tarihte hormonal sistem bozucu olarak nitelenen 106 pestisitin tamamı analiz kapsamındaydı.
Analiz ettiğimiz gıda ürünlerinde 66 farklı çeşit pestisit etken maddesi saptadık. Bu pestisitlerden 26’sı (%39,3) çeşitli akademik yayınlarda hormonal sistem bozucu olarak sınıflandırılmaktaydı.
Çocuklar anne karnında başlayan, doğum sonrasında bebeklik ve çocukluk aşamalarında devam eden büyüme ve gelişme sürecinde ne kadar az toksik kimyasala maruz kalırlarsa o ölçüde daha sağlıklı oluyorlar.Toksik kimyasallara maruz kalma ise beslenme, solunum ve deri ile temas gibi yollarla oluyor. Dolayısıyla yediğimiz gıdaların, içtiğimiz suların ve soluduğumuz havanın temizliği sağlıklı büyüme ve sağlıklı bir şekilde hayatı devam ettirebilme için kritik önem taşıyor.
Dünya genelinde iktisadi faaliyetlerde kullanılan yüz bin civarında toksik kimyasal var. Bu toksik kimyasalların %93’ünün insan ve çevre sağlığına ne gibi zararlı etkileri olduğu hakkında bilgimiz yok.
Bir toksik kimyasalın sağlık sorunu yarattığı tespit edildiğinde ancak yol açtığı zararı önleyici ve kontrol edici çalışmalar başlatabilmek mümkün oluyor. Çoğu durumda bu bile yeterli olmuyor.
İnsanları toksik kimyasalların zararlı etkilerine karşı koruyucu çalışmaların temelinde ise toksik kimyasallara maruz kalınan miktarları azaltıcı önlemler almak yatıyor. Bazı toksik kimyasal maddelerin gıdalarda ya da sularda bulunması hiç istenmez; bazılarının bulunabileceği miktara ise sınırlama getirilir.
Dünya genelinde yaygın kabul görmüş kurallardan biri gıdalarda, sularda ya da havada bulunabilecek bir toksik kimyasalın belli bir sınır değeri geçmemesi gerektiğidir. Bir kimyasal maddenin alınan miktarı arttıkça zehirli etkilerinin ortaya çıkacağını kabul eden ya da bir kimyasal maddenin vücuda giren miktarı azaldıkça zehirli etkilerinin ortadan kalkacağını öne süren toksikoloji anlayışı çok eskidir. Bu anlayışın doğal sonucu toksik kimyasallar için aşılmaması gereken sınır değerleri belirlemektir. Örneğin gıdalarda bulunabilecek pestisitlerden bazılarının kalıntısının bir kilo gıdada 0,1 miligram değerini aşmaması ya da içme sularındaki arsenik kalıntısının litrede 10 mikrogram değerini aşmaması istenir.
Bu sınır değerler ulusal ve uluslararası çeşitli yasal mevzuatlarda yer alır. Ancak sınır değerlere dayanan bu anlayışın sağlığı koruma konusunda yetersiz kaldığını dile getiren ve en azından son 20-25 yıldır süregelen ciddi bir tartışma var.
Bazı toksik kimyasal maddeler yaygın kabul gören bu anlayışa aykırı davranıyor.
Hormonal sistem bozucular ve nörolojik gelişim bozucular olarak sınıflandırılan toksik kimyasallar kendileri için belirlenen sınır değerlerin çok altındaki miktarlarda da zararlı olabiliyor. Dolayısıyla sınır değerlerin altında kalan, başka bir deyişle çok düşük miktarlarda dahi hormonal sistemi bozarak ya da sinir sisteminin gelişimine zarar vererek sağlık sorunlarına yol açıyorlar. Bu durum ciddi bir halk sağlığı sorunudur.
Bebek ve çocukların vücut ağırlıkları düşük olduğu, hızlı bir büyüme/gelişme döneminde oldukları ve metabolizmaları bir yetişkine kıyasla daha farklı çalıştığı için hormonal sistemi veya nöral sistemi bozucu kimyasallar en çok onlara zararlı etki gösteriyor. Ancak sadece çocukların değil yetişkinlerin de bu kimyasalların yol açtığı çeşitli sağlık sorunlarına yakalanabileceklerini belirtmeliyim.
ARAŞTIRMANIN YAPILDIĞI İLLERDEKİ ÇOCUK SAYISI
2018 yılı itibariyle araştırmanın yapıldığı beş ilde yaklaşık 7 milyon insan yaşıyor. Bu beş ilde yaşayan 0-18 yaş arası çocuk nüfus sayısı ise 1 milyon 300 bindir (%21,6). Araştırma sahasının genişliği ve bu bölgelerde üretilen çeşitli gıda ürünlerin Türkiye genelinde tüketildiği düşünülürse araştırmadan elde edilen bilgilerin çok daha geniş bir nüfusu ilgilendirdiği ise çok açıktır.
Sağlık Bakanlığı çalışması hormonal sistem bozucular ve nörolojik gelişime zarar veren kimyasal maddelerin gıdalardaki ve sulardaki varlığını tespit etme açısından çok üst düzeyde bir çalışmadır. Örneğin çalışmanın yapıldığı dönemde dünya genelinde kullanılan ve ülkemizde de kullanılmasına izin verilen hormonal sistem bozucu pestisitlerin tamamının (106 adet) çalışma kapsamında araştırıldığına biraz önce değinmiştim. Araştırma sonucunda elde edilen bilgilere değinmeden önce kalıntı analizleri hakkında kısa bir bilgi vermem gerekiyor.
KALINTI ANALİZLERİ
Bir kalıntı analizinde ne kadar çok sayıda toksik kimyasal araştırılıyorsa o kadar doğru bir yanıt elde edilir. Yani analiz yaparken işin daha en başında kaç adet toksik kimyasal maddeyi analiz edeceğimizi belirler ve ona göre bir analiz yöntemi seçeriz. Sağlık Bakanlığı çalışmasında ülkemizde kullanılmasına izin verilen pestisitlerin neredeyse %90’ı ve hormonal sistem bozucuların ise tamamı araştırılabildi. Araştırılan pestisit sayısı çok olduğu için çok sayıda gıda örneğinin pestisit kalıntısı içerdiğini tespit etmek de mümkün olmuştur. Binlerce su ve gıda örneğinde bunu yapmak çok kolay bir iş değil ve bu işi laboratuvarda birlikte yaptığım insanlara buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Sağlık Bakanlığı’nda, Çevre Bakanlığı’nda ya da Tarım Bakanlığı’nda gıdalarda ya da sularda hormonal sistem bozucu pestisitlerin tamamının belirlenmesine yönelik olarak geçmişte tek bir çalışma bile yürütülmediğini belirtmek istiyorum.
Araştırma sonucunda gıda örneklerinin %40’ında hormonal sistem bozucu olarak nitelenen pestisit kalıntısı bulunduğu tespit edildi. Bu pestisitler mevzuatça belirlenen sınır değerlerin (Maksimum Kalıntı Limiti) altında kalan seviyelerde bile sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Bir kez daha belirtme gereği duyuyorum hormonal sistem bozucular klasik toksikolojik modele uygun davranmıyorlar. Klasik modelde bir kimyasalın miktarı azaldıkça zararlı etkisinin de azalacağı kabul edilir. Oysa hormonal sistem bozucu kimyasalların zararlı etkisi düşük dozlara doğru gidildikçe daha çok artış gösteriyor. Bu durum bir kimyasal madde maksimum kalıntı sınırını aştığında zararlı olur anlayışını geçersiz kılıyor. Buna ek olarak, yaş küçüldükçe zararlı etkinin arttığı, bir bireyin anne karnındayken veya bebeklik safhasında bu maddelere karşı daha duyarlı olduğu ve olumsuz etkilerin daha fazla olacağı da çok sayıda akademik yayında belirtiliyor.
Hormonal sistem bozucuların yanı sıra bir diğer önemli sorun çoklu pestisit kalıntılarıdır. Yani bir gıda ürününde birden fazla sayıda pestisitin kalıntısının bulunması durumudur.
Analiz edilen örneklerin %51,1’inde birden fazla sayıda pestisit kalıntısı tespit edildi. Örneklerin %11,2’sinde 2 adet pestisit kalıntısı; örneklerin %5,1’inde üç adet pestisit kalıntısı ve örneklerin %3,5’inde en az dört adet pestisit kalıntısı tespit edildi.
Analiz edilen örneklerin %17,3’ünün mevzuatın izin verdiği oranların üzerinde pestisit kalıntısı içerdiğini ancak Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan kontrol ve denetim çalışmalarında mevzuata aykırı pestisit kalıntısı oranının genelde %2’den daha az olduğunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Dolayısıyla analiz örneklerinin %3,5’inde dört ve dörtten fazla sayıda pestisit kalıntısı tespit edilmesi bile çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak görülmelidir.
Bakanlık araştırmanın ortaya çıkardığı bu vahim durum karşısında insan sağlığını ama özellikle de çocuk sağlığını korumak için ne yapmıştır? Bu soru yanıt bekleyen bir sorudur. Bakanlık tarafından bir açıklama yapılacağına, ya da toplum sağlığını tehdit eden sorunları çözmek için önlem alınacağına dair bir işaret hala görünmüyor. Aslına bakılırsa, Sağlık bakanlığının bu konuda yaptığı tek işlem beni şikayet etmek olmuştur.
Çalışmada sadece pestisit kalıntılarına da bakılmadı. Çeşitli gıda ürünlerindeki ağır metal kalıntıları da araştırıldı. Örneğin Ergene Havzasında yetiştirilen pirinçlerde arsenik kalıntısı tespit edildi. Ergene Nehrindeki yaygın kirliliği bilenler için pek de sürpriz olmayan bir sonuç bu. Kış mevsimindeyiz ve Ergene Nehri aşırı yağışlar nedeniyle geçtiğimiz haftalarda defalarca taşkın yaptı. Nehrin kirli suları tarım arazilerine yayıldı. Bu yayılma neticesinde de sularda bulunan arsenik, kadmiyum vb gibi toksik kimyasalların o tarım arazilerinde yetiştirilen gıda ürünlerine de bulaştığını söyleyebiliriz. Araştırma çalışmasında bu söylediklerime kanıt olabilecek somut bir bilgi de var: Gıda örneklerinde arsenik kalıntılarını belirlemek için yapılan analizlerde 24 çeltik, 5 ısırgan otu, 1 karalahana, 2 marul, 8 sarımsak ve 14 yeşil soğan olmak üzere toplam 54 gıda örneğinde (toplamın %3,9’u) arsenik tespit edilmişti. Arsenik içerdiği belirlenen 54 gıda örneğinin %85’i ise Ergene Havzası’ndaki Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınmıştı.
Gıdalardaki toksik kalıntılar sorununu sularla birlikte ele almak gerekiyor. Çünkü günlük beslenmemizde sadece yiyecekler değil su da asli bir yer tutuyor.
SULARLA İLGİLİ ÇALIŞMALAR
Araştırmada Ergene Havzası’nda yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne illeri ile Kocaeli ilinden alınan su örneklerinde Antalya ilinden alınan su örneklerine kıyasla anormal sayılabilecek düzeyde bir ağır metal ve eser element kirliliği tespit edilmiştir.
Araştırmada 1440 su örneği çalışıldı. Bu örneklerde endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerden sulara bulaşabilen Arsenik, Kurşun, Kadmiyum, Civa gibi ağır metallerin yanısıra; Alüminyum, Antimon, Bakır, Baryum, Berilyum, Bizmut, Çinko, Demir, Gümüş, Kalay, Kobalt, Krom, Manganez, Molibden, Nikel, Selenyum, Sezyum, Stronsiyum, Lityum, Vanadyum ve Talyum elementleri araştırıldı.
Ağır metaller insan vücudunda kanser oluşumunu başlatıcı ya da tetikleyici bir özellik göstermektedir. Bazı eser elementler de aynı işleve sahiptir. Kaldı ki bakır ve çinko gibi besleyici elementler bile belli bir miktarın üzerinde alındığında toksik etkiler göstermektedir.
Arsenik, kadmiyum, krom ve nikel Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu (The International Agency for Research on Cancer – IARC) tarafından 1. grupta yer alan kanser yapıcı maddeler olarak nitelenmektedir. Kurşun ve arsenik başta olmak üzere ağır metallerin hormonal ve nöral sistem bozucu olduğunu da belirtmek istiyorum.
ARSENİK KALINTILARI ÜZERİNE TESPİTLER
Antalya ilinden alınan 569 su örneğinden sadece 20 tanesinde (%3,5) arsenik kalıntısı tespit edilebilir düzeyde bulunurken Ergene’deki 3 ilden alınan 764 su örneğinin 316’sında (%41,4) arsenik tespit edildi. Bu örneklerden 25’i (%3,3) içme suyuna arsenik için konan sınır değeri aşıyordu ve bu suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyordu. Antalya ilindeki örneklerden sadece birinde arsenik miktarı maksimum sınır değer olan litrede 10 mikrogramı aşıyordu. En çok arsenik tespit edilen iller Tekirdağ 140 örnek (8’i sınır değer aşımı); Kırklareli 74 örnek (13’ü sınır değer aşımı) ve Edirne 106 örnek (4’ü sınır değer aşımı) olarak belirlendi.
ALÜMİNYUM KALINTILARI ÜZERİNE TESPİTLER
Gerek Kocaeli ilindeki ve gerekse Ergene Havzası’ndaki sularda bulunan alüminyum düzeyleri endüstriyel faaliyetlerin çok zayıf olduğu Antalya iline kıyasla çok yüksek çıktı. Ergene’de analiz edilen toplam örnek sayısı 764, alüminyum tespiti yapılan örnek sayısı 181 (%24) ve litrede 200 mikrogram olan sınır değeri aşan örnek sayısı ise 29 (%3,8) olarak belirlendi.
Kocaeli ilinde analiz edilen örnek sayısı 106, alüminyum içerdiği tespit edilen su örneği sayısı 49 (%46) ve sınır değeri aşan örnek sayısı ise 10 (%9,4) olarak tespit edildi. Her bir analiz örneği bir köy ya da mahalle bazında bir yerleşim noktasından alındı. Dolayısıyla sınır değerin aşıldığı yerlerdeki suların içme suyu olarak kullanılmaması gerekiyor. Antalya ilinde ise analiz edilen 569 örnekten sadece biri alüminyum için belirtilen sınır değeri aşıyordu ve tespit edilen alüminyum düzeyleri genel olarak çok düşüktü.
KURŞUN KALINTILARI ÜZERİNE TESPİTLER
Antalya ilinden alınan 569 su örneğinden 12’sinde (%2) kurşun çıktı. Oysa Kocaeli’nden alınan 106 su örneğinin 17’sinde (%16) kurşun kalıntısı tespit edildi. Ergene Havzası’nda yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınan 764 su örneğinin ise 156’sında (%20,4) kurşun tespit edildi. Antalya ilinden alınan örneklerin hiçbiri kurşun için belirlenen sınır değeri aşmadı. Kocaeli ilinden alınan örneklerin 2’si, Ergene Havzası illerinden alınan örneklerin 4 tanesi sınır değeri aşmıştı. Bu suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyordu.
Sağlık Bakanlığı ülkemizde içme sularının sağlıklı olmasından sorumlu kurumdur. Araştırma yapılan bölgelerde Arsenik, Kurşun ve Alüminyum düzeylerinin yüksekliği nedeniyle içilmemesi gereken sularla ilgili olarak Sağlık Bakanlığı’nın bir önlem alması gerekirdi? Bakanlık bu konuda ne yapmıştır sorusu yanıt bekliyor?
BAZI TESPİTLER
Antalya iline kıyasla Ergene Havzası’nda arsenik kirliliğinin, Kocaeli’nde ise alüminyum kirliliğinin ve yine Antalya iline kıyasla Ergene Havzası illeri ile Kocaeli’nden alınan su örneklerinde kurşun kirliliğinin daha yoğun olduğu benim elimde mevcut olan kısıtlı bilgiyle bile söylenebiliyor.
Yaptığım çalışmaya göre maksimum kalıntı sınırını aşan miktarda arsenik, alüminyum ve kurşun içeren 52 yerleşim bölgesinin suları içilemez niteliktedir.
Burada arsenik, alüminyum ve kurşun üzerinden yapılan değerlendirmenin genel olarak diğer ağır metaller ve eser elementler için de yapılması gerektiği açıktır. Yani değerlendirmelere Nikel, Manganez, Vanadyum, Krom, Bakır, Çinko vb gibi diğer elementlerin de dâhil edilmesi gerekiyor. Bu durumda sulardaki kirlilik meselesinin geniş bir coğrafi bölgeyi ilgilendiren, epeyce ciddi bir problem olduğu daha net anlaşılacaktır. Örneğin Bakır, Çinko, Manganez, Nikel ve Vanadyum düzeylerinin de Ergene Havzası’ndaki illerde ve Kocaeli ilinde Antalya iline kıyasla çok yüksek olduğu belirlenmişti.
Kocaeli ili ve Ergene Havzası illerindeki sularda gözlenen ağır metal kirliliği jeolojik bulaşmalarla açıklanamaz, tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerden ve Ergene Nehri’ne boşaltılan atıklardan kaynaklandığı kesindir.
Bakanlığın elinde benim Cumhuriyet gazetesinde yazdığım bilgilerden çok daha fazlası var. Benim açıkladığım bilgiler bütünün onda biri bile değildir. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmada bölgedeki topraklardan, Ergene Nehri’nin değişik noktalarından, arıtma ve deşarj noktalarından, havadan alınan örneklerde de kirlilik düzeyini belirlemeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan elde edilen bilgilerin yan yana konularak bütüncül bir bakışla değerlendirilmesi Ergene Havzasındaki illerde ve Kocaeli ilindeki yaygın kirlilik hakkında net bir fikir verecektir.
ARAŞTIRMA ÇALIŞMALARINI NEDEN HALKA DUYURDUM?
Yapılan araştırmalardan elde edilen bilgiler ilgili kamu kurumlarının yıllardır süregelen ihmali ve şirketlerin kural tanımazlığı nedeniyle ortaya çıkan kimyasal kirliliğin hangi yerleşim noktasında ve ne düzeyde olduğunu, kirletenlerin kim olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak araştırmayı yürüten Sağlık Bakanlığı ne araştırmadan elde edilen bilgileri açıkladı ve ne de herhangi bir önlem alma girişiminde bulundu.
Ülkemizin toprağıyla, suyuyla, havasıyla, bitki örtüsüyle yaşanabilir olma niteliğini kaybetmemesi konusunda çabalamak bir bilim insanı olarak sorumluluk alanıma girer.
Toplumun sağlığı ve geleceği için yapılandırılmış kamu kurumlarının görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak bir bilim insanının sorumluluğudur. Bu kurumların görevlerini layıkıyla yapmadıklarını belirleyen bir bilim insanının o kurumlara sorumluluklarını hatırlatmak da en temel görevlerinden biridir.Bir bilim insanı şirketlere veya kurumlara değil öncelikle topluma karşı sorumludur. Çünkü toplumun sağlığı ve geleceği şirketlerin ya da kurumların kısa vadeli çıkarlarına emanet edilemeyecek ölçüde önemlidir. Ama her şeyden önce çocuklara karşı sorumluyuz; hiçbir kişinin ya da kurumun çocukların sağlığını bozma, geleceğini gasp etme hakkı yok çünkü.
Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırma çok kıymetli. Araştırma sadece sorun tespiti yapmıyor; aynı zamanda araştırma bölgelerinde tespit edilen kirlilik sorununu nasıl çözeceğiz sorusuna da yanıtlar içeriyor. Dolayısıyla araştırmadan elde edilen bilgilerin gizlenmesi çözümler üzerine sağlıklı tartışmalar yapamamamıza neden oluyor. Ve bu durum da bir toplumsal zarar olarak görülmelidir.
Yazdığım yazılarla gizli tutulan bu halk sağlığı çalışmasından kamuoyunu haberdar etmeyi, toplumu bilgilendirmeyi, sorunları çözmekle mükellef kamu kurumlarını harekete geçirmeyi amaçladım. Açıkladığım bilgileri bir yerden temin etmiş değilim; aksine araştırma çalışmalarına bizzat katılarak bu bilgilerin oluşmasında asli bir rol oynadım. Gıdalar ve sularda bulunan çevresel kirleticilerin belirlenmesi amaçlayan araştırma projelerinde örnek toplama aşamasından başlayıp analiz raporlarının düzenlenmesine kadar uzanan bütün çalışma sürecinin içinde yer aldım. Dolayısıyla bu araştırma çalışmalarından elde edilen veriler bende doğal olarak mevcuttu. Açıkladığım bilgiler, elimde bulunan bu veriler üzerinde bilimsel çalışma yaparak oluşturduğum bilgilerdir; herhangi bir yerden alınmış ya da temin edilmiş bilgiler değildir.
Sağlık Bakanlığı açıkladığım bilgilerin hiçbirini yalanlamadı.
Araştırma projesinden elde edilen bilgileri açıklamayı anayasal bir hak olan ve çeşitli uluslararası sözleşmelerde dile getirilen insanların sağlıklı bir çevrede yaşama haklarının bir savunusu olarak görüyorum. Unutulmamalıdır ki bilim insanlarının yanı sıra, devletin de toplumu yaşam ve sağlık hakkına yönelik tehditler konusunda bilgilendirme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Sağlık Bakanlığı elinde bilimsel bilgiler olduğu halde gereken önlemleri almayarak, ilgili kamu kurumlarını uyarmayarak ve kendisine verilen kamu görevlerini layıkıyla yapmayarak insanların –ve doğada yaşayan diğer canlıların- yaşamlarını tehlikeye atma suçunu işlemiştir. Araştırma çalışmaları bittiğinden bu yana 3 yıldan fazla zaman geçti ve bu geçen üç yıl içinde bakanlığın hangi önlemleri aldığını açıklamasını talep ediyorum. Gerçekte bunu kendimiz ve çocuklarımız için hepimiz talep etmeliyiz.
Son olarak beni çok etkileyen bir olayı anlatmak istiyorum. Bu olay Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırma projesinin neden yapıldığına ve araştırmadan elde edilen bilgilerle somut olarak neler yapılması gerektiğine ışık tutuyor.Trakya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü öğrencisiyken yakalandığı kanser hastalığı ile yıllarca mücadele eden ve geçen yıl kaybettiğimiz Tekirdağlı Dilek Özçelik’i sanırım pek çoğumuz hatırlayacaktır.
Dilek Özçelik 2013 yılında kanser hastalığının tedavisi sürecinde yaşadığı sorunları dile getirmek için devlet yetkililerinden yardım istemiş ancak bu talebi başlangıçta karşılık bulmamıştı. Düş kırıklığına uğrayan Dilek Özçelik televizyon ekranlarından sadece devlet yetkililerine değil hepimize şöyle seslenmişti: “Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda.”
Dilek Özçelik’in ihtiyacı olan ilaçlar daha sonra temin edilmiş ve hastalığının tedavisi için devlet kurumları yardımcı olmuştu. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın asli sorumluluğunun hastalanan insanların tedavi edilmesini sağlamak olduğu kadar hastalığa yol açan çevresel koşulları düzeltmek, insanların kanser olmasına yol açan toksik kimyasalların çevreye bulaşmasına engel olmak ve kimyasal maddelerle kirletilmiş çevrelerin temizlenmesini sağlamak olduğu da asla akıldan çıkarılmamalıdır. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırmadan elde edilen bilgiler kamu kurumlarına, akademik kurumlara, meslek örgütlerine ve sivil toplum kuruluşlarına Ergene Havzası ve Kocaeli ilindeki yaygın kimyasal kirlilik sorununu nasıl çözeceğimizi söylemektedir. Halk sağlığını ilgilendiren böyle önemli bir konuda gizlilik ya da yasaklanmış bilgilerin olması kabul edilemez, edilmemelidir.
Dilek Özçelik’in ruhu şad olsun. Kendimi Dilek Özçelik gibi çaresizlik içinde kalan insanlara karşı sorumlu hissediyorum. Gerçekleri bilmenin onların hakkı olduğunu düşünüyorum.
Bana yöneltilen tüm suçlamaları reddediyor ve beraatımı talep ediyorum.
DURUŞMA ÖNCESİ BASIN AÇIKLAMASI
Bülent Şık'ın yargılandığı davanın ilk duruşması öncesinde İstanbul Adalet Sarayı önünde Çocuklar Zehirlenmesin İnisiyatifi tarafından bir basın açıklaması düzenlendi.
Açıklamaya Türk Tabipleri Birliği (TTB), Ankara Barosu, Bursa Barosu, İstanbul Barosu, HDP milletvekilleri Ahmet Şık, Oya Ersoy, Murat Çepni; CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Sibel Özdemir, Ali Şeker, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Sosyalist Devrimci Gençlik (SDG), Kocaeli Dayanışma Akademisi, Halkevleri, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İl Koordinasyon Kurulu, KESK, ÜNİVDER, Ekoloji Birliği, Doğa Derneği, Divriği Kültür Derneği, Beyoğlu Yurttaş Meclisi, İstanbul Kent Savunması, Politeknik, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Merkezi, Kuzey Ormanları Savunması, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Sosyal Haklar Derneği (SHD) ve Kadıköy Kooperatifi de katılım sağladı.
Açıklamanın tamamı şu şekilde:
Bugün burada Bülent Şık'ın davasını takip etmeye, bilgisini yaşam için, toplum ve ekosistem esenliği için kullandığından cezalandırılmaya çalışan bir bilim insanı ile, mühendis ile, halk sağlıkçısı ile dayanışmaya geldik. Bülent Şık, Sağlık Bakanlığı tarafından 2011-2016 arası pek çok üniversitenin farklı bölümünden araştırmacı ile yürütülmüş olan büyük bir halk sağlığı araştırmasının içinde bulunuyor, araştırmanın gıda ve su analizleri kısmında çalışıyordu. Araştırmanın adı, “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” idi.
'HERHANGİ BİR KURUM HAREKETE GEÇMEDİ'
Şık'ın barış bildirisi imzacısı olduğu bir gece yarısı KHK'sı ile uzaklaştırıldığı Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi'nde bu araştırmanın bulgularının pek çoğu tahlil edildi. Bu bölgelerde tüm canlıların, özellikle kırılgan olan çocukların sağlığını geri dönüşsüz olarak olumsuz etkileyecek arsenik ve sair ağır metallere, gıdalarda sınır değer kabul edilen pestisit kalıntısı oranlarının çok daha üstüne rastlandı. Antalya seralar bölgesinde üretilip tüm Türkiye'ye sevkedilen gündelik mutfak ihtiyaçlarımızın kansere yol açabilecek maddelerle dolu olabileceği ortaya koyuldu. Fakat gelin görün ki araştırmanın bittiği 2016'dan bu yana üç buçuk yıl geçti. Ne araştırmanın sonuçları paylaşıldı, ne de acil önlem alınması gereken bu kamu güvenliği sorunu ile herhangi bir kamu kurumunun harekete geçtiğine dair en ufak bir emare var.
'SOSYAL DEVLET İLKELERİNİ İHLAL EDEN DEVLET ORGANLARIDIR'
Kendini ekosisteme ve topluma karşı sorumlu hisseden ve kamusal araştırma kaynaklarından uzaklaştırılmış bir bilim insanı olarak Bülent Şık araştırmanın elindeki bulgularını önce Bianet'teki Mutfaktaki Kimyacı köşesinde, daha sonra Nisan 2018'de Cumhuriyet'te yazı dizisi olarak yayınladı. Bunun üzerine pek çok soru önergesi verildi. Bilgi edinme hakkı kullanılarak kurum ve kişiler Sağlık Bakanlığı'na başvurdular. Bakanlığın cevabı ise işte bu dava oldu. 'Açıklanması yasaklanan gizli belgelerin temini, açıklaması ve görev sırrının açıklamasından'. Bakanlık önce bu hayati halk sağlığı bilgilerin açıklamasının neden yasaklanması gerektiğini bize açıklasın. Labarotuvarda gece gündüz araştırmanın bulgularını tahlil etmiş bir biliminsanının nasıl 'gizli belge temin etmekle' itham edilebileceğini açıklasın. Ergene, Kocaeli, Antalya havzasında içme ve deniz sularında ağır metalle, gıdalarda pestisit ile yaşayanların kanser olmaları, ölmemeleri için ne önlem alınmış onları açıklasın. Burada yargılanan şirket haline gelmiş devlet aygıtıdır. Anayasadaki kutsal yaşam hakkı ve sosyal devlet ilkelerini bizzat ihlal eden devlet organlarıdır. Bülent Şık değildir.
'BÜTÜN SUÇLARINIZ BİRBİRİNE BENZİYOR, HİÇBİRİ SUÇ DEĞİL'
Eskişehir'li barış akademisyenleri güzel söylemiş, 'bütün suçlarımız birbirine benziyor, hiçbiri suç değil'. Kamu kurumlarının kamu faydasını sağlamak için felç, kar amacı için şahin kesildiği bir dönemde halk sağlığı bilgisini paylaşmak bir suç değil, görevdir. Hamaset ile vatanseverlik söylemlerinin havada uçuştuğu, bu davanın iddianamesini bile terörle mücadele savcılığının yazdığını görüyoruz. Vatanı sevmek ne demektir, silahlarla gençleri sınıra yollamak mı, tüm Türkiye'ye sevkedilen gündelik gıdalar ve suyun tehlikeleri hakkında toplumu uyarmak mı? Bizim cevabımız açık. Bülent Şık'ın yanındayız.