Diyarbakır’da İSİG Meclisi kuruluyor

Diyarbakır’da İSİG Meclisi kuruluyor

Diyarbakır’da yakın zamanda kuruluşunu deklere edecek İSİG Meclisi’nde yer alan Mahfuz Karaaslan, işçi sağlığı ve güvenliğinin sorununun sürekli gündem dışı edildiğini vurgulayarak bu sorunları aşmanın en önemli yolunun örgütlenmeden geçtiğini söyledi.

Diyarbakır’da emek ve meslek örgütleri, avukat ve sivil toplum örgütlerinin (STÖ) temsilcileri tarafından İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) kuruluyor. Meclis yakın zamanda yapılacak basın toplantısıyla kuruluşunu deklere edecek.

Meclisin kuruluş çalışmalarında yer alan Mahfuz Karaaslan, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda değerlendirmelerde bulanarak, amaç, hedef ve çalışmaları hakkında bilgi vererek, Türkiye’nin iş cinayetlerinin yoğun olarak yaşandığı bir ülke olduğunu ve her yıl yüzlerce işçinin güvencesiz çalışma koşulları nedeniyle hayatını kaybettiğini hatırlatan Karaaslan, Türkiye’de işçinin yaşam hakkının olmadığını söyledi. Karaaslan, “İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri bir maliyet olarak görülüyor. Üç kuruş için canlar gidiyor. Var olan yasalara dahi uyulmuyor. 6331 sayılı İSG Yasası’nda yer alan birçok madde kağıt üzerinde kalıyor, denetimler yapılmıyor. Tabii işçi sağlığı ve iş güvenliğinin en temel kıstası işçilerin örgütlenmesi. Ancak en başta grev yasakları olmak üzere birçok sorun var. Sendikalaşan işçiler işten atılıyor ya da işveren istediği sendikanın önü açılıyor. Oysa en iyi iş güvenliği örgütlülüktür” dedi.                                                          

‘SENDİKASIZ ÇALIŞMA ÖLÜM DEMEKTİR’

Ölen işçilerin yüzde 98’inin sendika üyesi olmadığını ve sendikasız çalışmanın ölüm demek olduğunu dile getiren Karaaslan, “İş cinayetlerinin önlenmesi, sağlıklı ve güvenli çalışmanın ön koşulu işçi katılımıdır. İşçiler ancak sendikalaşarak bunu sağlayabilir. Ülkemizde sendikaya üye olan işçiler işten atılıyor, sermaye işyerlerinde sendika istemiyor ya da istediği sendikayı getiriyor. Devlet daha ileri giderek sendikaların yapacağı basın açıklamalarını, toplantıları ve grevleri yani toplu pazarlık hakkını yasaklıyor. Bu noktada işyeri İSİG kurulları, çalışan temsilciliği ve genel olarak sendikal örgütlenme üzerindeki baskılar sona erdirilmelidir. Grev yasaklarına son verilmelidir” diye belirtti. 

‘HER GÜN İŞ CİNAYETLERİ GÜNDEME GELİYOR’ 

İş cinayetlerinin sadece sınıfsal sorunla açıklanamayacağını söyleyen Karaaslan “Bölgede yıllardır devam eden çatışmalı süreçler, özellikle toprağa bağlı yaşayanları olumsuz etkilemektedir. Tarıma ve hayvancılığa dayalı köy ekonomisi, yayla yasakları ve köy boşaltmalarıyla yok olma noktasına gelmiştir. Toprakla arasına set çekilen Kürt köylüleri öncelikle bölgedeki şehirlere yerleşmiş yaşanan yoğun göç dalgasıyla oldukça kötüleşen sosyo-ekonomik düzeyin olumsuz etkileriyle Türkiye metropollerine zorunlu göçler yaşamıştır. Metropollere göç edip emeklerini satmak zorunda kalan Kürt köylülerin yoğun asimilasyon ve kimliksizleştirme politikalarıyla tüm değerleri saldırı altında kalmıştır. Yürütülen bu politikaların işçiler üzerindeki etkilerine bakacak olursak kimliksizleştirilmiş, değerleri saldırıya uğramış, bir toplumun yalnızlaştırılan ve bireyselleştirilen mensupları, toplumdan ve doğadan uzak, kapitalizmin makineleştirdiği itiraz etmeyen sömürüye açık bireylere dönüşür. Yaşamını idame ettirmek için çoğu zaman kayıt dışı ve zor koşullar altında  çalışan, örgütlenmesi engellenerek sürekli yedeğiyle tehdit edilen işçiler, hemen hemen her gün meslek hastalıkları ve iş cinayetleriyle defalarca gündeme gelmektedir. Bu durum sadece işçi sınıfı sorunuyla açıklanamaz” dedi. 

‘SADECE FABRİKA VE ATÖLYELER DEĞİL’ 

İşçi sağlığı ve güvenliğinin sorununun sürekli gündem dışı edildiğini vurgulayan Karaaslan,  bu sorunları aşmanın en önemli yolun örgütlenmeden geçtiğini belirtti. Karaaslan, “İstanbul’daki kayıt dışı işyerlerinde kot taşlama işi yapan Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Taşlıçay köyüne mensup 16 kişinin silikozis hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmesini sınıf sorunuyla açıklamak dar bir bakış açısıdır. Veya mevsimlik tarım işçilerinin gittiği şehirlerde faşizme maruz kalması, aile bireylerinin hepsinin işçi olarak sayılması, ailedeki kadınların hem kendisine toplumsal olarak biçilen annelik rolüne devam ederken; aynı zamanda işçi olarak çalışması ve kendisine çizilen sınırın dışına çıkamaması toplumsal gerçekliklerden ayrı ele alınamadığı gibi çocuk işçiliği, toplumsal cinsiyet, kadın emeği aynı zamanda özgürlük sorunudur. Yine Soma, Ermenek ve Şirvan’da yerin yüzlerce metre altında çalışırken göçük altında kalıp hayatını kaybeden işçilerin trajedisini bu işi yapmaya mecbur kılacak nedenlerinden bağımsız değerlendirmek tehlikelidir. Bunun yanında inşaat, tersane ve kağıt toplayıcılığı işçiliği ve birçok kayıt dışı güvencesiz işlerle beraber işçi sağlığı ve güvenliğini sadece fabrikalarda atölyelerde ve çalışma alanlarında tanımlanan bir olay olarak değerlendirmek yanlış olur” diye konuştu. 

‘YASALAR İŞÇİLERİ KORUMUYOR’

Mezopotamya Ajansı’ndan Lezgin Akdeniz’in haberine göre, söz konusu yasaların işçileri korumadığına dikkat çeken Karaaslan, sözlerini şöyle sürdürdü: “6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği yasası kapsamlı fakat İşin devamlılığını işçi sağlığının önünde tutan bir yasadır. 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği yasasının ilk maddesi, bu yasanın amacı iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması diye başlayıp işçi ve işverenin görev yetki ve sorumluluklarıyla devam eder. Fakat uygulamada işçi sağlığı ve güvenliğini sağlamak yerine cezalarla yürütülen bir yasadır. Bu durum eğitimler ve risk değerlendirmelerinin çoğu zaman kağıt üzerinde yapılmasına olanak sağlamaktadır. Nitekim yaşanan meslek hastalıkları ve iş cinayetleri işverenleri kısmi cezalarla korumakta olup hayatını kaybeden işçi ve vatandaşları da çoğu zaman suçlu kapsamında değerlendirmektedir. Soma’da yaşananlar ve 3. Havalimanı’nda tutuklanan işçiler bu durumu açıkça ortaya koyan örneklerdir.”