Diktatörlüğe karşı verilen mücadelenin adı: Mirabel Kardeşler
Biz kadınlar, tıpkı 25 Kasım’ı yaratan Mirabel Kardeşlerin diktatörlüğe karşı gösterdikleri dirençle sokağa çıkıp diktatöre karşı ‘itaat etmiyoruz’ diyeceğiz.
23-11-2017 12:37

TuÄŸba Özer
25 Kasım Kadına Yönelik Åžiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nün tarihi, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo DiktatörlüÄŸü'ne meydan okuyan 3 kız kardeÅŸin hikayesine dayanıyor.
Minerva, Maria Teresa ve Patria Mirabel...
Bu kızkardeÅŸler 55 yıl önce Dominik Cumhuriyeti'nin diktatörü Raphael Trujillo'ya karşı verilen mücadelede cesurca hayatlarını verdiler.
Diktatör Rafael Trujillo, kızkardeÅŸler Patria, Minerva ve Maria Teresa Mirabel'i 1960'da öldürdüÄŸünde kendisi için bir tehditten kurtulduÄŸunu düÅŸünüyordu. Ancak bilmediÄŸi ÅŸey; Mirabel kardeÅŸlerin baÅŸlattığı mücadelenin ülkenin tamamına yayılacağı ve kendisinin sonu olacağıydı.
Patria Mirabel, 27 Åžubat 1924’te, Minerva 12 Mart 1926’da, Maria Mirabel de 15 Ekim 1935 yılında Salcedo ÅŸehrine baÄŸlı Ojedengua köyünde dünyaya geldi.
“Belki de bize en yakın ÅŸey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her ÅŸey için savaÅŸmaya devam edeceÄŸiz” (Maria Mirabel, 1936)
Mirabel kız kardeÅŸlerin hikayesi, Rafael Trujillo adındaki bir adamın 1930'da Dominik Cumhuriyeti BaÅŸkanlığı'nı usulsüz bir ÅŸekilde "kazandığı" zaman baÅŸladı. Trujillo, baÅŸkanlığa seçildikten sonra korku iklimi yaratmak için tüm gücünü kullandı. Halka dönük saldırıları, onun “Latin Amerika tarihinin en korkunç diktatörü” olarak anılmasına neden oldu.
Trujillo’nun ABD’nin de desteÄŸiyle süren 31 yıllık iktidarında, yasadışı tutuklamalar ve “faili meçhul”cinayetler yaÅŸandı. Trujillo'nun, diktatörlüÄŸü süresince Haitililere yönelik yapılan “Parsley” yani Maydanoz Katliamı da dahil olmak üzere, 50 bin kiÅŸinin ölümünden sorumlu olduÄŸu biliniyor.
Diktatör, kendisine yönelik her türlü isyanı bastırmak için çabalarken, ülkede halk tarafından gizlice direniÅŸ grupları kurulmaya baÅŸlandı. Bu örgütlerden birisi de “Mirabel KardeÅŸler” olarak bilinen üç cesur kadın tarafından kurulan "Kelebekler" idi.
Mirabel KardeÅŸler, Trujillo tarafından önce “terörist” ve “hain” ilan edildiler, ardından ülkenin birliÄŸini bölmekle suçlanarak birçok kez tutuklandılar ve mallarına el konuldu.
“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetiÅŸmesine izin vermeyeceÄŸiz. Bu sisteme karşı savaÅŸmak zorundayız. Ben kendi adıma her ÅŸeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da.” (Patria Mercedes Mirabel, 1924)
Trujillo’nun kızkardeÅŸlere karşı korkusu o kadar büyüdü ki, bir konuÅŸmasında onlar için; “Ülkenin en büyük iki sorunu: Kilise ve Mirabel kardeÅŸlerdir” dedi.
Bu hedef gösterme sonrasında 25 Kasım 1960'da Minerva, Maria ve Patria Mirabel cezaevindeki eÅŸlerine yaptıkları ziyaretten geri döndüklerinde Trujillo destekçilerinin cinsel saldırısına uÄŸradılar, sopalarla dövülerek öldürüldüler. Bedenleri bir uçurumun kenarından aÅŸağıya atıldı. Mirabel kardeÅŸlerin ölümü kayıtlara “araba kazası” olarak geçse de gerçek iÅŸkenceyle katledilmiÅŸ olmalarıdır.
Trujillo, tıpkı binlerce insanın öldürülmesinden kurtulduÄŸu gibi Mirabel kızkardeÅŸlerinin öldürülmesinden kurtulabileceÄŸini düÅŸünüyordu. KızkardeÅŸlerin kurduÄŸu hareketi yok etmeye çalıştı. Ancak yapılan katliamlar, Dominik Cumhuriyeti'nde devrim ruhunu tetikledi. Ayaklanma arttı ve altı ay sonra 30 Mayıs 1961'de Trujillo öldürüldü.
Mirabel KardeÅŸler’in öldürülmesinden yıllar sonra, 1981 yılında, Kolombiya’da toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Åžiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü olarak ilan etti.
BirleÅŸmiÅŸ Milletler (BM) ise 1999 yılında 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Åžiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ilan etti.
Dominikli ÅŸair Pedro Mir tarafından "Amén de Mariposas" (Kelebeklerin Amini) adlı ÅŸiirde üç kız kardeÅŸin katledilmesi anlatıldı. Yazar Julia Alvarez ise Mirabel kız kardeÅŸlerin hayatını anlattığı "Kelebekler Zamanı" isimli kitabı yazdı.
Biz kadınlar tıpkı Mirabel KardeÅŸlerin diktatörlüÄŸe gösterdikleri dirençle 25 Kasım'da “İtaat etmiyoruz ve ÅŸiddete karşı bir aradayız!” demek için sokaÄŸa çıkıyoruz.

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her ÅŸeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuÅŸturup oturmak ise çok üzücü.” (Minerva Argentina Mirabel, 1926)
İLGİLİ HABERLER
Kentin Gündemi | Çukurova emekçileri
09-12-2019 11:53

Bülent Ufuk AteÅŸ - Çukurova
Bu yazıyla birlikte Çukurova’nın gündemini, nabzını tutmaya çalışacağız. İleri Haber yöneticileri anonslarında her ne kadar "Mersin" diye duyursalar da, bölgenin bütüncü bir yaklaşımla ele alınması gerektiÄŸi kanısındayım. Özellikle Adana ve Mersin büyük bir metropol olarak algılanır. Tarsus gibi büyük bir ilçeyi de katarsak 65 kilometrelik kesintisiz bir coÄŸrafi yerleÅŸim söz konusu. Aslında, Osmaniye’den geçip Hatay’a uzanan bir havzadır Çukurova. Ancak, özellikle Suriye sınır hattı oldukça farklı özellikler taşır.
Bu ilk yazıda özel bir konuyu deÄŸil de tabiri caizse Çukurova’yı kendimizce tanıtmayı, barındırdığı dinamikleri vb. anlatmayı yeÄŸledik. KuÅŸkusuz, Türkiye genelinden bağımsız bir bölge olduÄŸunu kastetmiyoruz; ne ki özgünlükleri oldukça fazladır. Özgünlüklerimizi, devrimci-sosyalist siyasetin olanakları olarak görmek gerek.
Çukurova’ya hiç yolu düÅŸmeyenlerin bile Yılmaz Güney, Orhan Kemal, YaÅŸar Kemal vb. sanatçıların yapıtları üzerinden fikirleri vardır. Güney’in Umut filminde arabacı Cabbar üzerinden yaÅŸanan büyük yoksulluÄŸu da umudu diri tutan insanları da bilir elbet İleri okurları. Orhan Kemal roman ve öykülerinde ise iÅŸçileÅŸen köylüleri, kapitalist üretim iliÅŸkilerinin ne denli hızla geliÅŸtiÄŸine tanıklık edersiniz. YaÅŸar Kemal bir baÅŸka boyutunu orta yere serer, İnce Memed örneÄŸinde olduÄŸu gibi. Zulme baÅŸkaldırının epik anlatımıdır.
Örnekleri çoÄŸaltmak mümkündür. Çünkü Çukurova, salt tarım arazilerinin verimliliÄŸiyle anılmaz. İşçi sınıfının yanında saf tutan aydınları ve sanatçı yetiÅŸtirmesi bakımından da verimli topraklardır. Sadece bir örnek daha vererek bu girizgahı kapatalım ÅŸimdilik. Ceyhun Can, 70’li yıllarda faÅŸistlerce katledilinceye kadar Türkiye İşçi Partisi Adana İl BaÅŸkanlığı görevini yürütüyordu. MesleÄŸi avukatlık olan sevgili Ceyhun Can, salt kendi ilinde deÄŸil Tarsus, Mersin, Osmaniye, Hatay hattında tüm devrimciler adına yılmaz bir hukuk savaÅŸçısıydı. Eksiksiz yürüttüÄŸü politik savaşımı sanatsal üretimine engel olmadı. Can, aynı zamanda çok iyi bir ÅŸairdir. Bu not düÅŸmeyi bir ahde vefa sayabilirsiniz! DoÄŸrudur. Ama organik aydının nasıl olması gerektiÄŸi konusunda çarpıcı, doÄŸru bir örnektir.
Åžimdi Çukurova’da umudu yeÅŸertmenin tam zamanıdır. Bu topraklar, yeniden kendi kahramanlarını (siz önderleri olarak okuyun) yaratmaya muktedirdir. İşçi sınıfından, köylü-kentli yoksullarından, mahalle delikanlılarından mücadelenin yükselmesiyle birlikte yeni devrimci kadrolar çıkacaktır. Yakın tarihimizin en ÅŸanlı direniÅŸi ‘Gezi’nin kahramanlarını anımsayınız. Bu teze dayanak olarak, Ali İsmail, Ahmet Atakan, Abdullah Cömert, Mehmet İstif…
Sosyalist devrimcilerin gündemi toplumsallaÅŸmak, siyaseten seçenek olma hali yakıcı biçimde beliriyor. İstanbul baÅŸta olmak üzere metropol kentlerde, Anadolu’nun birçok yerinde bunun gereklerini yerine getirmeye çalışan, dahası mesafe kat etmeye baÅŸlayan örgütlü sosyalistler var. Bölgemizde de benzer aranışların varlığından bahsedebiliriz.
YaÅŸadığım kent Mersin’den baÅŸlarsak; ağırlıklı biçimde yerel medya ve sivil toplum örgütleri (bunları sisteme entegre olarak görünüz) ‘’Mersin’in kimlik arayışı”ndan bahisle bir tartışma yürütürler. GörüÅŸler kabaca; ‘’Ticaret merkezidir’’, ‘’Sanayi kentidir’’, ‘’Turizm bölgesi olmalıdır’’, ‘’Asıl kimliÄŸimiz tarımdır’’ diye kategorize edilir. Ancak Mersin’e damgasını vuran limanda cam sanayi baÅŸta olmak üzere çok sayıda fabrikada çalışan iÅŸçiler, narenciye paketleme tesislerinde güvencesiz, sigortasız çalışan emekçiler, en vahÅŸi sömürü koÅŸullarına maruz kalan serbest bölge çalışanları, mevsimlik tarım iÅŸçileri, yoksul köylüler, iÅŸsizler… Bunlara yaÅŸamın görece daha ucuz olması nedeniyle yaÅŸanan emekli göçünü de ekleyiniz. Çizmeye çalıştığımız tablodan ‘’Mersin bir emekçi kentidir’’ saptaması çıkar. Adana’da da durum çok farklı deÄŸildir.
Resmi böyle çizince dayandığı sınıfsal dinamikler açısından sosyalist mücadelenin önünde örgütlülüÄŸe, siyasal güce evrilebilecek önemli bir potansiyel olduÄŸu açık. Potansiyeli enerjiye çevirmek için ise geçmiÅŸten farklı olarak daha kararlı, daha dirençli, kendi içinde daha örgütlü özneye gereksinim var. ‘’Bedel ödemekse buna hazırız’’ diyen bir toplama… Marksist külliyattan öÄŸrendiÄŸimiz doÄŸruları (politik, ideolojik, örgütsel) yineleyerek katedeceÄŸimiz yol bitmiÅŸtir.
Åžimdi devrimci cesaretle öne atılmanın zamanıdır. Çukurova’nın bu cüreti göstereceÄŸini umuyorum.
Haiti İsyanı’nın perde arkası: Bağımsızlık süreci
"Küçük bir ülke olan Haiti, günümüzde hala bu borçların yükünü taşımaktadır, öyle ki Latin Amerika’nın en fakir ülkesidir. Bağımsızlıktan sonra beyazların toprak sahibi olmaları yasaklandı, yapılan bir toprak reformuyla topraklar siyahlara dağıtıldı."
06-12-2019 12:22

Özgür Yılmaz
Haiti bugün büyük bir isyan ve protesto dalgasıyla karşı karşıya. Amerika BirleÅŸik Devletleri (ABD) destekli Devlet BaÅŸkanı Jovenel Moïse’nin istifasını talep eden eylemler, ülkedeki petrole gelen zamlardan sonra ortaya çıktı. Haiti bugün, Latin Amerika ve Karayipler’in en yoksul ülkesi konumunda. Ancak Haiti’nin bugünkü yoksulluÄŸuna yol açan sebeplerin kökeni, bağımsızlık sürecine dayanmaktadır.
1- L’OUVERTURE
Toussaint L’ouverture 20 Mayıs 1743 tarihinde Saint Dominique adasında doÄŸmuÅŸtur. Ailesinin kökenleri Batı Afrika’daki Allada Krallığı’na dayanan aristokratlardır. 1740’da Dahomey İmparatorluÄŸu (Batı Afrika’da bir imparatorluk) üyeleri onları yakalar ve Fransa’ya köle olarak satar. Veterinerlik eÄŸitimi alan L’ouverture, Cizvitlerden de dini eÄŸitim alır. L’ouverture’ün neden azat edildiÄŸi bilinmese de, azat edildiÄŸinde 33 yaşındadır. L’ouverture, azat edildikten sonra tıpkı adadaki diÄŸer 28.000 özgür köle gibi kendine köle alma yoluna gider. Bunun yanında L’ouverture, hayatının ilk dönemlerini bir at yetiÅŸtiricisi olarak geçirmiÅŸtir.
L’ouverture’ün yaÅŸadığı yıllarda ada büyük bir ÅŸeker yetiÅŸtiricisiydi. Bu durum Fransa için ciddi bir gelir kaynağıydı ve dolayısıyla bölgede ciddi bir köle emeÄŸi söz konusuydu. DoÄŸal olarak Haiti’nin nüfusu Afrika’dan getirilen siyah kölelerden oluÅŸuyordu. O dönem ada, dünyanın en zengin kolonisiydi, yarım milyon kölenin emeÄŸiyle 2000 plantasyonda ÅŸeker, pamuk, kakao, kahve ve tütün üretiyordu. “Code Noir” adlı köle yasası yürürlükteydi ve plantasyon sahibi köleler üzerinde her türlü hakka sahipti.
2- HAİTİ DEVRİMİ
“Siyah Napolyon” olarak tanınan L’ouverture liderliÄŸindeki Haiti Devrimi’ni özgün kılan, modern tarihte baÅŸarıya ulaÅŸan ilk köle isyanı olmasıydı. L’ouverture, daha önce Fransa’nın köle ordusunda yer aldığı için, savaÅŸ taktiklerini bilen bir komutandı ve ordularını gerilla savaşına uygun olarak yetiÅŸtirdi. 1795’te köleleÄŸi sonlandırmasında bu önemli bir faktördü. L’ouvertue bunu amaçlamamış olsa da Haiti Devrimi, Batı yarımkürede dengeleri deÄŸiÅŸtirdi ve Avrupalı devletlerin koloni faaliyetlerinin yıkılışına yol açan faktörlerden biri haline geldi. Öyle ki, Napoleon Bonaparte (1769-1821) Haiti Devrimi’nden sonra kolonileri kontrol edemeyeceÄŸini düÅŸünerek Kuzey Amerika’daki Louisana’yı Amerika BirleÅŸik Devletleri’ne sattı. Toussaint L’ouverture’ün öncülük ettiÄŸi devrim, kendinden sonraki yüzyılda Latin Amerika’daki birçok devrime ilham kaynağı oldu.
22 AÄŸustos 1791 tarihinde “AteÅŸ Gecesi” adı verilen gecede, Fransız kolonisi Saint Dominique’deki köleler isyan etti, beyaz plantasyon sahiplerini öldürdü ve çiftlikleri yaktı. Bu köleler açık ÅŸekilde Fransız Devrimi’nden etkilenmiÅŸti. İlk baÅŸlarda L’ouverture, isyana karışmadı. Çünkü o tarihte artık 50’sine yaklaÅŸan, küçük bir topraÄŸa sahip olan bir toprak sahibiydi. Ancak isyan onun yaÅŸadığı bölgeye sirayet edince, “köleliÄŸi yasaklayan Katolik inancına” sahip olduÄŸu ve John Locke (1632-1704), Jean Jacques Rousseau (1717-1778) gibi aydınlanma filozoflarından etkilendiÄŸi için isyana katıldı..
Toussaint L’ouverture, en baÅŸta adanın doÄŸu kısmına kaçıp ailesini güvene aldı ve eski sahibi M. Bayou de Libertas’ın ABD’ye kaçışına yardım etti. İlk baÅŸta, İspanyollarla ittifak yapıp Fransızlara karşı savaÅŸan Georges Biassou’nun asileri arasına katıldı. KöleliÄŸi boyunca, alternatif tıp yöntemlerini öÄŸrenmiÅŸ olan L’ouverture, asi birliklerde doktor olarak hizmet etti. L’ouverture hızlıca yükseldi ve 600 kiÅŸilik bir gerilla birliÄŸine komuta etmeye baÅŸladı. Daha sonrasında bu birlik 4000 kiÅŸiye yükseldi. Jean-Jacques Dessalines (1758-1806) adlı eski köle, L’ouverture’a katıldı ve zamanla onun en güvendiÄŸi adamlardan biri haline geldi. Toussaint, Fransızca “Yol açmak” anlamına gelen “L’ouverture” soyadını bu süreçte aldı. 1793 yılında Haitililer, Fransız Meclisi’ne temsilci gönderdiler.
Britanya hükümeti, bu köle isyanının kendi adası Jamaika’ya sıçramasından korkuyordu. Böylece, Fransa’ya isyanı bastırması için silah desteÄŸi yaptı. Köle isyanlarının yayılmasından korkan Fransa, 1794 yılında, imparatorluk sınırlarındaki tüm kölelere özgürlük verdi. Fransa’nın bu kararından sonra Toussaint L’ouverture, Fransız kuvvetleriyle ittifak yapıp İspanya’ya saldırmaya baÅŸladı. İlk görevi, adanın doÄŸusundaki İspanyol kontrol alanı olan Santo Domingo’ya saldırmaktı. Åžimdi, eski köle arkadaÅŸlarına karşı dövüÅŸüyordu. 1795’te imzalanan Basel AnlaÅŸması, İspanya ve Fransa arasındaki savaşı bitirdi ve İspanya Hispaniola adasından çıktı. L’ouverture, adadaki Britanya güçlerine karşı savaÅŸmayı sürdürdü ve bunlar da adadan çıkmak zorunda kaldı. L’ouverture, 4000 adamla, 7 gün süren 7 büyük çarpışmada 60.000 İngiliz askerini yenilgiye uÄŸrattı.
Böylece L’ouverture, 1796 yılında tüm kolonilerde bilinen askeri ve politik bir önder haline geldi. ÖzgürleÅŸtirilmiÅŸ köleler kadar, adayı teknik olarak yöneten Fransızlar da ona saygı duyuyordu. 1799 yılında, kölelerini geri isteyen bir Mulatto (Melez) ordusunu da püskürttü. Böylece L’ouverture, adanın fiili önderi konumuna yükseldi. Toussaint, ABD ve Britanya ile ticaret anlaÅŸmaları yaptı, tarımı iyileÅŸtirmek için hamleler yaptı. Fransız Devrimi yasalarına uymayarak, devrimden sonra kaçan plantasyon sahiplerini bağışladı. İş gücü üzerinde askeri bir disiplin uyguladı.
1799 yılında Napoleon Bonaparte Fransa’da iktidara geldi. Yeni bir anayasa ilan etti ve kolonilerin özel yasalara tabi olacağını açıkladı. L’ouverture bunu köleliÄŸe dönüÅŸ olarak algıladı. Tam bir bağımsızlık ilan etmekten çekindi ve bir Fransız olarak Napoleon’a sadakatini beyan etti. Napoleon da adayı köleliÄŸi getirmeyeceÄŸini söyledi. Aynı zamanda Napoleon, L’ouverture’e Fransız yetkililerin İspanyolların çıkmasından sonra düzeni tesis etmeye çalıştığı Santo Domingo’yu iÅŸgal etmeyi de yasakladı. Ancak Ocak 1801’de Toussaint adanın doÄŸusunu da iÅŸgal etti, bu savaÅŸta da 55.000 kiÅŸilik bir orduya komuta ediyordu. KöleliÄŸi yasaklayarak yeni anayasa ilan etti ve bunu Napolyon’a gönderdi. Bunun üzerine Napoleon adaya 20.000 kiÅŸilik bir kuvvet gönderdi. Yıllar sonra kendisi de sürgüne gönderildiÄŸinde, neden Toussaint’a bu kadar kötü davrandığı sorulduÄŸunda “Bir zencinin ölümü beni neden etkilesin ki?” diye yanıtladı.
SONUÇ
Toussaint direniÅŸi birkaç ay sürdürmeye çalışsa da, ittifakı çöktü ve adada yaÅŸayan melezler ve Avrupalılar Fransızların safına geçti. EÅŸ zamanlı olarak L’ouverture’ün en iyi generalleri de düÅŸman safına geçti. Bunun üzerine Toussaint yenildi ve Fransa’da sürgünde, açlıktan öldü. Ancak direniÅŸi Jean-Jacques Dessalines (1758-1806) sürdürdü, melezlerle bir ittifak kurdu, kendini imparator ilan etti ve 1 Ocak 1804 tarihinde Haiti’nin bağımsızlığını ilan etti.
Böylece, Haiti ilk bağımsız siyah cumhuriyeti ve Latin Amerika bağımsızlık sürecinde en önce bağımsız olan ülke haline geldi. Ancak Fransa Haiti’nin bağımsızlığını çok geç bir tarihte, 1825’te yüklüce bir tazminat karşılığında kabul etti. Haiti, 1804 yılında bağımsızlığını elde etmesinin karşılığında Fransa'ya 1825-1946 yılları arasında 121 yılda bugünün parasıyla yaklaşık 21 milyar dolar tazminat ödemek zorunda bırakıldı. Küçük bir ülke olan Haiti, günümüzde hala bu borçların yükünü taşımaktadır, öyle ki Latin Amerika’nın en fakir ülkesidir. Bağımsızlıktan sonra beyazların toprak sahibi olmaları yasaklandı, yapılan bir toprak reformuyla topraklar siyahlara dağıtıldı.
Deniz Öztürk yazdı | Kimin bu sokaklar, bu gök, bu yeryüzü?
30-11-2019 14:51

Deniz Öztürk
Bu soruya "kimin" diye baÅŸlamak hemen bir mülkiyet iliÅŸkisini kabullenmek anlamına mı geliyor? O felsefi soruya girmeden, kamusal alanlarımıza/sadece geçip gidiverdiÄŸimiz yollara/ yarı kamusal ekranlara... bize içinde yaÅŸadığımız hakim ana dair bir ÅŸeyler hatırlatan yürüyüÅŸlere atıfla soruyorum. Kimin bu sokaklar?
Kent mekanları tüm kent bileÅŸenlerinin ortak birikimi ve üretimiyle oluÅŸur. Kent mekanının belleÄŸi bu ortak birikime yaslanır ve ona muhtaçtır. Lefebvre'den alıntıyla; " Mekân artık yalnızca kayıtsız bir alan, artı-deÄŸerin ÅŸekillendiÄŸi, üretildiÄŸi, bölüÅŸüldüÄŸü yerlerin toplamı deÄŸildir. Toplumsal emeÄŸin, yani üretimin çok genel nesnesinin ve sonuç olarak artı-deÄŸerin oluÅŸumunun ürünü haline gelir." (Lefebvre, Kentsel Devrim)1
"Efsane Günler, Kara Cumalar" diye nitelenen; tüketmen, satın alman, istiflemen gereken bir zaman diliminin "fırsatını kaçırmaman" için baktığın her yerde reklam görüyorsun. Bu zaman diliminin ayrıca internet alışveriÅŸ sektörünün biliÅŸim, çaÄŸrı merkezi, taşımacılık gibi alanlarında çalışanlar açısından "korkunç mesai günleri" olduÄŸunu da bir kenara yazalım. Kentsel mekanda sermayedar gözü olan reklam panoları bizi her yerden takipteler. Bu anlamıyla billboardlar sadece birer ekran deÄŸil; içeriÄŸini "henüz" belirleyemediÄŸimiz yarı kamusal çerçevelerdir. Yalnızca sermayenin faaliyetlerini izlediÄŸimiz ve onun bizi gözlediÄŸi bu sokaklara sözümüzü özgürce iÅŸleyebileceÄŸimiz günler de gelecektir.
"Kara Cuma" Haftası, İstanbul
İstanbul'da 2019 yerel seçimler dönemini yeniden bir hatırlayın. Seçim öncesi E5'i kat ederken yol kenarlarındaki panoları da aşıp inÅŸaat cephelerini kaplayan "icraat" ilanlarına maruz kaldık. Gasp edilen sonuç ve bitmeyen seçim sürecinde BüyükÅŸehir Belediyesi'ni kimin kazandığı bile reklam panolarında, sokaklarda, üst geçitlerde pankartlarla duyuruldu. Reklamcılıkta kentsel mekanın kullanımının tahakküm kurmanın ne büyük bir aracı olduÄŸunu deneyimledik. Görmemek mümkün deÄŸildi; çünkü baktığımız her yerdelerdi.
İBB’ye ait, kamusal alan açısından önemli yerlere konuÅŸlandırılmış reklam panoları oldukça büyük gelir getiren bir kalem. Bunu söylerken yalnızca pano olarak düÅŸünülmesin; duraklar, otobüs ve raylı sistemlerdeki iç reklam alanları, araçların dış giydirmeleri, hatta otobüste tutunma askısı bile deÄŸerlendirildiÄŸinde İBB için 2018’de hazırlanan Sayıştay Denetim Raporu’nda tam tespit edilemeyen rakama göre 24 milyon lira getiri hesap edilmiÅŸ.2 Bu ihalenin ne kıymetli olduÄŸu anlaşılır sanırım.
2019 Yerel Seçimleri öncesi Üsküdar
25 Kasım Kadına Yönelik Åžiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar yine seslerini çıkarmak için Tünel Meydanı’ndaydı. Valilik yürüyüÅŸü önce yasakladığını, sonra “izin” verdiÄŸini açıkladı. Güya izne raÄŸmen yürüyüÅŸün sonunda polis gazla, plastik mermi ile kadınlara saldırdı. Yine Lefebvre’yi analım; “İktidardakilerin kendilerini tehdit altında hissetmeleri durumunda ilk yapacakları ÅŸey sokaklarda gezinmeyi ve toplanmayı yasaklamak olacaktır.” (Kentsel Devrim, s.24)1Bu kentin sokaklarında, kuytularında da demiyorum meydanlarında dolanmak zımnen yasak zaten. DönüÅŸtürülmüÅŸ mekan ve sizi de dönüÅŸtürmeye niyetli girdiler; artık ait olamadığınız mekanı tanıyamama/özlem/anı; toplumsal yaÅŸayabilme beceresini deneyimlediÄŸimiz sokaklarımızın her anlamıyla yıkılması… Bu kentin emekçilerinin tek krizi ekonomik deÄŸil; bahsettiÄŸimiz derin bir yoksunluk!
Ve soruyu yeniden soralım: Kimin bu caddeler?
İstiklal Caddesi 25 Kasım’da da, 8 Mart’ta da kadınlarındır! Ama yetmez, her anını istiyoruz! O uzun caddeyi dolduran; ışıklı, coÅŸkulu, öfkeli, acılı, umutlu kadınların fotoÄŸrafı, tene ve taÅŸa** kazınmış, kent belleÄŸine yer etmiÅŸtir.
Kentsel mekanın belleÄŸi de yer döÅŸemesini söküp yeniden yapmakla silinmez!
NOTLAR:
1 Henri Lefebvre, Kentsel Devrim, Sel Yayınları
2 http://www.seffaflik.org/wp-content/uploads/2019/05/%C4%B0stanbul-B%C3%BCy%C3%BCk%C5%9Fehir-Belediyesi.pdf
*Bu cümleyi her aklımdan geçirdiÄŸimde Ahmet Telli’nin Belki Yine Gelirim ÅŸiiri devamında dökülür.
**Bir okuma önerisi olarak Richard Sennet’in Ten ve TaÅŸ kitabını anmış olayım.
Özgür Yılmaz yazdı | Bir sağcı devlet başkanı profili: JOH
29-11-2019 14:23

Özgür Yılmaz
Latin Amerika’da son dönem neoliberalizm karşıtı isyanlardan biri de Honduras’ta yaÅŸandı. Honduras, Orta Amerika’da yer alan küçük bir Latin Amerika ülkesi. Devlet baÅŸkanları ise, 2014’te göreve gelen Juan Orlando Hernández (BaÅŸ harfleri: JOH).
JOH, Latin Amerika’da görmeye alışık olduÄŸumuz saÄŸcı devlet baÅŸkanı profiline sahip. Honduras gibi güçlü bir isyan geleneÄŸine sahip olmayan bir ülkede, aylardır devam eden direniÅŸi anlamak için ise JOH’u biraz tanımak gerek. Honduras, yaklaşık 10 milyonluk bir nüfusa sahipken Dünya Bankası verilerine göre Orta Amerika’nın en yoksul 2. ülkesi konumunda. Honduras’ın ekonomisi, Küba Devrimi’nden de tanıdığımız United Fruit Company’nin ülkedeki muz plantasyonlarıyla ve kahve üretimiyle biliniyor. Ancak öyle görünüyor ki JOH, ülkenin gelir kalemlerini biraz “çeÅŸitlendirmeye” çalışmış…
2014’ten itibaren Latin Amerika’daki saÄŸ popülist iktidarlarla eÅŸ zamanlı göreve baÅŸlayan JOH, tıpkı diÄŸer saÄŸcılar gibi benzer bir neoliberal ajandayı önüne koydu. JOH, yine tıpkı bir saÄŸcı gibi; ABD destekli darbenin külleri içerisinden yükseldi. 2009 yılında Devlet BaÅŸkanı Manuel Zelaya tarafından yeni anayasa yazılması için referandum yapılması talebi üzerine, Honduras ordusu bir darbe gerçekleÅŸtirdi. Bu darbe aynı zamanda, SoÄŸuk SavaÅŸ sürecinden sonra gerçekleÅŸen ilk askeri darbe özelliÄŸine sahip. Zelaya için yapılabilecek tanımlarda bir zorluk yaÅŸansa da, (kendisi zengin bir iÅŸ adamı) en basit tabiriyle “liberal” olarak tanımlanabilir. Ancak seçilmeden önce seçimlerde sol bir retorik kullandı. Zaten ABD destekli saÄŸ hükümetler tarafından yönetilen bir ülkede, yeni bir anayasa yazma talebi, ordu için oldukça “sol” bir talep olarak gözüktü. Aynı zamanda Zelaya, Venezuela Devlet BaÅŸkanı Hugo Chavez ile de yakın iliÅŸkiler geliÅŸtirmiÅŸti.
Neoliberal politikalara direniÅŸ, bölgedeki diÄŸer isyanların gerekçeleriyle de ortak nokta aslında. Honduras halkı nisan ayında parlamentonun ülkede saÄŸlık ve eÄŸitim alanlarında yapmayı planladığı “reform”lardan sonra sendikalar öncülüÄŸünde sokaklara dökülmüÅŸ, paramiliter gruplar da halka silahlı saldırılarda bulunmuÅŸtu. Ülkedeki direniÅŸ, dozajı düÅŸmüÅŸ olsa da hala devam ediyor. Ancak JOH’a karşı direniÅŸin temelleri, 2017 yılındaki seçimlere hile karıştırdığı suçlamasıyla baÅŸlayan süreçte yatıyor. JOH’un yeniden seçildiÄŸi bu seçimlerde, kendisi yüzde 42.95, muhalefet lideri Salvador Nasralla ise yüzde 41.40 civarında oy almıştı. Seçimler yenilenmiÅŸ, ancak çıkan sonuçlar muhalefetin içine sinmemiÅŸti. Bu eylemlerde 20’den fazla kiÅŸi hayatını kaybetmiÅŸti.
En baÅŸta söylediÄŸimiz “çeÅŸitlendirme” konusuna gelelim… Honduras, Orta Amerika’da jeopolitik anlamda bir geçiÅŸ ülkesi. El Salvador ile birlikte, Orta Amerika-Güney Amerika bağını saÄŸlayan iki ülkeden biri. Bu konumu uyuÅŸturucu ticareti, kaçakçılık gibi olayların yoÄŸun olarak yaÅŸanmasına yol açıyor. 2019 yılında baÅŸlayan eylemlerde en çok göze çarpan sloganlardan birisi de buna paralel olarak “JOH istifa, narkodiktatör” idi. Çünkü, JOH’un kardeÅŸi Juan Antonio Hernández’in adı, Meksikalı uyuÅŸturucu karteli El “Chapo” Joaquín Guzmán’ın soruÅŸturmasında geçiyordu. SoruÅŸturmaya göre, Hernández El Chapo’dan yüklü bir miktar para almıştı. Bu durum, eylemlerin asıl nedenlerinden biri olmasa da, güçlü bir katalizördü.
JOH ÅŸu an iktidarda kalmaya, Honduras halkı da kendisini devirme mücadelesine devam ediyor. Honduras halkı için, ülkede güçlü bir sol öznenin, sol bir birliÄŸin olmaması gibi handikaplar var. Ülkedeki saÄŸcı iktidara karşı direniÅŸi, içlerinde eski Devlet BaÅŸkanı Zelaya’nın da olduÄŸu liberallerin öncülüÄŸündeki bir koalisyon sürdürüyor. 2017’de gerçekleÅŸen seçimlerde de, bu koalisyon “hileli” olduÄŸu iddia ettiÄŸi ve çok küçük bir farkla sonuçlanan seçimleri kabullenmiÅŸ, Honduras halkını direniÅŸ sürecinde yalnız bırakmıştı. Bunların yanı sıra, JOH’un sahip olduÄŸu paramiliter güçler de halka yönelik ciddi bir yıldırma politikası izliyor…
'Devrimciler ölür, devrimler sürer'
Küba Devrimi, Castro ve Che Guavere’nin önderliğinde başarıya ulaşmış; Amerikan emperyalizmine büyük bir darbe indirilmişti. Vietnam’da, Angola’da ABD emperyalizmi yenilmiş, dünyanın değişik ülkelerinde emperyalizme karşı mücadeleler baş göstermişti. Fransa’da başlayan 68 hareketi ülkemize de sıçramış; önce üniversitelerde boykotlarla başlayan mücadeleden sendikalar ve demokratik kitle örgütleri ve toplumun tüm ezilen kesimleri etkilenmişlerdi.
25-11-2019 22:40

Hasan ÇerçioÄŸlu
“O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” demiÅŸti YaÅŸar Kemal. O güzel insanlar kervanına Teslim Töre de katıldı. 1968 kuÅŸağının yiÄŸit bir devrimcisiydi. YaÅŸamı boyunca kendini devrime adamış, devrimci mücadele uÄŸrunda bir an olsun ayrılmamış, sürekli devrimci mücadeleye baÄŸlı kalmıştı.
1968, dünyada devrimci mücadelenin zirve yaptığı yıllardı. Küba Devrimi, Castro ve Che Guavere’nin önderliÄŸinde baÅŸarıya ulaÅŸmış; Amerikan emperyalizmine büyük bir darbe indirilmiÅŸti. Vietnam’da, Angola’da ABD emperyalizmi yenilmiÅŸ, dünyanın deÄŸiÅŸik ülkelerinde emperyalizme karşı mücadeleler baÅŸ göstermiÅŸti. Fransa’da baÅŸlayan 68 hareketi ülkemize de sıçramış; önce üniversitelerde boykotlarla baÅŸlayan mücadeleden sendikalar ve demokratik kitle örgütleri ve toplumun tüm ezilen kesimleri etkilenmiÅŸlerdi. THKO ile THKP-C gibi örgütler bu dönemde kurulmuÅŸtu. Teslim Töre, bu dönemde THKO’nun AkçadaÄŸ - Malatya bölgesinde harekete katılmış, AkçadaÄŸ’ın Cıbo MaÄŸarası’nda baÅŸlayan gerilla mücadelesi, Gölbaşı ilçesinin İnekli Köyü’ndeki katliamla son bulmuÅŸtu.
31 Mayıs 1971 günü Nurhak’ta, İnekli Köyü yakınlarında, Kürecik Amerikan Radar Üssü’nü basmak için yola çıkan Sinan Cemgil, Alpaslan ÖzdoÄŸan ve Kadir Manga, bir muhtar tarafından ihbar edilmeleri sonucu jandarma tarafından kuÅŸatılmış ve girdikleri çatışmada katledilmiÅŸlerdi. Gruptaki diÄŸer kiÅŸilerden Mustafa Yalçıner ağır yaralanmış, Hacı Tonak yakalanmış, Metin GüngörmüÅŸ ve Ahmet ErdoÄŸan ise kaçmışlardı. Teslim Töre gerillaya cephane temini için birkaç gün önce gruptan ayrılmıştı. Daha sonra 6 Haziran’da yakalanan GüngörmüÅŸ ve ErdoÄŸan, Yalçıner ve Tonak’la birlikte THKO davasından yargılanmışlardı. Çatışma sonrası cenazeleri almaya gelen Sinan Cemgil’in babasının yaptığı konuÅŸmada, “Ben varlıklı bir aileden geliyorum. Kendim öÄŸretmenim. Ekonomik durumum oldukça iyidir. OÄŸlumu en iyi ÅŸekilde yetiÅŸtirdim. En iyi okullarda okuttum. Ülkenin en güzide üniversitesi olan Orta DoÄŸu Teknik Üniversitesi’nde okuyordu. Hiçbir ÅŸeye ihtiyacı yoktu. Bu sonuç olmasa yüksek mühendis çıkacak ve o da varlıklı bir hayat yaÅŸayacaktı. Fakat o sizin iyiliÄŸiniz için öldü. Bunu bilesiniz diye söylüyorum” demiÅŸti.
AkçadaÄŸ ilçesinin Gölpınar Köyü’nde 1939 yılında doÄŸan Åžeker’in oÄŸlu Teslim Töre, 1963 yılında TİP üyesi olmuÅŸ; 1965 yılında AkçadaÄŸ TİP ilçe baÅŸkanlığına seçilmiÅŸti. 1969 yılında Vahap ErdoÄŸdu’yu desteklemek amacıyla “Yüce Türk Halkına” baÅŸlıklı bir bildiriye imza attığı için RaÅŸo Ali ErdoÄŸdu, Hacı Tonak, Köse Polat, Süleyman Kırteke olmak üzere altı arkadaşıyla birlikte tutuklanıp Malatya Cezaevi’ne girdi. 3 ay sonra Av. Halit Çelenk’in savunmasıyla serbest bırakıldılar. İnekli Köyü katliamından sonra Teslim Töre, Suriye’ye geçti...
12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası yurt dışında yaÅŸamak zorunda kalmıştı.
1982’de 8 Türk ve Kürt örgüt ve partisinin içinde yer aldığı FaÅŸizme Karşı BirleÅŸik DireniÅŸ Cephesi’nin (FKBDC) kuruluÅŸunda yer aldı. TKEP adına bu cephenin yönetiminde yer alan Teslim Töre, 1984’de Sol Birlik adında, 7 Kürt ve Türk parti ve örgütünün içinde yer aldığı bir platformun kuruculuÄŸunda ve yönetiminde yer almıştır.
AÄŸustos 1988’de tekrar Türkiye’ye döndü. 5 yıl İstanbul’da TKEP sekreteri olarak illegal çalışmalar yaptı. 1993’de İstanbul’da yakalandı. Cezaevine kondu. 11 Eylül 2001’de tahliye oldu.
Cezaevinde, BirleÅŸik Sosyalist Parti’nin (BSP) kuruluÅŸunda, kurucu üye olarak yer aldı. BSP’nin Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) ile 1994’de ittifak yaparak oluÅŸturmuÅŸ olduÄŸu seçim platformunun milletvekili adayı olarak Gaziantep’de seçime katıldı.
Töre, cezaevinde 1996’da kurulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) kurucu üyesi oldu. Cezaevinden tahliye olduktan sonra, politikaya kurucu üyesi olduÄŸu ÖDP ile devam etti. 2002’de yapılan parti kongresinde ÖDP’nin parti meclisi üyeliÄŸine seçildi.
Töre’ye 2004 tarihli duruÅŸmada 22 yıl hapis cezası verildi, iyi halinden dolayı 18 yıla indirildi. Karar savcı tarafından temyiz edildi.
Töre, 2003 tarihinde İsviçre’ye gelerek iltica talebinde bulundu. Bu tarihten itibaren yurt dışında yaÅŸadı. 24 Kasım 2019 günü Almanya’nın Bern kentinde yaÅŸama veda etti. Ama devrimci mücadele devam ediyor.
Bu nedenle diyebiliriz ki, her saÄŸlam bilince sahip devrimciler gibi devrimlerin de süreceÄŸine iliÅŸkin umudumuzu hiçbir zaman yitirmemeliyiz. İşte diyoruz ki devrimciler ölür devrimler sürer…
Kentin Gündemi I Antalya’nın restore edilen tarihi
İleri Haber, Türkiye'nin farklı kentlerinde siyasetin nabzını tutan, mücadelenin içerisinde yer alan yeni yazarlarla güçleniyor. Bundan böyle her hafta pazartesi günü, farklı bir kentten yazarımızla yerel gündemi paylaÅŸacağız. Bu hafta ilk yazı, Antalya'dan Cafer Yelsalı'dan. Gelecek haftalarda ilk aÅŸamada İzmir, Bursa, Trabzon, Mersin ve Dersim'den yazarlarımız da kervana eklenecek. Yazarlarımız yalnız kentlerinin deÄŸil, bölgelerinin de sorunlarını ve gündemlerini sizlere taşıyacak. Bu kentlere yenileri eklenerek yolumuza devam edeceÄŸiz.Â
25-11-2019 12:04

Cafer Yelsalı / Antalya
Antalya’ya misafirliÄŸe gelen dostlarımıza gezdirdiÄŸimiz yerlerden biri “Kesik Minare” ya da daha eski adıyla “Aya İrini Kilisesi”dir. Daha doÄŸrusu restorasyona uÄŸramadan önce böyleydi.
Bu alan antik dönemlerden Osmanlı dönemine kadar uzun bir geçmiÅŸin izlerini taşımaktadır. Milattan sonra 2. yüzyılda tapınak olarak temelleri atılmış ve sonrasında da kilise olarak inÅŸa edilmiÅŸtir. Aya İrini Kilisesi’nin tarihinin, 8. Yüzyıla kadar dayanıldığı düÅŸünülüyor. İmparatoriçe İrene tarafından yaptırıldığı varsayılıyor. Bizans döneminde çok fazla onarım ve deÄŸiÅŸiklik görmüÅŸ olan kilise, Selçuklu döneminde de kilise olarak faaliyette bulunmuÅŸ. Ta ki Sultan II. Beyazid’in oÄŸlu Åžehzade Korkud bölge valiliÄŸine atanana kadar. O dönemde camiye çevrilmiÅŸ; “Åžehzade Korkud Camii” ismini almış.
Osmanlı’nın son zamanlarında, 1895 yılında, çıkan bir yangında minaresinin ahÅŸap olan kısmı yandığı için en son, Kesik Minare olarak anılmış.
Antalya’nın tarihinde önemli bir yeri olan ve kentin belleÄŸine külahı kaybolduÄŸundan kesik minare olarak yerleÅŸen bu tarihi yapı aynı zamanda bir arkeolojik deÄŸerdir. GeçirdiÄŸi bütün evrelerini yansıtarak çevresiyle birlikte korunması ve bir Anıtpark/ Açık Hava müzesi olması planlanırken, 2012 yılında ülkenin pek çok yerinde uygulamaya konulan cami “ihyası” projelerine eklendi. Dönemin AKP’li milletvekilleri, belediye baÅŸkanı ve valisinin ortak talebi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun kararıyla açık hava müzesi olan kesik minareyi “eski haline” kavuÅŸturacaklarını söyleyip, bir cami projesine baÅŸladılar.
Yapının geçmiÅŸten günümüze gelen tüm izleri silindi. Tüm kentlinin hafızasındaki “kesik” minareye külah konduruldu!
Peki, bu restorasyon faciası Antalya sınırları içinde ilk defa mı yaÅŸandı?
Elbette hayır!
Anadolu Beylikleri döneminde, Korkuteli sınırlarında yaklaşık 800 yıl önce yapılan “Alaaddin Camisi” 2015 yılında yine restorasyona alınmıştı. Sanat tarihi açısından emsalsiz olan “Taç Kapı” restorasyon sonucunda tamamen “yenilenmiÅŸti”.
Peki, bununla mı sınırlıydı?
Yine hayır!
Serik ilçesi sınırları içinde, eski Aspendos kentinden en saÄŸlam ÅŸekilde kalan, tahmini olarak MÖ. 2. yüzyılda Marcus Angelius döneminde inÅŸa edilen, “Aspendos Tiyatrosu” yakın tarihte, büyük bir restorasyon müdahalesine maruz kaldı.
Basında kullanılan taÅŸa “mutfak mermeri” benzetmesi yapılmıştı. Kullanılan taşın ne olduÄŸu sorgulanmadan yapılan bu yorumların bir haklı, bir haksız tarafı var. Haksız olunan taraf; bu taÅŸ mutfak mermeri deÄŸil, özgüne en yakın taÅŸ malzemelerden birisidir! Haklı olunan taraf ise ÅŸu ki bu kadar yamaya, bütünlemeye ihtiyaç var mıydı?
Bu kararı kim, nasıl vermiÅŸtir? Hangi bilim kurulu, hangi bilimsel ölçütle bu kararı vermiÅŸtir?
Harekete geçmemiz için, bütün bu restorasyon facialarının, kentimizin tarihini ve turizmini nasıl etkileyeceÄŸini deneyimlememiz gerekmiyor. Gördüklerimiz, yeni restorasyon faciaları yaÅŸanmaması için bilimin yanında birleÅŸmemizi gerektiriyor. Çıkan cılız sesler dışında, toplu ve güçlü bir karşı koyuÅŸ örgütleyemiyoruz.
Bu örnekler ve ülkenin pek çok yerindeki bu tür “ihya”, “yeniden yapma”, “tertemiz etme” projeleri, restorasyon gibi çok hassas bir konunun dahi AKP ve yandaÅŸları tarafından bir rant konusuna dönüÅŸtürüldüÄŸünü gösteriyor.
Tarihimizin ve belleÄŸimizin yok edilmesine hep birlikte dur diyelim!
Not: Katkılarından dolayı Deniz Öztürk’e teÅŸekkürler.