Deniz Öztürk yazdı | Kimin bu sokaklar, bu gök, bu yeryüzü?

Deniz Öztürk yazdı | Kimin bu sokaklar, bu gök, bu yeryüzü?

Deniz Öztürk

Bu soruya "kimin" diye başlamak hemen bir mülkiyet ilişkisini kabullenmek anlamına mı geliyor? O felsefi soruya girmeden, kamusal alanlarımıza/sadece geçip gidiverdiğimiz yollara/ yarı kamusal ekranlara... bize içinde yaşadığımız hakim ana dair bir şeyler hatırlatan yürüyüşlere atıfla soruyorum. Kimin bu sokaklar?

Kent mekanları tüm kent bileşenlerinin ortak birikimi ve üretimiyle oluşur. Kent mekanının belleği bu ortak birikime yaslanır ve ona muhtaçtır. Lefebvre'den alıntıyla; " Mekân artık yalnızca ka­yıtsız bir alan, artı-değerin şekillendiği, üretildiği, bölüşüldüğü yer­lerin toplamı değildir. Toplumsal emeğin, yani üretimin çok genel nesnesinin ve sonuç olarak artı-değerin oluşumunun ürünü haline gelir." (Lefebvre, Kentsel Devrim)1

"Efsane Günler, Kara Cumalar" diye nitelenen; tüketmen, satın alman, istiflemen gereken bir zaman diliminin "fırsatını kaçırmaman" için baktığın her yerde reklam görüyorsun. Bu zaman diliminin ayrıca internet alışveriş sektörünün bilişim, çağrı merkezi, taşımacılık gibi alanlarında çalışanlar açısından "korkunç mesai günleri" olduğunu da bir kenara yazalım. Kentsel mekanda sermayedar gözü olan reklam panoları bizi her yerden takipteler. Bu anlamıyla billboardlar sadece birer ekran değil; içeriğini "henüz" belirleyemediğimiz yarı kamusal çerçevelerdir. Yalnızca sermayenin faaliyetlerini izlediğimiz ve onun bizi gözlediği bu sokaklara sözümüzü özgürce işleyebileceğimiz günler de gelecektir.

"Kara Cuma" Haftası, İstanbul

İstanbul'da 2019 yerel seçimler dönemini yeniden bir hatırlayın. Seçim öncesi E5'i kat ederken yol kenarlarındaki panoları da aşıp inşaat cephelerini kaplayan "icraat" ilanlarına maruz kaldık. Gasp edilen sonuç ve bitmeyen seçim sürecinde Büyükşehir Belediyesi'ni kimin kazandığı bile reklam panolarında, sokaklarda, üst geçitlerde pankartlarla duyuruldu. Reklamcılıkta kentsel mekanın kullanımının tahakküm kurmanın ne büyük bir aracı olduğunu deneyimledik. Görmemek mümkün değildi; çünkü baktığımız her yerdelerdi. 

İBB’ye ait, kamusal alan açısından önemli yerlere konuşlandırılmış reklam panoları oldukça büyük gelir getiren bir kalem. Bunu söylerken yalnızca pano olarak düşünülmesin; duraklar, otobüs ve raylı sistemlerdeki iç reklam alanları, araçların dış giydirmeleri, hatta otobüste tutunma askısı bile değerlendirildiğinde İBB için 2018’de hazırlanan Sayıştay Denetim Raporu’nda tam tespit edilemeyen rakama göre 24 milyon lira getiri hesap edilmiş.2 Bu ihalenin ne kıymetli olduğu anlaşılır sanırım. 

2019 Yerel Seçimleri öncesi Üsküdar

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar yine seslerini çıkarmak için Tünel Meydanı’ndaydı. Valilik yürüyüşü önce yasakladığını, sonra “izin” verdiğini açıkladı. Güya izne rağmen yürüyüşün sonunda polis gazla, plastik mermi ile kadınlara saldırdı. Yine Lefebvre’yi analım; “İktidardakilerin kendilerini tehdit altında hissetmeleri durumunda ilk yapacakları şey sokaklarda gezinmeyi ve toplanmayı yasaklamak olacaktır.” (Kentsel Devrim, s.24)1Bu kentin sokaklarında, kuytularında da demiyorum meydanlarında dolanmak zımnen yasak zaten. Dönüştürülmüş mekan ve sizi de dönüştürmeye niyetli girdiler;  artık ait olamadığınız mekanı tanıyamama/özlem/anı; toplumsal yaşayabilme beceresini deneyimlediğimiz sokaklarımızın her anlamıyla yıkılması… Bu kentin emekçilerinin tek krizi ekonomik değil; bahsettiğimiz derin bir yoksunluk! 

Ve soruyu yeniden soralım: Kimin bu caddeler?

İstiklal Caddesi 25 Kasım’da da, 8 Mart’ta da kadınlarındır! Ama yetmez, her anını istiyoruz! O uzun caddeyi dolduran; ışıklı, coşkulu, öfkeli, acılı, umutlu kadınların fotoğrafı, tene ve taşa** kazınmış, kent belleğine yer etmiştir.

Kentsel mekanın belleği de yer döşemesini söküp yeniden yapmakla silinmez!

NOTLAR:

1 Henri Lefebvre, Kentsel Devrim, Sel Yayınları

2 http://www.seffaflik.org/wp-content/uploads/2019/05/%C4%B0stanbul-B%C3%BCy%C3%BCk%C5%9Fehir-Belediyesi.pdf

*Bu cümleyi her aklımdan geçirdiğimde Ahmet Telli’nin Belki Yine Gelirim şiiri devamında dökülür.

**Bir okuma önerisi olarak Richard Sennet’in Ten ve Taş kitabını anmış olayım.