Demokrasi kadınlara yetmiyor mu?
AKP kadın kollarının resmî sayılar referans alındığında 4,5 milyonun üstünde üyeyle dünyanın en büyük kadın örgütü olduğunu aktaran yazar, “siyasetin kadınlaşması” üzerine, sonuçları bugüne değen çeşitli tespitlere ulaşıyor.
Şilan Geçgel
Türkiye’de kadın mücadelesinin güncel durumu, kazanımları ve yarına ilişkin talepleri, bugünün de önemli tartışma başlıklarından. Kadın mücadelesinin kitleselleşmesi ve siyasette kadınların kendilerine yer açması birbirini besleyen ve dolayısıyla birbirinden beslenen iki önemli gösterge olmaya devam ederken; Türkiye’de kadınların özellikle yerel siyasette tutunabilme deneyimleri görece üzerine az şey söylenen başlıklardan sadece biri.
Geçtiğimiz aylarda İletişim Yayınları etiketiyle okurla buluşan ve çevirmenliğini Ece Köse’nin üstlendiği Türkiye’de Yerel Siyasette Kadınlar isimli kitapta, yazar Lucie Drechselová, yerel siyasette kadın pratiklerini ve bu bağlamda farklı özgünlükleri olan illeri mercek altına alıyor. Yaptığı saha araştırmasıyla genel olarak kadınların hayatın içinde var olma hallerine ve özel olarak kadınların siyasette var olma mücadelesine ışık tutuyor.
DIŞLANMA DÖNGÜLERİ VE DEVLET FEMİNİZMİ
Türkiye’de kadın mücadelesine dair değerlendirmelerine Cumhuriyet’in ilk yılları ile başlayan yazar, kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere birçok ilerici adımı kayda düşüyor ve bu adımların günün sonunda kadınlar için ne anlama geldiğine geniş yer veriyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne varlığını bir biçimde hissettiren “devlet feminizmi” ise yazarın ilk uğraklarından oluyor haliyle. Yazar, kadınlar için süregelen dışlanma döngüleri ve bunu değiştirmek için devlet feminizminin yetmediğini, yetemeyeceğini ise açıkça ortaya koyarak ilerliyor.
Ataerki ve kapitalizm koşullarında bir tür yamalı bohçaya benzeyen devlet feminizmi, kadınların kendi yoluna açmasının olanaklarını sağlamayacağı gibi, yazar Drechselová’nın da kayda düştüğü gibi kadın düşmanlığının da önüne geçmemiştir.
Cumhuriyet’in attığı birçok radikal ve ilerici adımın önemli olduğunu ancak bu adımların hiçbirinin ataerkiyi karşısına almadığını ve dolayısıyla siyasette de kadınların dışlanma döngülerinin önüne geçemediğini kayda düşerken; kadınların kamusal alanda varlığının bir biçimde erkeğin yerinin sağlamlaştırılmasına yaradığını ise şöyle açıklamıştır:
“Hane reisi olarak erkeğin yerinin sağlamlaştırılması ve hane halkının nerede yaşayacağını erkeğin tayin edebilmesinin sağlanması, kadınların çalışabilmek için kocalarından izin alınmaya zorlanması vb. hususlar içeren birçok yasal düzenleme pek çok açıdan ayrımcı nitelikler taşımaya devam etmiştir (White, 2003, 151).” (sayfa 59)
EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET TALEBİ
Sadece kamusal alanda değil üstelik kadın emeğinin kendine alan açmaya çalıştığı bu yıllarda eşit işe eşit ücret talebinin yalnızca sanayide çalışan kadınları kapsaması, bu uygulamanın hayata geçmesinin ise sendikaların güçleriyle doğru orantılı olması; bununla birlikte 1955’te kadınların neredeyse %90’ının tarım sektöründe çalıştığını ancak burada eşit işe eşit ücret talebinin esamesinin dahi okunmadığını aktaran yazar, kadın kurtuluş mücadelesinin kırmızı çizgisi olan eşit işe eşit ücret talebinin çok kısıtlı bir alan için talep edilebildiğini ve dahası cılız bir biçimde uygulanabildiğinin altını çizmiştir.
Kadınların politik faillikleri ve kurulan toplumsal dil arasında güçlü bir bağ olduğunu vurgulayan yazar, bugüne kadar yapılan birçok araştırmada, kadının erkeğin arkasında olduğu cümlelerin toplum nezdinde onaylandığını ancak kadının ön planda olduğu cümlelerin olumsuz olarak karşılandığını aktarırken, işe “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” cümlesi ile başlamıştır.
Aynı cümle her başarılı kadının arkasında bir erkek vardır olarak değiştirilirse erkek ikincilleşir ve bugünün düzen siyasetini inşa eden erkeğin politik failliği tehlikeye düşer. Kadını güçsüz, korunmaya muhtaç ve her koşulda “destekçi” pozisyonuna çeken bu politik dil, bugün etkilerini hayatın her alanında da gördüğümüz üzere siyaset alanında da kendini güçlü biçimde göstermektedir.
ERKEK GİBİ POLİTİK FAİLLİK HÂLİ
Kadınların siyaset yapabilmelerinin en önemli referansı haline gelen “erkek gibi politik faillik” yapma hali, kadınlar siyasette olsa da bunu erkek biçiminde yapmaları ya da yapmaya zorlamaları olarak süregelen bir dışlanma döngüsünün de belki ilk ayağını oluşturmaktadır. Düzen siyasetinin ya da adlı adıyla devlet feminizminin kendini inşa ettiği yer burasıdır.
AKP kadın kollarının resmî sayılar referans alındığında 4,5 milyonun üstünde üyeyle dünyanın en büyük kadın örgütü olduğunu aktaran yazar; AKP başta olmak üzere CHP, milliyetçi-muhafazakâr partiler ve öncesi sonrasıyla Kürt Kadın Hareketi’nin yerel siyaset deneyimlerine de yer verirken; “siyasetin kadınlaşması” üzerine, sonuçları bugüne değen çeşitli tespitlere ulaşıyor.
“Türkiye yerel siyasetini kadınlar için erişilmez kılan nedir?” sorusunun daha en baştan sorulduğu bu önemli üretimde, yazar çalışmanın kendi özgün kısıtlarını da referans alarak, bahsi geçen soruya üç düzeyde yanıt veriyor: “Geçici olarak, çünkü çalışma sırasındaki mevcut siyasi dengeden ibarettir; mekânsal olarak, çünkü üç farklı şehirdeki özgül yerel gerçekliğe odaklanmıştır; siyasal, çünkü dört büyük partinin özgül bağlamları arasında bir ayrıma gitmektedir.”
Kitap, “dışlanma döngüleri” kavramı aracılığıyla toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığa ışık tutarken; düzen siyaseti açısından bir tür “vitrine” dönüştürülen kadın siyasetçilere dair bir sorgulamaya da aracı olmaktadır.
KÜNYE: Türkiye’de Yerel Siyasette Kadınlar: Dışlanma Döngüleri, Lucie Drechselová, çeviren: Ece Köse, İletişim Yayınları, 2022, 336 sayfa.