Cumartesi Anneleri'ne Bir Destek Daha
Kayıp yakınlarına yönelik saldırıya tepkiler gelmeye devam ediyor. Yapılan açıklamada, "Barışçıl bir şekilde evlatlarının yalnızca kemiklerini isteyen annelere ve onların faillerinin bulunmasını isteyenlere karşı yapılan bu vicdansızlık, Türkiye tarihinin en karanlık günlerinden biri olarak tarihe geçecektir." denildi.
27-08-2018 18:45

İleri Haber
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatıyla Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü hafta eylemine yapılan polis saldırısı siyasi partiler, sendikalar ve kitle örgütleri tarafından Antalya’da kınandı.
Attalos Meydanı’nda Antalya Emek ve Demokrasi Güçleri adına okunan basın açıklamasında zulümle ve şiddetle Cumartesi Anneleri’ni ısrarından vazgeçireceğini sanan AKP’nin yanıldığı vurgulandı.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini öğrenmek için her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda oturan Cumartesi Anneleri’ne 700. haftasında polis saldırdı. Bu saldırıda Cumartesi Anneleri’ne desteğe gelenler ve kayıp yakınları darp edildi. Onlarca kayıp yakını gözaltına alındı. Polis, basın açıklaması yapmak isteyenlere plastik mermi ve biber gazı ile müdahale etti. Polis, İstiklal Caddesi’nde halkın üzerine de biber gazı sıktı. Cumartesi Anneleri’ne destek veren milletvekilleri doğrudan şiddete uğrayarak darp edildiler. Saldırı esnasında görevini yapan basın emekçileri de tartaklanarak bölgeden uzaklaştırıldılar.
AKP iktidarı döneminde annelerin sessiz çığlığından korkan bir ülke yaratıldı. İktidar geçmişin katliamcı anlayışını sahiplenerek gerçeklerin açığa çıkmasını, konuşulmasını, tartışılmasını engellemektedir. Cumartesi Anneleri, yıllardır geçmişin adaletsizliğinin hesabını soruyorlar. Adaletsizlik yıllardır anneler tarafından teşhir ediliyor. Şimdiye kadar ülkeyi yönetenler annelerin çığlıklarını duymadılar, duyduklarında gelip yeni gözaltılar yarattılar. 23 yıldır bu ülkeyi yönetenler bu katliamın suç ortaklarıdırlar. Barışçıl bir şekilde evlatlarının yalnızca kemiklerini isteyen annelere ve onların faillerinin bulunmasını isteyenlere karşı yapılan bu vicdansızlık, Türkiye tarihinin en karanlık günlerinden biri olarak tarihe geçecektir.
Gazlarla, silahlarla gözaltılarla insanların omuz omuz durmasını engelleyebilirsiniz ama onurlu direnişleri hiçbir zaman engelleyemezsiniz.
‘OHAL KALKTI MI, FİİLİ HALE Mİ GETİRİLDİ?’
AKP iktidarı OHAL’i kaldırdığını söylüyor Buradan soruyoruz OHAL kalkmış mı fiili hale mi getirilmiştir?
Bu ülkede yönetenler kendisine ve yarattığı hukuksuz düzene itaat edenler dışında kalan herkesi zulümle, işkenceyle, baskıyla yönetmiştir. Dolayısıyla ezilenler eşitlik, hukuk, barış ve adalet mücadelesini her dönemde sürdürmüşlerdir.
‘YANILDIKLARINI GÖRECEKLER’
Zulümle şiddetle Cumartesi Anneleri’ni ısrarından vazgeçireceğini sananlar yanıldıklarını göreceklerdir.
Ülke yönetiminde her konuda tek kişinin söz sahibi olduğu, insan hak ve özgürlüklerinin tamamen ortadan kaldırıldığı, düşünmenin dahi suç sayıldığı demokratik yöntemlerle hakkını arayanların ise en sert saldırılara uğradığı, gözaltına alındığı ve hukuksuz bir şekilde tutuklandığı bir süreçten geçiyoruz. Ülke büyük bir ekonomik kriz içindeyken tek bir kişinin emri ile ülkenin gündemi değiştiriliyor ve yıllardır çocuklarının bedenlerini bulmak isteyen annelere saldırılıyor.
Partiler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar baskı altında tutuluyor. Hukuksuz kararnamelerle yüzbinlerce insan işinden ekmeğinden edilmiş durumda. Ekonomik kriz her zaman olduğu gibi emekçileri vurmuş ve açlıkla karşı karşıya bırakmıştır. Dersim’de ormanlar yakılıyor, Karadeniz’de dereler kurutuluyor, ülkenin kıyıları, zenginlikleri yandaşlara peşkeş çekiliyor.
‘BASKI VE ŞİDDETLE HİÇBİR İKTİDAR SÜREKLİ OLMAMIŞTIR’
Biz emek ve demokrasiden yana olanlar bu gidişe ‘hayır’ diyoruz. Cumartesi Anneleri’ne yapılan saldırıyı şiddetle kınıyoruz. AKP iktidarına buradan sesleniyoruz. Demokratik yöntemlerle haklarını arayan, sesini duyurmaya çalışan, itiraz edenlerin insan olmaktan kaynaklı haklarını engelleyemezsin. Bu haklar ortaokul ders kitaplarında dahi yazan insani haklardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerde yer alan en temel haklardandır.
İnsanlık bir gün mutlaka bu barbarca saldırıları yargılayacaktır. Ve biz biliyoruz ki baskı şiddet ve zulümle hiçbir iktidar sürekli olamamıştır.”
İLGİLİ HABERLER
İtfaiye personelinin AKP reklamında oynatılması Meclis gündeminde
İtfaiye personelinin AKP'nin reklam filminde oynatılması Meclis gündemine taşında. CHP Milletvekili Gürsel Tekin "Filmin masrafları kim tarafından karşılandı" diye sordu.
20-02-2019 08:50

İstanbul Büyükşehir Belediyesi itfaiye personelinin AKP’nin reklam filminde oynatılmasını Meclis gündemine taşındı. CHP İstanbul Milletvekili Gürsel TekinTekin, kamu çalışanlarının siyasi faaliyette kullanılmasının suç olduğunu belirterek, konuyla ilgili Meclis'e soru önergesi verdi. Tekin, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a “İtfaiyeciler önceden bilgilendirildi mi” ve “Filmin masrafını kim karşıladı” diye sordu.
'FİLMİN MASRAFLARINI KİM TARAFINDAN KARŞILANMIŞTIR?'
Sözcü'den Başak Kaya'nın haberine göre CHP'li Tekin, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın yanıtlaması istemiyle TBMM'ye sunduğu soru önergesinde, kamu personelinin bir siyasi parti ve adaylar lehine reklam amaçlı kullanıldığını söyledi. Önergede, “Bu durum yasalara aykırı değil midir? Reklam filminde yer alan kamu personeli, filmin ne amaçla çekildiği konusunda önceden bilgilendirilmiş midir? Filmin masrafları kim tarafından karşılanmıştır?” soruları yöneltildi.
'YASALARA GÖRE SUÇTUR'
Tekin, yaptığı açıklamada da “Kanunlarımız çok açıktır. Memur ve hizmetlileri ile, her türlü araç-gereç ve imkânlarının, bir siyasi bir parti veya adayın emrinde ya da herhangi bir
siyasi faaliyette çalıştırılmaları, kullanılmaları veya kullandırılmaları yasaktır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi personel ve araç gereçlerinin bir siyasi partinin reklam filminde kullanılması yasalara göre suçtur” dedi.
Cumhurbaşkanlığı projelerine 3.2 milyar bütçe!
2019 Yatırım Programı’na göre, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan için yapılan projelerin toplam tutarı 3.2 milyar lira iken Cumhurbaşkanlığı’na bu yıl yapılacak yatırımların toplam tutarı ise 950 milyon lira.
20-02-2019 08:41

AKP hükümetinin yayınladığı 2019 Yatırım Programı’na göre, Cumhurbaşkanlığı için yapılan projelerin toplam tutarı 3.2 milyar lira. Bu projeler için geçen yıl sonu itibarıyla toplam 2.1 milyar lira harcama yapılırken, Cumhurbaşkanlığı’na bu yıl yapılacak yatırımların toplam tutarı ise 950 milyon lira.
Van Gölü kıyısına inşa edilecek Cumhurbaşkanlığı Ahlat Köşkü için de bu yıl 30 milyon lira yatırım yapılacak. Bu arada belediyelere ve köylere bütçeden aktarılacak kaynaklarda ise tek yetkili AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Böylece başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin yönetimindeki belediyelere içme suyu ve atık su projelerini gerçekleştirmek için verilecek ödeneklerin miktarını Erdoğan belirleyecek.
Cumhurbaşkanı kararı ile programda yer alan düzenlemeler özetle şöyle:
TUTARI EN YÜKSEK OLAN SEKTÖR ULAŞTIRMA-HABERLEŞME
Cumhuriyet'ten Mustafa Çakır'ın haberine göre Okluk Devlet Konukevi’nin proje tutarı 360 milyon lira. Yıldız Sarayı restorasyonunda toplam proje tutarı 20.5 milyon lira. Ankara’daki ek hizmet binaları proje tutarı 2.3 milyar lira. İstanbul ve Ankara’daki binalarda muhtelif inşaat onarım işleri için toplam proje bedeli 246.3 milyon lira. Cumhurbaşkanlığı için yapılacak yeni projelerin toplamı 230 milyon lira.
Bu projelerin tamamı bu yıl içerisinde bitirilecek. Bu kapsamda Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı’na ait yerler için gerçekleştirilecek muhtelif işler için 200 milyon lira harcanacak.
Proje tutarı: Toplam proje sayısı 2 bin 964. Toplam proje tutarı ise 977.7 milyar lira. Bu projeler için dış kredi tutarı ise 105.5 milyar lira. Proje tutarı en yüksek olan sektör 465.5 milyar lira ile ulaştırma-haberleşme.
65.3 MİLYAR YATIRIM
Bu yıl toplam 65.3 milyar lira yatırım yapılacak. Bu yatırımlar için toplam 6.6 milyar lira dış kredi alınacak. En fazla yatırım 20.3 milyar lira ile ulaştırma ve haberleşme sektörüne gerçekleştirilecek. Bunun 2.8 milyar lirası dış kredi olacak. İkinci sırada 12.9 milyar lira ile “diğer kamu hizmetleri” yer aldı. En fazla dış kredi ise 2.9 milyar lira ile enerji sektörü için alınacak.
EN ÇOK BÜTÇE YİNE DİYANET'E
Diyanet İşleri Başkanlığı, “eğitim” kapsamında 98.2 milyon lira yatırım yapacak. Diyanet, bu tutar ile yine birçok genel müdürlük, üniversite, başkanlık ve bakanlığı geride bıraktı.
Nusra lideri ağır yaralı olarak Antakya hastanesine getirildi
Hayat Tahrir eş-Şam (Nusra) lideri Ebu Muhammed el-Cevlani’nin (gerçek ismi Ahmed Hüseyin el-Şara) kafasından ağır yaralanmış halde Antakya hastanesine getirildiği belirtildi.
19-02-2019 22:48

Antakya hastanesinden bir kaynak, Suriye'nin İdlib şehrinde Pazartesi akşamı meydana gelen patlama sonucu kafasından ağır yaralanan bir kişinin Antakya Devlet Hastanesi'ne getirildiğini söyledi.
Kafasına isabet eden şarapnelin beyin sarsıntısına yol açtığını ve ameliyata alındığını söyleyen kaynak, "Antakya Devlet Hastanesi'ne getirilen kişi terörist Ebu Muhammed el-Cevlani'dir" diye kaydetti.
Sputnik'in Antakya hastanesinden bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, el-Cevlani'nin yoğun bakıma alındığını, durumun ağır ve komada olduğunu da sözlerine ekledi.
Erkan Baş: 'Ergenekon'un savcısıyım' diyen cumhurbaşkanının olduğu ülkede adaletten söz edebilir miyiz?
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada Fetullah Gülen'in yargı üstündeki tahakkümüne ve AKP'yle ortaklığına değinerek "Ergenekon'un savcısıyım diyen cumhurbaşkanının olduğu ülkede adaletten söz edebilir miyiz?" dedi.
19-02-2019 22:10
İleri Haber
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, "Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" üzerine Meclis Genel Kurulu'nda konuştu. Yaptığı konuşmada yargının her dönemde belli ölçülerde iktidarın sopası olarak kullanıldığını fakat hiçbir dönemde, son dönemde olduğu kadar yargının sadece iktidarı ve yandaşları korumak için kullanılmadığını vurgulayan Baş, Fetullah Gülen'in yargı üstündeki tahakkümüne ve AKP'yle ortaklığına da değindi.
TİP Genel Başkanı Baş'ın Meclis Genel Kurulu'ndaki konuşması şu şekilde:
'YARGI HİÇBİR DÖNEMDE İKTİDAR VE YANDAŞLARINI KORUMAK İÇİN KULLANILAN BASİT BİR SOPAYA BU KADAR DÖNÜŞTÜRÜLMEDİ'
"Burada yasaları değiştirmek için teklifler veriyor ve üzerine konuşuyoruz ancak elbette konu adaletse, hukuksa hatırlatmamız gereken bazı şeyler var. Açık konuşmak gerekirse -cumhuriyet tarihinin tümü için söyleyebiliriz- adaletin tecelli ettiği duygu ve düşüncesinin emekçilerde, yoksul halkımızda ya da tarih önünde pek yaşandığı bir ülke değiliz. Bakın, bu ülkenin bir devrimcisi, bir komünist siyasetçi olarak söylüyorum: Bu ülkenin devrimcileri, komünistleri tarihin her döneminde siyasi olarak söyledikleri her sözün karşısında yargıyı bir sopa olarak kullanan iktidarları gördüler, her dönem bu oldu.
Hani hepimizin bildiği, herhâlde hepimizin ortaklaşacağı, en bilinen örneği Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının haksız, hukuksuz, adice katledilmesi ve sayısız örneği yaşamış bir devrimci olarak konuşuyorum; her dönemde yargı belli ölçülerde iktidarın sopası olarak kullanıldı ama hiçbir dönem bu son dönemde olduğu kadar yargı sadece ve sadece iktidarı ve iktidarın yandaşlarını korumak için kullanılan basit bir sopaya dönüştürülmedi.
'FETULLAH GÜLEN'İN YARGI ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜMÜYLE İLGİLİ KONUŞURKEN AKP'YLE ORTAKLIĞINA DEĞİNMEMEK MÜMKÜN MÜ?'
Değerli arkadaşlar, burada muhalefet sözcüleri konuştuğunda AKP sıralarında bir hareketlenme oluyor, oturuyorlar, kalkıyorlar. Ne yapalım değerli arkadaşlar, Türkiye'de yargı üzerine konuşurken Fetullah Gülen hakkında konuşmadan değerlendirme yapmak mümkün mü? Peki, Fetullah Gülen'in yargı üzerindeki tahakkümü üzerine konuşurken AKP'yle ortaklığı üzerine söz söylemeden konuyu bütünlüklü değerlendirmek mümkün mü?
'BİZ GÜLEN'İN TÜRKİYE'Yİ KARANLIĞA SÜRÜKLEDİĞİNİ ANLATIRKEN MAHKEMELER BİZİ YARGILIYORDU'
Bakın, size yaşadığım bir örneği anlatacağım: Biz, bu ülkenin devrimcileri sokaklarda bildiri dağıtıyorduk, sokaklarda halka Fetullah Gülen çetesinin Türkiye'yi nasıl bir karanlığa sürüklediğini anlatmaya çalışıyorduk. Neyle karşılaşıyorduk, biliyor musunuz? O çeteler bize saldırıyorlardı, yetmiyordu; polisler devreye giriyordu, gözaltı yapıyorlardı, yetmiyordu; mahkemeler devreye giriyordu, bizleri yargılıyordu.
Peki, o arada ne oluyordu? O arada ben televizyondan Meclis Genel Kurulu'nu izliyordum, Adalet ve Kalkınma Partisi üyesi Adalet Bakanı çıkıyordu bu kürsüye, diyordu ki: "Fetullah Gülen bu ülkenin bir kıymetidir, ne yapıyorsa bilgimiz dâhilinde yapıyor." Biz bunun bedellerini sokakta ödüyorduk.
''ERGENEKON'UN SAVCISIYIM' DİYEN CUMHURBAŞKANI'NIN OLDUĞU ÜLKEDE ADALETTEN SÖZ EDEBİLİR MİYİZ?'
Değerli arkadaşlar, çok açık bir soru soracağım: "Ben Ergenekon'un savcısıyım" diyen bir Cumhurbaşkanının olduğu ülkede adaletten söz edebilir miyiz, hukuktan söz edebilir miyiz?
Şimdi, biraz evvel sevgili Ahmet Şık "Secde ediyorsunuz" dedi, hemen itirazlar geldi. Sanıyorum Ahmet bir mecaz kullandı, "Secde ediyorsunuz" derken gözüyle gördüğü maddi bir secdeden tabii ki söz etmiyor, bir mecazda bulunuyor ve bunun anlaşılabileceğini düşünüyor, hemen itiraz geliyor. Tamam, ben izin verirse Ahmet adına düzeltiyorum; secde etmediniz ama kaç AKP'li onun dizinin dibinde oturdu ben gözlerimle gördüm, sayısını bilmiyorum.
''NE İSTEDİNİZ DE VERMEDİK' DİYEN KİMDİ'
Değerli arkadaşlar, kaç AKP'li Pensilvanya'ya gitti, geldi, sayısını bilmiyoruz. Tamam, secde etmediniz de "Ne istediniz de vermedik?" diyen kimdi arkadaşlar? Ee, şimdi, bunları konuşmadan Türkiye'de yargı üzerine, adalet üzerine konuşamayız.
Ben gerçekten anlayabileceğiniz dilden söyleyeyim; hani beş yıl, altı yıl önceye gittiğimizde, "Kimler kimlerle berabermiş!" diye sorasımız gelmiyor mu? Beş yıl, altı yıl önceye gittiğimizde "Hepiniz oradaydınız be!" dediğimizde haksız mı oluyoruz arkadaşlar? Şimdi, bunları hatırlattığımızda kızmayacaksınız. Bunları hatırlatıyorsak, bu ülkenin, bu ülke halklarının çıkarlarını korumak için anlatıyoruz. Bundan on sene önce de yargı birileri tarafından sopa olarak kullanılıyordu, şimdi de aynı biçimde kullanılıyor. Koskoca adalet sarayları yaptınız, sadece sarayın adaleti tecelli ediyor memlekette, bunun dışında hiçbir işe yaramayan, beton yığınlarıyla dolu bir memlekete çevirdiniz.
'GALİBA 'BASIN EMEKÇİLERİNİN EN FAZLA TUTUKLANDIĞI ÜLKE' REKORUNU KAYBEDİYORUZ DİYE PANİĞE KAPILDINIZ'
Nasıl bir adaletten söz edeceğiz ki? Bakın, dünyada basın emekçilerinin en fazla tutuklandığı ülkelerden bir tanesiyiz. Galiba rekoru kaybediyoruz diye paniğe kapıldınız, hemen seçim öncesinde bu rekor elimizden gitmesin diye bugün 6 Cumhuriyet emekçisini daha yeniden cezaevine yollayacak kararlar alınıyor.
'301 MADEN İŞÇİSİ PATRONLAR DAHA FAZLA PARA KAZANSIN DİYE CİNAYETLE ÖLDÜRÜLDÜ'
Hepiniz elinizi vicdanınıza koyarak bir soruya yanıt verin istiyorum. Bu ülkede 301 tane maden işçisi gerekli önlemler alınmadığı için, bu ülkede 301 tane maden işçisi sadece patronlar daha fazla para kazansın diye açıkça bir cinayetle öldürüldüler. Şimdi soruyorum size: Bu işçilerin öldürülmesine neden olan insanlara ne ceza verdiniz? Peki, bu işçileri savunan Avukat Selçuk Kozağaçlı şimdi Silivri Cezaevinde açlık grevi yapıyor arkadaşlar, biliyor musunuz? Hangi adaletten, hangi hukuktan bahsediyoruz?
'HAKKINI ARAYAN BİR KADININ ANKARA'DA UĞRADIĞI MUAMELEYİ ANLATMAKTAN BİZ UTANIYORUZ'
Söylenecek çok fazla şey var. Gerçekten utanıyoruz; hakkını arayan bir kadının Ankara'da, Türkiye Cumhuriyeti devletinin başkentinde uğradığı muameleyi anlatmaktan biz utanıyoruz, savunmaktan utanmayanları da kınıyoruz.
'EMEKÇİLERİN SAĞLAYACAĞI GERÇEK ADALETTE HERKES İŞLEDİĞİ SUÇLARIN CEZASINI ÇEKECEK'
Şu çok net: Türkiye öyle bir noktaya geldi ki iktidar suç işliyor. İktidar yandaşlarını koruyan, suçluları koruyan bir mekanizma oluşturmuş durumda ve maalesef ülkemiz halkı adaleti kendisi sağlamaya çalışıyor. O yüzden bu yasa maddeleriyle, bu yamalarla uğraşmanın anlamı yok diyorum, halkın, emekçilerin sağlayacağı gerçek adalette herkes işlediği suçların cezasını çekecek diyorum."
Ahmet Şık: Geçmişte Hocaefendi’ye secde edilirdi şimdi reis dediğiniz liderinize ediliyor
HDP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık Meclis Genel Kurulu'nda konuştu. Ahmet Şık yaptığı konuşmasında, “Her türlü hukuksuzluğunuzun örtüsü olan çoğunlukçuluğun verdiği yetkiyle böyle gitmesine karar verirseniz, bilin ki; hiç kimsenin garantisi yoktur. Reisiniz dahil sizin de” dedi.
19-02-2019 20:28

Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Meclis Genel Kurulu'nda konuşan Ahmet Şık, kendisinin “Ergenekoncu” ve “FETÖ’cü” olarak tutuklandığını söyleyerek, “İstinaf Mahkemesi bugün, kendisi gibi tetikçilik görevi üstlenen ilk derece mahkemesini kararını onadı. Bu karara diyeceğimi mahkemede söylemiştim tekrara gerek yok. Ama yargının halini bir kez daha ortaya koyan bu karara söyleyeceğimizi, değişiklik yaparak Shekeaspeare’den bir alıntıyla bitireyim: “İn cin top oynuyor cehennemde/Tekmili birden yargıya doluşmuş iblislerin” dedi.
Ahmet Şık’ın TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma şöyle:
'HAKİKATİ EĞİP BÜKMEKTE PEK MAHİR OLDUĞUNUZ İÇİN, SİZDEN DE BU TEKLİFTEN DE KUŞKULANMAMAK ELDE DEĞİL'
Yargıya ilişkin yapmak istediğiniz değişikliklerin geneline baktığımızda teknik bazı düzenlemelerle, tarafınızdan bozulanı “iyileştirmeye” yönelik adımlar atılıyor gibi görünüyor.
Ama takdir edersiniz ki, sizden önümüze gelen her metne, her teklife arkasında ne tür bir çapanoğlu var diye bakıyoruz. Hakikati eğip bükmekte pek mahir olduğunuz için, sizden de bu tekliften de kuşkulanmamak elde değil.
Çünkü iktidarınızın yasa yapma süreçlerini kısaca tanımlamak gerekirse; uzlaşma aramayan, müzakere ve istişareye kapalı, belli çıkar ortamlarına ve ortaklarına, lokal hedeflere dönük ısmarlama ve adrese teslim çalışmalar oldukları şeklinde bir tarif yanlış olmaz.
Bunun yanı sıra birbiri ile herhangi bir illiyet rabıtası içinde olmayan farklı düzenlemelerin, zamanlaması bazen anlaşılır olmadığı gibi kullanışlı gündemler yarattıkları şeklinde de yorumlara mahal veren bir takvim içinde, toptancı bir anlayışla şekillendirilen “torba teklifler” bu dönemin en belirgin karakteristiği haline geldi.
Bu da aynı şekilde bir torba kanun teklifi. Nitekim 12 maddelik teklif İcra ve İflas Kanunu, Hakimler ve Savcılar Kanunu, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun ile Ceza Muhakemesi Kanunu’na ilişkin değişiklikler içeriyor.
Teklifin geneline ilişkin itirazlarımızı Komisyon’da dile getirdik. Hukukçu arkadaşlarımız hukuk bağlamındaki itirazlarını burada da yineleyecekler. O yüzden işi ehillerine bırakıp teklif maddelerinden ziyade artık hukuktan bağımsız hale gelen yargının hal-i pür melaline dair iki çift söz etmek daha yerinde olacak.
'HUKUKTAN; HAK, ADALET, VİCDAN VE LİYAKATİ ÇIKARDIĞINIZDA GERİYE KALAN NE İSE TÜRKİYE YARGISI ŞU AN ODUR'
Eğer yargıyı konuşacaksak sonda söyleyeceğimizi baştan da ifade edebiliriz: Kapısına kilit vurup, anayasa ve yasaları çağdaş evrensel hukuk normlarına uygun bir yargı inşa etmek. Mensuplarını ise biat edenlerden değil liyakat sahibi olanlardan seçmek. Çünkü hukuktan; hak, adalet, vicdan ve liyakati çıkardığınızda geriye kalan ne ise Türkiye yargısı şu an odur.
Yargının sorunlu hali bugüne ait bir problem değil ama bugünkü kadar eleştiri konusu edilip güven duyulmayan bir aygıta dönüşmesi ise tamamıyla sizin eseriniz.
Buna ilişkin çok sayıda örnek vermek mümkün. Ama bir çırpıda aklıma gelenleri sıralamak gerekirse iddianamesi bile olmadan hapishanede 475 gününü tamamlayan Osman Kavala’nın yaşadığı hukuksuzluktan başlayabilirim.
Devletin, egemenlerin sevmediği bir avukatlık faaliyeti içinde oldukları için bir kez daha hapiste olan Halkın Hukuk Bürosu avukatlarını konuşabiliriz. Aynı nedenlerle ve aynı sözde delillerle 5 yıl önce de Fethullahçı çete tarafından hedef alındıklarını, yine hapsedildiklerini ve bu konuyla ilgili davanın da halen sürdüğünü konuşabiliriz. Bu son hapislikle ilgili 1 yıldan sonra mahkemeye çıkarılıp her biri hakkında tahliye kararı verildiğini, ancak gelen talimat üzerine aynı mahkeme tarafından yeniden tutuklanmalarını ve çelişkili iki karara imza atan mahkeme heyetinin ilk kararı nedeniyle sürüldüğünü de konuşabiliriz.
Selahattin Demirtaş hakkında, AİHM’ın ihlal kararı verip salıverilmesine ilişkin hüküm açıklamasından sonra, “Karar bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” diyen Cumhurbaşkanının bu konuşmasından 6 gün sonra Bölge Adliye Mahkemesi’nin işi bitirdiğinden söz edebiliriz.
Cumhurbaşkanının sözünü kısa sürede “mahkeme kararı” şekline getiren yargının Türkiye’de kendisi dahil hiç kimsenin hukukla bağlı olmadığını ilan etmesini, yani hukukun işinin bittiğini konuşabiliriz.
Yazdıkları haberler ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle hapsedildikten 7 ay sonra mahkemenin serbest bıraktığı gazetecileri konuşabiliriz. Elbette serbest bırakılmalarını değil. Adliyeden tahliye edilmek üzere hapishaneye götürülene dek suç vasıflarının değiştirilip ağırlaştırılarak, aynı delillerle yeni bir soruşturmanın sanıkları haline getirilmelerini ve hapiste tutulmaya devam edilmelerini ama hükmün ilk yargılandıkları dosyadan verildiğini konuşabiliriz.
İşkence yapılarak hapsedilen ve tutuklanmasına gerekçe olan aleyhte ifade veren tüm tanıkların kendilerine işkence ile zorla ifade imzalattırıldığını söylemesine rağmen hapiste tutulmaya devam eden gazeteci Nedim Türfent’i de hapisteki diğer gazetecilerle birlikte anlatabilirim isterseniz.
Polis ve yargı içindeki Fethullahçı çetenin kotardığı, ucu iktidarınıza dokunan tüm soruşturma ve davaların yargı faaliyeti değil terör faaliyeti olduklarından hareketle çoktan kapatılıp o polis, savcı ve yargıçlar kaçmış ya da tutuklanmışken, aynı çete tarafından KCK adıyla açılan soruşturma ve davalara sahip çıktığınızı da konuşabiliriz.
Dahası da var ama hepsini konuşmak için de yıllara ihtiyaç var. Muhtemel ki bu dönem sona erip de, umudum o ki evrensel hukuk normlarına uyan bir yargı tarafından bu suçlar soruşturulduğunda her şey konuşulacak.
'HUKUKSUZLUĞU DAHİ ANLATMAYA KORKAN İNSANLARIN ÇOKLUĞU TÜRKİYE YARGISININ HALİNİ ÖZETLİYOR'
Ama kayda geçmesi açısından İstanbul’dan, bilinmeyen bir başka örnekle devam edeceğim.
Eşi hakkında yürütülen soruşturma sebebiyle, kocası yakalandığı sırada yanında olması sebebiyle hukuka aykırı olarak gözaltına alındıktan sonra tutuklanan, yargının mağdur haline getirdiği bu kişinin ismini vermeyeceğim. Çünkü mağduriyetlerini büyütmenin ve kamuoyunda isminin bilinmesinin daha büyük olumsuzluklar ortaya çıkaracağına dair endişeleri bulunuyor. Yani yaşadığı haksızlığı/hukuksuzluğu dahi anlatmaya korkan insanların çokluğu Türkiye yargısının halini özetliyor.
Mağdur, “FETÖ üyeliği” suçlamasıyla tutuklanmış ve ilk derece mahkemesince 7 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedilmiş. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi de, hüküm hakkındaki itirazla ilgili olarak, “İstinaf Başvurusunun Esastan Reddi”ne karar verince dosya Yargıtay’a taşınmış.
EŞİ HAKKINDA YAKALAMA KARARI OLDUĞU İÇİN TUTUKLANMIŞ
Mağdur, kocası ile birlikte evinin yakınlarındaki pazar yerine alışveriş için gittikleri sırada polis kendilerini durdurmuş ve eşi hakkında yakalama kararı olduğu kendilerine söylenmiş. Mağdur hakkında hiçbir soruşturma veya yakalama/gözaltı kararı olmamasına rağmen polisin yoğun telefon trafiğinden sonra kendisi hakkında da gözaltı kararı verildiği söylenmiş. 10 günlük gözaltı süresinin ardından çıkarıldığı Sulh Ceza Hakimliği’nde de tutuklanmış.
Dava dosyasına göre gözaltı gerekçesi, aynı gün emniyete e-posta yoluyla gelen isimsiz bir ihbardan ibaret. İstanbul polisine sabah saat 07.30’da gelen ihbarda isimler ve kullandıkları aracın plakası verilerek, “Firari baş FETÖ’cü, avukat karısı tarafından kaçırılacak. Şu adreste şu plakalı kırmızı araba içinde gördüm, yetişin yakalayın” yazmaktadır. Dosyaya göre de polis bu ihbar üzerine akşam saatlerinde belirtilen adrese gelerek gözaltı işlemini gerçekleştirmiş.
O gün için polisin mağdurla ilgili elindeki tek veri e-posta yoluyla gelen isimsiz bir ihbardan ibaret. İhbarda, FETÖ’cü denilen karı kocanın görüldüğü söylenen yer evlerinin yakını, gözaltı yapıldığı sırada suçlanan kişilerin gerçekleştirdiği fiil ise semt pazarından alışveriş yapmak. Ama ihbara bakarsanız kadın kocasını kaçırıyor. Buradan yola çıkarak suçüstü yapılmış diyebilirsiniz. Suç nedir? FETÖ’cü olduğu iddia edilen eşiyle birlikte semt pazarından alışveriş yapmak mı? Hakkında hiçbir adli soruşturma yok, suçüstü hali yok. Ama 2 yıldır süren bir hapislik var.
Bir an için ihbarın bir soruşturma açılmasına yeterli bir veri olacağı kabul edilse dahi savcının temel görevi işin gerçeğini araştırmak değil mi? Nitekim, CMK’nin 160/1. maddesi bunun için var. Aynı maddenin ikinci fıkrası da savcıların şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olduğundan bahsediyor. Yasal mevzuat, düzenleme var, ama masumiyet karinesi, liyakatsiz yargı mensuplarının elinde hukuktan mahrumiyet karinesine dönüştüğü için, değil hukuka kanunlara bile bağlı savcı yok maalesef.
Kadın kocasını kaçırıyor dense de araçlarında yapılan aramada herhangi bir suç unsuru bulunamamış. Ev aramasında ise bir diz üstü bilgisayar ile iki de cep telefonuna el konulmuş. Ama dava dosyasında bunlarla ilgili herhangi bir inceleme raporu da yok. Ama iddianamede şu var: “Dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme işlemlerinin Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğündeki iş yoğunluğu nedeniyle henüz tamamlanmamış olup inceleme sonuçları geldiğinde dosyasına gönderilecektir.”
Ama dijital inceleme sonucunu beklemeksizin dosya karara bağlanmış.
Sulh Ceza Hakimlerinin ezber gerekçelerle tutukladığı şüpheliye yaklaşık 1 ay sonra düzenlenen iddianameyle, adet olduğu üzere silahlı örgüt üyeliği suçlaması yöneltilmiş. İddianameyi kabul eden mahkeme, tensip tutanağında Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na (BTK) da yazı yazarak şüphelinin Bylock kullanıcısı olup olmadığının belirlenmesini ve öyle olması halinde içerik tespiti yapılmasını istemiş.
Ancak davanın ilk celsesinde mahkeme, Bylock ile ilgili bu delillerin “dosyaya bir katkı sağlamayacağı kanaatine vararak” toplanmaktan vazgeçilmesine karar vermiş. Delil toplanmasından vazgeçmekle kalmayan mahkeme daha ilk celsede esas hakkında mütalaa hazırlanması için dosyanın savcılığa verilmesini, bir hafta sonra da duruşma yapılmasını kararlaştırmış. Bir sonraki celsede esas hakkında mütalaa hazır olunamayınca mahkeme bu kez de acele etmekten vazgeçerek 2 ay sonraya duruşma günü vermiş.
Mahkemenin toplanmasından vazgeçtiği delillerden olan BTK’ye yazılan yazının cevabı her nasılsa bir sonraki celsede dosyaya girmiş. Mağdurun Bylock kullanıcısı olduğuna ilişkin BTK kaydı, adli yargıda delil olarak kullanılması yasak olan MİT verilerine dayandırılmış. Kamuoyunda Morbeyin olarak bilinen vakayla MİT’in Bylockla ilgili iddialarının ne kadar güvenilir olduğu da ayrı bir tartışma konusu.
Mahkemenin mahkumiyet hükmünün de temelini oluşturan BTK kaydına göre sanığın 2015 yılının son 6 ayında toplamda 472 kez söz konusu programa giriş yapmış olduğu iddia edilmiş. Ancak, BTK’den gelen tespitlere göre Bylock bağlantısı olduğu iddia edilen kayıtlar ile HTS kayıtlarındaki baz istasyonları uyum sağlamamakta ve sanık aynı anda ayrı yerlerde görünmektedir. Mesela Bylock kayıtlarında Fatih’te görünürken, HTS kayıtlarına göre aynı gün aynı anda ise Başakşehir’de görünmektedir. Bylock içerik kaydı ise hiçbir zaman olmamış.
Karar duruşmasını SEGBİS bağlantısı dahi olmadan sanıksız gerçekleştiren mahkeme, daha önce “dosyaya katkı sağlamayacağı kanaatiyle” toplanmasından vazgeçtiği BTK’den gelen çelişkili kayıtları bu kez de mahkumiyet hükmünde delil olarak değerlendirmiş. Şüphelinin ikametinde hukuka aykırı olarak el konulan dijital materyallere ilişkin olan ve iddianamede “iş yoğunluğu sebebiyle yetişmediği söylenen” rapor ise hüküm verildiği sırada dosyaya dahi girmemiş.
İddianamesi fezlekeden, ilk derece mahkemesinin kararı iddianemeden, İstinaf Mahkemesinin kararı da ilk derece mahkemesinin kararından kopyalanarak hüküm kurulan bu davada sanığın atılı suçu işlediğine dair delil teşkil ettiği söylenen diğer “deliller” ise Bank Asya hesap hareketleri ve SGK kayıtları.
Sanığın Bank Asya hesabında 31 Aralık 2013 ile 24 Aralık 2014 tarihleri arasında gözlemlendiği iddia edilen, olağandışı denilen kayda değer hesap artışı toplamda 17 bin TL ve örgüt lideri Fethullah Gülen’in çağrısından neredeyse 1 yıl sonra gerçekleşmiş.
Sanığın SGK kayıtlarında örgütle bağlantılı olduğu söylenen bir kısım kurumlardan prim ödenmiş olması ise yaygın bir Türkiye hikâyesi. Kendi iddiasına göre SGK kayıtlarında görünen çalışmaları emeklilik hakkı kazanabilmek için kağıt üzerinde ve düzenli olarak gerçekleştirilmemiş prim ödemelerinden ibaret. 23 yıl önce üniversiteden mezun olmasına rağmen prim ödeme toplam süresi 8 yılı geçmemekte.
Bu savunma yalan dahi olsa, bu iddianın örgüt üyeliği suçlamasına delil teşkil edebilmesi hukuken söz konusu olabilir mi? Öyle ise Bank Asya ile maaş ödemesi anlaşması yapan ya da çeşitli kredi ilişkilerine giren kamu kurumlarının sorumlularını ve onlara talimat verenleri neden tutuklamıyorsunuz?
'DEVLETİ TÜM KURUMLARIYLA BİRLİKTE BU ÇETEYE TESLİM EDEN SİZLER KANDIRILDIĞINIZA İNANMAMIZI İSTİYORSUNUZ'
Günümüzün muktedirleri olan sizler, AKP adıyla yola çıktığınızda kendinizden olmayanların desteğini de almıştınız. O dönemin berbat hukukunun düzeltilerek çağdaşlarıyla eşit düzeye getirilip hukukun üstün olacağına olan inançla, hak etmediğiniz halde ülkenin demokratikleşmesi umudunun taşıyıcısı olarak sizleri görmek istediler. Sizlerden değillerdi ama sizleri de kendileri gibi, değişmesi gereken sistemin karşıtı olarak kodlayan bir liberal iyimserlik nedeniyle kandırılmaları zor olmadı.
Bu kandırılma ilişkisinde, kısa sürede iktidar ortağınız haline dönüşecek olan, şimdi FETÖ diye kodladığınız, bir dizi hukuksuzluğa birlikte imza attığınız suç ortağınız Gülen Cemaatinin katkısı da yadsınamaz. Cemaat sizi hedef alana dek uyarı ve eleştirileri dinlemeyip, devleti tüm kurumlarıyla birlikte bu çeteye teslim eden, suçlarına ortaklık yapan sizler, şimdi ise kandırıldığınıza” inanmamızı istiyorsunuz. Halbuki birlikte kandırmaya çalıştınız!
'GEÇMİŞTE HOCAEFENDİ’YE SECDE EDİLİRDİ ŞİMDİ REİS DEDİĞİNİZ LİDERİNİZE EDİLİYOR'
Tarihsel geçmişinizdeki husumetlere bakarak zoraki nikah diye tanımlayacağımız Cemaat ile olan birlikteliğiniz, mal paylaşımı nedeniyle 15 Temmuz kalkışmasına kadar uzanan çirkin bir boşanma süreciyle sonra erdi. 15 Temmuz sonrasında kadrolarının 1/3’ini ihraç edip birçoğunu tutukladığınız yargıda, Cemaatten doğan boşluğu kendi kadrolarınızla doldurdunuz. Aslolan liyakat değil biat. Geçmişte Hocaefendi’ye secde edilirdi şimdi reis dediğiniz liderinize ediliyor. Bu yüzdendir ki, liyakatle sahip olunmayan makam ve mevkilerde oturanlar, var gücüyle adaletsizliğe tutunuyor. Hukuksuzluğa göz yumuyor. Hukuksuzluk üzerine kurulu bir düzenin suç ortağına dönüşüyor.
Geçmişte Cemaat yargısı aracı kılınarak yapılan hukuksuzluklar şimdi AKP yargısı ile gerçekleştirilmekte. Bir Cemaat soruşturmasının unsurlarını sayarak Cemaat yargısı nedir, nasıl işler, hangi yöntemleri kullanırdı bir hatırlayalım:
İsimsiz ihbar; Gizli tanık; Sahte/Uydurma delil; Delilden suçluya gidilmesi yerine, önce suçlu yaratılarak sonradan delil toplanması ve kanıt yerine kanılarla yetinilmesi; Kısıtlılık kararı ve bunun savunmanın dosyadan bir çöp dahi alamayacağı şekilde uygulanması; Soruşturmanın gizliliği ihlal edilerek dosyanın yandaş medyaya sızdırılması; Kamuoyunun tutuklamalara inandırılması için bu sızdırılan belgelere bire bin katıp yalan haber yapılması, masumiyet karinesine yandaş medya saldırısı; Terör örgütü üyeliği suçlaması; Ne yasaya ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bakılmadan gerçekleştirilen, hukuka bariz aykırılıklarla sakat tutuklama; Tutuklamaya ilişkin hükümler başta olmak üzere ceza usul hukukunun devre dışı bırakılması; Tutuklamanın önlem olmaktan çıkarılarak cezaya dönüştürülmesi; Tutuklamanın siyasal iktidarca yani sizler tarafından sahiplenilmesi; Polis fezlekesinin iddianameye dönüştürülmesi; İlgili ilgisiz sayısız evrakı, içindeki özel hayata ilişkin verileri de gözetmeden dosyaya boca edip çok delil varmış algısı yaratmak; Nihayet tüm bunları yürüten, Cemaatçi bir savcı.
Aranızdan bir tekiniz dahi, Cemaatin yargı içindeki çetesinin bu yöntemlerinin şimdinin yargı mensuplarınca hem de daha pespaye biçimde yapıldığına itiraz edemez. Ama bunu dile getiremezsiniz.
Çünkü kendinizden olmayanlar için geçerli olan hukuki güvencesizlik, eğer hakikati örtbas etmekten cayarsanız sizler için de geçerli.
İster iktidar yanlısı isterse muhalifi olun, aslolan neye karşı geldiğimizden ziyade neyi savunamadığımızdır.
Doğrunun yanında duramıyor olabilirsiniz. Bir doğru da görmüyor olabilirsiniz. Fakat yanlışın, yalanın, riyanın yanında durmayın.
Bilmelisiniz ki hakikati söylemenin gücü iktidara tapınmanın gücünden daha uzun sürer.
'BÖYLE GELMİŞ OLABİLİR AMA BİLİN Kİ BÖYLE GİTMEZ'
Siyasal tarih, hukuku nefretinin aracı haline getirerek yargı eliyle intikam almaya kalkışmayı diktatörlerin yöntemi olarak tarif ediyor. Güçlülerin hukukunun geçerli olduğu dikta rejimlerinde de adliyeler, adaleti yutan kara deliklere dönüşürler. Hal böyle iken güce sahip olanla, o güce biat edenlerin menfaatleri arasındaki dengenin toplamından da adalet çıkmaz.
Toplumun imkansız bütünlüğünü sağlayacak tek şey sıklıkla yaptığınız üzere sahte birlik/beraberlik söylemleri değil eşitlik, demokrasi ve barışla tesis edilmiş bir adaleti kalıcı ve yaygın kılmaktır. Bu da ancak hukukun üstünlüğüne inanan ve bu haliyle toplumun ona duyduğu inançtan beslenen en önemli güvence olan bir yargı ile olabilir.
Böyle gelmiş olabilir ama bilin ki böyle gitmez. Gitmemeli. Ancak mevcut tabloya bakarak ve bugün zulmedenlerin yarın nelerle karşılaşacağını öngörebilecek kadar deneyimimiz ve tarih bilgimize dayanarak söylüyoruz ki; her türlü hukuksuzluğunuzun örtüsü olan çoğunlukçuluğun verdiği yetkiyle böyle gitmesine karar verirseniz, bilin ki; hiç kimsenin garantisi yoktur. Reisiniz dahil sizin de.
Beni daha önce Cemaat’le birlikte Ergenekoncu diyerek tutuklatmıştınız. Son olarak da FETÖ’cü diyerek tutuklattınız. İstinaf Mahkemesi bugün, kendisi gibi tetikçilik görevi üstlenen ilk derece mahkemesini kararını onadı. Bu karara diyeceğimi mahkemede söylemiştim tekrara gerek yok.
Ama yargının halini bir kez daha ortaya koyan bu karara söyleyeceğimizi, değişiklik yaparak Shekeaspeare’den bir alıntıyla bitireyim:
“İn cin top oynuyor cehennemde/Tekmili birden yargıya doluşmuş iblislerin.”
Alevi örgütlerinden açıklama: CHP Alevilere faşistleri dayatamaz
Alevi örgütleri, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ülkücü Ozan Arif'i övmesi ve yaptığı konuşmada şiirini okuması üzerine "CHP Alevilere faşistleri dayatamaz" başlıklı bir açıklama yayınladı.
19-02-2019 19:52

İleri Haber
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında yaptığı konuşmada ülkücü Ozan Arif'in şiirini okuması üzerine Alevi örgütleri, "CHP, Alevilere faşistleri dayatamaz!" başlıklı bir açıklama yayınladı.
"İktidarın zaten yok saydığı Alevilerin ve farklı inanç gruplarına sahip azınlıkların, ana muhalefet tarafından da yok sayıldığını görmekteyiz. Biz Aleviler, değerlerimiz ile oynanmasını asla kabul etmiyor ve özür bekliyoruz" denilen açıklamanın tamamı şu şekilde:
İleri Hatırlatıyor
CHP ALEVİLERE FAŞİSTLERİ DAYATAMAZ!
Kılıçdaroğlu önce faşist Ekmeleddin'i, sonra Madımak katillerinden Karamollaoğlu'nu dayattı, şimdi ise bir faşisti övüyor. Açıkça bize hakaret ediyor.
Pir Sultan Abdalım can göye ağmaz
Haktan emir olmasa rahmet yağmaz
Şu ellerin taşı bana hiç değmez
İlle de dostun bir tek gülü yaralar beniCumhuriyet tarihi boyunca, Aleviler eşitlik, demokrasi, laiklik için mücadele ederken, ırkçı faşistler ülkemizin aydınlık yüzü gençlerimizi katletmişler, Devrimci gençlerin katillerine methiye dizmek ise Ozan Arif gibi faşist ırkçılara kalmıştır. Alevilerin yoğunlukla destek olduğu CHP'nin genel başkanı biyolojik de olsa Alevidir. Bu günkü grup toplantısında, Alevilerin, devrimcilerin, yani Maraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın katillerine övgüler dizerek bizimde sabrımızı taşırmıştır.
Kılıçdaroğlu’na sormak gerek, Ozan Arif bizim katillerimizi övdü, sen ise Ozan Arifi övdün, ne farkınız var? Hiç kimsenin haddi değildir ki; bir katil övücü ile Pirimiz Pir Sultan Abdalı, Aşık Veysel’i, Aşık Daimi’yi aynı kefeye koysun.
“Hızır'ın Pir Sultan Abdal'a hizmeti ve müritliği yedi yıl sürer. Hızır yedi yıl sonunda Pir Sultan Abdal´dan müsaade ister ve 'Pirim bana himmet edin, ruhsat verin büyük adam olayım, bu bozuk düzene karşı çıkayım' der; Pir Sultan Abdal ona 'Hızır ben sana ruhsatta veririm, himmette, müsaade de ederim etmesine ama; sen büyük adam olunca kendini kaybedersin, aslını unutursun, yetiştiğin yeri unutursun, gelip beni bile asarsın' der."
Günümüz Hızır paşalarına gelsin...
Ülke demokrasi ve hukuktan uzaklaşmışken, ve ülkemizin çeşitliliği yok edilmeye çalışılırken demokrasiden, hukuktan ve adaletten söz eden partinin liderinin böyle bir söylemde bulunması manidardır. Bu partide siyaset yapan milletvekillerine, siyasi kadrolara sesleniyoruz. Bu söylemi içinize sindiriyorsanız size de söylenecek sözümüz var: Yürü bre Hızır paşa senin de çarkın kırılır, güvendiğin padişahın o da birgün devrilir.
Demokratik bütün kanalların kapatıldığı Türkiye’de, biz Aleviler açısından da bu seçimler büyük önem taşımaktadır. Çünkü 73 millete bir nazarla bakan, tercihini her zaman demokrasiden, laiklikten yana kullanan Alevi toplumu, her şeyin tekleştirildiği ve farklı inançların yok sayıldığı bir ülkede yaşamak istemiyoruz.
Alevi toplumu olarak tarihten bugüne kadar baskıcı yönetime karşı demokrasi güçlerinin yanında yer aldık. Alevi sivil toplum kuruluşları ve Alevi toplumu, içlerine sindirmedikleri birçok adaya ülkenin siyasi atmosferi değişsin diye bugüne kadar ‘kerhen’ destek vermişlerdi.
Her şeyin giderek birbirine benzetildiği, farklı inançların yok sayılarak silikleştirildiği ve önemsiz hale getirildiği bir sürece izin vermeyeceğiz. İktidarın zaten yok saydığı Alevilerin ve farklı inanç gruplarına sahip azınlıkların, ana muhalefet tarafından da yok sayıldığını görmekteyiz.
Bizim de söyleyecek sözümüz var!
Biz Aleviler, değerlerimiz ile oynanmasını asla kabul etmiyor ve özür bekliyoruz.
AVRUPA ALEVİ BİRLİKLERİ KONFEDERASYONU
ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU VE BİLEŞENLERİ
ALEVİ DERNEKLERİ FEDERASYONU VE BİLEŞENLERİ
ALEVİ VAKIFLAR FEDERASYONU VE BİLEŞENLERİ
HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI
ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ
PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ
DEMOKRATİK ALEVİ DERNEKLERİ