Büyü ile savrulan satırlar: “Yürüyen Kelimeler”
Galeano, bu kez kelimelerini efsaneler, hayaller, alıntılar ile döşenmiş bir yoldan geçirerek yürütüyor. Atılan her adımda karşımıza yeni pencereler açıyor; söze, zamana, insanlara ve işlerine, pembe dizilere, yüze, belleğe, sanata, kente, kelimelere, aynaya… İlk pencere ise kitaba açılan pencerenin ta kendisi.
Gökçesu Özgül
Sel Yayıncılık, bir süre önce aramızdan ayrılan Latin Amerika edebiyatının en önemli isimlerinden Eduardo Galeano’nun yapıtlarını okuyucular ile buluşturmaya devam ediyor. Ülkemizde ilk kez 1993 yılında yayımlanan “Yürüyen Kelimeler” bu kez Sel etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Kitap pek çoğumuzun çarpıcı bulacağı bir alıntı ile başlıyor; “yakından bakınca, kimse normal değildir.” Belki de bu, elimizden tutup sıra dışı bir dünyaya bizi götüreceğinin habercisi…
Galeano, bu kez kelimelerini efsaneler, hayaller, alıntılar ile döşenmiş bir yoldan geçirerek yürütüyor. Atılan her adımda karşımıza yeni pencereler açıyor; söze, zamana, insanlara ve işlerine, pembe dizilere, yüze, belleğe, sanata, kente, kelimelere, aynaya… İlk pencere ise kitaba açılan pencerenin ta kendisi.
Yürüyen Kelimeler’in penceresi, Galeano’nun anlatımının Jose Francisco Borges’in çizimleri ile birleşmesinden, tek vücut haline gelmesinden alıyor kaynağını; “Benim kelimelerimin müziği yoktu. Kırık bir flütü üfleyip duruyordum. (…) Ona yazmak istediğim tutku ve korkuların hikayelerini anlatıyorum; yollardan derlediğim sesleri, yürürayak daldığım gündüz düşlerini, çıldırtan gerçekleri ve gerçekleşen çılgınlıkları, rastladığım ya da bana rastlayan yürüyen kelimeleri anlatıyorum. Ona hikayeler anlatıyorum; bu kitap doğuyor.” Kitap doğuyor, doğmasıyla “söze açılıyor pencere” , açılmasıyla her şey değişiyor; “derler ki hikayeler anlatılırken, bitkiler büyümeyi bırakır, kuşlar yavrularını beslemeyi unutur.” Tabiatın hikayelere saygı duruşu böylelikle başlamış oluyor. Bizim için bu denli omasa, “ Guarani dilinde ne’é hem kelime hem de ruh anlamına geliyor. Guarani yerlileri yalan söyleyenin ya da boş konuşanın ruha ihanet ettiğine inanır” alıntısını da yapmazdı herhalde Galeano.
Kitapta Latin Amerika’ya, inanışlara, insanlığa ait pek çok şey var Galeano’nun anlattıklarında. Mucizeler yaratanlar, ölümden sonsuza dek kaçma niyetinde olanlar, doğurmak isteyen erkekler, rüyasında gördüğü düş kalmadığından artık uyuyamayanlar, sivrisinek ısırığı ile karakteri değişenler, nereden gelip nereye gittiği sır olanlar… Ve elbette, her yazarın temel meselesi olan yazmak üzerine de birkaç söz söylemeyi ihmal etmiyor; “(…) Ama profesyonel bir yazarın, gerçekçi bir yazıda, her şeyin aslında hiçbir şey gibi görünen ayrıntılarda olduğunu bilmesi gerekir. (…) Yaşanılanı yazmak çok az sıradışıdır. Asıl sorun, yazılanı yaşamaktır; artık bunu öğrenecek yaşa geldiniz sanırım.” Zaten “çocuklar düşlerle ve karabasanlarla aynı malzemeden yapılmaktadır.”
(Aşk anlamına gelen) Amor kelimesinin tek tek harflerinin tehlikeli olmasından tutun, amansızca sevdaya düşenlere, “doktorun fayda etmeyeceği aşk hastalıklarına” kadar, aşk penceresinden de bakmamızı sağlıyor. Aşk olmasa nasıl doğar bunca efsane?
Güçlü kalemi ve hayal dünyası, Borges’in çizimleriyle buluşunca, Galeano’nun başlattığı bu yürüyüşün takipçisi olmak, şenlikli bir aleme doğru süzülmeye dönüşüyor.
KÜNYE: Yürüyen Kelimeler, Eduardo Galeano, Çevirmen: Bülent Kale, Kasım 2018, 319 Sayfa.