Birleşik İrlanda'nın kimlik politikalarına değil ekonomik adalete ihtiyacı var
"Ancak Sol'un, işçi sınıfının ortak ekonomik çıkarlarını dile getirmesi ve gerçek siyasi değişimin önünde duran kimlik politikalarının ötesini görmesi gerekiyor. Diğer bir deyişle, sosyalist bir İrlanda'ya ihtiyacımız var."
Yazar: Matthew James Seidel
Çeviren: Beyza Sezenlik
Kuzey İrlanda, İrlanda’nın geri kalanıyla yeniden birleşmeye her zamankinden daha yakın görünüyor ve neoliberaller, yeni devletin Protestan-Birlikçi temsil temelinde kurumsallaştırılmasını istiyor. Ancak işçi sınıfın gerici kimlik politikalarına ihtiyacı yok, İrlanda’nın ucuz emek deposu bir vergi cenneti olmayı bırakmasına ihtiyacımız var.
Yaklaşık bir yüzyıldır İrlanda Cumhuriyeti ile Kuzey arasındaki birleşme, duygusal halk şarkılarının konusu olmuştur. Bu şarkılar, gerçek bir birleşme umutsuz bir olasılık olarak görünse de İrlanda Cumhuriyeti’nin kuzeydeki 6 eyaleti –“Dördüncü yeşil alanı”-, geri alacağı bir zamana yönelik derin bir özlemi ifade ediyor. Birleşik İrlanda’yı arayan Katolikler ve Birleşik Krallık’a sadık Protestanlar 1921’deki bölünmeden beri anlaşmazlık içindeler; sorunları bitiren 1998 Belfast Antlaşması bile yalnızca kırılgan bir barış sağladı.
Bu kanlı tarih, İrlanda’daki mevcut durumu daha da inanılmaz kılıyor. Bu günlerde, birleşme ihtimali Kuzey İrlanda devletinin kuruluşundan bu yana herhangi bir noktadan daha olasıdır. Time, The Economist, ve Financial Times daha şimdiden böylesine köklü bir değişikliğin ne anlama gelebileceği konusunda tahminde bulunurken, oylamalar özellikle gençler arasında Birleşik İrlanda için giderek büyüyen desteği gösteriyor.
Birleşme fikri hala kesin olmaktan uzak. Bu durum gerçekleşse bile ne Kuzey’deki ne de Güney’deki işçi sınıfına fayda sağlayacağının garantisi var. Bu yüzden Kieran Allen’ın 32 Eyalet: Bölünmenin Başarısızlığı ve Birleşik İrlanda Davası kitabının bu tartışmaya sağladığı çok önemli bir katkıdır. University College Dublin’de sosyoloji alanında kıdemli öğretim üyesi olan Allen solcuların, Katolik veya Protestan İrlanda’nın çözüm sunamayan sınırlı vizyonlarını aşan sosyalist bir İrlanda’ya erişmek için James Connolly’nin mirasından ilham almaları gerektiğini savunuyor. Ve bunu yapmak için de birleşmenin önündeki temel engel olan kimlik politikalarını ele almaları gerekiyor.
ÜRETİM KİMLİKLER
İlk olarak bir uyarı. Amerikan Birleşik Devletleri’nde, ‘’kimlik politikaları’’ terimi, ırksal adalet hareketlerini azaltmak ve önlemek isteyen Cumhuriyetçiler ve Demokratlar tarafından kullanılır. Bu kavramı kötülemeye yönelik sürekli çabalara rağmen, kimlik siyaseti çeşitli grupların karşılaştığı benzersiz siyasi zorlukları anlamak için çok önemli bir mercek olmayı sürdürüyor. Bu terim 1977’de, siyasi gündemlerin, birbirine kenetlenen baskı sistemleri karşısında ‘yaşanmış deneyimler’ tarafından yönlendirilmesi gerektiğini savunan bir grup siyahi lezbiyen sosyalist feministten oluşan Combahee River Collective tarafından ortaya atıldı.
İrlanda’daki durum, Amerika Birleşik Devletleri’ne kıyasla tamamıyla farklıdır. Allen’ın 32 Counties’de açıkladığı gibi, Katoliklerin ve Protestanların çift kimlik düzeni deneyimden doğmaz, İngiliz kraliyet çıkarlarına hizmet etmek için zorla benimseterek üretilir. Bölünme ile Britanya, Katolik Güney ile Protestan Kuzey arasındaki anlaşmazlığı meşrulaştrmak için “belirli bir ideolojik Protestanlık anlayışını” dayatmak zorunda kaldı. Orange Order gibi gerici dini örgütler, Katoliklerin tembel, güvenilmez ve Protestanlardan daha az değerli olduğu ve Katolik Kilisesi’nin ‘kötülüğün vücut bulmuş hali’ olduğu imajını popülerleştirmede özellikle etkiliydi.
Ancak tüm tarihi düşmanlık konuşmalarına rağmen, Kuzey İrlanda’daki durum yüzyıllardır süren etnik milliyetçi bir anlaşmazlığın ürünü değil, aksine Britanya’nın İrlanda’da sadık bir kale kurma arzusunun ürünüdür. Bölünmenin mimarları, Ulster’ın 3 eyaletini sırf geniş Katolik nüfusları kalıcı, yerleşik Protestan çoğunluğu tehdit etme ihtimali dışında neden Kuzey devletinden dışlasınlar ki?
Allen, Kuzey İrlanda’nın mevcudiyetinin yalnızca İngiliz İmparatorluğu’nun çıkarlarına hizmet etmediğini ortaya çıkarır. Kuzey ve Güney’deki seçkinlere, iki ülkeyi sonsuz bir mücadele içinde sıkışmış düşmanlar olarak konumlandırarak iyi hizmet verildi. Allen, ‘politikacılar cumhuriyetçi şarkıları büyük bir zevkle söyleyebilirken, Güneyli seçkinin istediği son şey, Katolik olmayan sorunlu bir nüfusla birleşmekti’ diye yazıyor. Gerçekten de başlangıçtan itibaren Özgür Devlet, Bağımsızlık Savaşı’nda ortaya çıkan herhangi bir radikal düşünceyi ezmek için bir karşı-devrime atılan muhafazakârların egemenliğindeydi.
Cumhuriyet’in ilk günlerinde, muhafazakâr hakimiyet, icra memurlarının kiracıların mülklerine el koymalarını kolaylaştırdı, grevleri böldü ve memurların sendikalaşma hakkını reddetti. Katolik köktendincilik işçi sınıfına karşı bu savaş için ideolojik bir kılıf sağladı. Ne de olsa, ‘’İrlanda devrimi maddi yaşam koşullarını çok geliştirememiş olsa da insanlar en azından en Katolik ülkelerde yaşama konforuna sahip olabilirdi.’’ Ancak bu konfor bile şüpheliydi. Doğum kontrol hapları yasaklandı, kadınlar evlendikten sonra işlerinden ayrılmaya zorlandı, boşanma yasaklandı ve Kilise, ‘fiilî bir teokrasinin’ kurulması anlamına gelecek biçimde kamu politikasını yönlendirme konusunda cesaretlendirildi. Diğer taraftan Kuzeyli seçkinler, vatandaşlarını sürekli bir korku halinde tutmak için baskıcı, çağdışı bir Güney hayaletini kullandılar.
Allen, bölünme gibi, 1998’de imzalanan Belfast Antlaşması’nın da benzer şekilde sahte bir kimlik politikası oluşturduğunu savunuyor. Metin açıkça, meclis üyelerinin ‘milliyetçi, sendikacı veya diğerleri’ gibi bir kimlikle kayda geçirilmesini gerektiriyor. Siyasi yelpazedeki partiler, uzlaşmaz etnik milliyetçi farklılıklarla bölünmüş görünseler de işçi sınıfına zarar veren neoliberal politikaları hep birlikte hayata geçirdiler. Bu politikalar, Kuzey’de çok uluslu yatırımı teşvik eden ve sendikacılığı zayıflatan düşük ücretli bir ekonomi sağladı.
Kuzey İrlanda, kurumlar vergisini Güney’inkiyle aynı oranda düşürerek şirket çıkarlarına hizmet etmeye devam etti. Allen bunun, ücretlerin daha da düşmesine ve çok uluslu şirketlere daha fazla imtiyazlara yol açabilecek dibe doğru bir yarışı başlatabileceğinden korkuyor. Ayrıca, yalnızca Kuzey'deki okullar veya hastaneler gibi kamu projelerini özelleştirmenin bir aracı değil, aynı zamanda halkı şimdiden milyarlarca avrodan mahrum bırakan Özel Finans Girişimi'nin tehlikelerini de vurguluyor.
Belfast Antlaşması aynı zamanda politikacıların politik hedeflerini güvence altına almak için Katolikler ve Protestanlar arasındaki “kültür savaşından” yararlanma biçimlerini ele almakta da başarısız oldu. Demokratik Birlik Partisi (DUP) ve Sinn Féin arasındaki ilişki mükemmel bir örnek teşkil ediyor. Kendi seçmen tabanları üzerinde kontrol sağlamak için bayraklar veya resimler gibi semboller üzerinde hararetli bir şekilde tartıştılar. Aynı zamanda, vergilerin düşürülmesi, işgücünün zayıflaması ve kamu hizmetlerinin azaltılması gibi ekonomik konularda sık sık bir araya geliyorlar. Allen, Belfast Antlaşması’nın ‘mezhepçiliğin üstesinden gelmediğini, onu kurumsallaştırdığı’ sonucuna varıyor.
Bu bölücü, üretilmiş kimlik politikasında ısrar, işçi sınıfı dayanışmasını son derece zorlaştırdı. Bu bölünme, işçi sınıfı topluluklarını dini çizgide ayıran ‘barış duvarlarında’ tam bir şekil alır. Politikacılar konuyu Katoliklerin Protestan topraklarını işgal etmeye çalışması olarak tasarladıklarından bu durum, işçilerin ortaklaşa daha fazla kamu konutu talep edebilmelerini engelledi.
Aynı zamanda, seçkinlerin mezhep çatışmasını canlı tutma takıntısı, Black Lives Matter gibi modern sosyal adalet hareketlerini marjinalleştirdi. ABD ile dikkat çekici bir benzerlik içinde, Kuzey İrlanda'daki Black Lives Matter protestocuları, sosyal mesafeye uymalarına rağmen halk sağlığı önlemlerini ihlal ettikleri için dava ile tehdit edildi. Savaş anıtlarını savunmak için yapılan toplu mitingde sosyal mesafeye uymayan krallık yanlıları böyle bir baskıyla karşılaşmadı. Benzer şekilde, Kuzey'deki kürtaj ve LGBT hakları hareketi, aşırı sağ DUP'nin sürekli muhalefetiyle karşı karşıya kaldı. Kuzey ve Güney'deki muhafazakârlar, kökleri mezhepçiliğe dayanan “eski kimlik politikalarını yönetmekte başarılı” olsalar da mezhepsel bölünmeleri aşan toplumsal hareketleri, muhalefet partilerinin direnciyle karşılaşmadan bastırıyorlar. Örneğin, DUP kürtajı tamamen yasaklamaya çalışırken, Sinn Féin kürtajı yalnızca sınırlı şartlarda destekledi.
KIRILMA ÇİZGİSİ
Allen, 32 eyalette siyasi seçkinlerin, katiyen sermayenin çıkarları pahasına olmasa da karşılıklı yarar sağlayan bir kültürel bölünmeyi sürdürmek için ne kadar çaba sarf ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Bununla birlikte, devam eden sınıf savaşını gizleyen eski Katolik-Protestan anlatısı bir süredir kırılıyor. Allen'a göre, Britanya ile Kuzey İrlanda arasındaki gerginlik 1960'lara kadar uzanıyor. Sanayi gerilemeye başladığında, ‘İngiliz hükümeti sosyal hizmetleri ve hükümeti mali olarak desteklemek zorunda kaldı’. Kuzey İrlanda’nın ‘emperyal bir katkı’ sağlaması gerekiyordu ancak ekonomik bir yük haline gelmişti.
Durumu kurtarmak için çokuluslu şirketler Kuzey'in ucuz işgücü havuzundan yararlanmaya davet edildi (Bu, Kuzey İrlanda'nın neoliberal dönüşümünün başlangıcıydı). Elbette bu çok uluslu şirketler için çalışanlarının Katolik, Protestan veya dindar olup olmaması umurunda değildi. Onlar fırsat eşitliğini sömürenlerdi. Böylece Britanya, "Kuzey İrlanda'ya siyasi yönetim tarzını değiştirmesi için baskı yapmaya" başladı ve bu da ilk etapta Kuzey İrlanda'nın yaratılmasının ardındaki sözde mezhepçi mantığı zayıflattı. Aynı zamanda, İngilizler kalıcı Protestan çoğunluğunu güvence altına almak için ne kadar dikkatli olsalar da Protestanlar yakında artık demografik çoğunluk olmayacaklar ve Kuzey İrlanda'nın devam eden varlığının gerekçesini daha da aşındıracaklar.
Ancak daha önce var olan gerilimler ne olursa olsun Allen, Brexit'in onları katlanarak şiddetlendirdiğini öne sürüyor. Çünkü AB'den ayrılmaya oy veren İngiltere'nin, kalmak yönünde oy veren Kuzey İrlanda'yı nihayetinde harcanabilir olarak gördüğünü ortaya koydu. Bunun en açık işaretlerinden biri, İngiltere'nin AB ile müzakere ettiği İrlanda Denizi'ndeki gümrük sınırıydı. Ocak 2021 itibariyle, Kuzey İrlanda'yı Birleşik Krallık'ın geri kalanından etkili bir şekilde ayırıyor ve ülkeyi Güney'in ekonomik alanına daha da yaklaştırıyor. Bu gelişme, DUP gibi krallık yanlısı partilerin Brexit müzakereleri sırasında piyon olarak kullanıldığı çeşitli yollarla birlikte, Birlikçi politikacılar ve tabanları arasında artan bir ihanet duygusuna katkıda bulundu.
Kuzey'in Birleşik Krallık ile ilişkilerinde köklü değişiklikler geçirmesi gibi, Güney de kurucularının teokratik vizyonunun gölgesinden çıkma konusunda önemli ilerleme kaydetti. Allen Kilise'nin etkisindeki düşüşün, kadınların modası geçmiş toplumsal cinsiyet rollerinden kurtulmasından eğitime erişimin dini gerekçelerle engellenmesinin önüne geçmeye kadar her şeyde nasıl gözlemlenebildiğinin izini sürüyor. Anayasası “Kutsal Üçlü Adına” ile başlayan İrlanda Cumhuriyeti, dünyada eşcinsel evliliği halk oylamasıyla yasallaştıran ilk ülke oldu.
Ancak bu gelişmeler birleşmeye yetse bile şu soru ortaya çıkıyor: Nasıl bir birleşme olacak? Neoliberal İlerici Demokratlar’ın (Progressive Democrats) eski bir lideri ve Fine Gael ile bağları olan bir yüksek mahkeme yargıcı, İrlanda adasının her iki kesiminin de mezhepsel kimliklerini korurken aynı zamanda vergi cennetleri olarak kalmasını sağlayacak planlar ortaya koydu. Bu neoliberal önerilerde hiçbir şey temelde değişmeyecek.
Neyse ki Allen, İrlanda'nın en büyük devrimcisi James Connolly'nin mirasına dayanan başka bir yol sunuyor.
BİRLEŞMEYE GİDEN SOSYALİST YOL
Connolly, belki de en çok 1916 Paskalya Ayaklanması'ndaki rolü nedeniyle ölüme mahkûm edilen devrimcilerden biri olarak hatırlanır. Ancak, sosyalist analizi onu diğerlerinden ayırdı. Bu analiz her zamankinden daha amaca uygun ve bugün Sol Kesim için üç önemli ders sunuyor.
Birincisi, sosyalistler Kuzey'in basitçe Güney'e katılmasıyla yetinemezler. Aksine, her ikisi de kaldırılmalı ve yerine sosyalist bir cumhuriyet getirilmelidir. Böyle bir cumhuriyete giden yol, Kuzey'in Birleşik Krallık'tan ayrılması, ancak ada çapında bir dönüşümde hemen yer almaması gibi aracı adımlar gerektirebilir. Ancak Connolly bir mutlakiyetçi değildi, özerk yönetimi destekledi çünkü sosyalist bir cumhuriyeti hemen kurmayacak olsa da ileriye doğru önemli bir adımdı. Connolly için kilit nokta, sosyalistlerin rehavete kapılamayacak oluşlarıydı. Her zafer, hedefe doğru yürüyüşte onları daha agresif hale getirmelidir. Aynı strateji şimdi de geçerli.
İkincisi, sosyalistler İrlandalıları İrlanda’nın önüne koyan bir politikayı savunmalıdır. Connolly, İrlanda'nın sembollerini savunan ama halkını yoksullaştıran ekonomi politikalarını destekleyenler için kullanışlı değil. Örgütlemeye çalıştıkları da dâhil olmak üzere birçok işçi sahte kimlik politikalarının esiri olduğundan, mezhepsel ideolojilerin nihayetinde neden onların maddi çıkarlarını baltaladığı hakkında durmadan yazdı. Connolly'nin mesajı popüler değildi. Sosyalistler bugün hala tepkiyle karşılaşabiliyorlar. Ancak mezhepçilik devam ettiği sürece sosyalizm hâkim olamaz.
Son olarak, sosyalistler Protestan ve Katolikleri her türlü baskıya karşı örgütlü direnişte birleştirmeliler. Connolly, dinden bağımsız olarak işçileri “gündelik ekonomik savaşlarında yan yana savaşmaya” sevk etmeyi başardı ve Allen, şu anda doğal olarak ortaya çıkan “özellikle gençler arasında” bir “32 eyalet bilincinin” olduğuna işaret ediyor. Kuzey ve Güney'den işçiler eşcinsel evliliği desteklemek, iklim krizini ele almak, sağlık hizmetlerini iyileştirmek ve mağdurun kanıtı kabul edilmediğinde tecavüz davası kararını protesto etmek için şimdiden bir araya gelmiş durumda. Connolly, insanların “baskıya direndiklerinde, kendilerini tek bir adaletsizlikle sınırlamadıklarını” anladı. Ancak çeşitli hareketleri birbirine bağlamak ve onları yeniden canlanmış bir işçi hareketiyle güçlendirmek için sosyalist bir anlatı gereklidir.
Allen'ın 32 Eyalet’i, Connolly'nin sınıf odaklı vizyonunun İrlanda'nın bölünmeden bu yana hapsolduğu mezhep labirentinden bir çıkış yolu sunduğu konusunda ikna edici bir çalışma ortaya koyuyor. Olayların bir araya gelmesi, İrlanda'ya bu vizyonu uygulamak için eşi görülmemiş bir fırsat sundu. Ancak Sol'un, işçi sınıfının ortak ekonomik çıkarlarını dile getirmesi ve gerçek siyasi değişimin önünde duran kimlik politikalarının ötesini görmesi gerekiyor. Diğer bir deyişle, sosyalist bir İrlanda'ya ihtiyacımız var.
Kaynak: https://jacobinmag.com/2021/07/32-counties-review-northern-ireland-unification