Birleşik Haziran Hareketi'nde neler oluyor?
Son günlerde artan ve kamuoyuna da yansıyan tartışmalar, 'Haziran Hareketi'nde sona mı gelindi' sorusunu da beraberinde getiriyor. Türkiye İşçi Partisi'nin konuya dair değerlendirmeleri de merak ediliyor. HAZİRAN içinde yaşanan tartışmaları ve merak edilenleri, merkezi kurullarda görev alan Hazirancılar İleri'ye anlattı.
14-11-2018 02:42

İzel Sezer
Dört yıl önce, Türkiye’de birçok sol-sosyalist örgütün desteğiyle, aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, işçi temsilcileri tarafından kuruluşu ilan edilen ve siyasi mücadelenin etkili öznelerinden biri haline gelen Birleşik Haziran Hareketi, son aylarda yaşadığı iç tartışmalarla ve ayrılma açıklamalarıyla gündeme yeniden geldi.
En son geçtiğimiz pazar günü Devrimci Hareket tarafından yapılan "Haziran Hareketi ile ilişkimizi sonlandırıyoruz" açıklamasıyla tekrar tartışılmaya başlayan HAZİRAN’daki gelişmeleri merkezi kurullarda görev alan üyeleriyle konuştuk.
Haziran Hareketi'nin geçtiğimiz 4 yıldaki mücadelesine, tıkanma noktalarına, kendi içinde yaşadığı tartışmalara dair, Haziran Hazırlık Kurulu üyeleri İlke Bereketli, Onur Emre ve İstanbul HAZİRAN Üyesi Deniz Gülşen İleri Haber'e değerlendirmelerde bulundu.
'BİRLEŞİK MÜCADELE İHTİYACINA BİR YANITTI'
Uzun süredir Haziran Hareketi içerisinde kimi tartışmalar olduğu konuşuluyordu. 24 Haziran seçimlerinden sonraki süreçte sessizliği de dikkatleri çeken HAZİRAN’da, geçtiğimiz Pazar günü Devrimci Hareket ayrıntılı bir açıklamayla ayrıldığını ilan etti. HAZİRAN’da neler oluyor?
Onur Emre (Merkez Hazırlık Kurulu Üyesi)
Sanırım önce geçtiğimiz dönemi özetlemek faydalı olur. Haziran Hareketi biliyorsunuz, Türkiye’nin en büyük halk hareketi olan Gezi/Haziran Direnişi’nden ilham almış, orada ortaya çıkan halkçı, aydınlanmacı çizgiyi, özgürlükçülük anlayışını benimsemiş ve yeni toplumsal dinamiklerin temsilcisi olmayı hedeflemiş bir mücadele birliğiydi. Birleşik mücadele arayışına verilmiş önemli bir yanıttır HAZİRAN. İlerici ve sol bir yapıya sahip olduğunu, AKP-Saray Rejimi’ne karşı mücadeleyi öne çıkardığını, eşit yurttaşlığı ve emekçilerin çıkarlarını savunduğunu da her zaman söyledi.
Haziran ayrıca, klasik sol örgüt birlikteliklerinden farklı olarak, halkın katılımını sağlayan ve meclisler esasına göre işleyen bir yapıyı inşa etmeyi hedefliyordu.
Haziran Hareketi’nin kurulduğu dönem için yakıcı bir ihtiyaca denk düştüğü açıktır ve bu açıdan çok önemli bir çıkış oldu. Çok sayıda sol-sosyalist örgütün ve kişinin katılımıyla kurulduktan sonra önemli siyasi hamlelere de imza attı. Hatta dönem dönem Türkiye’de sol muhalefetin etkili, yönlendirici öznesi de oldu.
Şimdi geriye doğru düşünürsek, örneğin; Eğitim alanında ve toplumsal yaşamda dayatılan gericileşmeye karşı mücadelede, ‘Laikliği Kazanacağız’ diyen Haziran hareketi en ön saflardadır. Darbe girişimi sonrası tüm toplum sindirilmeye, düzen muhalefeti teslim alınmaya çalışılırken ‘Teslim Olmayacağız’ diyen HAZİRAN’ı, yine aynı biçimde 2017 Referandumuna baktığınızda, HAZİRAN’ın öncülük ettiği ‘Hayır ve Ötesi’ çalışmalarını görürsünüz. Bunlar Haziran Hareketi’nin ülkenin içinden geçtiği kritik siyasi süreçlere dönük etkili olabildiğini gösterir örneklerdir.
Peki ne oldu sonra, nerede geriye düşmeye başladı?
İki ayrı yanıt verilebilir. Birincisi, kendisini güçlendirecek biçimde yenileyemedi. Daha çok seçim dönemlerinde yaşadığı ayrılıklardan sonra, farklı mücadele odaklarıyla buluşarak güçlenemedi. Bu da ülkenin içinde bulunduğu gericilik ve durgunluk dönemiyle birlikte düşünüldüğünde Haziran meclislerinin küçülmesi ve atıllaşması sonucunu beraberinde getirdi. Özetle HAZİRAN’ın siyaseti ile örgütü arasındaki açı kapatılamadı. Bu nedenle muhalefetin ana siyasi odağına dönüşemedik. Meclisler küçülerek örgütlerin üyelerinin toplamına kadar daraldı. Karar mekanizmaları, iç hukuku, kolektif işleyiş anlayışı da bozulmaya başladı haliyle.
Bu konuda bir özeleştiri vermemiz gerekiyor. Biz de dahil olmak üzere, bir bütün olarak gerekli yaratıcılığı ve kapsayıcılığı gösteremedik. Sorumluluk Haziran’ın küçük büyük tüm unsurlarına ait olmalı. Kimin payına ne kadar düştüğünden bağımsız olarak, kuruluştan hemen sonra bırakılan eksiklerle ya da biraz daha net söyleyelim yaptığımız hatalarla, HAZİRAN’ı daralmaya ve etkisizleşmeye mahkum ettik.
İkincisi, biraz bana ait bir yorumla şunu söyleyebilirim ve ilk söylediğim gerekçeyi de etkilemiştir muhakkak. Bana göre, HAZİRAN bileşenleri arasında zaten doğalında olan politik farklar, sonraki aşamalarda belirleyici hale geldi. Ülkeye dair politik saptamalarda cisimleşen bu farklar, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra keskinleşmeye başladı. Tartışma, tıkanma yahut ayrımların belirginleşerek yürüyüşü yavaşlatması diyelim, bunlar yeni değil, iki yıllık bir arka planı var. Bize göre, darbe girişimi sonrası toplumun korkutularak sindirilmeye çalışılmasına karşı geri çekilmeyen, teslim olmayan bir çizgi, yani ‘birlikte direniş’ ve ‘güçlenme’ siyaseti öne çıkarılmalıydı ve biz bunu gücümüz yettiğince hayata geçirmeye çalıştık. Ancak HAZİRAN’ın diğer büyük örgütlü öznesi bu konuda aynı yaklaşıma sahip değildi.
ÖDP’den mi bahsediyorsun?
Evet. Onlar açısından o dönem daha dikkatli, mevcuda sığınan, başka bir deyişle elindekini korumaya odaklı bir siyasi eğilimin baskın hale geldiğini düşünüyorum. Şimdi durum aynı mı değil mi tartışılır ama 15 Temmuz sonrası yaşanan dönemde bu gözleme sahip olduk. Bu ikilik tabi adım atarken, hem eylem zamanlarında, hem seçim dönemlerinde yaklaşımda ve uygulamada bazı farkları problem olarak karşımıza çıkarmaya başladı. Bu problemi aşmaya dönük çabalarımız ise, açıkça söyleyebiliriz ki daha çok ÖDP’nin ‘ev sahibi benim‘ biçiminde özetlenebilecek tekçi anlayışına takıldı.
Şunu da ekleyeyim, Haziran Hareketi’ndeki bu ayrımların ve gerginliğin 24 Haziran seçimleriyle ortaya çıktığını söylemek meseleyi yanlış anlamak değilse, manipüle etmek amacı taşıyor bana göre. Mesele HDP veya CHP ile ittifak yapmak ya da yapmamak, ya da seçime girmek veya girmemek tartışmasından çok önce önem kazanmış ve sorun haline dönüşmüştü.
'YILLARIN ALIŞKANLIKLARI, GRUPÇU ANLAYIŞLAR ORTAYA ÇIKTI'
HAZİRAN’daki sorunlar anlaşılıyor ki yeni değil. Peki kırılma noktası neresiydi?
Deniz Gülşen
Biz Haziran Hareketi’ni, Gezi direnişindeki eksikliğin üzerine başlayan bir tartışmanın aygıtı olarak tanımlamıştık. Türkiye tarihinin en önemli ayaklanmalarından birine, mevcut devrimci yapılar cevap verememişti. Geniş halk kitlelerini kapsayacak, onları özneleştirecek ve aşağıdan yukarıya doğru mekanizmalarını oluşturacak bir yapı öngördük. Ama hiçbir aşamasında, sürecin tamamlandığını, gerçek bir halk hareketinin yaratıldığını iddia etmedik. Bu doğrultuda atılan adımlar içerisinde, HAZİRAN en ileri denemedir bizce. Bu yüzden kırılmayı tek bir güne ya da olaya indirgemek doğru değil. Sorun; yılların getirdiği alışkanlıklarımız, siyaset yapma biçimlerimiz, grupçu anlayışlarımız vb. oldu. Önemli olan bunu değiştirme baskılama, yeni bir anlayış için gerek bireysel gerekse örgütsel basınçlara direnme irademizdi.
Bu açıdan bakıldığında İstanbul pratiğimiz, uzunca bir süre, statükocu siyaset anlayışının dışında bir kültürle hareket etti. Birçok önemli eylem pratiği ve kampanya gerçekleştirdi. Her pratiğin ayrı tartışmalar barındırdığı ancak oluşan hukukla alışkanlıkları değiştirme eğiliminin ön plana çıktığı bir dönem yaşandı.
Bu süre 20 Kasım 2016'da yapılan 'Teslim Olmayacağız' mitingine kadar devam etti. Yılların alışkanlıkları geri geldi ve ne hukuk tanıdı, ne Haziran, ne yeni tanıdı ne birlik. Bu tarih itibariyle ev sahibi misyonu öne çıktı ve yanında istediği misafirlerin yer alabileceği imasıyla yola devam etti.
'KURULLARDA ALINMAYAN KARARLAR HAYATA GEÇİRİLDİ'
İlke Bereketli (Merkez Hazırlık Kurulu Üyesi)
HAZİRAN’ın, yükseliş dönemlerine karşın dört yılın sonunda meclisleşmeyi tam olarak başaramadığı bir gerçek. Bunda konjonktüre bağlı nedenlerin yanında, Haziran Hareketi içindeki siyasi yapılardan benim gibi bağımsız olarak yer almış kişilere kadar hepimizin hatalarının, eksikliklerinin payı vardır. Mutlaka bir kırılma noktası belirleyeceksek bunun 20 Kasım Mitingi olduğunda ben de hemfikirim ancak bu süreçte açığa çıkan siyasi ayrılıklar işleyiş ilkelerinin göz ardı edilmesini ve ardından çözümsüzlüğü beraberinde getirdi. Zamanla herkesin kendi siyasetine uygun biçimde davranmasını bekleyen bir anlayış ortaya çıktı. Kurullarda alınan kimi kararlar bloke edildi ya da kurullarda alınmamış kararlar oldubittiyle hayata geçirildi. Bunları yaşadık.
Burada HAZİRAN’ın bu noktaya gelmesine neden olan iki eğilime dikkat çekmek gerekiyor. Birincisi, tabandan, meclislerden beslenemeyen harekete bir örgütün tek başına hakim olma eğilimi. İkincisi, birleşik mücadelenin temel özelliğini, yani farklılıkları gözeterek ortaklıklarda ilerleyebilme ilkesini görmezden gelme eğilimi. Birleşik mücadele dediğimiz şey homojen bir parti yapısı kurmak anlamına gelmiyor. Dolayısıyla birleşik mücadele içinde tekleşmeyi zorladıkça, kendini dayattıkça işler içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bu eğilimlere alan açan en büyük etken, halk meclislerinin hakkıyla kurulamamış olması.
24 Haziran sürecinde HAZİRAN içinde farklı seçim tavırları alınması “bağımsız hat” anlayışına zarar vermekle eleştirildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İlke Bereketli: Burada öncelikle şunu söylemek gerekiyor. HAZİRAN bileşenlerinden birinin seçimlere ilişkin HAZİRAN bütününden ayrı bir karar alması siyaseten tartışılabilir ancak Haziran Hareketi’nin iç hukukuna aykırı değildir. Kuruluştan bu yana belirlenen işleyiş ilkeleri, bu tip kararlara, HAZİRAN çalışmalarını engellemediği sürece izin vermektedir.
Konuyu siyaseten değerlendirirsek, sosyalistler elbette bağımsız bir sol hatta ilerlemeli, elbette düzen siyasetine sapmamalı ama bu, siyaset sahnesinde kimsenin kimseye değmediği, yalıtık bir eylem alanında söz söylemek anlamına gelmiyor. Sosyalizme giden yolun dikensiz bir gül bahçesi olmadığını biliyoruz.
Şahsen 1 Kasım seçimlerinde bu denli sorun yaratmayan seçim tavrı konusunun 24 Haziran’da ön plana alınmasını, bu "bağımsız hattı koruma" söylemini, HAZİRAN’ın çekinik durma halini teorize etme çabası olarak yorumluyorum.
Çekinik durmaktan kastınız nedir?
Şöyle açıklayayım. Hazırlık Kurulu’nda HAZİRAN’ın seçim tavrını belirlerken "hiçbir partiyi işaret etmeden, ilerici, solcu, demokrat adayların desteklenmesi" yönünde bir karar almış, tutanaklarımızda da sabitlemiştik. Ancak kurulda alınan bu karara karşın 24 Haziran sürecindeki "TAMAM" kampanyalarını hazırlayan arkadaşlarca bırakın herhangi bir partiden yana tavır almayı, bu basit destek açıklamasından bile "Haziran’ın bağımsızlığına aykırılık" gerekçesiyle kaçınıldığını gördük. Olağanlaşmış OHAL koşullarında kendinden olmayanla da dayanışabilmek, yeri geldiğinde el ele verebilmek sosyalistlerin görevi olmalı. Oysa HAZİRAN olarak bunu söylemeye bile cesaret edemediğimizi düşünüyorum. Çekinik durmaktan kastım bu.
Deniz Gülşen: Samimi söylemek gerekirse, bağımsız hat tartışmasından hiçbir şey anlamış değilim. Faaliyetlerinin yarısından fazlasını CHP ile yapan hatta bunları "CHP mi başka bir kurum mu yapıyor" ayrımı yapılamayacak şekilde örgütleyen arkadaşlar tarafından, solun bağımsızlığının önemi vurgusu yapılıyor. CHP'nin HAZİRAN'la hiçbir ilgisi olmayan milletvekilleriyle etkinlikler yapıp, örneğin HDP listelerinden aday olan Hazirancılar ile dayanışmada bulunmamak, hasmane bir tutum sergilemek bağımsızlık eleştirisi yapan arkadaşların samimiyetini de sorgulatıyor.
Defalarca Haziran’ın, CHP’nin bir organına dönüştüğü eleştirisini yaptık ve cevap alamadık. Uzatmadan söyleyeyim, sözünü ettikleri bağımsızlık yalnızca sol-sosyalist-yurtsever çevreler söz konusu olunca akıllarına geliyor. Ne Haziran direnişine, ne Haziran Hareketi’nin 2. Türkiye Meclisi kararlarına, ne de bizim birlikte mücadele anlayışımıza uyan bir "bağımsızlık" anlayışı bu.
'HAZİRAN'IN YENİDEN KURULUŞUNU ÖNERDİK AMA KARŞILIK ALAMADIK'
Haziran Hareketi bu tıkanmayı aşacak yolları bulamaz mıydı?
Onur Emre: Şüphesiz bulabilirdi. Devrimciler, sosyalistler içinde bulunduğu durumu, sorunlarını tüm boyutlarıyla analiz edip, samimi biçimde aşmaya çalıştığı her koşulda bir çıkış yolu bulabilir. Biz de bu çerçevede ele aldık meseleyi. Haziran Hareketi’ni güçlü biçimde yeniden kurmaya, benmerkezci bir anlayışa teslim olmadan, kolektif bir işleyişi ve meclisleri güçlendirecek hamleleri hayata geçirmeye dair önerilerimiz oldu. Ne yazık ki karşılık alamadık.
HAZİRAN’ın bileşimini, işleyişini yeniden tartışmak ve sınırlı sayıda örgütün birlikteliğinden çıkararak yeniden kurmak gerekiyordu. HAZİRAN ismini tartışmak dahil bir yenilenme gerekliydi bize göre. Toplumsal muhalefet alanının değişik parçalarını kapsayarak, demokratik örgütlenmelerle birliktelik ve dayanışma ağları kurmayı öneriyorduk. Bu şu demek tabi, önceki haliyle Haziran Hareketi ilk dönem misyonunu başarıyla yerine getirmiş ve bir eşiği aşma göreviyle karşı karşıya kalmıştı. Yeniden kurulması gerekiyordu ve bu elbette birebir aynısı olmamalıydı.
Fakat ne yazık ki, bırakın genişlemeyi, yenilenmeyi, geçtiğimiz 6 ayda bilhassa ÖDP’nin tek başına karar almaya ve hayata geçirmeye çalıştığı, kolektif üretimin önemsizleştiği ve tükendiği bir tablo ortaya çıktı. Yapıcı adım atmayı tercih etmelerini beklerken bir dayatmacılıkla karşı karşıya kaldık.
Gelinen noktada “TİP de HAZİRAN’dan ayrılıyor” diyebilir miyiz?
Onur Emre: Bu soruya bir kafa karışıklığı oluşmasın diye şöyle yanıt verebiliriz sanıyorum: ‘TİP ayrılıyor’ diyemeyiz, çünkü TİP bir bütün olarak hiçbir zaman HAZİRAN bileşeni olmadı. TİP'in merkezi kurullarının bu yönde resmi bir kararı olmadı. Türkiye İşçi Partisi’nde sadece HAZİRAN’ın emektarı olan TKP üyeleri yok. Başka birçok sosyalist ve devrimcinin, öncesinde HAZİRAN üyesi olmamış çok sayıda kişinin ortak iradesiyle kurulan yeni bir parti TİP. Senin bu soruna en doğru ve kısa yanıt sanırım, TİP HAZİRAN'dan ayrılıyor değil de, TİP HAZİRAN'a katılmıyor şeklinde olabilir.
Ancak şunu söyleyebiliriz, Haziran Hareketi içinde mücadele eden ve şimdi TİP saflarında bulunan TKP üyeleri ayrılıyor diyebiliriz. Bize göre, birleşik mücadele zeminlerini güçlendirmek, içinde bulunduğumuz koşullarda ilericiler açısından bir zorunluluk. Bu nedenle TİP, birleşik mücadele zeminlerini güçlendirmeye devam edecek. Fakat bunu HAZİRAN’ın mevcut haliyle yapabileceğimizi düşünmüyoruz. Ortada bizim anladığımız ve ihtiyacı karşılayacağını düşündüğümüz bir HAZİRAN yok. HAZİRAN’ı da kapsayıp aşacak bir yeni pratik ortaya koymamız gerekiyor.
Böyle bir çabanın ortaya çıktığı durumda TİP olarak parçası olacağız, üstelik biz kendimiz de birlikte mücadele zeminlerinin oluşması için öncülük misyonunu taşıyoruz ve bunun da gereklerini yerine getireceğiz. Ancak tekrar etmek gerekirse, önümüzdeki dönem Haziran Hareketi’nin bir parçası olmayacağız. Bize göre HAZİRAN şu aşamada sadece bir örgüte ve gerçekten Hazirancı olan sınırlı sayıda bağımsız insanın varlığına daralmış durumda. Yani bir sona ulaştığını söyleyebiliriz.
'DERS ÇIKARIP DAHA İYİSİNİ KURMALIYIZ'
Bundan sonra ne olacak? Birleşik mücadele arayışı bitti mi?
İlke Bereketli: Kendi adıma HAZİRAN’ın sona ermiş olmasından dolayı gerçekten üzgünüm ama bu sürecin beni umutsuzluğa sürüklediğini söyleyemem. Eksiklerine, hatalarına karşın Birleşik Haziran Hareketi Gezi’nin bize bir armağanıdır, Türkiye sosyalist tarihi içinde cesur bir denemedir. Geçmiş deneyimlere baktığımızda yaklaşık dört yıl boyunca birleşik mücadele iddiasında belli bir çizgiyi tutturmuş olması önemli bir başarıdır. Ancak geldiği noktada tıkanmıştır. Olmayan bir şeyi zorla oldurmaya çalışmaktansa yeniden kurmaya çalışmak daha olumlu sonuçlar verebilir. Dolayısıyla geldiğimiz duruma karşı "sol yine birleşemedi" biçiminde olumsuz bir değerlendirmede bulunmamak gerek. Tarih biraz da böyle, deneye yanıla ilerliyor. Şimdi bizlere düşen bu ileri denemedeki hatalardan ders çıkartıp daha iyisini kurmak için kolları sıvamaktır.
Deniz Gülşen: Türkiye İşçi Partisi önümüzdeki süreçte de birlikte mücadele arayışından vazgeçmeyecektir. Saray rejimine karşı mücadele etme kararlılığı olan tüm devrimci kuvvetlerle, her türlü zeminde yan yana gelmeye hazırız. Özellikle, derinleşen krizin emekçilerin üzerine çökmesini engellemek için fabrikalardan, okullara, mahallelerden, meclise tüm alanlarda sınıfın sesini birlikte yükseltme çabası içerisinde olacağız. Bu eksende HAZİRAN içerisinde yol yürüdüğümüz tüm arkadaşlarımızla da bugün olmasa da, yarın yollarımızın kesişeceğini düşünüyorum.
İLGİLİ HABERLER
Meclis’te ‘komünizm hayaleti’ paniği
TİP Genel Başkanı Erkan Baş'a gönderilen 'Komünist Manifesto' tablosu, Meclis'teki polis ve güvenlik arasında panik yarattı.
20-02-2019 13:36

İleri Haber / Ankara
Bugün Meclis’te ilginç bir olay yaşandı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş’a hediye olarak gönderilen Marx-Engels silüetli Komünist Parti Manifestosu polisler arasında 'panik' yarattı. Karl Marx ve Friedrich Engels’in silüetleri şeklindeki tablo polisler tarafından uzun süre incelendi.
Tablonun üst kısmında “Bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti”, alt kısmında ise “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” yazan ve TİP imzali Komünist Manifesto tablosu, polisler tarafından uzun süre incelenmesinin ardından 3 kez de güvenlik kontrolünden geçirildi.
Polislerin tabloda ne yazdığını okuyarak, “barkod mu var bunda” diye sordukları ve fotoğrafını çektikleri tablonun Meclis’e sokulması için bulunan çözüm ise tabloyu gazete kağıdına sarmak oldu.
Meclis polisi TİP Genel Başkanı Erkan Baş'a gönderilen tabloyu inceliyor.
Erkan Baş: 'Ergenekon'un savcısıyım' diyen cumhurbaşkanının olduğu ülkede adaletten söz edebilir miyiz?
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada Fetullah Gülen'in yargı üstündeki tahakkümüne ve AKP'yle ortaklığına değinerek "Ergenekon'un savcısıyım diyen cumhurbaşkanının olduğu ülkede adaletten söz edebilir miyiz?" dedi.
19-02-2019 22:10
İleri Haber
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, "Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" üzerine Meclis Genel Kurulu'nda konuştu. Yaptığı konuşmada yargının her dönemde belli ölçülerde iktidarın sopası olarak kullanıldığını fakat hiçbir dönemde, son dönemde olduğu kadar yargının sadece iktidarı ve yandaşları korumak için kullanılmadığını vurgulayan Baş, Fetullah Gülen'in yargı üstündeki tahakkümüne ve AKP'yle ortaklığına da değindi.
TİP Genel Başkanı Baş'ın Meclis Genel Kurulu'ndaki konuşması şu şekilde:
'YARGI HİÇBİR DÖNEMDE İKTİDAR VE YANDAŞLARINI KORUMAK İÇİN KULLANILAN BASİT BİR SOPAYA BU KADAR DÖNÜŞTÜRÜLMEDİ'
"Burada yasaları değiştirmek için teklifler veriyor ve üzerine konuşuyoruz ancak elbette konu adaletse, hukuksa hatırlatmamız gereken bazı şeyler var. Açık konuşmak gerekirse -cumhuriyet tarihinin tümü için söyleyebiliriz- adaletin tecelli ettiği duygu ve düşüncesinin emekçilerde, yoksul halkımızda ya da tarih önünde pek yaşandığı bir ülke değiliz. Bakın, bu ülkenin bir devrimcisi, bir komünist siyasetçi olarak söylüyorum: Bu ülkenin devrimcileri, komünistleri tarihin her döneminde siyasi olarak söyledikleri her sözün karşısında yargıyı bir sopa olarak kullanan iktidarları gördüler, her dönem bu oldu.
Hani hepimizin bildiği, herhâlde hepimizin ortaklaşacağı, en bilinen örneği Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının haksız, hukuksuz, adice katledilmesi ve sayısız örneği yaşamış bir devrimci olarak konuşuyorum; her dönemde yargı belli ölçülerde iktidarın sopası olarak kullanıldı ama hiçbir dönem bu son dönemde olduğu kadar yargı sadece ve sadece iktidarı ve iktidarın yandaşlarını korumak için kullanılan basit bir sopaya dönüştürülmedi.
'FETULLAH GÜLEN'İN YARGI ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜMÜYLE İLGİLİ KONUŞURKEN AKP'YLE ORTAKLIĞINA DEĞİNMEMEK MÜMKÜN MÜ?'
Değerli arkadaşlar, burada muhalefet sözcüleri konuştuğunda AKP sıralarında bir hareketlenme oluyor, oturuyorlar, kalkıyorlar. Ne yapalım değerli arkadaşlar, Türkiye'de yargı üzerine konuşurken Fetullah Gülen hakkında konuşmadan değerlendirme yapmak mümkün mü? Peki, Fetullah Gülen'in yargı üzerindeki tahakkümü üzerine konuşurken AKP'yle ortaklığı üzerine söz söylemeden konuyu bütünlüklü değerlendirmek mümkün mü?
'BİZ GÜLEN'İN TÜRKİYE'Yİ KARANLIĞA SÜRÜKLEDİĞİNİ ANLATIRKEN MAHKEMELER BİZİ YARGILIYORDU'
Bakın, size yaşadığım bir örneği anlatacağım: Biz, bu ülkenin devrimcileri sokaklarda bildiri dağıtıyorduk, sokaklarda halka Fetullah Gülen çetesinin Türkiye'yi nasıl bir karanlığa sürüklediğini anlatmaya çalışıyorduk. Neyle karşılaşıyorduk, biliyor musunuz? O çeteler bize saldırıyorlardı, yetmiyordu; polisler devreye giriyordu, gözaltı yapıyorlardı, yetmiyordu; mahkemeler devreye giriyordu, bizleri yargılıyordu.
Peki, o arada ne oluyordu? O arada ben televizyondan Meclis Genel Kurulu'nu izliyordum, Adalet ve Kalkınma Partisi üyesi Adalet Bakanı çıkıyordu bu kürsüye, diyordu ki: "Fetullah Gülen bu ülkenin bir kıymetidir, ne yapıyorsa bilgimiz dâhilinde yapıyor." Biz bunun bedellerini sokakta ödüyorduk.
''ERGENEKON'UN SAVCISIYIM' DİYEN CUMHURBAŞKANI'NIN OLDUĞU ÜLKEDE ADALETTEN SÖZ EDEBİLİR MİYİZ?'
Değerli arkadaşlar, çok açık bir soru soracağım: "Ben Ergenekon'un savcısıyım" diyen bir Cumhurbaşkanının olduğu ülkede adaletten söz edebilir miyiz, hukuktan söz edebilir miyiz?
Şimdi, biraz evvel sevgili Ahmet Şık "Secde ediyorsunuz" dedi, hemen itirazlar geldi. Sanıyorum Ahmet bir mecaz kullandı, "Secde ediyorsunuz" derken gözüyle gördüğü maddi bir secdeden tabii ki söz etmiyor, bir mecazda bulunuyor ve bunun anlaşılabileceğini düşünüyor, hemen itiraz geliyor. Tamam, ben izin verirse Ahmet adına düzeltiyorum; secde etmediniz ama kaç AKP'li onun dizinin dibinde oturdu ben gözlerimle gördüm, sayısını bilmiyorum.
''NE İSTEDİNİZ DE VERMEDİK' DİYEN KİMDİ'
Değerli arkadaşlar, kaç AKP'li Pensilvanya'ya gitti, geldi, sayısını bilmiyoruz. Tamam, secde etmediniz de "Ne istediniz de vermedik?" diyen kimdi arkadaşlar? Ee, şimdi, bunları konuşmadan Türkiye'de yargı üzerine, adalet üzerine konuşamayız.
Ben gerçekten anlayabileceğiniz dilden söyleyeyim; hani beş yıl, altı yıl önceye gittiğimizde, "Kimler kimlerle berabermiş!" diye sorasımız gelmiyor mu? Beş yıl, altı yıl önceye gittiğimizde "Hepiniz oradaydınız be!" dediğimizde haksız mı oluyoruz arkadaşlar? Şimdi, bunları hatırlattığımızda kızmayacaksınız. Bunları hatırlatıyorsak, bu ülkenin, bu ülke halklarının çıkarlarını korumak için anlatıyoruz. Bundan on sene önce de yargı birileri tarafından sopa olarak kullanılıyordu, şimdi de aynı biçimde kullanılıyor. Koskoca adalet sarayları yaptınız, sadece sarayın adaleti tecelli ediyor memlekette, bunun dışında hiçbir işe yaramayan, beton yığınlarıyla dolu bir memlekete çevirdiniz.
'GALİBA 'BASIN EMEKÇİLERİNİN EN FAZLA TUTUKLANDIĞI ÜLKE' REKORUNU KAYBEDİYORUZ DİYE PANİĞE KAPILDINIZ'
Nasıl bir adaletten söz edeceğiz ki? Bakın, dünyada basın emekçilerinin en fazla tutuklandığı ülkelerden bir tanesiyiz. Galiba rekoru kaybediyoruz diye paniğe kapıldınız, hemen seçim öncesinde bu rekor elimizden gitmesin diye bugün 6 Cumhuriyet emekçisini daha yeniden cezaevine yollayacak kararlar alınıyor.
'301 MADEN İŞÇİSİ PATRONLAR DAHA FAZLA PARA KAZANSIN DİYE CİNAYETLE ÖLDÜRÜLDÜ'
Hepiniz elinizi vicdanınıza koyarak bir soruya yanıt verin istiyorum. Bu ülkede 301 tane maden işçisi gerekli önlemler alınmadığı için, bu ülkede 301 tane maden işçisi sadece patronlar daha fazla para kazansın diye açıkça bir cinayetle öldürüldüler. Şimdi soruyorum size: Bu işçilerin öldürülmesine neden olan insanlara ne ceza verdiniz? Peki, bu işçileri savunan Avukat Selçuk Kozağaçlı şimdi Silivri Cezaevinde açlık grevi yapıyor arkadaşlar, biliyor musunuz? Hangi adaletten, hangi hukuktan bahsediyoruz?
'HAKKINI ARAYAN BİR KADININ ANKARA'DA UĞRADIĞI MUAMELEYİ ANLATMAKTAN BİZ UTANIYORUZ'
Söylenecek çok fazla şey var. Gerçekten utanıyoruz; hakkını arayan bir kadının Ankara'da, Türkiye Cumhuriyeti devletinin başkentinde uğradığı muameleyi anlatmaktan biz utanıyoruz, savunmaktan utanmayanları da kınıyoruz.
'EMEKÇİLERİN SAĞLAYACAĞI GERÇEK ADALETTE HERKES İŞLEDİĞİ SUÇLARIN CEZASINI ÇEKECEK'
Şu çok net: Türkiye öyle bir noktaya geldi ki iktidar suç işliyor. İktidar yandaşlarını koruyan, suçluları koruyan bir mekanizma oluşturmuş durumda ve maalesef ülkemiz halkı adaleti kendisi sağlamaya çalışıyor. O yüzden bu yasa maddeleriyle, bu yamalarla uğraşmanın anlamı yok diyorum, halkın, emekçilerin sağlayacağı gerçek adalette herkes işlediği suçların cezasını çekecek diyorum."
TİP'li kadınlar: AKP’nin kadın düşmanı politikalarını kurumsallaştırmasına izin vermeyeceğiz!
TİP'li kadınlar, AKP'nin kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalarına ilişkin "AKP’nin kadın düşmanı politikalarını kurumsallaştırmasına izin vermeyeceğiz!" başlıklı bir açıklama yayınladı.
19-02-2019 19:25

İleri Haber
Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi kadınlar, AKP'nin cinsel tacizi ve cinsel saldırıyı meşrulaştıran, çocuk istismarının üstünü örtmeye çalışan kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalarına karşı bir açıklama yaptı.
TİP'li kadınların "Kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları, siyasetçileri ve bürokratları başımızdan defedene kadar canla başla mücadele edeceğiz" dediği açıklamanın tamamı şu şekilde:
AKP'NİN KADIN DÜŞMANI POLİTİKALARINI KURUMSALLAŞTIRMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ!
AKP tarafından kadın ve LGBTİ+ bireylerin en temel yurttaşlık haklarını hedef alan politikaların giderek bizzat devlet katında kurumsallaştığına tanık oluyoruz. Kadın düşmanı yasalar ve uygulamalarla; cinsiyetçi, faşist bürokrat ve yöneticileri ile AKP’nin kadın ve LGBTİ+ düşmanlığının giderek kurumsallaşması endişe vericidir. Müftülük yasası, istismar affı girişimi, Diyanet Başkanlığı’nın açıklamaları, hamile 115 çocuğun bizzat yetkililer tarafından saklanması, günler önce bir kadına yönelik cinsel saldırıyı savunan bir emniyet müdürü ve son olarak Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) başkanının açıklamaları…
YÖK, 2015 yılında bir genelge ile üniversitelere gönderilen ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’nin geri çekileceğini duyurdu. YÖK Başkanı Yekta Saraç “Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediği”ni ve “üstün aile değerlerinin öne çıkarılacağını” söyledi.
Türkiye, içinde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramının defalarca geçtiği İstanbul Sözleşmesi’nin altında imzası olan bir ülkedir ve devlet politikaları bugün imzacı olunan bu sözleşmesinin de gerisine çekilmektedir. Eşitlik gibi en temel insan hakkını ‘mütenasip bulmayan’, toplumsal yaşamı dinsel referanslarla yeniden düzenlemeye çalışan, kadınları toplumsal düzeyde değersiz ve aile kurumu içinde görünmez, LGBTİ+ bireyleri ise yok etmeye çalışan bu zihniyet durdurulmalıdır.
‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ kadınların ve LGBTİ+ bireylerin toplumsal yaşama katılması için hayati önem taşımaktadır. Eşitlik ve özgürlük yaşamsaldır. Kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaların bedelini ödeyen bizleriz ve eşitlik mücadelemizden bir geri adım bile atmayacağız.
Söz veriyoruz; bu kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları, siyasetçileri ve bürokratları başımızdan defedene kadar canla başla mücadele edeceğiz.
Yaşasın eşitlik ve özgürlük mücadelemiz!
Cemal Kıral sonsuzluğa uğurlandı
Cemal Kıral dostları ve yoldaşları tarafından sonsuzluğa uğurlandı.
19-02-2019 17:00

16 Şubat'ta hayatını kaybeden sosyalist hareketin emektarlarından Cemal Kıral dostları ve yoldaşları tarafından sonsuzluğa uğurlandı.
İleri Hatırlatıyor
Cemal Kıral'ın cenaze törenine Türkiye İşçi Partisi, Halkların Demokratik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi olmak üzere bir çok parti ve sendika katıldı. Birleşik Metal İş'te (BMİS) yapılan törende BMİS adına Genel Sekreter Özkan Atar ve Demokrasi Dostluk Dayanışma Derneği Başkanı Talat Özmen konuştu. Mezarlıkta yapılan törende de uzun yıllar beraber çalışma yürüttüğü yoldaşları Savaş Al, Celal Uyar ve Haluk Tekeli konuşma yaptı. Ayrıca Devrimci Parti Genel Başkanı Adnan Akın ve SYKP Eş Genel Başkanı Cavit Uğur da cenaze törenine katılanlar arasındaydı.
Gençliğinden bu yana mücadelenin içinde olan, Bulgaristan'da Dimitrovcu Gençlik üyesi, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Yönetim Kurulu üyesi, TKP Ege Yöre Sekreteri ve Merkez Komitesi üyesi olmuş ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 3. Bölge Temsilciliği ile Türkiye Maden-İş Genel Merkez Temsilciliği yapmış olan Cemal Kıral hastalık sebebiyle İzmir'de hayatını kaybetmişti.
Barış Atay Avcılar'da halk toplantısına katıldı
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Barış Atay'ın katılımıyla İstanbul Avcılar'da 'Halk Toplantısı' düzenledi.
17-02-2019 22:58

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Barış Atay'ın katılımıyla İstanbul'un Avcılar ilçesi Yeşilkent Mahallesi'nde Halk Toplantısı düzenledi. Yeşilkent Mahallesi Muhtar Adayı ve Avcılar Belediyesi Meclisi Üyesi Adaylarının da katıldığı toplantıya Yeşilkent'liler yoğun ilgi gösterdi.
'İNSANCA YAŞAM SİSTEMİ KURABİLİRSEK SORUNLARIMIZ HIZLICA ÇÖZÜLÜR'
Barış Atay'ın katıldığı halk buluşmasında gündeme dair değerlendirmelerin yanı sıra, halk meclisi kurmak adına nelerin yapabileceği, Yeşilkent'te kentsel dönüşüm adı altındaki imar sıkıntıları ve kaçak yapılanmalar gibi yerel sorunlar konuşuldu.
Yereldeki sorunlar hakkında konuşan Barış Atay, "Bu ülkede ne kadar çabuk insanca yaşam sistemi kurabilirsek bu gibi sorunların çözümüde o kadar kısa sürede olacaktır" dedİ.
'EMEKÇİLER SORUNLARINI SADECE YAN YANA GELEREK, ÖRGÜTLENEREK AŞABİLİR'
Toplantıda emekçilere dönük hak gasplarına, işten çıkarmalara ve ülkedeki genel kriz ortamında nasıl bir yol izleneliceği de konuşuldu.
Taşörenleşmenin emekçilerin bütün haklarını ellerinden aldığını dile getiren Atay, emekçilerin, işçilerin sorunlarını örgütlenerek, yan yana gelerek aşabileceğini ifade etti. Atay, "Her ne kadar sendikalar ya da bir çok siyasi parti güven vermiyor olsa da oraların güvenilir olmasını sağlayacak olanlar da sendikalarda siyasi partilerde örgütlenecek emekçilerdir" dedi.
'BU EKONOMİK KRİZ SÜRDÜRÜLEMEZ'
İçinde bulunduğumuz ekonomik krizin konuşulduğu toplantıda Atay, bu krizin elimizde üretecek bir şey kalmaması yönüyle diğer krizlerden ayrıştığını, tarım, hayvancılık, sanayi gibi alanlarda üretimin bitme noktasına geldiğini ifade etti. Ülkedeki ekonomik yapının inşaat sektörüne ve Körfez ülkelerinden gelen sıcak paraya dayandırıldığını söyleyen Atay, bu ekonomik gidişin özellikle seçimlerden sonra sürdürülebileceğine düşünmüyorum dedi.
Bu krizden tek çıkışın İMF gibi kurumlardan gelen paralarla değil üretim araçlarının tekrar halka verilmesiyle gerçekleşeceğini dile getiren Atay, "İMFgibi kurumlardan gelen yardımlar sadece kısa vadeli geçici çözüm üretir ve o ülkeyi uzun vadede kendine bağımlı kılar" dedi.
Toplantının ardından Atay, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği'nde Sosyalist Devrimci Gençlik (SDG) üyesi öğrencilerle sohbetlerine devam etti.
Sosyalist hareketin emektarlarından Cemal Kıral hayatını kaybetti
Sosyalist hareketin emektarlarından 87 yaşındaki Cemal Kral hayatını kaybetti.
16-02-2019 12:45

İleri Haber
Sosyalist hareketin emektarlarından Cemal Kıral, hastalıkları sebebiyle 87 yaşında hayatını kaybetti.
Gençliğinden bu yana mücadelenin içinde olan, Bulgaristan'da Dimitrovcu Gençlik üyesi, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Yönetim Kurulu üyesi, TKP Ege Yöre Sekreteri ve Merkez Komitesi üyesi olmuş ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 3. Bölge Temsilciliği ile Türkiye Maden-İş Genel Merkez Temsilciliği yapmış olan Cemal Kıral sahip olduğu birçok hastalık sebebiyle İzmir'de hayatını kaybetti.
Kıral'ın cenazesi 18 Şubat 2018 Pazartesi günü saat 11:00'da Birleşik Metal-İş Sendikası İzmir Şubesi önünden, öğle vakti Alsancak Hocazade Camii'nden uğurlanacak.
TİP'TEN AÇIKLAMA
Türkiye İşçi Partisi, Kıral'ın yaşamını yitirmesinin ardından bir açıklama yayınladı. Yapılan açıklamanın tamamı şu şekilde:
Değerli büyüğümüz, saygıdeğer yoldaşımız Cemal Kıral'ın hayatını kaybetmesinin üzüntüsünü yaşıyoruz.
Türkiye devrimci-komünist hareketinin gelişimine ve onurlu mücadele tarihine çok büyük bir emek ve değer katan Cemal Kıral yoldaşımız, Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Komünist Partisi tarihinde de gururla anacağımız bir yere sahiptir.
Cemal Kıral, Türkiye İşçi Partisi' nin ülkemizde sosyalizm fikrini gerçek bir alternatife dönüştürmeyi başardığı yıllarda TİP Genel Yönetim Kurulu üyesi olmuş, Türkiye Komünist Partisi'nin atılım yıllarında TKP Merkez Komite üyesi olarak komünist hareketin yükselişine hizmet etmiş, DİSK ve Maden İş sendikalarında görev alarak işçi sınıfının mücadelesinin bir neferi olmuştur.
Cemal Kıral komünizm mücadelesinin önemli bir değeri olarak, hak ettiği şekilde gelecek kuşaklar tarafından hatırlanacaktır.
Anısı önünde saygıyla eğiliyor, mücadele birikimini ve bize teslim ettiği kavga bayrağını sosyalist iktidara taşıyacağımıza söz veriyoruz.